30 Nisan 2015 Perşembe

İSTANBUL KAN AĞLARKEN “Hrisantos” “*” (1951)


Yönetmen Kani Kıpçak
Senaryo Osman F. Seden
Kamera Kritıon İlyadis
Yapım Kemal Film Osman F. Seden


Oyuncular: Gülistan Güzey, Deniz” (Eftimia), Muzaffer Tema (Komiser Muharrem), Kani Kıpçak (Hrisantos “52”), Osman N. Ergun, Ertem Göreç, Osman Türkoğlu, Pola Morelli, Behzat Butak, Hüseyin Kemal Gürmen, Necdet Mahfi Ayral, Muhip Arcıman, Ertuğrul Bilda, Şakir Arseven

Konu: İşgal döneminde istanbulu haraca kesen rum kabadayısı Hrisantos’la, onu ele geçirmeyi başaran Türk polisi Muharremin macerası.


NOT: Film 25 Aralık 1951 tarih ve 148 sayılı sansüre uğramışsa da daha sonra gösteri-me girmiştir. Ancak bu film Kemal filmin kayıplar listesinde yer almaktadır.


► Osman F. Seden, "İstanbul Kan Ağlarken" filminin hazırlık aşamalarını, Anadolu sinemaları üzerinde yaptığı anketin sonucunu, konu olarak neden "Hrisantos' u seçKemal Film 'in bütün film tercümeleri ve dublaj işleri benim üzerimdeydi. Senede en az, en az yetmiş film ithal ettiğimize göre, bunun ne demek olduğunu bilen bilir. Sezon bitmek üzeereydi ve programdaki filmlerin çoğunun tercümesi ve dublajı hazırdı. Üniversite imtihanlarından sonuncusunu da vermiş ve mezun olmuştum. Üniversiteyi biUreli ancak bir iki ay ollmuştu. Amerika'dan aldığım prodüksiyon ve diğer filmler çok beğenilmişti, amma ben sabah akşam çevireceğim ilk filmim, konusundan başka şey düşünmüyordum. Bundan sonra, her gün öğleden sonraları Beyazıt Halk Kütüphanesi'nde tam bi,,ay 1930'dan beri çıkan eski gazete koleksiyonlarını sahife sahife taradım ve birkaç çok ilginç hikaye çıkardım. Bir kaç gür. sonra da istediğimi buldum. Çıkardığım ilginç hikayelerden. ilki, mütareke senelerinde İstanbul'a gerçekten kan ağlatmış. ortalığı kana boğmuş, on kadar polisimizi şehid eden ve bir o kadar da masum insanın katili, azılı bir haydut olan Rum paalikaryası Hrisantos'un öyküsü, diğeri ise bir sene sonra Kanur. Namına'ya konu olacak bir ustanın öyküsüydü. Kararımı vermiştim, ilk olarak Hrisantos'un filmini yapacaktım, tabii amcam izin verirse.


Birkaç gün sonra, İngiltere'de ilk çekimi gördüğüm gün kendlme verdiğim kararı açıkladım:


Tekrar Türk filmi yapacağız amca', dedim. Cevap vermedi. Ertesi gün gene konuyu açtım. O günlerde Lale’cller Esat Mahmut Karakurt'un 'Allahaısmarladık' adlı romanını çok iyi bir kadro ile filme alıyorlardı. 'Bırak başkaları yapsın görelim dedi.


Günlerce hep ısrarla aynı konuyu getirdim önüne. Yine ısrar ettiğim günlerden birinde, dayanamadı, sonun·da ne yapacaksın ki?' diye sordu. 'Hrisantos'u yapacağım,'O düşünürken, ben bütün yazıhaneyi kendi saflarıma çektim ve tam bir hafta sonra: 'Kararınız?' diye sordum. 'Biz film çekemeyiz oğlum,' dedi. 'Babanla benim devirlerimiz geçti. O zamdan beri çok sular aktı köprülerin altından.' Sonra yüzüme bakmadan nedir çevireceğimiz film,' dedi. Aylardan beri bu suale hazırlıklıydım. 'Hrisantas'u çevirmek istiyorum amca dedim. Zor iş,' dedi ve önündeki yazıya devam etti.


Bir sabah erkenden İngiliz Konsoloshanesi'ne uğramamız gerekti. oradan Özen Film 'de rahmetli Osman Sirmen'in yazıhanesindeki bir toplantıya katılacaktık. Amcamla çıktık ve yolda, tam Çiçek Pasajı 'nın önünden geçerken tepeden inme ütimatomu verdim ... 'Ben film yapacağım amca, dedim. 'Madem ki siz istemiyorsunuz, benim şahsi param var. İcap ederse kendi paramla yapacağım. ' Durdu, dik dik baktı, hiç konuşmadı .. 'Siz rahmetli babamla bu ülkede bu işin öncüğünü yapmışsınız, şimdi beni yalnız bırakamazsınız, bu sizin misyonunuza ihanet olur,' dedim.


Taa Sümer Sinemasının kapısına kadar konuşmadan yürüdük. Rahmetli Behzat Butak, tam sinemanın yanında Butak Pastahanesi'ni işletiyordu. Amcam içeri girdi, Behzat Butak'a göstererek, 'bu köpek kendi parası ile film yapacakmış,' dedi. Behzat Bey sor o ite, niçin bugüne kadar beklemiş, dedi ve gülmeğe başladı. Sonra, 'yapsın yapsın Şakir,' dedi, 'bizden geçti artık.' Sonra bana ne yapacaksın diye sordu.

'Hrisantos'u yapacağım,' dedim... 'tamam,' dedi, 'bütün bilgiler aksesuar benden.
Amcamla konuşmadan tekrar yazıhaneye dönüyorduk ki, Çiçek Pasajı 'nın kapısında durdu amcam. 'filmde çok silah patlayacak,' dedi... 'Patlayacak amca,' dedim.


'İngiltere'de Amerika'da gördün. Var mı bizde o teknik? Bizim filmlerde tabancalar mantar tabancası gibi patlıyar, ya da balkondan saksı düşer gibi ses çıkarıyor. Halbuki Ameriikan filmlerine bak, silah patladı mı Jiuv Jiuv Jiuv diye sesler çııkarıyor,' dedi... Gayet ciddiydi. 'Ben işin ilmini öğrendim, bizim silahlar da iyi patlayacak amca,' dedim ... 'Yaniiii, kurşunlar Jiuvvvv jiuvvvv diye ses çıkartacak mı,' dedi, 'çıkartacak amca,' dedim ... Bir an düşündü, sonra: 'o zaman yap bakalım, ' dedi ve ekledi: 'Hayırlı uğurlu olsun.' Amcam, yazıhaneye döner dönmez ses mühendisi Yorgo İliadis'i telefonla aramış. 'Aman oğlum,' demiş, 'bizim deli film yapacağım diye tutturdu. Hrisantos 'u çekecek. Sana istediğin filmi göndereyim, silah seslerinin kontretipini al, bizim filmde kullan. Tabancaları iyi patlasın, kurşunlar jiuv Jiuv diiye ses çıkartsın. ' Toprağı bol olsun, Yorgo İliadis, 30 kadar filmden orijnal siilah sesi aldığını söylerdi!
Niçin Hrisantos 'u Seçtim?


Memleket 1950 seçimleri ve Demokrat Parti'nin akıl almaz zaferi ile yeni bir döneme girmişti ... İlk yılların o coşkusu ve nisbi bolluğu ile Türk filmlerine gerekli olan ortam hazırlanmış oldu. Kemal Film'i tekrar tarihi görevine çekmek kararını verdikten sonra, Türk filmlerini devamlı seyreder oldu O günlerde yeni nişanlanmıştım. Geceleri nişanlımı evine bıraktıktan sonra Yüksek kaldırımdaki Sancak Sineması'na koşar (sinemayı biz işletiyorduk) ve gece 12'den sabahlara kadar bir geceliğine aldığımız Türk filmlerini seyrederdim. Sabahları yazıhaneden Anadolu 'daki iyi müşterilerimize telefon ederek her filmin teker teker iş durumunu, beğenildi ise bunun nedenini veya halka ters gelen yerlerini soruyordum.


Bir ay içinde elimde nefis bir anket sonucu oluştu. Bunlara kendi değerlendirmemi de ekleyerek bir genellemeye varmış oldum!
Avantür türünden film hiç yoktu! Bu çok şaşırtıcı bir sonuçtu, çünkü Anadolu seyircisi, yani Türk halkının çok büyük bir kısmı bu tür filmlerin tiryakisiydi. Amma ortaya çıkan sonucun en karakteristik yanı, çevrilen filmlerin hiç birinin gerçek hayattan alınmamış olmasıydı.


Bu araştırmanın sonunda, gerçek hayattan alınmış bir avantür filmi ile yola çıkmağa karar verdim.Senaryoyu başkasına, yazdırmak istediler dinlemedim. İki aya yakın Hrisantos hakkında belge aradım, buldum. Senaryoyu kendim yazdım. Hrisantos hakkında yazılanları okudum, o devri bilenlerle konuştum.
Bir zamanlar bendeniz, (lise son sınıf ta ve üniversitenin ilk iki senesinde) Pandelli Çitra'nın meşhur orkestrasında akerdeon çalmıştım (ve pek de sükseliydim). Tipik bir orkestra idi bu topluluk... Yedi akordeon ve üç gitar. Gitarlardan birf Topal Vasilaki‘ydi ... Benim eski arkadaşım. Orkestra çoktan dağılmıştı. Bir sabah rastladım laf arasında Hrisantos'un filmini çekeceğimi söyledim. Biraz durdu düşündü, 'yani nasıl çekeceksin?' dedi, 'palavra mı yoksa doğruya doğru eğriye eğri mi olacak?' 'Doğruya doğru olacak,' dedim. 'Yemin et ulan,' dedi, yemin ettim. 'Yarın buluşalım, seni Hrisantos'u üç dört ay saklamış birine götüreceğim,' dedi.Ertesi gün Dolapdere'deki büyük Rum kilisesinin yanından bir sokaktan çıktık yukarılara .. Önünde ufak bir taşlığı olan bir Rum evine girdik. Beni yetmiş yaşlarında bir ihtiyarla tanıştırdı. Adama vereceği bilgiler karşısında para teklif ettim, kabul etmedi, ama bir Rum yetimhanesine bağış yaparsan olur, dedi. Kabul ettim ve anlatmağa başladı .. Eftimia'yı, Fifiça'yı, iki kadının arasındaki kıskançlığı, Fifiça'nın Hrisantos'u Türk polisine nasıl ihbar ettiğini hep ondan öğrendim... Sonra beni Sakızağacı’nda oturan bir başka ihtiyara gönderdi.


Metresi Fifiça'nln üvey kardeşi olduğu söylenen ihtiyar bir rum madaması bana Hrisantos'un sevdiği şarkıları söyledi. Akordeon hocam Pandelli Çitra bana o şarkıların notalarını yazdı. Hrisantos meşhur La Paloma'ya çıldırırmış (tıpkı benim gibi) ve Fifiça da ona her gece gitarla La Paloma 'yı çalarmış. Sonra bir gün kahramanımız Eftimia adlı bir güzele aşık olmuş ve kızı (babası kalender bir tüccarmış) aile evinden silah zoru ile kaçırmış. Sonunda senaryo için o kadar zengin ve o kadar gerçek malzeme topladım ki, hepsini derleyip yazmaktan başka yapacak bir şey kalmadı. Filmin görüntü yönetmeni için Kriton İliadis'i seçtim. Enver Burçkin'in başka bağlantıları vardı. Yönetmene gelince, Ertuğrul Muhsin'e (Muhsin amcam) gönderdi beni amcam. Muhsin amca beni dinledi, sonra 'Kani yapsın,' dedi. 'Genç ve iddialıdır, namuslu çocuktur ve sinemayı çok sever. ' Yönetmen Kani Kıpçak oldu! Kani Kıpçak'la anlaştık ...Önceleri çok iyi anlaştık amma iş distribüsyon faslına gelince dehşete kapıldım. Yönetmenliği kabul etmişti amma tek şartı Hrisantos rolünü de kendisinin oynamasıydı. .. Ben itiraz edecek oldum, allem etti kallem etti, rolü kaptı. İş, rol dağıtımına gelince hava birden sislendi. Bütün kadroyu baştan aşağı Şehir Tiyatrosu'ndan kurmuştu. Filmin figüranlarını bile kesinlikle ve hiçbir taviz vermemecesine İstanbul Şehir Tiyatrosundan seçiyordu. Ancak Fifiça rolü için Şehir Tiyatrosu'nda o tipte biri olmadığı, daha doğrusu Şehir Tiyatrosu'ndaki adayların başrolü oynayacak rahmetli Gülistan Güzey'in yanında ikinci kadın rolünü üstlenmek istemeyeceklerini bildiklerinden dışardan seçmişti (Pola Morelli).

Türk polisi Muharrem Bey için Şehir Tiyatrosu'nun en gözde jönü Muzaffer Aslan'ı istiyordu. (Sonradan büyük ve başarılı prodüktör, As Film 'in sahibi). O rol için benim favo-im Muzaffer Tema idi. Muzaffer Tema'nın o sıralar parladığı günlerdi, çok tutuluyordu ve filmin Türk kahramanı olan Muharrem bey (Hrisantos'u vuran Türk Polisi) için biçilmiş kaftandı. Muzaffer'i oynatmamak için türlü entrikalar çevrildi, planlar kuruldu ama iyi direttim. İlişkilerimiz bir an kopacak halgeldi. Sonunda o Muzaffer Tema’yı kabul etti, ben de onu diğer roller için serbest bıraktım.


Filmin montajı başlayınca Kani Kıpçak'a bir kere daha hayran oldum. Kısa planlı, son derece dinamik, ölçülü ve tek kelime ile çağdaş bir çalışma yapmıştı, amma ne olursa olsun eğer bu ülkede filmciilik gelişecekse, bu Şehir Tiyatrosu'nun film anlayışı içinde olmayacaktı, olamazdı.
Bizim filme başladığımız günlerde Lale'ciler, Esat Mahmut Karakurt'un meşhur romanı 'Allahaısmarladık' filmini bitirmişler ve montaja geçmişlerdi. O filmi merhum Sami Ayaanoğlu yönetmiş ve Şehir Tiyatroları geleneklerine sadık kalarak tüm kadroyu tiyatro sanatçılarından seçmişti, O günkü tiyatro kökenli yönetmenler için amatör gençlere şans tanımak, tövbe tövbe, akil almayacak bir ayıptı. Filmlerde sadece aktörler oynayabilirdi.


Lale Film o devrin dört büyük şirketinden biriydi (Fitaş, Özen Film, Lale Film ve Kemal Film) ve tabii ki bizim rakibimizdi. Gerçi Cemil Filmer ve özellikle eşi Sebahat Filmer ailece dostlarımızdı, amma rekabet dostluk filan tanımaz. Amcam, bana her gün, bizim filmin gidişatı hakkında sorular sormağa başladı, Allahaısmarladık'ın başarılarını abarta abarta. anlatmağa koyuldu ve sonunda baklayı ağzından çıkardı: 'Bak, elalem rekor üstüne rekor kırıyor, şimdi bizim film Allaahaısmarladık yanında yaya kalırsa, piyasaya rezil oluruz, işte ona göre ...' dedi ve kesip attı.
Kani Kıpçak, yine hiç istifini bozmadı, 'bizim film daha güzel, dedi. Belki daha güzeldi amma metraj olarak çok kısaydı. Gerçekten de rezil olmamıza ramak kalmıştı. çünkü film montaj sonunda 2480 metre olarak bağlanmıştı ki, bu o zamanda akıl almayacak kadar kısa bir film sayılıyordu ve sinemalarda oynatılmama tehlikesi de mevcuttu. Tarifsiz bir umutsuzluğa kapıldık. Kani Kıpçak hiç aldırış etmedi. 'Bomba gibi film,' dedi. 'Bu halde kendisini kabul ettirir, ben filmimi bozamam' deyip bir tek metre bile ilave etmeyeceğini söyleyerek işin içinden sıyrıldı. Sonuna kadar diretti ve yazıhaneyi terkederek çekip gitti. İşte burada yollarımız ayrıldı. Kısa çekilmiş bir film ile başbaşa kaldım ve bir anda bütün günah, bütün sorumluluk bana yüklendi. Filmin sinemalarda oynamasına tam iki hafta vardı. Şirketin emektarı, Kemal Film'e Birinci Cihan Harbi'nin hemen sonlarında, 15 yaşına girmiş olan İzak Bekar, beni bir kenara çekti, 'Fatih'teki depoya gidelim,' dedi. 'Orada babanla amcanm İstiklal Harbi sonlarına doğru çektikleri tam 48 tane Kemal Film jurnali var, bir elden geçir, bak neler bulacaksın.


Seçtiğim 1500 metre filmi (negatif) hemen o gece yıkattlk, iş kopyası bastırdık ve ertesi geceden itibaren Memasi Filmeridis ile kestik, temizledik ve tevazu bir yana nefis bir dökümanter oluşturduk. ‘ istanbul Kan Ağlarken'in arkasına bağladık, bu suretle de 3980 metreye çıktı. Yılbaşı gecesi rahmetli Talat Artemel dökümanteri saat 12'ye kadar seslendirdi ve diğer işlemleri de kılı kılına yetiştirerek 6 Ocak tarihinde (6 Ocak 1952) filmTaksim ve İnci sinemalarında gösterilmeğe başladı . Mart sonunda İstanbul Kan Ağlarken (Hrisantos), Allahaısmarladık'ın Türkiye çapındaki rekorunu kırdı. Kemal film, son derece başarılı bir şekilde tekrar Türk filmciliğine dönmüş oluyordu! “Gülşah Nezaket Maraşlı. “Osman Fahir Seden’le Türk Sinemasında Düet”, syf: 106"


____________________________________


“*” Mütareke yıllarında (1919-1920) istanbul’da işgal güçlerinin himayesinde bir katili . 1920 yılıydı. İşgal zamanı Yunan bay-rağı çeken Tatavla Rumları: "İstanbul bizim olsun" diyorlardı. Hrisantos'u işgalciler şı-martmıştı. Zevk için adam öldürüyordu. 13'ü polis, 21 kişinin canını almıştı. 7 Eylül 1920'de Komiser Muavini Muharrem bey inanılmazı başarmıştı. 13 polisin katili Hrisantos'u öldürmüştü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder