17 Ekim 2015 Cumartesi

AŞK VE KİN / ÖLDÜKTEN SONRA BİLE/NEFRET (19654)

Senaryo ve Yönetmen: Turgut Demirağ
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı
Yapım: And Film / Turgut Demirağ


Oyuncular: Belgin Doruk (Cahide Yalın), Leyla Sayar (Nevin Yalın), Cüneyt Arkın (Drç Kadri Ersoy), Turgut Özatay (Zihni, Yalın), Cenk Er (Şoför), Senih Orkan (Feridun Yalın), T. Fiktretb Uçak (Başsavcı Hikmet), İlhan Hemşeri (Dr. Kemal Emin) Feridun Çölgeçen, Ahmet Turgutlu (Vahi Yamaner), Afif Yesari, Tülin Özek


Konu: Evlendiği gece bir otomobil kazasında, belden aşağı kötürüm olan bir adamın, karısına hazırladığı korkunç akıbet. Nefret, korku, heyecan ve aşk birbirine ustaca iş-lenmiş Bu film Fadous Player Corp. Tarafından 90 bin dolar karşılığında Amerika ve Kanada`ya satılan ilk Türk Filmi özelliğini taşıyor.


Ödül:


 2.Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metreli Film Yarışması (24 Mayıs – 4 Haziran 1965)


► “En İyi Film”
► Gani Turanlı “En Başarılı Kameraman”


Jüri Üyeleri: Nejat Duru, Nurhan Nur, Sabahattin Ataker, Davut Ergün, Mehmet Dinler, Dr. Ak, Bn. Tolunay, Bn. Turgay, Dr. Burhanettin Onat.

ASLAN MARKA NİHAT “Aşk Otobüsü” (1964)

Yönetmen: Mehmet Dinler
Senaryo: Mehmet Dinler,  Hulki Saner “*”
Görüntü Yönetmeni: Kosta Psaros, Kriton İlyadis
Yapım: Saner Film/Hulki Saner


Oyuncular: İzzet Günay, Hülya Koçyiğit, Hulusi Kentmen, Senih Orkan, Feridun Çölgeçen

Konu; Evden  kaçan bir kızla,  gazetecinin macerası
___________________________


“*”İtalyan asıllı Amerikalı yönetmen Frank Capra’nın (1897-1991) 1934 yılında çektiği ve başlıca rollerini Clark Gable (Peter Warne), Claudette Colbert (Ellie Andrews), Walter Connolly (Alexander Andrews’in oynadığı “It Happened One Night” isimli filminden uyarlama

ASFALT RIZA (1964)

Yönetmen: Ümit Utku
Senaryo: Bülent Oran
Operatör: Ali Yaver
Yapım: Kervan Film/ Kemal Utku


Reji Asistanı: Hayri Gülnar, Ses Mühendisi: Marko Buduris, Müzik Direktörü: Rauf Tözüm, Jenerik: Nuri Sesigüzel, Montaj: Diamendi Filmaridis, Negatif Montaj: Oral Öztürk, Laboratuvar: Cemil Orhon, Işıklar: Fehmi Eryılmaz, Prodüksiyon Amiri: Nuri Tuğ, (Yıldız Film Stüdyosunda hazırlanmıştır).


Oyuncular: İzzet Günay (Asfalt Rıza/Cumhur), Filiz Akın (Gül Paracan), Vahi Öz (Kâmil Paracan), Necdet Tosun (Laklak Necmi/Leman), Jale Öz (Gül’ün annesi), Ali Şen (Kibarcık Ali), Hüseyin Baradan (Piştol Kâzım), Mehmet Ali Akpınar (Alkopon Osman), Muharrem Gürses (Hafız Efendi), Gülen Kıpçak, Salih Özmutlu, İnci Duran, Lütfü Kopan, Hakkı Bilgen, Selma Durmuş, Ayhan Çağlayık, Danslar: Fatoş Serpil,


KONU Sonradan görme zengin bir ailenin kızı olan Gül (Filiz Akın) her erkeğin gönlünü çelecek kadar güzel bir kızdır. Bir gün Boğaz'da tek başına gezinirken peşine birkaç genç katılarak onu sarkıntılık eder. Gül(ü içine düştüğü güç durumdan, kendisini kaldırım mühendisi olarak tanıtan bıçkın bir külhanbey olan Asvalt Rıza (izzet Günay) kurtarır. Gül, ancak romanlarda rastladığı bu ilginç tiple sırf laf olsun diye arkadaşlık kurar. Kumar. içki ve kavgadan başka becerileri olmayan Asvalt Rıza daha ilk görüşte zengin kızına aşık olur ama aralarındaki sınıf farkını bildiğinden bunu söylemeye pek cesaret bulamaz. Gül da bu mahalle kabadayısına karşı kayıtsız değildir. Ama babası onun varlıklı biriyle evlenmesinden yanadır ve bunun için de evine gelen zengin damat adaylarına hoşgörüyle bakar ve hatta onların kızına çiçek yerine altın, pırlanta gibi değerli armağanlar getirmesinin daha doğru olacağı öğüdünde bulunur. Asvalt Rıza kabasaba külhanbey tipiyle Gül'ün sevgisini kazanamayacağın bildiğinden tipini-kimliğini değiştirmeye karar verir. Ama önce bu yen kimliğine kavuşabilmesi için yüklü bir para bulması gerekir. Can dostları Laklak Nemci (Necdet Tosun), Kibarcık Ali (Ali Şen) ve diğerleriyle kısa yoldan para kazanmanın peşine düşerler. kemanı ufak bir ücret karşılığında bir antikacıya bırakırlar, sonra da bir oyun çevirerek o kemanı aynı antikacıya, çok yüksek bir fiyatla satmayı becerirler. Yine ekip halinde bir hoca efendiye içi boş bir define sandığını oldukça yüksek bir fiyatla pazarlarlar!


Asfalt Rıza ve arkadaşları bir dizi dolandırıcılıktan sonra amaçladıkları paraya kavuşurlar. Artık Asfalt Rıza gitmiş, onun yerine yakışıklı bir delikanlı gelmiştir. Ama bundan Gül'ün haberi olmaz. Daha önceleri Gül'ün baba tarafından işsiz-güçsüz serseri olarak tanımlanan Asvflt Rıza, bu yeni kimli ile onun da güvenini ve sevgisini kazanmakta gecikmez. Asfalt Rıza'n son hamlesi ise Gül'ü kazanmak olur. Ve bunda da başarı kazanır.
(Burçak Evren, "Filiz Akın", Dünya KİV Yayınları, 2010)

ANNE ÇOK GÖRDÜ FELEK (1964)

Senaryo ve Yönetmen: Nuri Akıncı
Görüntü Yönetmeni: Cezmi Ar
Yapım: Televizyon Film / Nuri Akıncı


Oyuncular: Muhterem Nur, Ferhan Tanseli, Uğur Kıvılcım, Nusret Ataer, Hüseyin baradan


Konu: Kızının mutluğu uğruna fedakarlıktan kaçınmayan annenin trajik öyküsü.
Azize Ar’ın bir hikayesinden yararlanılarak senaryosu Nuri Akıncı tarafından yazılan filmde, bir çadır tiyatrosu sahibi olan karı-koca ekonomik durumları bozulunca tiyatroyu kızlarına bırakırlar. Tiyatroyu ele geçirmeye çalışan bir serseri ise kendisi ile evlenmesi için gençkıza baskı yapar, genç kız bir başkasını sevmektedir. Sevdiği genç serseri tarafından öldürülür…. Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye”

ANLATAMAM UTANIRIM (1964)

Senaryo ve Yönetmen: Yücel Hekimoğlu
Görüntü Yönetmeni: Yılmaz Gürbüz
Yapım: Merkez Film


Oyuncular: Pervin Par, Adnan Şenses, Kayahan Arıkan, Aysel Tanju, Levent Haskan, Mualla Sürer, Hüseyin Baradan.

ANKARA'YA ÜÇ BİLET (1964)

Yönetmen: Aydın Arakon
Senaryo: Enis Rıza Olcayto“*”
Görüntü Yönetmeni: Manasi Filmeridis
Yapım: And Film / Turgut Demirağ


Oyuncular: Leyla Sayar, Muzaffer Tema, Tanju Gürsu, Tülin Elgin, Önder Somer, Atlan Günbay, Kadri Ögelman, Sami Hazinses, M. Ali Akpınar, Danslar: Tahiye Salem


Konu: Eroin kaçakçılarıyla bir sivil polisin öyküsü.

____________________________________

“*” Clarence Budington Kelland”ın hikayesinden, “Robert Riskin”in senaryolaştırdığı ve “Fran Capra”nın (1897-1991) yönettiği (1936) ve baş rollerini Gary Cooper, Jean Arthur, George Bancroft’un oynadığı “Mr. Deeds Goes to Town” filminden uyarlanmıştır.

ANADOLU ÇOCUĞU (1964)

Senaryo ve Yönetmen: Osman F. Seden
Kamera: Necati İltaç
Müzik: Kenan Bükey
Yapım: Kemal Film / Osman F. Seden


Şarkılar: Sevim Şengül, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu; Senkron: Arif Özalp; Neg. Montaj: Ali S. Berkan, Dekor: Saim Nahit Bilge, Işıklar: İlhan Aslım, Reji Asistanı: Orhan Aykanat, Kamera Asistanı: Kenan Davutoğlu, Set Amiri: Hasan Nurdan, Prodüksiyon Temsilcisi: Adnan İrkut, Prodüksiyon Amiri: Yüksel Tanık, 

(Acar Film Stüdyosunda Seslendirilmiştir)

Oyuncular: İzzet Günay, Sadri Alışık, Neri-man Köksal, Serpil Gül, Ahmet Tarık Tekçe, Kadir Savun, Vahi Öz, Senih Orkan, Saadettin Erbil, Mürvet Sim, Sedat Demir, Orhan Aykanat, Ünal Gürel, Zeki Tüney, Haydar Karaer, Savaş Tuğ, Kerim Öztürk,


KONU: Üç kabadayı karısının iftirası yüzünden cinayetle suçlanıp hapse düşen arkadaşlarına yardımcı olmaya çalışıyorlardır. bu sırada istanbul''a gelen taşralı genç ile tanışırlar. bu genç de en az onlar kadar gözü pek biridir. kısa sürede dost olurlar ve taşralı genç de bir sır perdesi olan bu cinayet olayını araştırmaya başlar…

ANASININ KUZUSU (1964)

Yönetmen: Ülkü Erakalın
Senaryo: Suavi Sualp
Müzik: Yorgo İlyadis
Görüntü Yönetmeni: Memduh Yükman
Yapım: Melek Film / Şahan Haki


Oyuncular: Türkan Şoray (Türkan), İzzet Günay (Necati), Gürel Ünlüsoy (Adnan), Vahi Öz (Dayı), Bedia Muvahhit (Safinaz), Semih Sezerli (Orhan), Kaya Volkan, Zuhal Tan, Uğur Kıvılcım, Cevat Kurtuluş, Celal Ersöz, Mualla Sürer, Mahmure Handan (Dadı), Cevat Kurtuluş (Rafet), Uğur Kıvılcım, Asım Nipton (Eşref), Handan Adalı (Meral’in annesi), Jale Öz, Talia Saltı, Gülten Ceylan, Gülgün Erdem, Faik Coşkun


Konu: Anne etkisi altında büyüyen küçük bir memurun öyküsü.

ANA BİZİ EVERSENE (1964)

Senaryo ve Yönetmen: Muharrem Gürses
Görüntü Yönetmeni: Cezmi Ar
Yapım: Televizyon Film / Nuri Akıncı


Oyuncular: Ahmet Mekin, Nilüfer Aydan, Barboros Erbesler, Gülgün Erdem, Nevzat Kığı, Feridun Çölgeçen


Konu: evlenmek isteyen bir ailedeki gençlerin aile içindeki komedisi.

ALTIN KELEPÇE (1964)

Senaryo ve Yönetmen: Hicri Akbaşlı
Görüntü Yönetmeni: Rafet Şiriner
Yapım: Cihan Film / Suzan Yakar


Oyuncular: Muzaffer Tema, Muhterem Nur, Önder Somer, Hasan Ceylan, Mürvet Seyfioğlu, Gül Azme (Çocuk Oyuncu)


Konu: Kelepçe takarak gezen aşıkların öyküsü.

AHTAPOTUN KOLLARI (1964)

Yönetmen: Nevzat Pesen
Senaryo: Kevkep Öktem
Görüntü Yönetmeni: Kriton İlyadis
Yapım: Pesen Film / Nevzat Pesen


Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Ediz Hun, Çolpan İlhan, Sadri Alışık, Gülbin Eray, Abdurrahman Palay, Özdemir Han


KONU: Kefkep Öklem’in kendi öyküsünden yazdığı senaryoda; Anadolu'dan (İzmir) İstanbul'a artist olmak için gelen (evden kaçan) bir kızın büyük kentteki bir günlük öyküsünü anlatır. Uçakta aileye yazılıp düşürülen mektup, bu mektup üze-rine iz süren uçak personeli: Beyoğlu'nun (Yeşilçam'ın) arka sokakları. artist ajansları. eskimiş yıldız adayları, ve hayal dünyasının gerçek yönünü tanıdıktan sonra eve dönüş, mutlu son. “ Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye” syf, 169


ÖDÜL:


 1965’de düzenlenen İzmir Film Şenliği’nde;
► “En başarılı 3. Film”
► Kriton İlyadis “En İyi Kameraman”
► Çolpan İlhan “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülü ile ödüllendirilmişlerdir

AĞAÇLAR AYAKTA ÖLÜR (1964)

Yönetmen: Memduh Ün
Senaryo: Safa Önal (*)
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı
Müzik: Fecri Ebcioğlu
Yapım: And Film/Turgut Demirağ - Uğur Film/Memduh Ün,
(Acar Film Stüdyolarında hazırlanmıştır).


Oyuncular: Yıldız Kenter (Büyükanne), İzzet Günay (İzzet/Orhan), Hulusi Kentmen (Asım), Semra Sar (Semra/Ayşe), T. Fikret Uçak (Orhan), Recep Şen (Mümeyyiz Bey), Osman Türkoğlu (Osman Efendi), Orhan Çoban (Garson), Faik Coşkun, Danyal Topatan, Haydar Karaer, Mehmet Ali Akpı-nar, Selahattin İçsel


 .Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1964)

► İzzet Günay “En İyi Erkek Oyuncu 

► Yıldız Kenter (En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülü ile ödüllendirilmiştir.

Konu: Yıldız Kenter) onlardan geriye tek hatıra kalan torunları Orhan'ın (Fikret Uçak) üzerine titremektedirler. Gel gör ki haşarı, yaramaz mı yaramaz Orhan'ın eli de biraz uzundur ve bir gün onu gizlice para aşırırken gören dedesi tarafından tokatlanınca gurur yapar evi terk eder. Bu sıralarda Orhan daha henüz 15-16 yaşlarındadır.


Torun Orhan'ın gitmesi ile büyükanne'nin de yaşama sevinci gider, hastalıklı ve içine kapanık bir insana dönüşür. Asım bey'in kahvehane arkadaşları vardır; birbirinden tonton üç emekli amca yaşlarını başlarını almış, gündüz kahve akşam da kafa çeken. Dördü bir araya geldiler mi fikirler üretmek gibi maharetleri vardır. Derler ki Asım bey'e; 


- Asımcığım... Torununun ağzından mektuplar yazarak avutsana karıcığını.
İşte Asım bey de torununun ağzından sürekli mektuplar yazar. Mektuplarında onu büyütür, Amerika'ya yollar, mimar yapar, hatta orada tanıştırdığı bir Türk kızı ile evlendirir falan. Bu mektuplar on beş yıl aralıksız devam eder. Ta ki; Orhan (cidden nasılsa Amerika'ya gitmiştir) ona geri geleceğini bildiren bir telgraf çekene kadar.


Büyük anne torununun geleceğini duyunca yer yerinden oynar tabi; Hallaç çağrılır yorganlar elden geçirilir, karyola cilalanır, oda havalandırılır, her şey Orhan için baştan aşağı yenilenir adeta. Neyse efendim. Büyük günün gelip çatmasına bir gün kala Asım bey gazetede ne haberi okusun? Orhan'ı getirecek olan uçak düşmüş meğer. Yolculardan kurtulan da yok.


Asım bey aklında torunu Orhan’ı düşünüp sokaklarda avare dolaşırken, intihar etmeküzere olan bir kızı (Semra Sar) son anda kurtarır. Bu kızcağız da annesini yeni kaybetmiştir. İki dertli insan birbirlerine açılırlar. Semra'ya gelini olma rolünü verir. Torundan evvel, gelini bulmuştur Asım bey, iş şimdi torunu bulmaya kalmıştır.

______________________________

 “İspanyol sinema adamı Alejandro Casona’nın (23.3.1903 – 17.9.1965) “Los Arboles mueren de pie” isimli senaryosundan uyarlama.

AFİLLİ DELİKANLILAR (1964)

Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Bülent Oran
Görüntü Yönetmeni: Orhan Kapkı
Yapım: Erman Film / Hürrem Erman


Oyuncular: İzzet Günay, Sadri Alışık, Gülsün Kamu, Kenan Pars, Suna Pekuysal, Cevat Kurtuluş


Konu: Başları dertten kurtulmayan kumar-baz ve çapkın iki arkadaşın maceraları

AFFETMEYEN KADIN (1964)

Senaryo ve Yönetmen: Osman F. Seden, “*”
Kamera: Necati İltaç
Müzik: Fecri Ebcioğlu
Yapım: Kemal Film / Osman F. Seden



Ses: Tuncer Aydınoğlu; Laboratuvar: Mihail Skarpedis, Recai Karataş; Montaj: Arif Özalp, Taner Oğuz; Neg, Montaj: Ali S. Berkan; Dekor: Saim Nahit Bilge; Işıklar: İlhan Aslım; Set Amiri: Hasan Nurdan; Yön. Asist.: Orhan Aykanat; Kamera Asist: Kenan Davutoglu; Prod. Amiri: Adnan İrkut, (Kemal Film Platosu'nda Çekilmiş, Acar Film Stüdyosu'nda Hazırlanmış ve Seslendirilmiştir)

Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Hülya), Ediz Hun (Kemal), Fikret Hakan (Fikret), Nebahat Çehre (Leyla), Hulusi Kentmen, Nubar Terziyan, Hayri Esen, Senih Orkan, Yılmaz Gruda, Muammer Gözalan, Zeki Tüney, Haydar Karaer, Ergun Köknar


Konu: Hülya, yaptığı kimya deneyi esnasında büyük bir patlama yaşanması sonucu hastaneye kaldırılmıştır. Bundan sonra bir daha hiç göremeyebilir. Savcı da hastaneye gelmiştir ve Hulusi Beyle görüşüyordur. Hulusi Bey kısaca şu anda çevresinde olan insanlardan bahseder. Kemal Hülya'nın babası Necmi Bey tarafından okutulmuştur ve çok iyi bir kimya mühendisi olmuştur. Aynı şekilde Hülya da iyi bir kimya mühendisidir. Kemal Hülya'ya aşıktı ama ne yazık ki bu tek taraflıydı. Aksine Hülya Kemal'i abisi gibi görüyordu. Fikret'in de onların yanlarında işe başlamasıyla bu iyice ortaya çıktı. Fikret herkesin gönlünü kazanabilen biriydi. Ama aynı zaman da bir o kadar tekinsiz bir insandı. Hülya'yı kendisine aşık etmeyi başaran Fikret bir şekilde Hülya'nın babası Necmi Bey'in razı olmamasına rağmen onunla evlenmeyi başardı. Buna daha fazla dayanamayan Kemal şirketten ayrıldı. Daha sonra Necmi Bey'in ölürken bıraktığı vasiyetle işleri biraz değiştirdi. Fikret her şeyin tamamen Hülya'ya bırakılmasına ve kendisinin söz hakkı olmadığı bu vasiyete çok bozuldu. Ama vasiyetteki bir madde onun adeta kanına girdi. Karısının sürekli bir sakatlık yaşaması durumunda söz hakkı ona geçebilir-di. Daha sonra anlarız ki zaten bu patlama da onun marifetidir. Tam bu zamanlarda vasiyette onun da adı geçen Leyla Amerika'dan döner. Tam olarak aklı bir karış havada bir kız olan Leyla hiçbir iş öğrenememiştir. Leyla'nın gelmesiyle Fikret kendiniaslında gayet açık edecek şekilde onunla aşk yaşamaya başlamıştır. Fakat aynı evdeki bu ilişkiyi Hülya biraz da iyi niyeti yüzünden göremez. Bu arada ilk ameliyat başarısız geçmiştir. Artık Fikret yönetimi ele geçirme konusunda iyice umutlanmıştır. Zira yakın zamanda kumar borcu için büyük bir para ödemesi gerekmektedir. Fakat Hülya yanlışlıkla kasete kaydedilmiş Leyla ve Fikret'in konuşmalarını duyar. Artık oyun bozulmuştur. Bunun üzerine Kemal'in buldu-ğu Amerikalı çok ünlü bir doktor tarafından ameliyat edilir ve gözleri açılır. Ama o bunu kimseye söylemez. Çünkü Fikret ve Leyla'dan intikamını almak istemektedir. Bu yüz-den yönetimin Fikret'e geçmesini de istemez. Ama Fikret artık çaresizdir ve eşinin mirasına konabilmek için onu öldürmeyi planlamaya başlar. Leyla'yı da zorla bu işe ortak etmeyi başarır. Fakat kurdukları basit tuzaktan Hülya kurtulur. Bundan sonra gördüğünü ve her şeyi bildiğini Kemal'e söyler. Fakat Fikret'in gözü artık iyice dönmüştür ve bu iş için kumarhaneden birilerini tutar. Fakat katil eve giderken Hülya'nın kendisine yazdığı mektubu gören Fikret vicdan azabına yenik düşer ve Kemal ile birlikte eve gider. Hülya'yı kurtarırken Fikret ölür ve kendisini affettirmeyi başarır. Leyla da gerçeği öğrendikten sonra vicdan azabına dayanamayıp intihar etmiştir. Her şey olup bittikten sonra Hülya gerçek aşkının Kemal olduğunu fark edebilmiştir.


Film, yaralanarak hastaneye kaldırılan bir kadının başına gelen bu şüpheli kazanın, savcı tarafından soruşturulmasıyla başlıyor. Genç kadının hastaneye kaldırılma anına kadar geçen olaylar, savcının soruları ve genç kadının amcasının (Hulusi Kentmen) cevaplamaları ile sürekli geriye dönüşler yapılarak veriliyor.

Kimya mühendisi Hülya (Hülya Koçyiğit), babası Necmi Bey'in yanında büyüttüğü ve yine bir kimya mühendisi olan Kemal (Edz Hun) ile birlikte aynı laboratuarda çalışır. Kemal, genç kıza evlenme teklif eder. Ancak Hülya, onu dost olarak gördüğünü söyleyerek reddeder. Daha sonra, laboratuara gelen yeni kimyager Fikret (Fikret Hakan) ile evlenmeye karar verir. Çocukluğunu sefalet içinde geçirmiş haris bir genç olan Fikret, servete düşkündür. Bu yüzden Necmi Bey'in öldükten sonra bıraktığı vasiyetin: "Hülya ani bir hastalık ve sakatlık geçirmediği taktirde, kocası Fikret mali konularda hiç bir söz sahibi olamaz..., maddesini hazmedemez. Karısına hırçın davranmaya başlayan Fikret, Amerika'dan dönen Hülya'nın yeğeni Leyla'ya (Nebahat Çehre) aşk ilan eder. Hem Leyla'ya hem de mirasa kavuşmayı aklına koyan Fikret, laboratuara giderek kimyasal maddeleri birbirine karıştırır. Art arda iki patlama olur ve Hülya hastaneye kaldırılır.


Hülya kör kalır. Fikret, her akşam Hülya'ya uyku ilacı verir ve Leyla'nın yanına gider. Bir müddet sonra Leyla, kör olan genç kadının önünde, onu kocası ile aldatmaya tahammül edemez. Aralarından çekip gitmeyi düşünse de Fikret mani olur. Bu arada kumarda para kaybeden Fikret, borcunu ödeyebilmek için vasiyetin "hastalık ve sa-katlık durumunda..... maddesine dayanarak şirketlerin yönetimini ele geçirmeye yeltenir. Amcası ve şirketin avukatı (Nubar Terziyan) buna müsaade etmezler. Fikret daha da hırçınlaşır, Hülya hakkında tehlikeli şeyler düşünmeye başlar. Kocasının bu tehlikeli planlarından tamamen habersiz olan Hülya, müzik dinlerken, tesadüfen Leyla ile kocasının konuşmalarının banda kaydedilmiş kısmını dinler. Kocası ile Leyla'nın kendisini aldattığını anlar. Dünyası yıkılan Hülya, yine de bir şey belli etmez. Kumar borcu gittikçe çoğalan Fikret, şirketin yönetimini ele geçirmek için yeniden harekete geçer. Fakat bu kez de Hülya buna izin vermez. Üstelik, kocasının şiddetle karşı çıkmasına rağmen, bir kez daha ameliyat olur. Yeniden görmeye başlar ama kimseye belli etmez. Amacı, etrafında dönen oyunları kendi gözleriyle görmektir. Fikret, Hülya'yı öldürmeyi kafasına koyar. Planını Leyla'ya da açar ve yardım ister. Bütün bu olanlara artık tahammül gücü kalmayan Leyla, eşyalarını toplar. Fakat Fikret gene karşı çıkar ve Leyla'yı feci şekilde döver Kocasının çok yeni olduğu için, başrolü paylaşankendisini öldüreceğinden iyice şüphelenen Hülya, Kemal'e gözlerinin gördüğünü ve onunla son kozunu paylaşacağını söyler. Fikret, kiralık bir katil tutar. Bu arada Leyla, Hülya'nın ikinci ameliyattan beri kör olmadığını öğrenir, şoka girerek intihar eder. 


Bundan habersiz olan Hülya, aynı gece Kemal’i çağırır, Fikret'e yazılmış bir mektup ve kendi-sini bırakması için yarım milyonluk bir çek verir. Kemal evden ayrıldıktan sonra katil eve girer. Katille Hülya arasında kovalamaca yaşanırken, Kemal de Fikret'i mektupla çeki verir. Hülya'nın artık gördüğünü söyler. Fikret mektubu okudukça yaptıklarından pişman olur. Sonra katili hatırlar. Ama her şey için çok geç olduğunu, Hülya'nın öldürüldüğünü söyler. Her ikisi de eve gelir. Kati-lin kurşunuyla Fikret vurulur, o da katili öldü-rür. Son kez Leyla'yı görmek için odasına gittiğinde, kızın cesedi ile karşılaşır. Son bir güçle Hülya'nın yanına gelerek af diler ve ölür. Tüm bu kötü olaylardan sonra Kemal ile Hülya evlenerek mutluluğa ererler.

 İki yıldır sırf ekonomik krizi atlatmak için kendi deyimi ile "sıra filmler dizisi" çeken Usta, 'Aetmeyen Kadın" filmi ile 1964-1965 sezonuna iddialı bir şekilde girer. İhanet, aşk, entrika, saf genç kız, masum delikanlı gibi Yeşilçam'ın geleneksel melodram unsurlarını taşıyan bu Film, profesyonel anlatımıyla tutarlı bir çizgi çizerek, Usta'nın filmografisinde sağlam bir yere oturur.
Filmin çekimlerine başlandığı ilk günlerde başrol oyuncuları, bu filme başladıkları için oldukça heyecanlıdır. Zira bu film, yalnızca yönetmeni için değil, onlar için de pek çok şey ifade etmektedir. Hülya Koçyiğit "Şimdiye kadar oynadığım en güçlü rollerden biri." derken; Fikret Hakan, son yıllarını kırık dökük filmlerde oynamakla geçirdiğini söyüyor ve ekliyor: "Yılanların Öcü'nden bu yana beni doyuracak, güçlü bir role düştüm sayılmaz. Bu yıl sanat hayatımın bir dönüm noktasında bulunuyorum. Bu filmde çok çarpıcı, şaşırtıcı bir kimyager Fikret ile karşılaşacaksınız. Sefalet dolu çocukluk yıllarının kompleksinden kurtulamayan, hemkendisine hem de çevresindekilere yaşamayı zehir eden bir Fikret...


 Kimyager Fikret kumar oynayıp baldızını iğfal eder, kansını öldürmeye teşebbüs edip onun mirasına konmak ister. Ama bütün bunları yaptığı zaman bile onda affedeceğiniz bir yan bulacağınızı sanıyorum." Filmin romantik jönü Ediz Hun ise, oyunculukta henüz diğer güçlü oyuncuların karşısında oynamaktan çekindiğini, başta bir an için tereddüt ettiğini itiraf ediyor: Açok konuşmak gerekirse Fikret Hakan gibi bir oyuncu karşısında oynamaktan çok çekiniyordum. Çünkü daha beşinci filmimdi. Elbette ki ezilmek istemezdim."
Usta ise, üzerinde titizlikle çalıştığı bu filminden oldukça umutludur:


"1964-1965 en hızlı yılım olacak. Süleymaniyeli Ali iddialı filmlerimden ilki... İşte bu çektiğim Affetmeyen Kadın da öyle. Böyle bir filmin Türk sinemasında yapıldığını sanmıyorum. Kamera cambazlığına kaçmadık. Ediz ile Hülya harika. " Bu filmin çekimleri sırasında kötü bir de talihsizlik yaşanıyor.' Hülya Koçyiğit, çekimler sırasında ayağı takılıp önündeki kapının camına sağ kolunu çarpıyor ve hafif bir şekilde yaralanıyor. Kısa süren tedavi sonrasında Koçyiğit, sete yeniden dönüyor. Filmde, her ne kadar Hülya'nın Fikret'le evlenmeye karar verme sebebi o kadar net değilse bile, özellikle de "Fikret" karakteri oldukça iyi ele alınmış ve başarılı bir şekilde işlenmiş. Tabii bu rolüyle Fikret Hakan'ın mükemmel bir oyun çıkarttığını da unutmamak gerekir. Bunuın dışında sağlam bir senaryoya dayanan filmde, Usta'nın rahat ve yalın anlatımı öne çıkmış. Finaldeki gerilim sahneleri de, aşırı şiddet gösterisine başvurulmadan başarılı bir şekilde kotarılmış. Film, Usta'nın nefis anlatımıyla, kişisel bir çalışma olarak filmografisindeki temel taşrından biri olarak yerini alıyor. “Gülşah Nezaket Maraşlı, a.g.e, syf: 171”


__________________________________________




“*” Senaryosunu Ivan Goff’un (1910-1999) yazdığı, yönetmenliğini Michael Gordon’un (1909-1993) 1960 yılında yaptığı; başrollerini Lana Turner (1921-1995), Antony Quin (1915-2001), Sandra Dee’nin (1942-2005) oynadığı “Portrait in Black” Karanlık Yüzler filminden uyarlama. (www.imdb.com)

 

ADANALI TAYFUR KARDEŞLER (1964)

Yönetmen: Zafer Davutoğlu
Senaryo: Osman F. Seden (“Korsikalı Kardeşler” filminden uyarlama) “*”
Görüntü Yönetmeni: Necati İltaç
Fon Müzikleri: Fecri Ebcioğlu
Yapım: Kemal Film/Osman F. Seden


Kamera Asist.: Kenan Davutoğlu; Yön. Asist.: Ergin Günaçan, Ses: Tuncer Aydınoğlu; Laboratuvar: Mihail Skarpedis, Recai Karataş; Montaj: Arif Özalp, Taner Oğuz; Neg. Montaj: Ali S. Berkan; Dekor: Saim N. Bilge; Işık: İlhan Aslım, Fikret Gülyalçın, Muzaffer Durusoy, Set Amiri: Hasan Nurdan; Ekip: Kazım Çakırman, Özer Korkmazlar, İsmail Kırımlıoğlu, Rafet Ateş, Kemal Eker, Aksesuar: Cemil Paskap; Proclo Temsilcisi: Adnan İrkut, Prodüksiyon Amiri: Yüksel Tanık, Prodüksiyon Asistanı: Cemil Paskap, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, ( Kemal Film Pla-tosu'nda Çekilmiştir. Acar Film Stüdyosu'nda Hazırlanmıştır)

Oyuncular: Öztürk Serengil, Türkan Şoray, Efgan Efekan, Ahmet Tarık Tekçe, Kadir Savun, Gülseren Esen, Hüseyin Baradan, Handan Adalı, Orhan Aykanat, Haydar Karaer, Zeki Tümey, Ahmet Kostarika, Ah-met Turgutlu, Hüseyin Zan, Yavuz Karakaş, Yüksel Tanık, , Faruk Panter, Abbas Goralı, Cemal Akyıldız, Hasan Nurdan, Misafir Aktirist: Sevda Ferdağ,


Konu: Tayfur (Öztürk Serengil) ve Necmi (Öztürk Serengil), bebekken, babalarının düşmanları tarafından bir baskın sırasında ayrılmış ikiz kardeştirler. Tayfur bir baskın sırasında kaçırılır. Necmi ise kurtarılmıştır. Tayfur Adana’dan İstanbul’a getirilerek, bir cami avlusuna bırakılır. Hayatı yokluk içinde geçer. Necmi ise annesinin yanında ve kız kardeşi Türknan (T. Şoray) ile Adana’da büyür.


 Bir müddet sonra Necmi Adana’daki varlıklarını satarak İstanbul’a yerleşir ve yer altı dünyasının babaları arasına girer. Necmi kardeşi Türkan’ı zengin bir adamla evlendirmek ve sonra da adamı ortadan kaldırarak milyonlarına sahip olmak istemektedir. Türkan ise bu evlilikten kaçmaktadır. Bir gün tesadüf eseri kayıp kardeş Tayfur’la karşılaşır ve ondan yardım ister. Bu duruma çözüm olarak Tayfur’un ikiz kardeşi Necmi’nin yerine geçecektir. Anca bu olayların karmaşık bir hal almasına sebebiyet verecek-tir.
___________________________________


“*” The Corsican Brothers’’ 1941 yılı Yapımı. Alexadre Dumas’ın (1802-1870) bir romanından, George Bruce’nin (1898-1974) adaptasyonundan Gregory Ratoff’un (1897-1960) yönetmenliğinde çekilen bir filmden uyarlama. Bu filmde rol alan başlıca oyuncular; Douglas Fairbank Jr. (1909-2000), Akim Tamiroff (1899-1972), Ruth Warrick (1915-2005) (kyn: the Internet movie database)

ADALARDAN BİR YAZ GELİR BİZLERE (1964)

Senaryo ve Yönetmen: Abdurrahman Palay
Görüntü Yönetmeni: Ali Yaver
Yapım: Kurt Film / Nehmet Arancı


Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Tanju Gürsu, Öztürk Serengil, Hulusi Kentmen, Sami Hazinses, Yıldız Kafkas, Gülgün Erdem, Mine Sun, Kaya Volkan, Tomris Bora, Mine Soley, Hülya Demirtay


Konu: İzne gelen üç bahriyeli ile pansiyonda kalan balerinlerin güldürüsü.

ACEMİ ÇAPKIN (1964)

Yönetmen:  Nejat Saydam
Senaryo: İlhan Engin , Nejat Saydam
Kamera Melih Sertesen
Müzik: Metin Bükey
Yapım: Acar Film / Murat Köseoğlu

Acar Film stüdyosunda çevrilmiş ve hazırlanmıştır

Prodüksiyuon Amiri: Melih Üstüngör, Laboratuvar: Mihak İskarpetis, Recai Karataş, Erkal Taner, Montaj: Özdemir Arıtan, Negatif Montaj: Ali Berkan, Reji Assistanı: Zeki Dimcoy, Prodüktör Asistanı: Güngör, Operatör Assi.: Tosun Bayrı, Teknik Ekip: Mustafa Köyük, Hikmet Türk, Hüseyin Demirayak, Işıklar: Fehmi Eryılmaz, Ahmet Ateş, Dekorlar: Basri Büyükcan, Bilal Uysal, Aksesuar: Nejat Dekorasyon Mağazası ve Nazım Akbulut, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu


Oyuncular: İzzet Günay, Tijen Par, Gülbin Eray, Ahmet Tarık Tekçe, Sunay Uslu, Birsen Kaplangı, Sadettin Erbil, Turan Göker, Zafer Önen, Feridun Çölgeçen, Birsen Bengü, Yılmaz Bengü, Salih Özmutlu, Cem Taylan, Merih Dincoy, Muammer Gözalan, Meral Kurtuluş, Turhan Göker, Gülbin Eray, Salih Özmutlu, İsmail Varol, Fadıl Garan Necdet Yakın, Nihal Kaplangı (Çocuk Oyuncu)

KONU: Daktilo kursu işleten bir gençle, kurs öğrencisi üç genç kızın öyküsü.

ABİDİK GUBİDİK (1964)

Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Müzik: Metin Bükey
Yapım: Günşıray Film / Orhan Günşıray


Kurgu: Oğuz Taner, Dekor: Sohban Koloğlu, Yönetmen Yardımcısı: T. Fikret Uçak, Suna Artun, Kamera Asistanı: Hüseyin Karındoyuran, Negatif Kurgu: Ali Berkan, Laboratuvar: Mihail Skarpedis, Işık: Cengiz Arlı, Ses Kayıt: Tuncer Aydınoğlu, Prodüksiyon Amiri: Fehmi Tengiz, Asistan: Burhan Yeşildağ, Set Amiri: Danyal Topatan, Set Ekibi: İsmail Çavdar, Mustafa Buvan, Mithat Yılmaz, Şarkılar Suzan Bizimer, (Acar Film Stüdyo-larında hazırlanmıştır).


Oyuncular: Öztürk Serengil (Hüsnü Deveci/Kamil İnceses), Ajda Pekkan (Ayşe), Aysel Tanju (Nesrin), Hüseyin Baradan (Zalim), Ahmet Tarık Tekçe (Hakem), Sami Hazinses (Zalimin Adamı), Nubar Terziyan (Tarık), Hayati Hamzaoğlu (Fahri), Danyal Topa-tan, Bedros Çiçekyan, Muzaffer Yenen, Selahattin İçsel, Yaşar Şener, Ayhan Altunç, Eyüp Sabri, Mehmet Gerçek


Konu: Ünlü bir şarkıcıya benzeyen bir kah-veci çırağının öyküsü

ZORAKİ MİLYONER (1963)

Yönetme Orhan Elmas
Senaryo Attila Oğuz
Müziği Derleyen Fecri Ebcioğlu
Foto Direktörü Gani Turanlı
Yapım Artist Film / Recep Ekicigil


Reji Asistanı: İsmet Soydan, Montaj-Senkron: Vehbi Argüden, Temel Gürsu, Negatif Montaj: Ali Berkan, Laboratuvar: Mihal Skarpetis, Recai Karataş, Mahmut Babacan, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu,(Acar Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.)


Oyuncular: Orhan Günşıray, Filiz Akın, Kadir Savun, Öztürk Serengil, Suzan Avcı, Devda Nur, Mertiç Başaran, Hasan Ceylan, Talât Gözbak, Fikret Uçak, Selâhattin Altıok, Kadri Ögelman, Orhon Erdamar

ZİFAF GECESİ (1963)

Senaryo ve Yönetmen: Hüsnü Cantürk
Eser: Valâ Nurettin
Operatör: Cahit Engin
Müzik: Şefik Gürmeriç
Yapım: Kulüp Film / Hüsnü Cantürk


Oyuncular: Fatma Girik, Efgan Efekan, Ahmet Tarık Tekçe, Hüseyin Baradan, Gülderen Ece, Hüseyin Kâşif, Afif Yesari, Danyal Topatan, Ahmet Turgutlu, Asım Nipton, Mine Soley, Yaşar Şener


Konu: Evlenen bir çiftin gerdek gecesi yaşa-dıklarının komedisi.

ZEHİR HAFİYE (1963)

Yönetmen: Dr. Arşavir Alyanak
Senaryo: Fikret Arıt (Gıyas Ersü’nün bir eserinden)
Foto Direktörü: Memduh Yükman
Yapım: Tül Film
Erman Film Stüdyosunda hazırlanmıştır

Reji Asistanı: Mehmet Aslan, Prodüksiyon Amiri: Semih Sarıoğlu, Seslendiren: Yorgo İlyadis, Montaj ve Senkron: Turgut İnangiray, Negatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Kurgu: Turgut İnangiray, İlya Pençoğlu, Laboratuvar: Hayati Akbulut, Yılmaz Erman, Erdoğan Dolapçı, Laboratuvar Şefi: Hilmi Başcan, Prodüktör: Hürrem Erman,


Oyuncular: Leyla Sayar, Fikret Hakan, Suphi Tekniker, Sevda Nur, Mine Soley, Asım Nipton, Nuri Ergün, Yaşar Şener, Hüseyin Güler, Hakkı Kıvanç, Talat Gürova, Hakkı Haktan, Hayri Esen,


Konu: Cinayete kurban giden bir dansözle katili arayan bir gazetecinin macerası.

YOLCU (1963)

Yönetmen: Türker İnanoğlu
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Yılmaz Gürbüz
Müzik: Metin Bükey
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu


Yönetmen Yardımcısı: İsmail Konca, Kamera Asistanı : Hasan Uçar, Şarkılar: Müzeyyen Senar, Işık Şefi: Hüseyin Özşahin, Dublaj Yönetmeni: Sacide Keskin, Sesleri Alan: Nihat Sevinç , Necip Sarıcıoğlu, Montaj: Metin Miroğlu, Laboratuvar: Cemil Orhon, Prodüksiyon Amiri: Sadri Karan, Set Amiri: Bahtiyar Değirmenci, (Ören Film Stüdyolarında hazırlanmıştır. )


Oyuncular: Turgut Özatay (Turgut), Muhterem Nur (Gül), Aysel Tanju, Yılmaz Duru (Yıllmaz), Gülderen Ece, Aysel Tanju, Kadir Savun, Hüseyin Baradan (Reşat), Osman Alyanak, Necdet Tosun, Özcan Bilge, Zeki Alpan, Sadri Karan, Ziya Onay,


KONU Zengin babası Gül’ü (Muhterem Nur) varlıklı biriyle evlendirmek ister. Gül şoförleri Turgut’a (Turgut Özatay) aşıktır. Babasına rağmen onunla kaçıp evlenir. Bir kızları olur. Mutludurlar. Turgut taksicilik ya-par. Randevucu Melahat’ın evindeki hırsız-lığı polise yakalatan Turgut’a, Melahat ve dostu Reşat (Hüseyin Baradan) düşman olur. İntikam için “Turgut kaza geçirdi” diye Gül’ü çağırıp ilaçlı su içirerek bir erkekle başbaşa bırakırlar. Turgut’a da “Karın ran-devuevinde” şeklinde haber verirler. Tuza-ğa düşen Turgut, Gül’ü görüp kızıyla birlikte evden kovar. Gül’ü babası da kabul et-mez. Yerleştiği otelin sahibi ona gazinonun vestiyerinde iş verir. Sesi güzel olan Gül sahneye de çıkar. Yıllar geçer. Annesinin işinden habersiz büyüyen Aysel (Aysel Tan-ju), avukat sevgilisi Yılmaz (Yılmaz Duru) ile evlenecektir. Öte yandan Turgut bir gün arabası ile Melahat’e çarpar. Yaptıkların-dan pişman olan Melahat Turgut’a tüm gerçeği anlatır. Turgut eşini ve kızını arar. Patronu Ziya Gül’e arandığını haber verir. Gül, Turgut olduğunu anlar ve Aysel’e herşeyi anlatır. Aysel endişelenir. Ama Yıl-maz için bunun önemi yoktur. Aysel hasta annesine ilaç almak için patronu Ziya’dan alacaklarını ister. Reşat da oradadır ve Aysel’e göz koyar. Parayı vereceğini söyle-yen Ziya odada Aysel’i Reşat’la bırakır. Reşat kıza saldırır. Tam o anda merak için-de bara gelip odaya giren Gül Reşat’ı öldürür. İdamla yargılandığı mahkemede susan Gül, kızının üzülmesine dayanamayıpher şeyi itiraf edince beraat eder. Yılmaz ile Aysel evlenirken, Gül de kavuştuğu Turgut’-la mutluluğu yeniden yakalamanın sevinci-ni yaşamaktadır…

YEDİ KOCALI HÜRMÜZ (1963)

Yönetmen: Yılmaz Atadeniz
Senaryo: Sadık Şendil
Kamera: Ali Yaver
Yapım: Kurt Film / Mehmet Arancı


Oyuncular: Suna Pekuysal, Efgan Efekan, Öztürk Serengil, Necdet Tosun, Sami Hazinses, Ahmet Tarık Tekçe, Erol Günaydın , Müjdat Gezen, Mualla Sürer, Cemal Sahir,


Konu: İmam nikâhlı kocalarıyla alay edip onları birbirine düşüren bir kadının öyküsü


Yedi Kocalı Hürmüz ilk kez 1963 yılında Sadık Şendil tarafından kaleme alındı. Şendil, Yeşilçam'daki altın zamanlarını yaşadığı o yıllarda, Berduş'tan (1957) Altın Kafes'e (1958) pek çok filmle kendini kanıtlamış bir senaristti. Tüm bu yıllar boyunca tiyatro yazarlığından da uzak kalamayan Şendil, 1980'lere kadar sürdürdüğü sanat yaşamında 150'ye yakın filme imza attı. Filmlerinin arasında Kanlı Nigar (1968), Süt kardeşler (1976) ve Gırgıriye (1981) gibi yıllardır izlesek de bıkmadığımız örnekler çok.

Böylece Yedi kocalı Hürmüz'e ilk kez hayat vermiş olan Şendil, komediyle süslenmiş bu sıra dışı hikâyeyle dönemine rağmen "ahlaksızlık"la suçlanmayan, aksine toplumun sempatisini kazanan bir "Hürmüz" yaratmayı başarmıştı. Olaylara kadınların gözünden bakan, başkarakterinin çapkın bir kadın olduğu Yedi kocalı Hürmüz'ün ilk sinema versiyonu 1963 yılında Yılmaz Atadeniz tarafından, Suna Pekuysal'ın oyunculuğunda filme çekildi.


Sonraları gönlünü fantastik sinemaya kaptırıp, Türk izleyicisini "Zorro", "Kızıl Maske" gibi karakterlerle tanıştıran Yılmaz Atadeniz'in bu ilk yönetmenlik denemesi sinema seyircisi tarafından ilgiyle karşılandı.Ancak bir talihsizlik sonucu filmin kayıtlarının yok olmasıyla bugün Yedi Kocalı Hürmüz'ün bu ilk versiyonunu izleme şansımız kalmadı ne yazık ki.


İlk Hürmüz'e hayat veren Suna Pekuysal'a gelecek olursak; sanatçı o dönemlerde tiyatro ve sinemayı bir arada yürüten, genç ve yetenekli oyuncularımızdan biriydi. Pekuysal'ın 100'e yakın filmle doldurduğu sinema kariyerine karşın 250'den fazla oyunda yer almış olması onun sahne aşkının da bir kanıtı aslında. Sanatla dolu dolu geçen 53 yılın sonunda geçtiğimiz yıl hayata gözlerini yuman Pekuysal'ın "Sahnede ölmek istiyorum!" sözlerini nasıl unutabiliriz ki?

YAVAŞ GEL GÜZELİM (1963)

Yönetmen: Memduh Ün
Senaryo: Vedat Türkali , Bülent Oran (William Shakespeare’in “Hırçın Kız” isimli oyunundan uyarlama)
Görüntü Yönetmeni: Mustafa Yılmaz
Müzik: Fecri Ebeioğlu (Plaklardan)
Yapım: Memduh Ün / Uğur Film


Sanat Yönetmeni: Semih Sezerli Işık yardımcısı: İhsan Gedik, Kurgu: Rauf Tözüm, Yönetmen Yardımcısı: Tunç Başaran, Bilge Benderli, Kamera Asistanı: Cemal Yılmaz, Negatif Kurgu: Ali Berkan, Labaratuvar: Mihail Skarpedis, Işık Şefi: Rıdvan Varol, Işık: Ömer Ekmekçi, İhsan Gedik, Dekor: Sohban Koloğlu, Ses Kayıt: Tuncer Aydınoğlu, Senkron: Arif Özalp, Prodüksiyon Amiri: Adnan Uygur,Set Amiri: Nuri İnal, Set Ekibi: Ergun Sipahi, Nejat Buvan,


Oyuncular: Ayhan Işık (Ayhan), Fatma Girik (Fatoş), Hulusi Kentmen Hulusi), Semih Sezerli (Kerim), Sevda Nur (Sevda), Özdemir Han (Selim), Zuhal Tan (Zuhal), Süha Doğan (Sefa), Özdemir Aydın, Ahmet Turgutlu (Kâhya), Danyal Topatan (Sefa’nın adamı), Ali Seyhan, (Sefa’nın adamı), Mehmet Ali Akpınar (Sefa’nın adamı), Hüseyin Güler (İstasyondaki adam), Haydar Karaer (Sefa’nın adamı), Araksi Hebo, Haydar Sezer, Cem Karaağaç, ihsan Gedik (Sefa’nın adamı), Erdoğan Seren (Sefa’nın adamı), Giray Alpan (Davetli), Nuri İnal, Aziz Basmacı (konuk oyuncu), Sadettin Erbill, Mahmure Handan (Aşçı)


Konu: Eski tulumbacılardan Hulusi Reis'in Fatoş, Sevda ve Zuhal adlı üç kızı vardır. Hep birlikte bir çiftlikte yaşamaktadırlar. Hulusi Reis özellikle Fatoş'u erkek gibi yetiştirmiştir. Diğer kızlarından Sevda, Kerim adlı bir genci, Zuhal de Selim adlı birini sevmekkte ve evlenmek istemektedir. Hulusi Reis Fatoş evlenmeden hiçbirine izin vermez. Fatoş'u, eski arkadaşlarından birinin oğlu olan Ayhan'la evlendirmek ister. Ayhan kızın ün ünü duyunca çiftliğe değişik biçimde gelir. Öyle ki, erkek gibi değil de çıtkırılldım ve korkak olarak Fatoş 'un karşısına çıkar. Buna Hulusi Reis bile şaşırmıştır. Ama onları evlendirir. Ayhan türlü oyunlarla karısının hırçınlığını kırar. Kısa süre sonra da kendi haline döner. Bu arada ondan babadan kalan çiftliği almak isteyenler vardır. Ayhan hepsine dersine verecektir. “Burçak Evren, “Fatma Girik, İki Ünlü kadın” Syf, 102 ”


► Yavaş Gel Güzelim, Bülent Oran'ın Shakespeare'in “Hırçın Kız” adlı oyunundan yaptığı bir uyarlama. Oyunda, gelenekler gereği üç kız kardeşten en büyüğünün evlenmesi gerekiyor bir an önce. Çünkü küçük kız kardeşlerin, ancak ablalarından sonra evlenebilmesi olanaklı. Ama büyük kız şımarık ve olmadık münasebetsizlikler yaparak, bütün taliplerini kaçırtıyor. Sonunda bileği güçlü, ama çok zeki bir delikanlı geliyor, sabırlı davranarak yola getiriyor onu.Ama Bülent'in oluşturduğu senaryoyu yeterli bulmadım, Vedat Türkali yeniden düzenledi. Ama adım nedense eklememişiz jeneriğe. Bugün izlediğim zaman, film çok tatsız geldi. Birçok sahne gereksiz, sarkık, konuşmalar aşırı uzun ve yinelemeli. Bu yüzden temposu çok düşük. “Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor – Vadullah Taş”

YARIN BİZİMDİR (1963)

Yönetmen: Atıf Yılmaz,
Senaryo: Murat Aşkın
Eser: İlhan Engin
Kamera: Çetin Gürtop
Yapım: Yerli Film  / Atıf Yılmaz, Orhan Günşıray


Yönetmen Asistanı: Çetin İnanç,
Müzik: Ruhi Su

Oyuncular: Orhan Günşıray (Adnan), Eşref Kolçak (Kerim) , Nilüfer Aydan (Ayşe), Nurhan Nur (Gül öğretmen), Ulvi Uraz (Naci), Reha Yurdakul, Altan Günbay, Tuncer Necmioğlu, Hayri Caner, Niyazi Er, Osman Türkoğlu (Kâhya), Zeki Tüney, Haydar Karer, Jülide Seren,Cin Ali


Konu: Belediye seçimleri sırasında yapılan yolsuzlukları ortaya çıkaran bir gazetecinin öyküsü.


ÖDÜL:


 1 Antalya Film Festivali’nde (1964) 

► Ulvi Uraz “ En başarılı oyuncu”

 Sinema Ekspres Dergisi’nin düzenelediği araştırmada 

► “Yılın Beş Filmi’nden Biri”

YARALI ASLAN (1963)

Senaryo ve Yönetmen: Osman F. Seden
Kamera: Necati İltaç
Yapım: Kemal Film / Osman F. Seden


Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu; Senkron: Arif Özalp, Temel Gürsu; Negatif Montaj: Ali Siyavuş Berkan, Osman Bilen; Laboratuvar: Mihail Skarpedis, Recai Karataş; İşıklar: İlhan Aslım; Prod. Amiri: Adnan İrkut; Set Amiri: Hasan Nurdan; Yön. Asist: Zafer Davutoglu; Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, (Kemal Film Platosu'nda Çekilmiş, Acar Film Stüdyosu'nda Hazırlanmış ve Seslendirilmiştir.)


Oyuncular: Ayhan Işık (Ayhan), Fatma Girik (Leyla), Öztürk Serengil (Tayfur), Kadir Savun (Posbıyık), Atilla Yelkenci, Sevil Candan, Saadettin Erbil (Kenan), Ali Seyhan (Ali), Hayri Caner, Vahi Öz (Hurşit), Necdet Tosun, Aziz Basmacı (Kasım), Rengin Arda, Meriç Başaran, Nubar Terziyan (Nurettin), Orhan Aykanat, Necdet Çağlar, Mehmet Ali Akpınar (Mehmet Ali), Savaş Tepe, Ali Seyhan, Celal Ersöz, Ahmet Turgutlu, Mine Soley, Zeki Tüney, Zeki Sezer, Cemil Paskap, Hüseyin Salıcı


Konu: Adana'nın zenginlerinden Hurşit ağa oğlu Ayhan'ı (Alşık) istanbul'daki arkadaşı Nurettin'in kızı Leyla (F.Girik) ile evlendirmek ister. Oğlunu kızı tanıması için İstanbul'a gönderir. Ayhan yanında Tayfur, Kadir ve Osman adlı arkadaşları ile İstanbul'a gelir. Leyla ile tanışır ama onu iyi tanımak için ince bir erkek havasına girer. Fakat Leyla'nın peşinde Atilla adında bir başkası daha vardır. Bu arada Nurettin beyin ortağı Kenan bazı gizli işler yapmaktadır. Amacı şirketi tek başına ele geçirmektir. Ayhan bunu kısa zamanda anlar. Arkadaşları ile Kenan'ın yaptığı hırsızlıkları durdurmaya çalışırlar. Ayhan'da Leyla'yı sevmiştir. Ama ona oyun oynamaktadır. Leyla bu yakışıklı gencin bu kadar ince ve korkak oluşuna bir türlü inanmamaktadır. Nitekim bir depoda gerçekleri anlayacaktır. Ayhan ve Kenan arasındaki kavga Leyla'ya sevdiği erkeğin hiçte gördüğü gibi olmadığını anlatacaktır. iki sevgili kötüleri yakalatıp mesut olacaktır. (Burçak Evren)

16 Ekim 2015 Cuma

YARALI CEYLAN (1963)

Yönetmen: Abdurrahman Palay
Senaryo: İrfan Sabuncu
Kamera: Cezmi Ar
Yapım: Dar Film / Sıtkı Şumnulu


Oyuncular: Muhterem Nur, Abdurrahman Palay, Neşe Yulaç, Şaziye Moral, Orhan Elmas, Necdet Tosun, Rüya Gümüşata

YAKILACAK KİTAP (1963)

Yönetmen: Süreyya Duru
Senaryo: Erdoğan Tünaş (Ethem İzzet Benice’nin aynı isimli romanından)
Kamera: Ali Yaver
Yapım: Duru Film / Naci Duru


Oyuncular: Tamer Yiğit, Leyla Sayar, Ulvi Uraz, Hüseyin Baradan, Atıf Kaptan, Ersun Kazançel, Mualla Sürer

YABANCI KIZ (1963)

Yönetmen: Ernesty Roberts
Senaryo:  Bülent Oran,Ernesty Roberts
Kamera: Mehmet Muhtar
Yapım: And Film / Turgut Demirağ


Oyuncular: Orhan Günşıray, Ulla Darni, Eva Palmer, Ahmet Tarık Tekçe, Bülent Oran

ÜÇ ÖFKELİ GENÇ (1963)

Senaryo ve Yönetmen: İlhan Engin
Foto Direktörü: Mike Rafaelyan
Yapım: Aktunç Film / Şevket Aktunç


Oyuncular: Tanju Gürsu, Sadri Alışık, Ali Şen, Erol Tezeren, Işıl Kaan, Sevil Candan, Mine Sun, Tümay Tuncalp, Gönül Atalay, Talât Gözbak

Konu: Tolum ve aile düzeninden kopmuş sorumsuz bir hayat süren gençlerin batakta geçen öyküsü.

TOSUN’la YOSUN’un MACERALARI (1963)

Yönetmen: Nuri Ergün
Senaryo: Nejat Candaner
Kamera: Fethi Mürenler
Yapım: Atlas Film / Nazif Duru


Reji Asistanı: Orhan Aykanat, Operatör Asistanı: Rafet Akalın, Dekor: Sohban Koloğlu, Seslendirenler: Nihat Sevinç, Necip Sarıcıoğlu, Senkron: Mustafa Kent, Montaj: Kenan Haçaman, Ender Teker,Şarkılar: Mediha Demirkıran, Sevim Tanürek, Sevim Şengül, “Mehtaplı Geceler” Söz ve Beste: Sevim Şengül,


Oyuncular: Necdet Tosun, Muzaffer Demir, Sevil Candan , Atilla Yelkenci, Hulusi Kentmen, Hüseyin Baradan, Muzaffer Nebioğlu, Ali Şen,


Konu: Biri şişman, diğeri zayıf iki arkadaşın güldürüsü.


► Amerikan sessiz filmlerinin unutulmaz komedyenlerinden Lorel-Hardi çiftinin yeşilçamda yapılmış komedi öyküsü. Sözde Amerika’dan gelmiş bir komedyen ekibinin Türkiye’deki, kötülerle yaptıkları komedi macera öyküsü. Necdet Tosun ve Muzaffer Yosun’un konuşma tarzları da Lorel-Hardiye benzetilmişti.

TEMEM BİLAKİS (1963)

Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Mehmet Aslan
Kamera: Memduh Yükman
Yapım: Metro Film / Aram Gülyüz


Oyuncular: Öztürk Serengil, Çolpan İlhan, İsmail Dümbüllü, Suzan Avcı


Konu: Bir sardalya kutusunda gizlenmiş mücevherleri bulup gansterlerle başı derde giren bir garibanın öyküsü.

TATLI SERT (1963)

Yönetmen: Dr. Arşavir Alyanak
Senaryo: Bülent Oran
Kamera: Memduh Yükman
Yapım: Koçanga Film / Aleko Cangapulos


Oyuncular: Fatma Girik, izzet Günay, Vahi Öz, Hulusi Kentmen, Cevat Kurtuluş, Belkıs Dilligil, Benan Öz, Zeki Alpan, Sadri Alışık

Konu: Büyük bir aşk ile birbirlerinin olan ve onları ayırmak isteyen bir anne ve karısının bu isteğine karşı çıkamayan pısırık bir babanın öyküsü.

ŞOFORÜN KISMETİ (1963)

Yönetmen: Ülkü Erakalın
Senaryo: Sadi Mete
Kamera: Mengü Yeğin
Yapım: Cihan Film / Suzan Yakar Rutkay


Oyuncular: Adnan Şenses, Serpil Gül, Birsen Menekşeli


Konu: Üç şoför arkadaşın öyküsü

ŞIPSEVDİ (1963)

Senaryo ve Yönetmen: Orhan Aksoy
Kameraman: Kosta Pisaros
Yapım: Erman Film/Hürrem Erman - Saner Film/Hulki Saner


Teknik Ekip: Cumali Cimgöz, Ömer Bubu, Mehmet İnci, Işık: Aydın Yurteri, Veli Türkmen, Recep Köseoğlu, Asistan Yönetmen: Arif Erkuş, Kameraman: Ali Güvenci, Prodüksiyon Amiri: Şerif Ablak, Sesleri Alan: Yorgo İlyadis, (Erman Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır)


Oyuncular: Ayhan Işık, Ajda Pekkan, Vahi Öz, Mualla Sürer, Özdemir Han, Benan Öz, Cevat Kurtuluş, Necdet Tosun, Muammer Gözalan, Nezihe Güler, M. Ali Akpınar, Nusret Özkaya, Faruk Panter, Eşref Vural, Cin Ali,


Konu: "Selim"in bir mecmua dergisi vardır. Oğlu Suat"ın yazacağı hikayeye resim çizecek bir ressam bulmak için yarışma yaparlar Çocuk hakları derneği başkanı Nezihe"nin yeğeni Filiz kazanır. Selim"in oğlu Suat oldukça çapkın biridir. Suat hikayelerini Hasan adıyla okuyucularına yazar. Selim Nezihe"nin yeğeninin birinci olduğunu öğrenince çok kızar. Çünkü evvelden başına işler aşmıştır, oğlunun çapkınlıklarından korktuğu için telaşlanır. Suat bir bayanla dolaşmakta ve onu evine götürmüştür. Suat ofise gelir, Filiz iş için beklemektedir. Filiz kendini tanıtmıştır. Suat Filiz"i dışarı çıkarırken Müdür gelir onları görür, engel olamaz. Suat Filiz"i bir gazinoya limonata içirmeye götürür. İçkisine votka katılmıştır. Filiz sarhoş olmaya başlamıştır. Gazinonu sahibi boş bulunarak Suat"ın bir kitabını getirir ve yeğeni adına Hasan Amca olarak imzalamasını ister. Filiz durumu anlar şaşırır ve ona kızar. Filiz Teyzesi ile Selim"in ofisini basarlar ve dergiyi kapattıracağını söyler.


Selim, Suat"a kızar, çapkınlıklarından bıktığını söyler, o da kendisine çektiğini söyler. Selim, Nezihe hanımın kendisini mahvedeceğini söyler. Suat bir çare bulur, onlara bir oyun oynayacaktır. Yuvanın en yaramaz çocuğunu alıp onu Suat""ın çocuğuymuş gibi gösterip onun yaramazlıklarından bıktığını ve şuurunu kaybettiği için böyle bir işe kalkıştığını söyleyeceklerdir. Plan işler. Filiz iş yaparken Ali"nin sürekli yanlarında olmasını ister, her yere beraber gitmeye başlarlar. Ali"nin yaramazlıkları başlarına işler açmaktadır. Filiz ile Suat birbirlerini sevmeye başlamışlardır. Eski sevgilisi gelince Filiz onu kıskanır ve istifa eder. Suat yazmaya çalışır ama bir türlü kafasını veremez. Yardım ister Ali de hikayenin iyi olması için Filiz ile çalışmasını söyler. Suat Filiz ile konuşmaya gider. Nişanlısı ile tanışır, işi Filiz"e söyler ve onu tahrik ederek bu işi yapamayacağını söyler. Suat çalışmaya başlar. Filiz karınca resmi çizmiştir onu getirir. Birbirlerinden özür dilerler, öpüşürler, sarılırlar Suat onu sevdiğini ve evlenmek istediğini söyler. Ali"ye annesi olmak istediğini söyler. Öpüşürlerken Selim gelir ona kızar. Nezihe hanımın yuvaya gittiğini söyleyince Selim panikler, Filiz ve Teyzesi yuvaya gidince bütün gerçeği öğrenirler. Suat ve babası da gelmiştir.

Nezihe onları mahkemelerde sürükleyeceğini söyler. Selim, Suat"a kızar. Filiz Necdet ile evlenmek üzeredir. Ali gelir durumu Suat"a anlatır, kendisini de evlat alacaklarını söyler. Suat Filiz"in yanına gelir Filiz ona kızar, onları rahat bırakmasını ister ve Ali"ninde yanlarında kalmasını ister. Suat gider. Düğün başlamıştır, Suat telefon açar, Ali ile görüşür ve düğüne engel olmasını kendisinin de oraya geldiğini söyler. Ali merak etmemesini ister. Jale Selim beyi arayarak durumu bildirir. Selim beyin Müdürü kızmaktadır. Müdür artık patlar, ve istifa eder. Suat düğünü basar, Filiz"e onu sevdiğini ve evlenmek istediğini söyler. Nişanlısı bu işe kızar kavga ederler. Suat Necdet"e vurur, Filiz"i sırtına alarak arabaya götürür. Ali de arabaya biner ve giderler."

ŞAŞKIN BABA (1963)

Senaryo ve Yönetmen: Hulki Saner
Kamera: Kosta Psaros
Yapım: Erman Film/Hürrem Erman
Saner Film / Hulki Saner


Oyuncular: Ayhan Işık, Hülya Koçyiğit, Vahi Öz, Hulusi Kentmen, Muzaffer Nebioğlu, Ajda Pekkan


Konu: Cimri bir baba ile hovarda oğlunun maceraları.

ŞAFAK BEKÇİLERİ (1963)

Senaryo ve Yönetmen: Halit Refiğ
Diyaloglar: Halit Refiğ, Sadık Şendil, Bülend Oran
Kamera: Kenan Kurt
Yapım : Göksel Film / Göksel Arsoy


Prodüksiyon Amiri: Doğan Arsoy, Reji Asistanı: Orhan Çubukçu, Kamera Asistanı: Sertaç Karan, Set Amiri: Fethi Oğuz, Montaj: Metin Miroğlu, Negatif Montaj: Cengiz Arlı, Senkron: Diamendi Filmeridis, Laboratuvar: Cemil Orhon, Sesleri Alan: Marko Buduris, (Ören Stüdyo-sunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir)


Oyuncular: Göksel Arsoy (Üstğm. Göksel), Leyla Sayar (Zeynep), Nilüfer Aydan (Teğmen Aydan), Ahmet Tarık Tekçe (Ast. Karadayı), Hüseyin Baradan (Kâhya Ham-di), Ekrem Bora (Üstğ. Faruk), Mümtaz Ener (Kudret Ağa), Sami Hazinses (Memo), Necdet Tosun, Asım Nipton (Göksel’in babası), Doğan Arsoy, Meriç Başaran, Oktay Menteş


Konu: Üsteğmen Göksel bir deneme uçuşu sırasında uçağı hararet yapıp düşünce 15 günlük bir izin verilip ailesinin yanına gönderilir. Orada daha sonra hayatının aşkı olacak Zeynep'le tanışacaktır.Ancak Zeynep Kudret Ağa'nın kızıdır. Aşıklar baba engelini de aşarlar. Ancak ağanın bir şartı vardır. Göksel'den görevini bırakmasını ister. Göksel ilk önce bunu kabul etse de bu hiçte kolay değildir.


 Göksel Arsoy'un eşi emekli bir generalin kızı. Bu emekli generalle o tarihteki Hava Kuvvetleri Komutanı General İrfan Tansel arasında bir yakınlık varmış, Göksel de çocukluğundan beri havacılığa çok meraklıymış, hatta babası o nedenle adını Göksel koymuş, velhasıl bunlar birleşmişler ve Eskişehr'de Hava Kuvvetleri'yle bir film yapma fikri ortaya çıkmış Izin alınmış ve Sadık Şendil'e de bir senaryo yazdırılmış. Göksel Arsoy bu filmi yapmamı teklif etti. Ben, "Gökselciğim, ben bu senaryoyu yapmak istemem ama bu filmi benim yapmamı istiyorsan, başka bir şey yazmak isterim" dedim. Benimle yapmak istediğini söyledi. Senaryoyu yazmadan önce jet uçaklarını ve jet pilotlarını tanımam gerektiğini söyledim. Onları tanımadan, bilmeden bir senaryo yazmak bana uygun gelmiyordu. "Tamam, ben başvurayım, seninle bir gün Eskişehir Birinci Ana Jet Üssü'ne gidelim. Orada uçakları gör, pilotlarla tanış" dedi.


Ve gittik Eskişehir'e. Onun üstü açık mavi bir Chevrolet arabası vardı. Eskişehir'de bize çok yakınlık, itibar gösterdiler. O sırada orada komutan Tuğgeneral Muhsin Batur. Pilotlar bizi jetlerle uçurdular. Dolayısıyla bir jet pilotu ne hisseder, jet nasıl uçar, bunlar hakkında bilgimi artırıyorum. Velhasıl o geziden sonra ben senaryoyu, Bülent Oran da diyalogları yazdı ve biz 1963 yılı başlarında Şafak Bekçileri'nin çekimine başladık ve filmi bitirdik.


Göksel Arsoy'un da bütün gayreti filmi 30 Ağustos tarihine yetiştirmek. Bizim de biraz suçumuz var tarihin kaymasında. 30 Ağustos'ta İzmir'de oynayacak. Bir süre sonra İzmir'den haber geldi, filmin sansür belgesi yokmuş ve gösterimi durdurulmuş. Göksel büyük telaş içinde. Film sansüre gitti ve sansür kurulu da filmi yasakladı.


 Gerekçeleri şunlardı: Göksel Arsoy üzerinde üniforma varken Leyla Sayar'ı öpüyormuş; jet uçağı düştüğü için pilot olmak isteyen gençlerin hevesi kırılabilirmiş; bazı subaylar bir subaya yakışmayacak şekilde argo konuşuyorlarmış, vs vs ... 

Filmin işlemlerinin yapıldığı stüdyoda, Göksel haber verdi, Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel ve diğer komutanlar eşleriyle beraber geldiler ve stüdyoda özel olarak seyrettiler, filmi çok beğendiler. İrfan Tansel, "Bu filmi yasaklayanlar benim armama karşı çıkmışlardır" dedi. İki gün sonra iki albay, sansür kuruluna gitti ve tabii, filmin kılına dokunulmadan gösterime girdi. “Şengün Kılıç Hristidis, “Sinemada Ulusal Tavır”

SUSUZ YAZ (1963)

Yönetmen: Metin Erksan
Senaryo : Metin Erksan, İsmet Soydan,
Kemal İnci (Necati Cumalı'nın aynı isimli hikayesinden)
Görüntü Yönetmeni : Ali Uğur

Müzik: Manos Hadjidakis, Ahmet Yamaç, Fecri Ebcioğlu
Yapım : Erksan Film/Metin Erksan - Doğan Film/Ulvi Doğan Hitit Film


Kurgu: Turgut İnangiray, Stuart Gellman, Yönetmen Yardımcısı: Kemal İnci, Kamera Asistanı: Kaya Ererez, Hüseyin Karındoyuran, Ses Kayıt: Yorgo İlyadis,


Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Bahar), Ulvi Doğan (Hasan), Erol Taş (Kocabaş Osman), Hakkı Haktan (Veli Sarı), Yavuz Yalınkılıç, Zeki Tüney (Köylü), Alaattin Altıok, Niyzazi Er (Ağır Ceza Üyersi), Erecan Yazgan (Mahkum),


 Sansür kurulunun tümüyle reddetmiş olduğu “Susuz Yaz”ın yurt içinde gösterimine izin verilmiş, ancak Berlin Film Festivali’ne katılması gündeme geldiğinde ise, İçişleri Bakanı Selçuk Subaşı başkanlığındaki Turizm Tanıtma ve İçişleri Bakanlığı temsilcilerinden oluşan “Özel İnceleme Kurulu” Film Türkiye’yi temsil etmek niteliğinden yoksun” gerekçesiyle yasaklanmıştı. Ancak film devlet denetimi dışında festivale katılıp Altın Ayı ödülü aldığında ise Turizm ve Tanıtma Bakanı Ali İhsan Göğüş tarafından ödüllendirilmiştir. “Artun Yeres, “Sakıncalı 100 film””


ÖDÜL:


 Berlin Film Festivali (1964)
► “Altın Ayı” Büyük Ödülü


 Sinema Ekspres Dergisinin Yazarları ara-sında (1964)
► Yılın en iyi 5 filmi arasında yer aldı
► Hülya Koçyiğit “Yılın Kadın Oyuncusu


Konu: Urla’nın Bademler köyünün kuzeyinde, Ovacık’tan İzmir-Seferihisar şosesine kadar, hafif dalgalarla uzanan toprakları sulayan üç dereden ikisi, yaz ayları gelince kurur, kalın kumlu, çakıllı yataklarıyla kuraklıktan gün günden yanan, kavrulan ovanınyüzüne atılmış iki eski ustura izi gibi kalır. Artık o yörede, ilk güz yağmurları düşünceye kadar, akan tek su sesi işitilir. 


Tekebaşı’nda, Kocabaş’ların küçük zeytinliğinin eteğinden kaynayan pazu kalınlığında bir su damarı, bir kulaç çapındaki yatağında, önce hızla kabarır, taşar sonra yer yer aralıkları harçla sıvalı taş döşeme bir oluktan, beş altı yüz adım aşağılarda kalan bir havuza doğru akmaya başlar.

Suyun geçtiği topraklar, küçük ekiciler arasında bölüşülmüştür. Kocabaş’ların zeytinliğinin alt başında gene Kocabaş’ların sekiz dönümlük sebze bahçesi vardır. Su, zeytinlikten bu sebze bahçesine girer, komşu iki bahçenin sınırları boyunca ilerler, oradan havuza dökülür. Bu havuz o çevrenin can noktasıdır. …
Suyu zamansız bahçelerine çeviren komşu-lar arasında sık sık ağız dalaşları çıkar. Fakat bütün bu patırtılar, havada ilk yağmur belirtilerinin görünmesiyle unutulur gider.


Daha doğrusu bir vakitler unutulur giderdi. Suyun sahibini sorup araştırmak, suya sahip çıkmak, o çevrede kimsenin aklından geçmezdi. Ama 1947 yazında Kocabaş’lar, kendi bahçelerine yeni bir havuz yaptırdılar. Suyu, yatağından kendi havuzlarına çevir-diler. O geceden sonra olanlar unutulmadı.Hasan Kocabaş, Günün başlangıcından akşamın alacakaranlığına kadar üçü, yani o, kardeşi, Bahar, damın çevresinde birlikte çalışırlardı. Akşam yemeğinden sonra, Osman ile Bahar’ın davranışlarında bir telaş başlardı. İkisi, ne kadar ellerinden gelirse o kadar çabuk, bölmelerine çekilirler, kapılarını kapamaları ile birlikte, içerden onun uykusunu kaçıran solumaları duyulmaya başlardı.
O gece, bitişik bölmede, Osman’la Bahar’ın solumaları kesildi. İkisinin yorgun, uykuya daldıklarını belli eden düzgün soluk alışları duyulmaya başladı. Hasan Kocabaş, dışarıya kulak verdi. Su, yeni yaptırdıkları havuzu dolduruyordu…


Su onun toprağından çıkıyor. Kendi toprağından çıkan suyu sebil edecek kadar zengin değildi ya! O, aşılarını, fidanlarını sular, artarsa suyu aşağıdaki havuza salar!.. Veli ile öbürleri, bahçe yetiştirmek istiyorlarsa, kuyu kazsınlar, dolap kursunlar; bahçelerinin çaresine baksınlar…
O gece, havuzun alt başında kalan ilk bahçenin sahibi Veli Sarı, bahçesinin orta-sındaki çardağında, yatağına girince, dışarıda yıllardır alışık olduğu bir sesin yokluğunun ayrımına vardı. Havuzun suyu akmıyordu. Yatağının içinde bir süre dışarıya kulak verdi, bekledi, su sesi kesilmişti. Ağustos böceklerinin, çekirgelerin, kurbağaların. Fakat o beklediği ses, Kocabaş’ların bahçesinden gelen, oluktan, önce havuzun yalağına, sonra havuza dökülen suyun çıkardığı, her gece uykularını rahatlatan, o altın ses, başlamıyordu!


Veli Sarı’nın bütün uykusu dağıldı. Çardağın, açık kapısından, aralıklardan sızan gecenin aydınlığında, yanı başında yatan karısına bakacak oldu, karısının da gözleri açıktı. Gün daha yeni doğuyordu. Hava şimdiden sıcaktı. Havuzun başında komşusu Hüseyin Şengül’ü gördü. Adam üzgün yüzünü havuzun suyuna eğmişti. Veli’yle keyifsiz selâmlaştılar.Veli, havuzun suyuna baktı. Bir karış ya vardı, ya yoktu. Bu sabah bahçelerini sulayamayacaklar demekti bu! Akşama kadar havuzun dolmasını bekleyeceklerdi. Birkaç dakika konuşmadılar. Havuzun suyuna bak-tılar, başlarını sudan kaldırıp bahçelerine baktılar. Tekrar suya, tekrar bahçelerine baktılar. Karşıdan Ethem ile Musa’nın yak-laştığını gördüler.


Susuzluk, doğudaki dağların eteklerinden iniyor, şoseyi geçtikten sonra bahçelerinin sınırlarına kadar gelip dayanıyordu. İkisi de gördüler ki, havuzun suyu set çekmese, kuraklık bahçelerini ezip geçecekti.
Ethem ile Musa geldiler. Havuzun suyuna baktılar, öncekileri keyifsiz keyifsiz selamladılar.


Muhtar; Hasan Kocabaş’a suyu kendi havuzuna çevirmekle haksızlık ettiğini, salmasını söyledi. Hasan suyun tapulu malı olduğunu, kendi bahçesi içinden çıktığını anlattı. Muhtar bu açıklamayı kabul etmek istemedi. Aşağı yukarı önceki tartışmada Veli’nin dediklerini tekrarladı. Hasan, dediğinden dönmedi. Muhtara bu ise karışamayacağını, bu ise karışmanın görevi olmadığını söyledi. Muhtar daha da ısrar edince, “Ortada muhtarın, bekçinin karışacağı ne var?” dedi. “Bizim hayvanlarımız başkasının malına girip zarar mı verdi? Biz başkalarının bahçesine girip malını mı çaldık? Bu ise hâkim karışır. Su benim malım. Hakları varsa mahkemeye gitsinler.”


Ertesi sabah Veli, yanında arkadaşlarıyla Urla’ya indi. İşi bir dava vekiline açtılar. Dava vekilinin kırk yıla yaklaşan bir meslek hayatı vardı. Hiçbir davaya olur ya da olmaz diyemiyordu artık. Kanunlar, yüksek mahkemelerin kararları ne yolda olursa olsun, deneyleri her davada mahkemeden çıkacak kararı önceden kimsenin kestiremeyeceğine inandırmıştı kendisini. 



Veli ile arkadaşlarının anlattıklarını dinledi. Köylülerin mantığına uygun konuşmayı doğru buldu. Anlatılanlara hak verdi. Biliyordu ki, ortada kaçınılmaz bir dava konusuvardı. Kendisi “olmaz, kazanamazsınız” diyecek olsa, Veli ile arkadaştan başka bir dava vekilinin kapısını çalacaklar, mutlaka bu davayı açacaklardı. Onlar için bu davada tek hak ölçüsü vardı: Suya olan ihtiyaçları! Kocabaş’ların suya ne kadar ihtiyaçları varsa onların da suya o kadar ihtiyaçları vardı. Sonunda bu dava kaybedilecek bile olsa, köylüler haklı olduklarına inanmaktan vazgeçmeyecekler, kabahati hakime ya da başka bir sebebe yükleyeceklerdi. Pazarlık ettiler. Veli ile arkadaşları dava vekiline ortaklaşa elli lira ödeyebildiler. “Hele şu is halledilsin” bu iyiliğin altında kalmayacaklarını söylediler. Ağustos ortasına doğru, bir gün Hasan Kocabaş, Osman’ı köye bakkaldan öteberi almaya gönderdi. Osman, büyük havuzun üst başından geçen yoldan köye doğru ilerlediği sırada, oralarda dolaşan sığırtmaç çocukları gördü. Çocuklardan biri yerden bir taş aldı. Yayılan hayvanlara fırlatıyormuş gibi, Osman’a doğru savurdu. Taş, Osman’ın başı üstünden geçip iki üç adım ötesine düştü. Hemen onun arkasından atılan ikinci bir taş, Osman’ın yanından geçip bir erguvan kümesinin dallarını sarstı.


Osman duraladı, çocuklara doğru baktı, sonra bir şey demeden yoluna devam etti. Çocukların Osman’a sataşmaları bu kadarla kaldı. Bu küçük olay gösteriyordu ki, komşularıyla aralarında başlayan husumet çocuklara kadar yayılmıştı. Ovada kış yaz, gündüzleri büyük havuza akan suyun sesi artık duyulmuyordu. Komşularının husumeti, bu sesin yokluğunun yarattığı boşluk içinde pusuya sinmiş, gittikçe büyüyerek öç alacağı günü bekliyordu. Karşıdan gözüne çarpan komşuların bahçelerinin görünüşü berbattı.
Köye yaklaştığı sırada, köyden dönen Musa Öztürk’le karşılaştı. Osman sıkıldı. Çaresi olsa Musa ile göz göze gelmemek için yolunu değiştirecekti. Musa yanından kendisini selamlamadan geçti. Köyde kimi görsekendisine soğuk davranıyor gibi geldi. Alış veriş ettiği bakkal:


- Ülen Osman, dedi, konu komşu aranızda anlaşsanız olmaz mıydı? Böyle mahkemelere gidecek ne vardı?


Bakkala ne karşılık vereceğini bilemedi Mahkemeye giden, suyu bırakmak istemiyen kendisi değildi. Düşmanlarının önünde ağabeyini yalnız bırakmak, tek başına kendisini temize çıkarmak da istemiyordu. Kızara bozara:
- Mahkemeye giden onlar oldu, diyebildi.


Dönüşte, kimse ile karşılaşmadan havuzun üst başına gedebilmek için adımlarını hızlandırdı. Ama o daha bahçelerin hizasına gelmeden Etmem Ölmez’in anası, çardağından fırladı, bağıra çağıra üstüne gelmeye başladı.


-Ulan Osman, sizde hiç vicdan, hiç hicap kalmadı mı? Bak, su bahçeleri ne hale getirdiğinizi bir gör! Komşuluk hakkı nedirOsman, başı önünde, bakmadan, karşılık vermeden kadının önünden geçti. Ardından onun ilenmeler yağdırarak bağırdığını, söylendiğini duydu. Dama dönünce, elindeki tuzu, pirinci karısına verdi. Ağabeyi damdan iki yüz adim ötede, cebelde çalışıyordu. Bahçelerine, asılıklara baktı. Fidanları, sebzeleri hep yeşilinden gülüyor, havuzları şarki söylüyordu. Az ötede duran arık çapasını kaptı. Su yolunu aşağıya giden oluğa bağladı. Havuzun ağzını kapayan dayağı kavrayıp yukarı kaldırdı. Kaynaktan gelen suyu da oluğa çevirdi...


Az sonra suyun kış aylarındaki hızıyla aşağıdaki havuza vardığı duyuldu. Sığırtmaç çocuklar, “Su! Su!” diye bağrıştılar. Ellerindeki değnekleri savura, sıçrayıp bağrışarak havuza doğru koşuştular. Bahçelerindeki çardaklarda kim varsa kopup, geldi, havuzun basında toplandı. Kalabalık, kısa bir süre şaşkın şaşkın, oluktan havuza akan suyu seyretti. Birkaç dakika sonra suyun hızı hafifledi, gittikçe hafiflediYukarıda, Osman’ın açtığı havuz boşalınca, su kaynaktan çıktığı gücüyle akmaya başladı, parmak kalınlığına indi.


Havuzun basında toplananlar aralarında bakıştılar. Birbirlerine söylemeseler de hepsinin aklından geçen düşünce birdi: “Bu kadar mi? Bu kadarı önce kime?”
Havuza dolan suyun yüksekliği bir karisi asmıyordu. Onu da, havuzun kuruyan çamuru emecekti. Kalabalığın şaşkınlığı çabuk geçti. Kısa bir an akıllarından geçen düşünce dağıldı. Suyun hızına bakarak kimsenin Kocabaş’lara hak vermeye niyeti yoktu. Aralarında Hasan’ın kötülüğü, Osman’ın iyiliği üstüne bir iki konuşma geçti. Derken, o parmak kalınlığında suyun da. yukardan kesildiğini gördüler.


Osman’ın köyden döndüğünü, damın yanında dolaştığını karsıdan gören Hasan, isini bıraktı. Osman söyle böyle beş dakikadır ortada yoktu. Ne yapıyordu? Kendisi cebelde ter dökerken, o karısıyla belki de dama kapanmıştı yine! Geceleri neyse ama, issu kaynaktan çıktığı gücüyle akmaya başladı, parmak kalınlığına indi.


Havuzun basında toplananlar aralarında bakıştılar. Birbirlerine söylemeseler de hepsinin aklından geçen düşünce birdi: “Bu kadar mi? Bu kadarı önce kime?”
Havuza dolan suyun yüksekliği bir karisi asmıyordu. Onu da, havuzun kuruyan çamuru emecekti. Kalabalığın şaşkınlığı çabuk geçti. Kısa bir an akıllarından geçen düşünce dağıldı. Suyun hızına bakarak kimsenin Kocabaş’lara hak vermeye niyeti yoktu. Aralarında Hasan’ın kötülüğü, Osman’ın iyiliği üstüne bir iki konuşma geçti. Derken, o parmak kalınlığında suyun da. yukardan kesil-diğini gördüler.


Osman’ın köyden döndüğünü, damın yanında dolaştığını karsıdan gören Hasan, isini bıraktı. Osman söyle böyle beş dakikadır ortada yoktu. Ne yapıyordu? Kendisi cebelde ter dökerken, o karısıyla belki de dama kapanmıştı yine! Geceleri neyse ama, is zamanı... Kıskançlığını yenemeyerek dama doğru ilerledi.
Osman’ı elinde çapa, damın önünde dikilir gördü. Küçük havuzları bostu. Bu kadarı da öfkesini boşaltmasına yetti:


- Ne yaptın?
Osman oralı olmadı: - Varsın bir günlük de onlar bahçelerini sulasın...
- Nasıl? Sen bana sormadan bu isi nasıl yaparsın? Su değil, ben onlara günahımı vermem! Bu kadar vekil, mahkeme masrafı ödedim. Ben neciyim burada? Eşek bası mi?


Osman alttan aldı, ağabeyini yumuşatmak istedi. Komşularını düşman etmektense, yağmurlar gelinceye kadar, gün aşırı suyu aşağıya salmalarının daha hayırlı olacağını anlatmaya çalıştı. Bahar, az ötede, söze karışmadan tartışmalarını dinliyordu.


Hasan köpürdükçe köpürdü. Bağırıyor, çağırıyor, farkında olmadan bu bahaneile karisinin önünde kendisinin kardeşine üstünlüğünü açıklamak istiyordu:


 - Sen kimsin bana sormadan suyu aşağıya salacak? Sen bana akil verecek kadar oldun mu? Küçük gibi küçüklüğünü bil! Komşular düşman olurlarsa bana olsunlar! Sen isine bak, o kadar. Sen, ben ne dersem onu yap! Ötesine karışma! Ağzımı açtırıp kötü kötü söyletme beni...

Arık çapasını kardeşinin elinden kaptı. Suyu aşağıya giden oluğa bağlayan arığı bozdu. Kaynaktan çıkan suyu da kendi havuzlarına çevirdi. Bu aşırı öfke, Osman’ın sabrını taşıracak duruma geldi. Ağabeyi hâlâ söyleniyordu. Gürültüyü duyan çocuklar, tarlalarının alt basında birikmişti. Bu bahçe, bu asılıklarda ağabeyi kadar onun da hakki vardı. Karisi-nin önünde azarlanmak gittikçe onuruna dokunmaya başladı.

Hasan, havuzun basında doğrulmuş, bu kez çocuklara çıkışıyordu:
- Koşun, analarınıza, babalarınıza selâm söyleyin! Burada Osman’ın değil, benim sözüm geçer! Suya ihtiyaçları varsa Osman’a değil, gelip bana yalvarsınlar...


Ağabeyine doğru yürüdü. Bahar, kendisini önlemek istedi:
- Bırak, deliyle uğraşma!
Bir el hareketiyle Bahar’dan kurtuldu:
- Ağa, dedi, benden su isteyen olmadı! Suyu ben istedim, ben saldım. Önüne gele-ne sataşıp durma!.

.
Hasan bu karşılığı beklemiyordu. Durakladı:gözü pek, atılgan olurdu. kardeşinin onurunu az önce nasıl bile yaralamak yolunu tutmuşsa, simdi de bile bile okşamak yolu-nu tuttu. Önce, bahçelerinin alt basında toplanan çocuklara doğru yürüdü:


- Ne dikiliyorsunuz orada be?.. Canına yandığımın veletleri, karsınızda seyir mi var?
Çocukları uzaklaştıracak kadar zaman kazandıktan sonra geri döndü. aralarında hiçbir kötü söz geçmemiş gibi Osman’a:


- Ben senin ağanım, dedi, benim sözüm seni incitmesin! Benim tecrübem elbette ki senden fazla! Böyle öfkelendiysem senin benim menfaatimiz için...
Havuzun alt basında toplanan kalabalık, Kocabaş ‘ladin kavgasını çocukların getirdiği haberden öğrendiler. Suyu beklemekten ümitlerini kesince dağılmaya başladılar. Ehem’in anası, çocukların anlattıklarını duydukça öfkelendi. Kadın, basları önünde, tarlalarına doğru ilerleyen erkeklerin önüne geçti:


- Siz de erkek olacaksınız sözüm ona! Bu is erkek isi! O bodurun yanına bunu bıraktıktan sonra yazık sizin erkekliğinize! Çoluk çocuğunuzun nafakasını korumasını bilsenize!..


Erkekler aralarında konuştular. Veli Sari:- Onun da sırası var... dedi, sustu.
Ağustosun ikinci yarısı, Veli ile komşuları için, mihnet öfke günleri oldu. Bahçelerindeki sebzeler, saplarina varıncaya kadar kurudu. Başka zaman bir tavuk girse koşup kovaladıkları bahçelerinde, simdi bası bos bıraktıkları sağmalları, binekleri dolaşıyorduHavuzun çevresindeki narlar, susuzluktan çatlayıp yarıldı. Hayıtların nemi çekildi. Dereye inen küçük ördek sürüleri, bos yere uzun süre su arandıktan sonra, derenin üstünü örten yabanıl sarmaşık kümelerinin gölgelerine sığınıyor, günesin hızı geçinceyse kadar gölgeliklerde kalıyordu.


Veli, bahçesini karsısında yanar kavrulur gördükçe daha az konuşur oldu. Sabahtan aksama, ağzı dili kenetli, bir ağacın dibinde düşünüyor, düşünüyor, geceleri kolay kolay gözüne uyku girmiyordu.
Hasan Kocabaş, bütün bir yıllık emeğini kurutuyordu. Sofrasının bereketini kurutuyordu.


Çoluk çocuğu ile belleri üstüne eğilip yetiştirdikleri, emek verdikleri ne varsa kurutuyordu. Hasan Kocabaş’ın ona ettiğini, o da Hasan Kocabaş’a edecekti. sırası gelsin, Kocabaş’ların hâlâ bahar ortasındaymış gibi yeşil duran bahçesini kurutacaktı!


Hüseyin’le, Musa’yla, Ehem’le bir araya geldiklerinde, onları da basları önünde düşünceli görüyordu. Her biri, karsılaştıkça, üzgün, keyifsiz, gözünün içine bakıyor, ne diyeceğini bekliyor, sonra, bir şey demeden susuyorlardı.


Eylül ortalarında ovaya ilk yağmur düştü. Hafta gedmeden ikinci yağmur düştü. Kuraklık sözleri unutuldu. Yeniden çiftler koşuldu. Nadaslar hazırlandı.
Veli ile arkadaşları, bahçelerinin ortasındaki çardaklarından, derenin alt basında, birbirine komşu damlarına tasındılar. artık geceleri yataklarında gök gürültüleri işitiyorlardı. Dereler su tutmaya başlamıştı. Yanından geçenler büyük havuzu her zaman dolu görüyordu.


Güz ayları boyunca, bu anlaşmazlık unutulmuş gibiydi. Ocak baslarında bir sabah, Veli Sari, gün dogmadan eşeğine binmiş, oduna gidiyordu. Çiftesi omuzundaydı. Zağar kırması dişi köpeği eşeğinin arkası
- Sen ne demek istiyorsun? Büyüğüne karsı mi geliyorsun?
- Büyük gibi büyüklüğünü bil! Sen büyüksen ben de küçük değilim! Evli barklı adamım! Karimin önünde ettiğin lâfı kulağın duysun...


- Ben sana ne dedim ki?
- Ne dedinse dedin, artık sesini kes!
Kardeşi kendisinden güçlü kuvvetliydi. Huyuna gidildiği zaman yumuşak baslı, alçak-gönüllü olduğu ölçüde, kızdığı zaman dasıra geliyordu. Veli, Kocabaş’ların bahçesinin yanından geçtiği sırada, Kocabaş’ların gündüz bağlayıp gece başıboş bıraktıkları iri çoban köpeği, üç beş sıçrayışta bahçeden yola çıktı, zağarın kuyruğuna takıldı.


Veli, Kocabaş’ların damına doğru baktı. Görünürlerde kimse yoktu. Daha uyuyor olmalıydılar. Hemen verdiği bir kararla topuklarını hayvanin karnına indirdi, zağarını çağırdı. Hayvan, yürüyüşünü hızlandırdı.
Kocabaş’ların köpeği ile oynaşmaya başlayan zağar, sahibinin çağırdığını duyunca koştu, hayvanin peşine takıldı. Kocabaş’la-rın köpeği zağarın ardına düştü.


Böyle bir çeyrek, yirmi dakika gittiler. Tekebaşı’nin gerisine düsen boğazı dolandılar. Boğazın sonunda, Veli eşeğinden indi. Çiftesini omuzladı. Durmadan zağarına asmaya çalışan köpeğin basına nişanladı, boşalttı. Köpek, ulumaya sıra kalmadan yere yıkıldı, bir iki debelendi, cansız kaldı.


Veli, oyalanmadan hayvanına bindi. İki saat sonra, geldiği yönün tam tersinden, Bademlerdin gerilerine çıktı. Oralardan yaptığı bir yük odunla ikindiye doğru damına döndü.O gün, kuşluğa doğru, Hasan’ın, Osman’ın, Bahar’ın tarlalar, bahçeler arasında dolaştıkları, “Arap, Arap!” diye ünleyip köpeklerini aramaya çıktıkları görüldü. Karsılaştıkları kimseler, onların aramalarıyla ilgilenmiyor, onlar da kimseye Rab’i görüp görmediğini soramıyorlardı. O günün aksamına kadar, Kocabaş’lar köpeklerini aramadık yer bırakmadılar. Tekebaşı’ndan, kuzeyde Ayran dere’ye, batıda Seferihisar şosesine kadar, bütün damların çevrelerine dolandılar, geri döndüler, yine aşağılara yayıldılar, fayda etmedi.


O gün, bütün ova öğrendi ki, Kocabaş’ların bahçesinin bekçisi, bahçelerine kimseyi yaklaştırmayan o ünlü çoban köpeği kaybolmuştu. Ertesi gün öğleden sonra, Tekebaşı’ndaki cebelin gerisinde, havalarda kuzgunların dolaştığını gören Hasan, Arabi’n izini buldu. Sırtlanlar, kuzgunlar Arabi’n leşini didik didik etmişti.


Haber duyuldu. Ovanın, Arabi’n gücüne hayran çocuklar, aralarında, hayvanin kurt, sırtlan sürüleriyle boğuştuğunu, kurtları, sırtlanları ta öldüğü yere kadar kovaladığını, oralarda kıstırılıp boğazlandığını konuştular. Ama büyükler bu yoruma inanmadı.


Daha leşini bulamadan, köpeğini düşmanlarının öldürdüğü Hasan Kocabaş’ın içine doğdu. leşini bulduğu zaman, hayvanin kafa kemiklerinin paramparça olduğunu gördü. Bu işaret Hasan Kocabaş’a yetti. Düşmanları damına yaklaşıp öç almak istiyorlardı. köpeğini ortadan sırada, döndü, damın diş kapısı ardında duran griyi kavradı. Grenin fişeklerini çıkın ettiği mendili kaptı, dışarı fırladı. Griyi karaltılara doğru boşalttı. Silâh sesi, tepelere çarptı. Vuramamıştı.


Karaltıların sindiğini gördü. Daha aşağıya nisan alarak ikinci bir el ateş etti. Karanlıktan, damlarına doğru çevrilen bir çifte pat-ladı. Patlama, damın duvarında tok bir ses çıkardı. Duvardan bir parça sıva koptu, yere düştü. Osman, pantolonunu ayağına çeker çekmez, kendisine kalan çifte ile fişekliğini kaptı, ağasının yanına koştu. Karaltılar, eğilerek asılıkların gerisine doğru kaçıyordu.


 Susuz Yaz her bakımdan Türk sineması tarihi açısından bir kilometre taşıdır. Bir yanıyla öğretici bir tarafı vardır. Ulusalla evrenselin ne ölçüde içiçe geçebileceğinin en önemli göstergesidir. Ayrıca Türk sinemasının sanatsal anlamda dünya ölçeğinde girişim yapma cesaretinin öncüsü olmuştur. Türk sinemasına bir güven sağlamıştır. Özellikle konusu açısından da üzerinde durmak gerek-mektedir.


Susuz Yaz'ın anlattığı konu evrensel bir sorundur. Suda mülkiyet konusu üzerinde odaklaşmıştır. Suda mülkiyetin kamunun olması gerektiğine dair bir yönetmenin yaklaşımının açımlanması amaçlanmıştır. Bunun yannda Habil / Kabil kavgası kadar eski ve genel bir konuyu evrensel boyutları çerçeve-sinde ve orijinal bir tarzda işlemek sözkonusudur. Bu nedenle de Türkiye coğrafyası ve Türk kültürü dışında da ciddiye alınıp ilgiyle seyredilebilecek bir filmdir. Susuz Yaz 1964 yılında Berlin Film Festivali'nde Büyük Ödül'ü aldı.


Bu Türk sinemasının uluslararası alanda kazandığı ilk büyük ödüldür
Yurtdışında ödül almasının sinemasal açıdan tam tekmil bütün şartları vardır. Türk sinemasında bu ölçüde evrensel özellikleri belirgin bir başka film yoktur.
Filmin bu evrensel özelliği yanında ulusal renk de bütünüyle bulunmaktadır. Ulusal rengin varlığı filmin evrensel boyutlarıyla anlatılmasının başarılmasında da büyük katkı sağlamıştır. Filmin bütününe Türkiye resminin başarılı bir biçimde sinmesi iki kardeş arasındaki kavganın yerli renkler çerçevesinde resmedilmesinin de bariz bir göstergesidir. Belki de daha Türkiye'de düşünce olarak yaygınlaşmadan ulusaldan evrensele yönelmenin, ulusal olmadan evrensel olunamaz anlayışının en öğretici bir şekilde ifadelendirilmesi söz konusudur. Zaten Sevmek Zamanı filminden bahsederken de Metin Erksan konunun sadece doğu masal geleneğinde olmadığını, batı masal geleneğinde de bulunduğunu söylemektedir. Daha çok doğu masal geleneğinde olduğunu belirtmesine rağmen temelde ev-rensel bir temayı anlattığını ima ettirmektedir.




 Türkiye'deki etkileri ve filme yönelik tepki-er açısından Susuz Yaz sadece sinemasal bir olay değil aynı zamanda sosyolojik bir olaydır. (Kurtuluş Kayalı)

 Bademler ve Erol Taş… Hülya Koçyiğit’le beraber filmin kahramanları. 300 kişilik tiyatrosu olan bir köy. Muhtar Halil Oral ve köyden birçok kişinin filmde rolü var. İlk gösterim de burada oluyor. ‘Otobüs Yolcuları’ndaki (1961) Nevin için önce Tijen Par’ın düşünülmesi gibi Bahar için başlangıçta Türkan Şoray’a öneri yapılmış…


 ‘Toprak-su’ ve ‘insan-cinsellik’; Gereksinim iyi kötü karşılandığında sorun yok gibi ama eksiklik şiddeti ortaya çıkartıyor. İkinci çevrimde (1973) belki Hamiyet Yankı, İrfan Atasoy’un eşi olduğu için veya belki dünya daha pa-ragöz olmaya başladığı için cinsellik önemsizleşmiş. Bu kez ağabey’in en büyük amacı ‘tüm köyün sahibi olmak’… Necati Cumalı, avukatlık yıllarındaki gerçek bir olaydan kaleme aldığı bu öykünün başrol/yapımcı ile yönetmen arasındaki arkadaşlığı bitireceğini düşünebilir miydi? Çok çarpıcı bir sahnede Osman, Bahar’ı düşleyerek korkulukla konuşuyor; “Güzel Bahar acı bana. Senin için yandığımı görmüyor musun? Bu böyle gitmez kınalı keklik. Malım, suyum, evim-barkım, tarlalarım hep senin olsun. Yeter ki sen bir yol ‘he’ deyiver..(Korkuluğu öperek) Yumuşacık ellerini sıcak sudan soğuk suya sokturmam. Kumrular gibi bakarım sana. Kuş sütüyle beslerim seni. ‘He’ değil mi Bahar? ‘He’ diyorsun değil mi?” Ama bu sözler sanki suya yazılmış yazı gibi.

Amacına ulaştıktan sonra yaptığı ilk iş; Ayağını yıkatmak. Ses tonu da önceki konuşmalarından çok farklı; “İyi yıka kız. Öyle angaryadan iş yapma bana. Cenabı Mevlam kadın kısmını erkeğin bir küçük kemiğinden yaratmış derler.” İkinci çevrimdeki kadar olmasa da ağabey ‘işini biliyor’. Bahar’ın (Nezihe Becerikli’nin sesiyle konuşan) annesi evlilik için “Mahsulden sonra”diyormuş. Oysa Osman’a kendi tarlalarında hem de bedavaya çalışacak insan gerekli. Kardeşine akıl verir; “Hem nişan tak hem başlık ver hem de mahsulden sonraya kadar bekle. Bu iş olmaz aslanım. Anası kızın posasını çıkardıktan sonra bize verecek. Verdiğimiz başlık da cabası..Çare var. Hem de bir güzel var. Bahar’ı kaçır.”… Hasan suyu köylülerle bölüşmekten yana. Ama ‘toprak işleyenin su kullananın’ diye gürleyen başbakanların bile sonradan tırstığı bir dünyada o ne yapsın… Hasan ve Bahar ayna tutarak işaretleşiyorlar. Osman, hep olduğu gibi, çok incelikli; “Senin yavuklu gene kuyruk sallamaya başladı.” İkinci çevrimde koyunların boynuna asılan çıngırağı kullanıyorlar… Mahkeme sahnesinde Talia Salta, Bahar’ın arkasında ve 2-3 saniye görünüyor. Bu kadar kısa sürede nasıl bu denli etkili olabiliyor… Öyküdeki ağabeyin okuma yazması yok. Kardeşinin mektuplarını komşuları Tahtacı Safi’nin oğluna okutuyor. Bahar, Hasan’dan haber diye telgraf direğine sarılmıştı… Kitapta yok ama Osman’la ilk yakınlaşması ayağını bir yılan ısırınca olur. Kayınbiraderi büyük bir iştahla zehri emip tükürür… Niğde Hapishanesindeki Hasan, ne yapsın, ‘Karnaval’ adlı erotik dergideki resimlere bakıyor… Hükümet, filmin 13. Berlin Film Festivaline katılmasını ‘rejisörün ideolojisinden duyulan endişe’ nedeniyle istememiş. Ama ödülden sonra bunlar unutulur. Turizm ve Tanıtma Bakanı sanatçılara ve Yönetmene ödül veriyor.


 ►Metin Erksan, Mülkiyet meselesiyle çok yakından ilgilenen Metin Erksan filmin önemi konusunda şunları söylemektedir:


O sıralarda cari kanun vardı. 'Türkiye'de göller, karasuları ve akarsular kamunun, yalnız kaynaklar kimin tapulu arazisinden çıkıyorsa onun malı' diye. Bazı şeyler görüyordum. Bir toprağın etrafını çitle çevirip 'Bu benimdir' diyebiliyorsunuz ama, suya sahip olamıyorsunuz. Filme şöyle başlamak ister-dim, tutun ki avucunuza toprak aldınız.


 O toprağı gücünüz yettiği sürece avucunuzla tutabilirsiniz ama, avucunuza su aldığınız vakit aynı şeyi yapamazsınız. Su parmaklarınızı istediğiniz kadar sıkın, akıp gidecektir. Kaynaktan çıkan bir su. Kaynak devamlı kaynıyor. Nasıl sahip olabilirsiniz buna? Mülk sahibi baraj da yapsa gene tutamaz suyu. Su muhakkak bir yere gidecek. Suyun, mülkiyet sınırlarını tanımayan bu öğesi beni çok ilgilendirdi. Ben o tarihte bir başka hikâye üzerinde düşünüyordum. Onu bıraktım, tuttum Necati Cumalı'nın bir hikayesini aldım. "Susuz Yaz"ı çektik, film bitti. Ne zaman? 1964 yılında. 1969 yılında hükümet bir kanun çıkardı, bu da es geçilmiştir. 'Türkiye'de kimin tapulu mülkünden kaynak çıkıyorsa o kamunundur' dendi. Ancak devlet arazi sahibine ilk kullanma hakkı tanıdı. Peki benim 'Susuz Yaz'ın mülkiyet sisteminin içinde aşamalar gösteren, bu büyük kanunun çıkmasına hiç mi etkisi olmadı? Burası üzerinde hiç durmadılar. O kanun belki çıkacaktı günün birinde ancak, o tarihlerde çıktıysa buna "Susuz Yaz" ve ben neden oldum.

Metin Erksan, festivalin büyük ödülü olan "Altın Ayı"yı kazanan filminin yurtdışına kaçırılması ve ödül alması üzerine şunları söylüyor: “Filmin Berlin'e gidişi üzerine hala bir laf vardır. 'Kaçırdılar' diye. Hayır, hiç kaçırılıp götürülmedi, alakası yok. 'Susuz Yaz' Berlin'e festivalden gelen davet üzerine, son derece yasal yollardan gitti.


Berlin Film Festivali'ne ister devlet olarak, isterseniz de bağımsız olarak iştirak edersiniz. Biz götürürken devlete dedik ki; 'Acaba siz de bizimle beraber misiniz? ' O zaman filmi bir kurul seyretti, 3 kişilik bir kurul ve 'Film Türkiye'yi temsil edemez' dedi. O kurulun adamları da dehşet adamlar oldular sonra. Bir tanesi yaman sinemacı oldu. Müthiş... filmler yaptı. 'Peki o zaman, biz de kendimiz götürürüz' dedik ve götürdük. Bildiğiniz gibi 'Susuz Yaz' Berlin'de büyük armağanı aldı. O sıra büyük bir çatışma ve yarışma vardı Berlin'de. En hızlı zamanlarıydı. Bilhassa Amerikan ve Fransız sineması fazla zorluyorlardı.Berlin Film Festivali, ödülü veriş gerekçesini, "Dünyanın en eski konularından birini çağ-daş bir düşünce ve çarpıcı bir anlatımla veriyor" diyerek tanımlar. jüri, "Susuz Yaz"ın mülkiyetle ilgili bölümüne, kadın tutkusuna bakmaz bile. Onlar filmi, başka bir bakış açısıyla değerlendirirler. Filmi, dünyanın en eski hikayesi olarak bilinen Adem ile Havva'nın büyük ve küçük oğulları Habil ile Kabil hikayesinin çağdaş bir versiyonu olarak tanımlarlar. Bu filmde de Habil ve Kabil hikâyesinde olduğu gibi iki kardeş ve bir de kız var. Habil ve Kabil'de kadın kız kardeşleri, burada ise kardeşlerden birinin karısı. jüri, "Muhteva çok eski, yorum çok yeni" derken, böylesi eski bir hikayeyi çağdaş bir düşünce içinde vermesi nedeniyle yönetmeni ödüllendirir. jüri üyeleri de hiç kuşkusuz, ne kadar batılı olurlarsa olsunlar, kardeşiyle yatan bir kadının hiçbir toplum içinde rağbet göremeyeceği düşüncesindedir. Dünyanın her yerinde ister batıda, ister doğuda olsun kardeşiyle yatan bir kadını hiçbir erkek hoş göremez. Kadın her ne kadar masum olsa bile, kamu ahlakı buna karşı çıkar. İşte "Susuz Yaz"ın çağdaşlığı buradan geliyor. Metin Erksan, 18 Şubat 1994 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde, o yıl yapılan Uluslararası Berlin Film Festivali'ne ilişkin çıkan bir yazıyla ilgili olarak aynı gazetede bir açıklama yazısı yapma gereği duyar ve bu yazıda "Susuz Yaz"ın kendi adı verilmeden anılmasını yanlış bulduğunu; film isimlerinin yalın ve tekil olarak yazılmasının sinema bilim kural-larına, sinema yazını ilkelerine ve sinema yazısı törelerine aykırı bir davranış olduğunu söyler. Metin Erksan bu yazısında Nurullah Ataç'ın sinemanın 50. doğum yılında söylediği "Doğrusunu isterseniz insanlığı sinemadan önceki sinemadan sonraki diye ikiye ayı rab iiliriz." düşüncesinin "Susuz az'ın Türk sineması içindeki işlevi için de geçerli olduğunu, Türk sinemasının "Susuz Yaz'dan Önce" ve "Susuz Yaz'dan Sonra" diye ikiye ayırmak gerektiğini yazar:Çünkü 'Susuz Yaz', Türk sinemasının dünya görüşünü, içerik ve biçimini değiştirdi. 'Susuz Yaz'ın Türk sinemasına kattığı siyasal, top-lumsal, ekonomik, kültürel, sanatsal, sinemasal, akıl, bilgi, düşünce, yetenek, oluşum ve birikim, Türk sinemasının; akıl, bilgi, düşünce, yetenek, oluşum ve birikim yapısını değiştirdi.


"Susuz Yaz" aynı zamanda star sistemine de karşı çıkmış bir filmdir. Metin Erksan bu filminde hiç tanınmamış üç oyuncuya yer vererek o sıralar star sistemiyle veya başka bir deyimle yıldızcılık sistemiyle çalışan Türk sinemasına oldukça büyük bir farklılık getirmiştir. Gerçi yönetmen, filmin başrollerini Hülya Koçyiğit, Erol Taş ve Ulvi Doğan'a vermeden önce "Acı Hayat"ta birlikte çalıştığı Ayhan Işık ve Türkan Şoray'a bu filmi teklif ettiğini; onların "Biz köylü olmayız, köylü elbiseleri giymeyiz" gerekçesiyle teklifini kabul etmediğini söylüyor. Star sisteminin yıkılmasında kendisi kadar Ayhan Işık ve Türkan Şoray'ın da etkisi olduğunu dile getiriyor. Türkan Şoray, film Berlin'de Altın Ayı'yı aldıktan sonra, "Rejisör Metin Ersan 'Susuz Yaz'! benim oynamamı istemişti. Şimdi teklifini kabul etmediğim için üzülüyorum. Filmini festivale götüren Ulvi Doğan'! ve filmi yapanları tebrik ederim" demecini Ses Dergisi muhabirine verirken pişmanlığını dile getiriyordu. Film gösterime girdikten hemen sonra pek çok sinema yazarından olumlu eleştiriler almıştır. Utanç duymadan, başımı önüme eğmeden, ellerimi yüzüme kapamadan bir yerli film seyrettim: 'Susuz Yaz'. Sordum, başkalarında da oluyormuş, bir filmi, bir oyunu seyrederken çok bayağı, çok saçma sapan yerleri oldu mu, onları ben yapmışım da, ayıbımı görüyormuşum gibi oluyor. Hiç olmazsa gözüm görmesin diye ellerimi yüzüme kaparım. Baştan sona 'Susuz Yaz'ın hiçbir yerinde böyle olmadım.


Bu güne dek görebildiğim elliyi aşkın yerli film içinde beğendiğim üç beşten biri oldu 'Susuz Yaz''Susuz Yaz'da uygun bir üslup ve bu üslubun aynlmaz bir parçası olan bir oyun var. Star sisteminin kalıplaşmış konuları, özsüz şeritlerin film piyasamızı düzensizliğe sevketmeye devam ettikleri bir zamanda, fosilleşmiş kurallara karşı gelmekle, iyi niyetin temsilciliğini yapmakla da 'Susuz Yaz' yılın sayılı yerli yapıtları arasında özel bir yer kazanmaktadır. Birsen Altıner, “Metin Erksan Sineması” syf, 56 ”