Powered By Blogger

13 Ocak 2018 Cumartesi

ÖLMÜŞ BİR KADININ MEKTUPLARI (1969)

Yönetmen: Ülkü Erakalın
Senaryo : Memduh Ün, Orhan Elmas,
Duygu Sağıroğlu, (Güzide Sabri’nin bir eserinden)
Kamera: Cahit Engin
Yapım: Uğur Film / Memduh Ün

Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Anne Fikret/kızı Nedret), Ediz Hun (Nejat), Peri Han (Mediha), Müfit Kiper (Sait), Uğur Kıvılcım (Hemşire), Nedret Güvenç (Suat), Şaziye Moral (büyükanne), Diclehan baban (üvey anne), Asım Nipton (Fikret’in babası), Hüseyin Baradan, Suzan Avcı, Handan Adalı, Semih Sezerli (Doktor)

*Romanın basım yılı 1937…17. sayfadaki bir tümce sanki Fikret’i anlatıyor: “Meğer hayatın, ölüm kadar acı anları oluyormuş da insan yine tahammül ediyormuş.” Başlarda, yalnızca Nejat’ın varlığı bile iyileşmesi için yetiyordu. Genç kız, delikanlının armağan ettiği (romanda yok) Gönül Kuşu adlı kanaryayı çok sever. Pencere önünde kendini hasta ettiği gün, Doktor Nejat, ceza olarak sık sık gelip iğne yapacağını söylediğinde çok sevinmişti: “Teşekkür ederim. Bu cezanız benim için bir mükâfat olacak.”…O yılların koşulları sayfalara yansımış. Hekim, acil durumlarda bile telgrafla çağırılıyor. Filmdeki Nejat stetoskop kullanırken, romandaki, hastasının göğsünü kulağını dayayıp dinler. Güneşin batışı için 12’ye ayarlı ‘alaturka saat’ kullanılması, olayların 1925’ten önce geçtiğini düşündürdü…‘Dışarı’. İstanbul’un ötesi bu sözcükle tanımlanıyor:“ Babasının memuriyet icabı dışarıya tayini onu günlerce ağlattı..” Fikret, babasının yanına gitmeye karar verir. Suat’la konuşurken “..Senden rica edeceğim bir şey varsa o da annemi teskin ve teselli etmendir” diyor. Oysa annesi doğum sırasında ölmüştü. Sait Bey’le evlenirken “..Yürüyen canlı bir ölü gibi..” olduğu yazılmış. ‘Canlı’ sözcüğüne gerek var mıydı… Genç kadın çok güzel piyano çalıyor. İstanbul’dan gelen konuklarına Bilmem ki safa bu ömrün neresinde//Şad olsa gönül bari biraz son nefesinde” (Leon Hancıyan / Ahmet Rasim).


Filmdeki diğer melodiler; Mediha, Fikret’le konuşurken “Yanında çalışan hemşireleri casus olarak kullanıyorum” dediği sahnede “Long Sera L’hiver” (1968) (Plante / Carrére); Sonlara doğru, Nejat, Fikret’i muayene ederken ‘Vivre Pour Vivre’ (1966) (Lai); Sait ve Nejat tartışırken Fikret’in bayıldığı sahnede ‘Love is a Many Splendored Thing’ (1955) (Fain / Webster); Suat, Fikret’e kızını getirince ‘Life Goes On’ (1964) (Theodorakis)… Filmde, 20 yıllık süre, Suat’ta yalnızca saçlarının uzaması ile verilmiş. Keşke birazcık beyazlaşsaydı. Müfit Kiper ve Şaziye Moral ilk çevrimde de rol almışlar…Fikret ve Nedret’i Jeyan Mahfi Ayral; Nejat ve Fikret’in babasını Abdurrahman Palay; Suat’ı Nedret Güvenç; Üvey anneyi Lale Belkıs seslendirmiş…“(Sf. 4) Ah, anasızlık! Hayatın en acı en büyük mahrumiyeti.” (Murat Çelenligil, - sinematürk veri tabanı) 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder