21 Mart 2018 Çarşamba

ÇİRKİN DÜNYA (1974)


Yönetmen: Osman F. Seden
Senaryo Safa Önal, Ahmet Üstel,
Erdoğan Tünaş
Kamera: Kaya Ererez
Yapım: Akün Film/İrfan Ünal

Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Savaş Başar, Doğan Bavli, Oktar Durukan, Bülent Kayabaş, İsmail Hakkı Şen, Günfer Feray, Danyal Topatan, Osman Alyanak

Konu: Hapisten kaçan üç mahkumun zengin bir kişinin evine gizlice girdikten, silah tehdidi ile kadına, kocasına ve çocuğuna türlü anormal davranışlarda bulunduktan sonra, kocasının ve çocuğunun öldürülmesiyle çıldıran kadının yıllar sonra bir rastlantıyla tanıdığı katillerden intikam alışını öyküsü

► Jean Jacques Rousseau, daha 18. yüzyılda, insanların "doğuştan eşit" olduğunu, onları "iyi" veya "kötü" diye isimlendirmemize neden olan niteliklerini, sonradan, toplum yaşamı içinde edindiklerini ileri sürüyordu. Toplum-bilimi saygın bir bilim dalı haline getiren Durkkheim, "bilgin, sosyal çevrenin insan bilinci üzerinde baskı yapan sosyal olgularını, hukuk, ahlak, din gelenek gibi ortak fikirlerini inceleyerek toplumun ve o toplumun içindeki bireyin gerçeğine varabilir" diyordu. Lise düzeyindeki bu bilgilere sahip olmayan kişi bile, çağdaş dünyamızda etrafına baktığında, toplumda (her toplumda) var olan "kötü"lerin, "kötülük"lerin, önemli ölçüde o toplumda var olan dengesizlik, haksızlık, adaletsizlikten, insanca bir yaşama düzeni kurulamamış olmasından geldiğini görür görmek zorundadır. Toplumda soyutlanmış bir "iyi" veya ''kötü'' anlayışı, günümüzde geçerli değildir. Ne var ki, belli bir düzenin savunmasını yapan, yapmak durumumda olan bir tür sinema yıllar yılı bu gerçeği örtbas etmeye çalışmış, kişiler, bireyler, onların özellikleri üzerinde dönenip durmuş, kollektif olanı toplumsal olanı bireysel olanda, bireyin öyküsünde toplumun ve içerdiği haksızlıkların etkisini göstermemeyi seçmiştir. Onun içindir ki, Batı sinemasında yıllar yılı, örneğin çiftlerin öyküleri (karı-koca-aşık üçgeni, karısını öldürmek isteyen dengesiz koca v.s), altın yürekli, erdemli veya tam tersine kötü, manyak zalim kişilerin, gangsterlerin, haydutların, hırsızların öyküleri anlatılmıştır. Bu açıdan yanlış ve eksik olan, temelsiz bir dünya yaratan şartlandırmalar getiren bu filmler, ancak anlatım açısından içerdikleri yenilikler, sinema dilinin oluşmasına yaptıkları katkılarla saygımızı kazanabilmişlerdir.

Ama günümüzde her şey değişmiştir artık... Birey / toplum ilişkisini hiç ortaya koymayan, veya yanlış biçimde ortaya koyan sinema, bırakınız Türkiye gibi bir ülkeyi, bireyciliğin, bireyci sanatın ve dolayısıyla bireyci sinemanın kalesi olan Amerika gibi bir ülkede bile neredeyse gözden düşmüştür. Bireysel olandan yola çıkmak aslında kolaydır. Dünya üzerinde üç milyar insan yaşamaktadır. Bunlardan en aşağı 1 milyarı, bir insanın kişisel. özelliklerinden yola çıkmayı seçen sinemayı ilgilendirebilecek özelliklere sahip olabilirler. Gerçekten de, aranan her türlü şey bulunabilir bireylerde. Aşık olabilecekleri gibi hırsız da olabilirler, manyak olabilirler, katil, deli, esrar tutkunu, cinsel sapık, eşcinsel, hayvan sevici, röntgenci, poligam veya poliandr, düzenbaz, hileci, soyguncu, casus, v.s. Ve bir film, herhangi bir sanat eseri gibi bunlardan herhangi birini alıp öyküsünü anlatabilir. Ama inandırıcı olmak şartıyla... Bu şarta da, o kişiyi, gökten zembille inmiş gibi değil, belli bir çevrenin, belli bir ortamın, belli toplumsal ekonomik koşulların' içinde ele almak, özellikle {neyse) çevresi ile ilişkili biçimde verilmek suretiyle ulaşılır. Başka türlüsü, uydurmacılıktır. Kolaya kaçmaktır. Bir "kaçış sineması "dır.

"Çirkin Dünya" işte tam bu tür bir sinemanın örneği... Bırakınız, Türkiye'de var olmayan yüzme havuzlu evi ve bunun gibi toplumumuza uyarsızhkları. (Bunlar filme konunun kopyalandığı "Ölüm Misafırleri-Les Intrus" adlı Fransız filminin gereği olarak konmuştur). Ama daha başında, olanca gardarlıkları, kötülükleri, zalimlikleri içinde gösterilen üç manyağın sunuluşuyla başlayan film, bundan sonra, hiç bir temele dayanmayan kötülüklerle "meşru" Bu kişilerden gelecek her hangi bir süprizi bile taşımaz olmaktadır. Yönetmen, "işte size üç adet manyak. Bunlar her şeyi yapabilir. "Hazırlıklı Olun!" demektedir. Ondan sonra da, yapılacak tek şey kalmaktadır: bu kişilerin patolojik kötülüklerinin dozunu artırarak, geride kalan 1,5 saati doldurmaya çalışmak. Ne bir çete etüdü, ne bir toplumsal değinme ne bir sınıfsal konum, ne bütün olup - bitenlere mantıksal bir neden. Ve ne de, kişilerde, öncelikle kabul edilmesi şart koşulan "kötü" veya "iyi" olmalarının yanında herhangi bir diğer kişilik karakter boyutu. Bir kopyacık daha boşa harcanmış, ne sinemamıza ne kimseye birşey kazandıracak bir filme dökülmüş 6-7 yüz bin lira daha .. Yazık ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf,


 Sergio Gobbi (1938) ve Charles Aznnavor’un (1924) senaryolarından Sergio Gobb’nin 1972 yılında filme çektiği “Intrusi Les” (Ölüm Misafirleri” isimli bir İtalyan filminden uyarlama. Bu filmin başlıca rollerini, Charles Aznavour, Marie-Christine Barrault (1944) ve Raymond Pellegrin (1925-2007) oynamışlardır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder