25 Ağustos 2016 Perşembe

SİNEKLİ BAKKAL (1967)

Yönetmen:Mehmet Dinler
Senaryo:Osman F. Seden (Halide Edip ASdıvar’ın aynı isimli romanından)
Foto Direktörü: Kenan Kurt
Yapım: Kemal Film / Osman F. Seden


Oyuncular: Türkan Şoray (Rabia), Ediz Hun (Pregrini), Çolpan İlhan (Emine), Kadir Savun Vehbi Dede), Toygar Belevi (Hilm, Süleyman Turan, Feridun Karakaya (Rakım), Funda Gürçen (Küçük Rabia), Erol Günaydın (Kız Tev-fik), Ali Şen (İmam), Nubar Terziyan (Paşa), Samiye Hün, Mürüvvet Sim (Sabiha Hanım), Ertuğrul Bilda, Feridun Çölgeçen (Rahip), M. Ali Akpınar, Muzaffer Yenen, Seyfi Havaeri, Sait Ergen, Hüseyin Güler


Sinekli Bakkal Hakkında:  Roman iki ana kısımdan oluşuyor. Birinci kısım kendi içinde yirmi yedi bölüm halindedir.


İkinci kısım ise kendi içinde yirmi üç bölümden oluşuyor. Romanın geneli göz önüne alınırsa siyasal, toplumsal ve duygusal sorunlarla örülmüş bir olay örgüsü dikkati çeker. II. Abdülhamit dönemi anlatılmaktadır. Ama sadece bir dönemin anlatıldığı bir roman değildir. Romanda Rabia’nın hayat hikayesi daha ön plandadır. Romanın ilk bölümünde daha çok ve karışık olaylar birbiri ardınca anlatılıyor; bu bölüm çözülecek olan bir düğüm şeklinde son buluyor. İkinci bölümde olay daha özele iniyor; daha yavaş bir şekilde Rabia’nın hayatı anlatılıyor. Romanın sonu hızlı bir şekilde ve çözüme ulaşarak bitiyor. Yazar, bu romanda kendi inandığı felsefeyi, değerleri olay örgüsüyle birlikte anlatıyor. Romanda zamana, reel hayata göre ya da bize göre ters gelen ve eleştirilecek noktalar olabilir; fakat bence önemli olan yazarın kendi görüşlerini ve kendi doğrularını güzel bir şekilde sunabilmiş olması ve bu sunumun en çok basılan - okunan romanlardan olabilmesidir.

Halide Edip’e göre medeni bir kadın iyi bir eğitimden geçmeli, dil öğrenmeli, spor yapmalı; toplum içinde çok rahat kendini ifade edebilmelidir. Romanın baş kahramanı olan Rabia da o dönemin şartlarına göre toplum içinde kendini çok rahatlıkla ifade edebilen her kesim tarafından sevilen ve saygı duyulan bir kadındır. Meselelerde bahsettiğim gibi bu roman, kendince, “olması gerekenleri” ve pek çok konudaki ideallerini, belki de bir nevi “simeranya”sının ipuçlarını yansıtıyor.


Bu roman II. Abdülhamit zamanında geçiyor. Roman, Sinekli Bakkal’ın tanı-tımı ve Emine ile Tevfik’in çocukluklarıyla başlar. Çocuklukları gibi evlilik dönemi de kısaca anlatılır.


Bu dönemi yaklaşık olarak 15-20 sene kadar düşünebiliriz. Rabia’nın doğumuyla (herhalde 1886 yılında) birlikte onun hayatı çevresinde diğer hayatlar da müşterek olarak anlatılıyor. Rabia’nın hayatını zamanı hesaplamak için düşünecek olursak; bir ara evlendiklerinden sonra Osman, Rabia’nın yirmi bir yaşlarında kendisinin ise kırklarında olduğunu dile getirir.( Rabia,on bir yaşlarında hıfzını tamamlamıştı; yaklaşık bu yaşlarında Peregrini ile onu tanıştırıyorlar; Peregrini bu tarihte otuz yaşında olmalıdır.) Buradan da Rabia ile geçen süreyi 22 sene kadar sayabiliriz. (1 Mayıs 1907 evlendikleri tarih; 21 Aralık 1907 doğum gecesi) .. 23 Temmuz 1908’de ihtilal oluyor; bu tarihten bir müddet sonra da sürgünlerin döndüğünü düşünebiliriz. Bizlerin okurken tanık olduğumuz yaklaşık 40-50 yıllık bir zaman...Halide Edip, romanda klasik tarzda yazmıştır; roman zamanında da klasik tarzı görebiliyoruz.

Halide Edip, romanı 1935 yılında yazmıştır. Kendisi de Abdülhamit döneminde yaşamış, hatta çevirisi sebebiyle ondan Şefkat Nişanı almıştır. Yani o dönemleri (kendince) iyi bilmektedir. Bunu romanın arka planındaki, dönemin gelişmelerinde hissedebiliyoruz. Romanlarında tam olmasa da kendi hayatından parçalara rastladığımız yazarın,bu romanında da pek çok bağlantı bulabiliyoruz.


MEKAN: Mekan bütün olarak İstanbul’dur. Ama romanın esas mekanı Sinekli Bakkal sokağı ve mahallesidir. Halide Edip’in hayatını incelerken 1913 yılında Evkaf Kız Mektepleri umumi müfettişliği ile vazifeliyken her hafta fakir mahalleleri, bilhassa Sinekli Bakkal’ı ziyaret ettiği dikkatimizi çekmişti. Büyük bir ihtimalle bu gezileri esnasındaki izlenimleri 1935 yılında yazdığı bu romanında kullanılmış olmalıdır.


Sinekli Bakkal Sokağı, Aksaray civarında dar bir sokaktır. 16 Aralık 1999 tarihli bir gazete haberinde belirtildiğine göre; Aksaray’dan Haseki Hastanesi’ne doğru dönünce ikiye ayrılan yolun solunda, sağdaki son sokak bugün görünüş olarak çok değişmekle birlikte; adı Sinekli Bahçe Sokağı imiş. Sinekli Bakkal; bakkalıyla, kahvesiyle, ahşap evleriyle, çeşmesiyle tam anlamıyla halka ait bir muhittir. İstanbul’un bu mekanı halkı ve halk kültürünü temsil etmektedir. Bununla birlikte Boğaziçi, Bebek, Beyoğlu, Çamlıca, Galata Köprüsü, Haliç ise gezinti yerleri, konakları, bonmarşeleri ile yeni ve zengin İstanbul’u temsil ediyor.


ROMANDA YER ALAN KARAKTERLER:

 
RABİA: Çocukluğu dedesi İmam ve annesi Emine’nin terbiyesinde geçmiştir. Akranları gibi yedi yaşında ev işlerini güzel bir şekilde yapabiliyordu. Çocukluğunu yaşayamamıştır. Dedesi tarafından sürekli olarak cehennem tasvirleriyle büyütülmüştür; kızından dolayı mektebe göndermemiş eğitimini kendisi vermiştir. On bir yaşında hıfzını dedesine dinletmiştir. İstanbul’un en küçük, fakat üslubuyla ve sesiyle en meşhur hafızı olmuştur. On bir on iki yaşlarında Vehbi Dede’den ders almaya başlar; kısa sürede tef, ud, kanun gibi alaturka sazları süratle ve kabiliyetle öğrenmiştir. Alaturka pek çok şarkıyı da güzel bir şekilde söyleyebilmektedir. Daha sonra Peregrini’den de batı müziği dersleri almaya başlamıştır ve bunda da başarılı olmuştur. Hatta doğu ve batı müziğini kendi üslubunda sentezlemiştir. Vehbi Dede ile tanıştıktan sonra dedesinin korkutucu din öğretilerinden bir nebze mevleviliğin yumuşaklığına doğru kaysa da hayatının pek çok anında dedesinin etkisi ön plana çıkmıştır. Babasıyla kalmaya başladıktan sonra ise neşeli ve sanatkar yönü daha baskın bir şekilde ortaya çıkmıştır; bu simasına da yansımıştır.


Peregrini’nin gözlemlerinden çıkardığımıza göre de; ”tabiatında riyazete temayül, manevi bir perhizkarlık, süratle düşünüp salim kararlar alma kabiliyeti” vardı. Ayrıca “fikirlerinden ziyade insanlara, yaşayan şeylere bağlı,sevdiği vakit ölüme kadar seven, en küçük bir şefkat tecellisiyle kalbi atan bir kadın olacağı” çocukluğundan anlaşılıyordu.

Sanat zevki “herhangi bir üstadı tatmin edecek kadar dürüst ve salim” idi.
Karar verdi mi peşine bırakmayan; kendisine ihtiyacı olanlara yardımsever ve vefakar; onurlu ve Sinekli Bakkal’a-köklerine her şeyiyle bağlıdır. Aynı zamanda “giydiği her kıyafete şahsiyetinden bir şeyler katan” bir özelliği vardır. Uyuşamadığı noktalarda, münakaşa esnasında, inatçı ve kesinlikle cevap vermeyen bir yapıya sahip; aynı zamanda kabullenmediği şeyleri asla yapmayacak kadar inatçı ve güçlü. Açıklayamadığı ve gücünün yetmediği konularda kadere, alınyazısına son derece bağlı. Analık sevki tabiisi çok güçlü. Ruhi olarak cinsi buhranları yok. Rabia için Rakım’ın kullandığı; ”kız değil, sanki tılsımlı kuyu. İçine mazallah ayağı kayıp düşeni dünyanın çengeli çekip çıkaramaz.” (s.317) tabiri de roman içinde onun yerini iyi ifade eden bir tamlamadır. Olumlu özelliklerin çoğunu kendinde toplamış bir kadın tiple-mesidir. Eserde diğer bütün hayatlar onun hayatı etrafında ortak bir şekilde anlatılmaktadır. Doğuyu, halk kültürünü; fakat batıyla senteze ulaşabilmiş ve batıya pek çok şeyini kabul ettirebilmiş bir doğuyu temsil ediyor.


PEREGRİNİ=OSMAN: Peregrini, Garp müziğinin üstadı olan, kulağı çok has-sas bir müzik hocası. Ateşli ve heyecan-lı bir yapıya sahip. Felsefeyi, fikri tartış-maları ve konuşmayı çok seviyor. Ba-bası soylu bir İspanyol, fakat o babasını ; ”tanımıyor; annesi tarafından büyütülmüş. Annesi ise Papa İtalyalı olduğu için oranın milliyetine geçecek kadar dindar bir Katolik; dinin haricinde hiçbir şeye boyun eğmeyen ve eğenleri de anlamayan birisi. Gençlik döneminde ise zevklerin hepsini tatmış olarak,yirmi dört yaşında manastıra çekilir. Buradan usanınca dinini bırakarak tekrar dünya hayatına döner. Daha sonra Osmanlı milliyetine geçer, ismini değiştirir ve müzik hocalığı yapmaya başlar. Kendisinin üç şahsiyeti olduğuna inanır; birincisi dimağı, ikincisi ruhu, üçüncüsü de kalbi.


Rabia’yı tanıştıklarından itibaren en çok tahlil eden kişi. Tahlil, gözlem onun için çok önemli; bu bir bölümde şu şekilde dile getiriliyor Osman,bir insan ruhunun sırlarını öğrenebilmek için diri bir göğsü yarıp açmaya razı olacak kadar fikri tecessüsün esiri.”(s.357) Bu özelliği de onun Garp çocuğu olmasıyla irtibatlandırılıyor. Sürekli soru soran ve öğrenmeye hevesli bir yapısı var. Rabia’yı gerçekten seviyor ve ona saygı duyuyor; çok zengin ve asil bir ailede olsa bile sırf bu sevgisinden dolayı her şeyi geride bırakıp Rabia’nın istediği hayatı kabul ediyor. Zaman zaman alıştığı yaşantının çok dışındaki bu hayattan dolayı sıkıntı çekse de Rabia’ya olan bağlılığıyla ve çevresindekilerin ona gösterdiği alaka ile bu yeni hayatına uyum sağlıyor. Yeni evlerine taşındıktan sonra ancak kendine özel bir çalışma odası ayırıp, orada yapmak istediği beste ile uğraşabiliyor. “Tılsımlı kuyu” operası da aynı zamanda Rabia ile Osman sentezinin canlı bir göstergesi oluyor. Peregrini olarak başladığı yolu Osman olarak noktalayan kahraman olumlu ve yuvarlak bir karakterdir. Batıyı, yeniyi; ama doğuyla senteze ulaşabilmiş,doğuyla birleşmesi neticesinde olumlu özelliklerini arttırmış bir batıyı temsil ediyor.


VEHBİ DEDE: Dini, ama bilhassa tasavvufu temsil ediyor. O,romanın hemen hemen her anında karşımıza çözüm olarak çıkıyor. Rabia onun sayesinde yumuşayıp, kendini her yönde geliştirir. Peregrini’nin Osman’a dönmesinde alt yapı olarak onun katkısı çok büyüktür. Hasılı Dede ve temsil ettiği felsefe romanda sorun problem-anlaşmazlık olan her yerde çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bunların yanında insani özelliklerden soyutlanmış bir karakter değildir. Tam aksi birebir hayatın her alanında olan bir karakterdir. Felsefenin dışında pek çok telli saza ve neye vakıf bir alaturka musiki hocasıdır. İnsanların kızını, bütün ailesini güvenerek teslim ettiği,emanet ettiği bir güven kapısıdır. Ayrıca insanların rahatlıkla sırlarını, dertlerini de paylaştığı bir kişidir. Her olaya daima yumuşak bir tavırla yaklaşır. Kainatta gerçekleşen her hadiseye esas kudretin gölgeleri nazarıyla bakabilir ve bunu yanındakilere de izah etmeye gayret gösterir. İnsana huzur veren bir yapısı vardır; hem iç alemiyle hem de dış görünüşüyle. Mütevazi, az söyleyen ve çok perhizkar bir şekilde yaşayan; sakin ve telaşsız bir yapıya sahip.



TEVFİK=KIZ TEVFİK: Karagöz ve Ortaoyu-nu sanatçısı. “Yürüyüp söylemeye başla-dığı andan itibaren herkesin taklidini yapmış bütün mahalleyi güldürmüş” ”bütün havailiklerine rağmen İstanbul-’un hudai nabit yetiştirdiği halk sanatkar-larının hususiyetlerini gösteren” birisi. Çocukluğundan itibaren hem fiziki özel-likleriyle hem de sanatçı yönüyle ön planda olmuş. Çocukluğu yeğeni oldu-ğu İstanbul Bakkaliyesi sahibi Mustafa Efendi’nin yanında geçiyor. Paraya önem vermiyor ve mahallenin daha ziyade fakirleriyle arkadaş. Tembel ve çocuk ruhlu, neşeli,oyunu seviyor. Elleri kağıt parçalarına can veren bir çevikli-ğe sahip. Sesini, mimiklerini kullanma daoldukça usta. Tevfik’in dinle ilgisi ve bağlantısı yok; içki içen, ilk sürgününde eğlence hayatını yaşamış birisi. Ona göre sanat; yazılı değil, her an değişen hayattadır. Paraya hiç kıymet vermi-yor. Sevdiği kişi, arkadaşı,dostu için cezaya ve canını bile vermeye razı olacak kadar sadık ve cesaretli bir yapıya sahip.


İMAM HACI İLHAMİ EFENDİ: Mahallenin imamı. Mahalle sakinleri tarafından pinti ve hasis olarak biliniyor. Paraya ve mevkiye düşkün; para için jurnalcilik yapabilen biri. Görünüşünde ve konuş-masında heybet var. Vaazlarında cehennemi daha parlak ve canlı olarak anlatıyor. Hazza ve sevince, umum hayat tecellisine karşı dinmeyen bir kin ve affetmeyen bir düşmanlığı herkese öğretmeye çalışıyor. Hiç tebessüm etmeyen, gülmeyen biri. Yeni olan şeylere karşı. Bütün katılığına rağmen Vehbi Dede’ye evliya olarak bakıyor; ona saygı duyuyor. Kindar ve inatçı. Yaşlılığında bile rahmet, şefaat vadeden surelere bile kinini,insanları hiç affetmeyen nefretini karıştırıyor. Bütün mahalle halkını “cehennemlik” olarak görüyor. Sert,değişmeyen eskiyi temsil ediyor. İmam karakteri olarak olumsuz ve korkutucu bir tip.


EMİNE: İmam’ın kızı, Tevfik’in karısı ve Rabia’nın annesi. Çocukluğundan itibaren hamarat, titiz, mahalle çocuklarıyla oynamaya tenezzül etmeyen biri. Suratsız ve gülmeyen; İmam’ın akidesinin biricik timsali. On yedi yaşın-da Tevfik’e kaçıyor; Tevfik’in balmumu gibi kalıptan kalıba girmesinde ideal bir koca sezdiği ve ona oyunculuğu bırakacağına dair söz verdirttiği için onunla evleniyor. Kalbi kuru, kafası dar ve dilinin zehir gibi olmasının yanında kindar ve gururlu. İdeal olarak babasını düşünüyor. O da babası gibi paraya önem veriyor.


Kendine göre olan namus anlayışı çok önemli. Tevfik’ten ayrıldıktan sonra ona sürekli beddua eden ve onu kötüleyen biri. Tevfik’ten ne kadar nefret etse de onu kendi malı gibi görüyor ve ona döneceğini düşünüyor. Asla affetmiyor. Kini ve üzüntüsüyle günden güne çöküp vefat ediyor.

SELİM PAŞA: Hükümdarın Zaptiye Nazırı. Boş zamanlarında sigara iskemlesi, köşe-lik,arka kaşağı yapar. İyi bir aile babası ve karısına bağlı. Paşa, tamamen eski zaman adamı. Samimi ve kendi ölçüleriyle namuskar.


SABİHA HANIM: Selim Paşa’nın karısı. Bir yönüyle hayır sahibi, merhametli, bağış seven; sağ elinin verdiğini sol elinin duymadığı biri; diğer yönüyle de saza söze düşkün,bir dalda durmayan bir kadın. Halk türkülerini, oyun havalarını sevdiği gibi en ağır dini musikiyi de seviyor. Hükmeden, meraklı; emri altındaki her ferdin ne yaptığınıne düşündüğünü öğrenmezse içi rahat etmez. Bunların ya-nında sır saklayan, ağzı sıkı biri. Ailesine düşkün; eşinin ikinci bir hanımı ve ondan çocuğu olduğunu bildiği halde bunu saklamış, hanım ölünce de kızlarına bakmış. Bunun yanında oğlunu çok seven bir anne.



HİLMİ: Selim Paşa ile Sabiha Hanım’ın oğlu. Jön Türk. Genç ve devrimci aydınları temsil ediyor. Giyimine dikkat eder ve zevkinde diğer “paşazade” çocuklarından onu ayıran bir başkalık, durgunluk vardır. Gözleri ve bakışının manası ile ağzı ve dudaklarının ifadesi onun ince düşünceli bir mizaca sahip olduğu havasını vermektedir. Annesine derin bir sevgi ve hürmeti vardır; bunu davranışlarıyla da gösterir.


RAKIM AMCA=CÜCE: Tevfik’in oyuncu arkadaşlarından.. Rabia’ya sözünü geçirebilen, çıkışabilen yegane kişilerden biri. Neşeli, taklit yeteneği olan bir oyuncu.Dindar değil, zaman zaman içki içiyor; Ramazan’da oruç tutmuyor ve namaz kılmıyor; Vehbi Dede’ye ve dindarlara saygılı.


BİLAL: Rumelili Bahçıvan Ramazan Ağa’nın yeğeni. Yaşı küçükken bile özellikleri belirgin; isyankar mağrur, ateşli. Tokattan, tekmeden kaçan; başını her halden kurtarabilen biri. Yaşlıları bile ürküten bakışlara sahip. İş yapmayı sevmiyor. Selim Paşa tarafından görünüşü ve gözlerindeki kudreti farkedilerek okutuluyor. Rabia’yı tutkulu bir şekilde seviyor. Rabia ise ilk kendi yaşlarında bir karşı cins olarak ondan hoşlanıyor; fakat Selim Paşa’nın dile getirdiği evlenme teklifini kesin olarak reddediyor. Bundan sonra Bilal,Paşa’nın damadı olma yo-lunda ilerliyor. Bilal,Vehbi Dede ve Peregrini’yi çalgıcı olarak; Hilmi ve arka-daşlarını ise birer züppe olarak görüyor. Paşa’yı beğeniyor ve her haliyle onun gibi olmak istiyor. Kudret hissi ve hakimiyet duygusu çok baskın. Rabia’nın evleneceğini öğrendiğinde bile onu sevdiğini farkediyor; Mihri ile evlenince Anadolu’da görevli olacağını düşünerek ken-dini rahatlatmaya çalışıyor. 1907 yılında Hıdrellez de Mihri ile evlenince gözden kayboluyor.


TULUMBACI BAŞI SABİT BEYAĞABEY: Mahallenin Tulumbacı başlarından en hatırı sayılırı. Kendine mahsus bir baba-yiğitliği, namus ölçüsü vardı; ama bunun yanında külhanbeyliğin verdiği bir kabadayılığı,sert ve yakışıksız davranışla-rı vardı. Rabia’ya göz dağı vermek için  bunu başaramayınca, bu olaydan sonra Rabia’dan korkar,ona saygı gösterir. Kendisiyle birlikte bütün tulumbacılar Rabia ile bağlantısı olan herkese saygı gösterirler. Rabia Osman ile evlendikten sonra da Osman ile iyi diyalog kuran biri olur.


ÇİNGENE PENBE: Batıl inançları bol olan bir çingene. Tevfik ile ilgilenirken Rabi-a’nın ikazıyla bundan vazgeçmiştir. Onlarla kalmaya başladıktan sonra Rabia’ya ev işlerinde yardım eden, onun “teyze” diye hitap ettiği biri olur.
KANARYA: Sabiha Hanım’ın alıp yetiştirdiği bir güzel Çerkes kızı. Daha sonra saraya Kadın Hanım’a verilen böylece saraya giren birisi. Sarayda sultanın yeğeniyle evlendirilir; bundan sonra Nejat Bey’in eşi olarak karşımıza çıkar. Abdülhamit’ten korkar ve onu sevmez.


Nejat Bey’in eşi olduktan sonra da aslını unutmaz ve Sabiha Hanımlara saygıda kusur etmez. Rabia’nın düğün hazırlıklarında yardım ediyor ve sık sık görüşüyorlar. En son Rabia’nın hamileliği esnasında karşımıza çıkıyor. Yardımsever birisi.


NEJAT BEY: Padişahın yeğeni. Saray içinde yetişmiş, bundan dolayı halkın yaşantısı ona ilginç ve gizemli geliyor. Rabia’ya sanatkarlığının dışında bu yönünden dolayı bir yakınlık duyuyor. Batı müziğini ve piyano çalmayı biliyor. Vehbi Dede ve Peregrini ile her hafta toplanıyorlar. Babası da kendisi de çocuk tabiatlı olduğu için hiçbir entrikaya karışmazlar. Onun için saray çevresinin en rahat ailesidirler.


SAFVET BEY: İkinci Mabeyinci. Hiç evlenmemiş. Yeğenlerini büyütüp, eğitimini sağlamış. İnsanlara iyilik ve kardeşlik yapmak için gökten yere inmiş bir hali var. “Aşk ahlakı! Kim bilir belki istikbalde insan müesseselerinin nazımı olur... İnşaallah olsun.” diye düşünen birisi.


DÜRNEV: Selim Paşa’ların gelini; Hilmi’nin eşi. Sabiha Hanım tarafından küçükken alınıp yetiştirilmiş, terbiye edilmiş,iyi bir tahsil verilmiş ve oğluyla evlendirilmiş bir Çerkes kızı. Fakat Sabiha Hanım romatizmaya yakalanıp yatağa bağlandıktan sonra cesaretlenip kendi başına hareket etmeye başlar.Aşırı süslü, karışık ve şaşaalı makyaja ve giyinişe sahip. Hareketleri ve mimikleri “resimli kitaplardan taklit” gibi. Taklitçi yeniyi temsil ediyor. Ama sürgünde yaşadığı zorluklardan sonra biraz daha olumlu hale gelmiş birisi.


GALİP: Hilmi’nin Jön Türk arkadaşlarından. Annesi ölmüş, zengin bir babanın oğlu. İleri ki dönemlerde Rabia’yı istiyor; fakat Rabia kabul etmiyor. Cüce tarafından “istediğin kalıba sokabileceğin bir koca adayı” olarak nitelendiriliyor. Bu vakadan sonra Rabia, Galip ve Şevki varken Hilmi’nin odasına çıkmaz.


ŞEVKİ: Hilmi’nin Jön Türk arkadaşlarından. Vehbi Dede’nin İmam’dan daha tehlikeli olduğunu düşünüyor. Devrimci gençliği temsil ediyor. Konuşkan, taklitçi ve düşüncesine ateşli bir şekilde bağlı. . Sinekli Bakkal’ın iç işlerini ezbere biliyor


ZATİ BEY: Dahiliye Nazırı. Dilediği ferdi asmak, boğdurmak kudretine sahip olmak için ömrünün on senesini fedaya hazırdı. Evi o zamanın alafrangalığına özenilerek dekor edilmiş; hizmetlileriyle, eşyasıyla ve kendi giyimiyle özentili birisi. Menfaatine düşkün. Dinle hiçbir alışverişi olmayan bir adam.


BAYRAM AĞA: Selim Paşa’nın bahçıvanı. Rumelili. Kendine ve yetiştiği ortama has kural ve prensipleri var. Otoriter.


BEHİRE HANIM: Safvet Bey’in kız kardeşinin kızı. Mürebbiyelerle büyütülen kibar kızlara kendi kültürleri, kendi klasiklerinin de öğretildiği devirde yetişmiş. Kocası sadece Avrupa’da yapmış olduğu için kendi kızlarını Fransız mürebbiyeler elinde yetiştirmiş; Avrupa’dan gelen her şeyi gökten inmiş bir emir kabul eden biriydi. Hayatları serbest ve mesut olsa da Behire Hanım ananelere bağlı; bundan dolayı da dayısının yanına sık geliyor.


ARİF: Safvet Bey’in yetim yeğeni. Safvet Bey tarafından büyütülmüş ve onunla birlikte kalıyor. Nejat Bey’den sonra eniyi Türk piyanist. Tembel olduğu için ve müzikten para kazanılması adet olmadığından çalışmıyor; canı istediği zaman Robert Koleji’ne kaydoluyor, bir müddet devam edip çıkıyor.


MUAVİN RANA BEY: Selim Paşa’nın yardımcısı.


GÖZPATLATAN MUZAFFER: Tehlikeli, siyasi sanıkları sorgulamayla memur. Görünüş olarak eski pehlivanlara benziyor. Yardımsever, Vazifesini yerine getiren bir adam imajı var. 1908 ihtilalinden sonra ise Meşrutiyet hatibi olur.


MİSİS HOPKİNS: Robert Koleji’nin İngilizce hocasının madamı. Kanarya’nın arkadaşı; ondan hayatı hakkında pek çok şeyi öğreniyor.


KAHYA ŞÜKRİYE HANIM: Sabiha Hanım’ın kahyası. Konaktaki her şeyi hanımına haber veren, kendisine verilen görevleri yapan biri.


UŞAK ŞEVKET AĞA: Selim Paşa’nın uşağı. On beş yıldır Paşa’ya hizmet ediyor


ESKİCİ FEHMİ EFENDİ: Sinekli Bakkal’ın umumi ve içtimai hayatına, her vesileyle karışan; ihtiyar heyetinin hatırı sayılır azalarından. Osman’a da yakınlık gösteren komşulardan. Mahallenin muhafazakar kısmını idare ediyor.


BEKÇİ RAMAZAN AĞA: Sinekli Bakkal bekçisi.


DOKTOR KASIM: Dahiliyeci. Türk tıbbına Alman fennini, biraz da katılığını getiren meşhur simalardan. Rabia’nın doktorlarından. Hastaların dimağlarına etki ederek tedavi etme fikrini İstanbul’da yayan ilk doktor olarak geçiyor. Çoluk çocuğu olmadığı için biraz daha sert yaklaştığı belirtiliyor.


DOKTOR SALİM: Jinekolog. Türk tıbbına Alman fennini ve katılığını sokan diğer meşhur sima. Rabia’nın doktoru. İlk sezeryan uygulayacağı hastası olduğu için Rabia ile çok ilgilenir. Daha yumuşak tabiatl


İKBAL HANIM: İkinci Mabeyinci Safvet Beyin süt ninesi ve yalının hanımı. İhtiyar, kendine göre bir sevimliliği olan,Çerkes asıllı. Elli beş senedir İstan-bul’da olmasına rağmen Türkçe’yi tam öğrenememiş. Şiddetli taassupla dindar; fakat bu dindarlığının içi dolu değil. Vehbi Dede’ye ve Rabia’ya hürmeti çok. Çileli bir gençliği var; bunu daha sonra Rabia ile paylaşıyor.


BAKKAL MUSTAFA EFENDİ: İstanbul Bakkaliyesi’nin sahibi, Tevfik’in dayısı. Tiryaki bir mahalle bakkalı.


MİHRİ: Selim Paşa’nın kızı.


İKBAL HANIM:
İkinci Mabeyinci Safvet Beyin süt ninesi ve yalının hanımı. İhtiyar, kendine göre bir sevimliliği olan, Çerkes asıllı. Elli beş senedir İstan-bul’da olmasına rağmen Türkçe’yi tam öğrenememiş. Şiddetli taassupla dindar; fakat bu dindarlığının içi dolu değil. Vehbi Dede’ye ve Rabia’ya hürmeti çok. Çileli bir gençliği var; bunu daha sonra Rabia ile paylaşıyor.


BAKKAL MUSTAFA EFENDİ: İstanbul Bakkaliyesi’nin sahibi, Tevfik’in dayısı. Tiryaki bir mahalle bakkalı.


MİHRİ: Selim Paşa’nın kızı.( www.frmtr.com/kitap-ozetleri/




 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder