8 Kasım 2015 Pazar

AH GÜZEL İSTANBUL (1966)

Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Safa Önal
Foto Direktörü: Gani Turanlı
Müzik: Metin Bükey
Yapım: Be-Ya Film / Nusret İkbal


Gecekondu Ye Ye” şarkısını hazırlayan: Turgut Dalay, Çalan Vasfi Uçaroğlu, Dekor: Doğan Aksel, Rejisör Asistanı: Zeki Ökten, 2. Reji Asistanı: Ahmet Soner, Kamera Asistanı: Ahmet Erhan, Set Amiri: Yusuf Çağatay, Işıkları Düzenleyen: Erol Batıbeki, Seslendiren: Necip Sarıcıoğlu, Prodüksiyon Amiri: Melih Altınışık, Montaj: İsak Dilman, Senkron: Mustafa Kent, Negatif Montaj: Ender Teker, Laboratuvar: İbrahim Üstüner,
(Lale Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır)


Oyuncular: Sadri Alışık (Haşmet), Ayla Algan (Ayşe), Feridun Çölgeçen (Şefik), Ahmet Danyal Topatan (Halil), Diclehan Baban (Zambak Düriye), İhsan Yüce (İbrahim), Handan Adalı (Belkıs hanım), Bilge Zobu (Şakir), Muzaffer Yenen Güngör Denizaşan, Ahmet Turgutlu (Bekçi), Asım Nipton, Erdal Özyağcılar (Cengiz), Hakkı Haktan, Lütfü Engin, Saadet Eliaçık, Uğur Say, Yusuf Çağatay, Aydan Erkmen,


Konu: İçki yüzünden her şeyini kaybetmiş bir İstanbul efendisiyle, artist olmak üzere evini ve köydeki sevgilisini terkedip fuhuşa sürüklenen Ayşe’nin öyküsü.


Ödüller:


1967’de San Remo’da düzenlenen “Bordighera Güldürü Filmleri Şenliği’nde” Gümüş Ağaç Plakası özel ödülü.


Not: Film 27 Aralık 1966 günü başlamış ve 25 Ocak 1967 günü bitirilmiş, toplam 7185 metre olan 60 kutu film kullanılmıştır.


 Köyünden kaçıp 'artiz' olmak için İstanbul'a gelen saf bir köylü kızıyla, içki yüzünden feleğin tokadını yemi? köhne makinesiyle insan suretlerini çeken gün görmüş yaşlı bir sokak fotoğrafçısının zoraki birlikteliklerinden doğan dostluğun acı güldürüsü. 'Artiz' olabilmenin kenar sokaklardaki bilinen tuzaklarına düşmesine ramak kalan köylü kızının özentiyle örtüşen saflığı ile feleğin çemberinden geçip de tutunamamanın hüznünü çaresizce yaşamayı kabullenen gün görmüş fotoğrafçının bilgeliği, büyük kentin büyük meydanında kesişince, her ikisinin de yazgısı değişiverir. Zaaflarının bedelini ödemiş fotoğrafçı ile, bu bedeli ödemeye yeni yeni ba?layan saf ve genç köylü kızının bin bir tehlikeyle döşenmiş büyük kentin sokaklarındaki birlikteliği önce yaşam dersine, sonra da küçük insanların dayanışmasına dönerek bir başka umudun penceresini aralar. Film, yalnızca köyünü terk eden saf bir köylü kızın isteklerini gerçekleştirme umudunun parçalanmasını değil, onun da ötesinde kendi değerlerine yabancılaşmaya başlayan bir toplumun özenti ve özlemlerle geleceği konumun da altını çizmeyi ihmal etmiyor. Köylü kızı Ayşe (Ayla Algan) özentili bir yabancılaşmanın traji-komik tipini çizerken, sokak fotoğrafçısı Haşmet de (Sadri Alışık) toplumun kendi değerlerinin temsilcisi oluyor. Filmdeki bu iki, sıradan, küçük ve kıstırılmış insanın dostluktan önceki çatışmalarının temelinde de aslında toplumun kendi değerleriyle, yabancılaştırılmış değerlerin birbiriyle olan çelişkisi yatıyor.


 Çok sonraki yıllarda Yavuz Turgul'un Muhsin Bey'inde de benzer bir şekilde yinelenecek bu tema aynı zamanda Atıf Yılmaz'ın kasaba güldürülerinden kent gerçeğine adım atmasının da öncü çalışmalarından biri olmuştu. 'Artiz' olma kaygısında somutlaşan yabancılaşmanın ya da o dönemler için var olan genel bir özentinin tüm tuzaklarını kaba, biraz da ders-öğüt verircesine yorumlayan film, gerçekliğin sınırlarını zorlayan aşırı iyimserliğine rağmen, naif bir güldürünün de tipik özelliklerini içeriyor. Bu özellik; Ah Güzel İstanbul'a, 1967'de San Remo'daki Bordighera Güldürü Filmleri Şenliğinde Gümüş Ağaç Plakası Ödülünü kazandırmıştı. (Burçak Evren)

► Türk sinemasının 70'lerin ikinci yarısından itibaren çoraklaşan ortamında film yapmaya başlayan, 80’li ve 90'lı yıllar boyunca çektiği filmlerle kişisel bir sinema oluşturmayı başaran Ömer Kavur, "Ah Güzel İstanbul"u Füruzan'ın öyküsünden, bizzat yazarla birlikte kaleme aldıkları bir senaryoyla uyarlamış. Film hem anlattığı hikaye, hem bu hikayeyi ele alış tarzı, hem de elde ettiği ticari başarı açısından Kavur'un filmografisinde farklı bir yere oturuyor. Kavur'un, çokça söylendiği gibi, mekanı ve zamanı sorunsallaştıran, derinlikli karakter analizleri içeren sonraki dönem filmlerine göre, "Ah Güzel İstanbul" izleyicinin daha rahat ilişki kurabileceği bir hikayeye ve karakterlere sahip. Bunun sonucu olarak film, Kadir İnanır ve Müjde Ar'lı kadrosunun da etkisiyle, Kavur'un göreceıkdikkat çekiyor sınırlı bir izleyici kitlesine ulaşan diğer filmlerinin aksine, zamanında gişede hatırı sayılır bir başarı yakalamıştı. Çevresi tarafından sayılıp sevilen kamyoncu Kamil'le, onun genelevde ilk görüşte vurulduğu Cevahir arasındaki imkansız aşkı konu alan ve ilk anda kulağa çok bildik bir 'genelevden kadın kurtarma' hikayesi gibi gelen filmi benzerlerinden ayıran özelliği, dönemi için (özellikle de popüler olma iddiasını düşününce) yenilikçi sayılabilecek kurgu anlayışı. Kavur iki sahneyi birbirine bağlarken, yumuşak geçişlerden çok sert kesmeleri tercih ediyor. Yeri geldiğinde kamerasını karakterlerden koparıyor, onlar konuşurken etrafta geziyor, zamanda onların önüne geçiyor, gerisine düşüyor ... Bu tür anlar, filmin anlatımını daha keskin, akıcı kılma ve karakterlerin o sahnedeki ruh hallerinin altını çizme işlevi gördüğü kadar, izleyici dikkatini karakterlerden alıp onları kuşatan çevreye de çekiyor.


Film, kısa kesmelerden oluşan, dramatik bir müziğin eşlik ettiği (adeta sessiz sinema döneminin dinamik kurgulu deneysel filmle-rini çağrıştıran) çarpıcı bir giriş sekansıyla başlıyor. Bir köy evinin bahçesinde telaşlı bir kalabalık. Çevreden yetişen erkeklerden biri, bahçenin ortasındaki kuyuya iniyor. Hep birlikte kuyudan cansız bir kadın bedenini çekiyorlar: Kamera bir kuyudan çıkarılan cesede, bir çevrede endişeyle olayı izleyen kadl11ların yüzüne kesme yapıyor; en çok da parmağını emen küçük bir kızın üzerinde kalıyor. Ceset kuyudan çıkıyor, küçük kız parmağını emmeyi bırakıyor.


 Ömer Kavur, bu sahneyle filmin hikayesini görmezden gelinemeyecek bir paranteze de almış oluyor: İzleyiciye filmin hemen başında, esas derdinin kadınla ve kadının sıkıştırılmışlığıyla olacağına dair bir ipucu veriyor. Nitekim filmin sonunda bu sahneye tekrar dönecek, açtığı parantezi kapatacak. İstanbul, filmde ağırlığını, mekan kullanımlarıyla hissettirmiyor. Hatta İstanbul'daki sahnelerin çoğu iç mekanlarda geçiyor. Filmin adında serzenişte bulunulan İstanbul daha çok insan ilişkilerinde karşımıza çıkıyor. Kamil'in yalnız bir hayat sürdüğü bekar odasında da, Cevahir'le birlikte yeni bir hayat kurmaya soyunduğu evde de, hatta Cevahir'in çalıştığı genelevde bile mahalle kültürünün, komşuluk ilişkilerinin, vefa ve dayanışmanın hala canlı olduğu bir resim çıkıyor karşımıza. Ancak bu resmin hemen yanı başında, Kamil'in patronu Halil ve kaçakçılık yapması için Kamil'in aklını çelme-ye çalışan Cengiz gibi tiplerde, İstanbul'da yeni yeni yükselen köşe dönmeci zihniyetin getirdiği sahtelik, soğukluk ve acımasız.
 
Ah Güzel İstanbul", Ömer Kavur sinemasının vazgeçilmez temaları 'yol' ve 'yolculuk'un filmin hikayesinde ciddi anlamda yer bulduğu ilk film olması açısından da önemli. Filmde uzun yol şoförü Kamil'in yolculuklarında kamera kamyonun içinden çok dışıyla ilgileniyor: Yol kenarlarına, Godard'ın "Week End"ini (1967) hatırlatır şekilde saçılmış kamyon enkazlarına aldırış etmeden, fişek gibi gidip gelen Kamil için bu yolculuklar, İstanbul' da Cevahir'le kapalı kapılar ardında yaşamak zorunda kaldığı ilişkinin baskısından kaçış anlamı taşıyor. Kamil'inyollarda bulduğu yenilenme imkanından mahrum olan Cevahir'se, genelevde hapsolduğu dört duvar arasından yine kurtulamıyor. Kamil'in 'arkadaşları eve kapattığı orospuyu görmesin diye' ona uyguladığı üstü kapalı baskı, Cevahir için bir umut olarak başlayan bu yeni hayatı da bir tür ev
hapsine dönüştürüyor. Çocukluğunda, annesinin kuyudaki cansız bedenine, erkekler tarafından bağlanan halatları bir türlü çözemiyor Cevahir. Kamil'in değişmeyeceğini, kurallarını erkeklerin koyduğu bu dünyada, umutları ve hayalleri olan bir kadın olarak yeni bir başlangıç yapmanın imkansız olduğunu anladığında, kendini sokaklara atacak, o da kurtuluşu annesi gibi suda arayacak. Filmin insanın boğazını düğümleyen bir paralel kurguyla verilen final sahnesinde, Kamil Mardin'de Cevahir'e sürpriz yapma hayaliyle ipekten beyaz gelinlik kumaş alırken, Cevahir törensel bir ifadeyle evi toplar, pişirdiği son yemeği komşuya verir ve kendini sokağa atar.


Bir süre İstanbul'un (yine erkeklerce kuşatılmış caddelerinde) dolaştıktan sonra Galata Köprüsü'nde durur, suya bakar. Çocukluğundan görüntüler düşer zihnine. Kamera Haliç'in sularına doğru dönerken, araya giren karede bir erkek ayakkabısı yere attığı izmariti söndürür. Bunu, gökyüzünde özgürce uçan bir martı görüntüsü izler. Ama Kavur, filmini kurtuluşu bu dünya dışında arayan karanlık bir finalle bitirmek istemez. Filmin son sözleri, Mardin'den İstanbul'a dönüş yolunda, Kamil'e artık kaçakçılığı bırakmaları gerektiğini söyleyen çırağı Erdoğan' dan gelir. Film boyunca saflığı, masumiyeti ve umudu temsil eden Erdoğan, "başka bir yol vardır düze çıkmak için," der, "mutlaka vardır." ... (Nadir Öperli SİYAD, “40 Yılın Serüveni”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder