24 Nisan 2018 Salı

SÜRÜ (1978)


Yönetmen: Zeki Ökten
Senaryo: Yılmaz Güney
Görüntü Yönetmeni: İzzet Akay
Müzik: Zülfü Livaneli
Yapım: Güney Film/Yılmaz Güney

İkinci Yönetmen: Ali Özgentürk, Yönetmen Yardımcısı: Ali Kıvırcık, Yapım Yönetmenleri: Rauf Ozangil, Sabri Aslankara, Müzikler: Ali Yılmaz, Gül Kardeşler, Kamera Asistanı: Fikret Temizer, Can Özer, Hüseyin Ererez, Şarkılar: İsmail Güzel, Mustafa Budan, Ali Kemal Aktaş, Sedat Olanbel, Belgeleri Derleyen: Fuat Çelik, Aydınlatma Yönetmeni: Erol Batıbeki, Yardımcıları: Ahmet Gürkonak, Metin Erdoğan, Set Teknisyenleri: Necmettin Çobanoğlu, Ekrem Ülger, Nejdet Buvan, Bedri Uğur, Baki Soğukpınar, Laboratuar Şefi: Erkan Akad, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Montaj Şefi: Öz-demir Arıtan, Afiş Tanıtma resimleri: Uğurcan, (Acar Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Tarık Akan (Şivan), Melike Demirağ (Berivan), Tuncel Kurtiz (Hamo), Şener Kökkaya (Çerçi), Levent İnanır (Sülo), Savaş Yuttaş (Sıddık), Yaman Okay (Çoban Abuzer), Erol Demiröz (Necirvan), Meral Niron (Sülo’nun karısı), Güler Ökten (Sıddık’ın eşi) Fehmi Yaşar, Göktürk Demirezen, Şuayip Adlığ, Turgut Okutman, Gülten Kaya (Hayat kadını), Ekrem Erkek (Kadın Satıcısı), Resmiye Yılmaz, Cemile Tolon, Zeliha Bakan, Cevahir Civelek, Levent Yalman, Necmettin Çobanoğlu,

KONU: Tepelerden köye doğru inen üç atlı görünür. Necirvan, Baran ve Ravni Halilan aşiretine mensup üç kardeştirler. Yıllardan beri aralarında kan davası olan Veysikan aşiretinden Şivan'la evli kız kardeşleri Berivan'ı görmek, onunla konuşabilmek amacındadırlar.

Köye indiklerinde kan düşmanları Şivan'la karşı karşıya gelirler. Necirvan barış yanlısıdır, geçmişteki acılara son verip barış istemektedir. Şivan'ın da barışçıl ve insani bir yanı olmasına karşın karısı Berivan'ın kardeşleriyle konuşmasına izin vermez. İzin verse de Berivan konuşmaz. Çünkü Berivan hastadır, üçüncü çocuğu da ölü doğduktan sonra dili tutulmuştur.

Şivan'ın babası, Veysikan Aşireti'nin reisi Hamo, oğluyla Berivan yüzünden sürekli çatışma halindedir. Hamo'ya göre Berivan, Veysikan'lara uğursuz gelmiştir ve lanetlidir. Yine bir tartışma sırasında büyük bir öfkeyle Şivan'ın üzerine yürür, tekme tokat yere yıkar Şivan'ı. Şivan sesini çıkarmaz, Hamo babasıdır, atasıdır, onun karşısında boynu kıldan incedir. Olanları uzaktan ve sessizce izleyen Berivan ağlayamaz da, gözyaşlarını içine akıtır sessizce.

Hayvancılıkla geçinen ve göçebe bir aşiret olan Veysikan'ın Reisi Hamo, 520 koyunu Ankara'ya götürme hazırlığı içindedir. 350 koyunun parasını da celepten peşin almıştır zaten. Kalan 150 koyunu da hayvan pazarında satarlarsa kışı geçirmeleri kolaylaşacaktır. Veysikan'ların son şansıdır bu. Hayvancılık artık eskisi gibi değildir, gitgi-de gerilemektedir. Hamo'nun hayvanları Ankara'ya indirebilmesi için Şivan'a ihtiyacı vardır. Ancak Şivan'ın bir isteği vardır, karısını da Ankara'ya götürecek ve Ankaraya indikten sonra da iş arayıp orada kalacak, geriye dönmeyecektir. Hamo delirir bu talep karşısında, bağırır, çağırır ama ne yazık ki Şivan'a da ihtiyacı vardır.

Koyunlar istasyona indirilir, kiralanan vagonlara çobanların da yardımıyla doldurulur. Ambar şefinden müdürüne, makinistine varana kadar tüm istasyon ve yol görevlileri kurbanlık için birer koyun isterler Hamo'dan. Hatta birer koyunu az bulan makinistler, yolda ani frenler yaparak birbiri üzerine yığılan hayvanlara zarar verirler.

Bazı koyunların ayaklan ve kaburga kemikleri kırılmıştır. Yolculuk boyunca hırsızlıklar da olmuş ve bazı koyunlar çalınmıştır. Hamo tüm bu talihsizlikleri hiçbir günahı olmayan Berivan'a yükler. Çünkü Berivan uğursuzdur, Veysikan'ların başına bela olmuştur.

Vagonlardan indirilen koyun sürüsü, çobanların gözetiminde Ankara’nın ana caddelerinden geçirilip konaklama yerine getirilir. Berivan, Şivan'ın sırtındadır. Sürüden ayrılacaktır Şivan. Babasından para ister. Berivan doktor, kendisi de iş bulmak umuduyla Ankara'da bir inşaatın bekçiliğini yapan hemşerisi Sıddık’ın yanına sığınır. İnşaatın bir odasında kansı ve oğluyla yaşayan Sıtkı, Şivan'a iş arar, onları doktora götürür. Berivan, kendini muayene etmek isteyen doktora sırtını açmaz, doktor kızar ve yalnızca reçete yazıp gönderir.

Şivan bir sabah uyandığında karısının nefes almadığını görür. Berivan ölmüştür. Ağlar, dövünür. Ardından celeplerin yanındaki babası Hamo'nun yanına gider, Berivan'ın öldüğünü haber verir, Berivan'ın cesedi memleketine götürülecektir. Bu nedenle de Hamo'dan para ister. Ama Hamo hain ve umursamazdır. Hiçbir tepki göstermez. Şivan, "Sen bir delisin, sen bunak bir ihtiyarsın, bu kadar vicdansız bir adama baba diyemem artık," deyip isyan eder. Celeplerin yanındaki bir adam araya girer, teskin etmeye çalışmak yerine küfür eder o da. Şivan bir anda delirir, adamın boğazına sarılır. Boğulmak üzere olan adamı elinden almak için oradaki herkes Şivan'ın üstüne saldırır. Tekmelerle ağzı burnu kan içinde kalır. Polisler gelip Şivan'ı tutuklarlar. Adam ölmüştür çünkü.

Bu, Veysikan aşiretinin çöküşüdür. Hamo, küçük oğlu Sülo'yla Ankara caddelerinin kalabalığı içinde yenik ve amaçsızca yürür. Bir ara arkasına baktığında Sülo yoktur. Kaçmıştır. Hamo koca kentte tek başına kalmıştır. Kalabalığın içinde yayladaymış gibi, "Süloooo... Süloooo..." diye bağırıp oğlunu aramaktadır. Kentin yoğun trafiği içinde, arabaların, insanların içinde kaybolup gitmiştir Sülo.(Agah Özgüç, “Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney)

ÖDÜL:
29. Uluslararası Berlin Film Festivali'nde (1979),
Katolik Film Organizasyonu Jüri Özel Ödülü,
Protestan Film Jürisi Ödülü.

Sinema Yazarları Dernegi'nin 1979- 1980 Mevsiminin En İyi Filmleri Seçimi'nde:

► Sürü “iyi film',
► Zeki Ökten 'en iyi yönetmen'
► Yılmaz Güney 'en iyi senarist',
► İzzet Akay 'en iyi görüntü yönetmeni'
► Zülfü Livaneli 'en iyi müzik',
► Tarık Akan 'en iyi erkek oyuncu',
► Melike Demirağ 'en iyi kadın oyuncu',

32. Locarno Film Şenliği'nde (1979-lsviçre) 'en iyi film Altın Leopar,
► Melike Demirağ (Rebecca Horn'la birlikte) 'en iyi kadın sanatçı',
► Yılmaz Güney 'özel mansiyon',

10. Antwerp Film Festivali'nde (1979-Belçika)
Belçika Kraliyet Film Arşivi Ödülü ile Büyük Ödül.

Londra Film Festivalinde (1980)
En Özgün ve Yaratıcı Film,

Rotterdam Film Şenliği'nde (1980-Hollanda) Film Eleştirmenleri seçiminde ilk üç filmden biri,

Valencia Film Festivali'nde (1980-lspanya) Büyük Ödül.

Belçika Film Eleştirmenleri'nin seçiminde (1980) Büyük Ödül.

* Yılmaz Güney'in 1972-1973 yıllarında Selimiye'deki hapislik günlerinde kaba hatlarıyla yazdığı öykü, Tunç Okan tarafından kendi şirketi adına çekilecek ve Berivan rolünü de Türkan Şoray oynayacaktı. Öykünün senaryosunu Yılmaz Güney yazacak, filmi de Tunç Okan yönetecekti. Ancak bir anlaşmazlık nedeniyle Okan'ın çekimi gerçekleşmedi. Yıllar sonra Güney, öykü üzerinde bazı değişiklikler yaptı. Sonra da İzmit cezaevinde ayrıntılı bir biçimde Sürü'nün senaryosunu tamamladı. Kendi şirketi için çekilen filmin yönetmelik görevini de Zeki Ökten'e verdi. Güney, filmin kaba kurgusunu, seyyar bir göstericiden Toptaşı Cezaevi'nde, tümüyle tamamlanmış halini de İmralı Yarı Açık Cezaevi'nde izledi.

Sürü 1979 da Balkan Film Şenliği’ne katıldı. Dönemin TRT Genel Müdürü Cengiz Taşer, Ağıt filminin televizyonda gösterimini yasaklayınca, Yılmaz Güney, birbiriyle bağlantısı olmayan yanlış bir kararla, Sürü'yü Balkan Film Şenliği'nden çekti. Güney'in bu tavrı haklı olarak yoğun bir eleştiri aldı. Sürü'nün Kadıköy Süreyya Sinemasındaki gösterimi sırasında (17 Nisan 1979) bir saatli bomba patladı ve bazı seyirciler yaralandı. “

► Aşiretin reisi Hamo Ağa, kan davalı oldukları bir ailenin kızı Berivan'la evlenen oğlu Şivan'la pek anlaşamamaktadır. Üç doğum yapan ve üç bebeğini de kaybeden Berivan hiç konuşmaz, hastalığı nedeniyle dili tutulmuştur. Şivan, babasının sevmediği, aşirete uğursuzluk getireceğine inandığı karısından vazgeçmez. Aile, koyun sürüsünü yük vagonlarına yükler. Koyunların Ankara'da satılması için trenle yola çıkılır...

Aşiret içi ilişkileri tanıdığımız ilk bölüm, tren yolculuğu ve finaldeki Ankara serüveniyle, belli başlı üç bölümden oluşan Sürü, baştan sona destansı anlatımın tutturulduğu, gösterildiği uluslararası festivallerde de büyük başarı kazanıp sinemamızı temsil eden bir film. Etkileyici vahşi doğa manzaralarıyla başlayıp, sinema tarihindeki ilginç ve verimli mekanlarından biri olan trenin de ustalıkla kullanıldığı Sürü, başkent Ankara'ya varılmasıyla birlikte bir kez daha tempo kazanıyor, Berivan'ı yanına alan Şivan'ın aşireti terk etmesiyle birlikte öykü sanki bir başka mecrada akmaya başlıyor. Caddelerinde politik cinayetlerin işlendiği, insanların bencilleştiği, her koyun kendi bacağından asılır anlayışının yavaş yavaş egemen olmaya başladığı bir Türkiye'den kesitler aktarıyor Ökten, yoğun karamsarlık içinde. Hamo Ağa'nın, Şivan'ın tüm umutları Ankara'ya gömülüyor. Berivan da... Daha tren yolculuğunun ilk anlarından başlayarak, "İnsan insanın kurdudur" sonucu çıkıyor Güney-Ökten işbirliğinden.

Tuncel Kurtiz, Tarık Akan, Melike Demirağ başta olmak üzere tüm oyuncu kadrosunun alkışlanacak performanslar sergilediği, İzzet Akay'ın görüntü, Zülfü Livaneli'nin müzik çalışmasıyla da başarısını katlayan Sürü, Locarno Film Festivali'nde en başarılı film seçilmiş, Melike Demirağ En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü'ne değer görülmüştü. www.europeanfilmfestival.com”

► Sürü, Doğu Anadolu'nun bağrından kopup gelen bir büyük fırtına, bir önünde durulmaz rüzgar, bir acı çığlık, bir vahşi senfoni gibi insanı alıp götürüyor. Her türlü direnişi, ön veya art yargıyı, eleştirme çabasını, yaklaşım belirsizliklerini veya retorik tartışmalarını göğüsleyen, göğüslemeye yeterli bir sinema karşısın-dayız…

Sürü çok değişik planlarda gelişen, zengin dokusunda çok çeşitli malzeme taşıyan, çeşitli yaklaşımlar gerektiren bir film... Nereden başlamalı? Filmin en önemli bir yanı, çok iyi çalışılmış bir senaryonun ana kaynağını oluşturduğu bu zenginlik.Yılmaz Güney (yazar Yılmaz Güney, ozan Yılmaz Güney, ülkesini, halkını onca iyi tanıyan gözlemci Yılmaz Güney), Berivan'la, Şivan'ın öyküsü çevresine bir dolu zenginlik serpiştirmiş.... Sinemamızdaki tek boyutlu, tek-çizgili öykülere kıyasla nasıl bir zenginlik bu!...

Öykünün/filmin en önemli, en anlamlı kişisi kuşkusuz Hamo Ağa. Bu yaşlı Kürt beyi, film boyunca insanı iten, tedirgin eden acımasızlığını, hoşgörüsüzlüğünü, insan sevgisizliğini kişisel (psikolojik) değil, ekonomik nedenlerden alıyor. Düzenin sarsıldığını, ayaklarının altından yerin kaydığını duyuyor Hamo... Gideni dur-durmaya, olaylara (eskisi gibi) egemen olmaya çabalıyor. Bu umutsuz çaba, onu zalim kılıyor, kötü kılıyor, insafsız kılıyor. Hamo'nun kötülüğü anlam kazanıyor, temsil gücü kazanıyor, boyutlanıyor...
Ve Sürü, edebi yapısıyla sinemasal çalış-masıyla, anlatımıyla, yerel öğelerin, ça-dırların, giysilerin, türkülerin, sazların kulla-nılmasıyla şaşırtıcı, sarsıcı, destan boyut-larına ulaşan ve destansal anlamında epik bir sinema olup çıkıyor. Diyalektiğini son derece sağlam kurmuş, temelde akılcı, ama seyircisine seslenen yanını, görsel yanını, sinemasal yanını, kimsenin ilgisiz kalamayacağı epik bir yapıya oturtmuş bir film... Güney'in öyküsünden Zeki Ökten'in olağanüstü çekimine, İzzet Akay'ın görüntülerinden Zülfü Livaneli'-nin müziğine, Tarık Akan, Melike Demirağ, Tuncel Kurtiz'in başrollerindeki birbirinden güzel oyunlarından yan rollerdeki tüm oyuncuların sağlam kompozisyonuna dek, herkesin başarılı olduğu tam bir ekip çalışması... Sürü, sinemamızdan kuşkusuz uzun zaman sürecek, konuşulacak ve tartışılacak izler bırakarak geçip-gidecek...(Atilla Dorsay Yıl-maz Güney Kitabı, Sayfa 159)

* CHP ağırlıklı hükümetin programına ilk kez, “Devlet, Türk film sanatının ve sanayinin sağlıklı bir biçimde ve kısa sürede geliştirilmesine ve dünyaya açılmasına yardımcı olacaktır” diye sinemamızla ilgili bir kayıt eklemesine karşın, Dışişleri Bakanlığı filmin “Türkiye’yi yurt dışında kötü tanıttığı” gerekçesiyle yurtdışına gönderilmesine karşı çıkmıştır.

Bu yetmiyormuş gibi sosyalist ülkelerden birinde düzenlenen bir Türk filmleri haftasına gönderien filmlerimizin sosyal içerikliğinden rahatsız olan büyükelçimiz, Türkiye’ye bu filmler aleyhinde rapor yazarak yırtdışında düzenlenen haftaların engellenmesini sağlamıştı. “Artun Yeres, “Sakıncalı 100 film”

► Sürü edebi yapısıyla, sinemasal çalış-masıyla, anlatımıyla, yerel öğelerin ça-dırların, giysilerin, türkülerin, sazların ,kullanımıyla şaşırtıcı, sarsıcı destan boyutlarına ulaşan ve destansal anlamında "epik" bir sinema olup çıkıyor. Diyalektiğini son denli sağlam kormuş, temelde akılcı, ama seyircisine seslenen yanının, görsel yanını, sinemasal yanını, kimsenin ilgisiz kalmayacağı epik bir yapıya oturtmuş bir film ... Güney'in olağanüstü çekimine, İzzet Akay'ın görüntülerinden Zülfü Livaneli'nin müziğine, Tarık Akan, Melike Demirağ, Tuncel Kurtiz'in başrollerdeki birbirinden güzel oyunlarından yan rollerdeki tüm oyuncuların sağ-lam kompozisyonuna dek, herkesin başarılı olduğu tam bir ekip çalışması... (Atilla Dorsay - Cumhuriyet: 9 Mart 1979)

► “Sürü" ülkemizin en önemli toplumsal ve insani sorunlarından birini, gayretli ve dürüst bir tutumla sinemaya getiriyor. Sanatsal yönünü yer yer zedeleyen teknik yetersizliklere rağmen ele aldığı konunun ciddiyeti ·Sürü"ye Türk sineması içinde saygıdeğer bir yer kazandırıyor. (Halit Refiğ - Milliyet)

► "Sürü" boyutları ve değeri bakımından üzerinde derinlemesine durulması gereken bir filmdir. Belleğimizden kolay kolay silinmeyecek sahnelerle dolup taşıyor çünkü. Yılmaz Güney'in; sinemasal ve insancıl dünyasını bize yeniden sunuyor çünkü. Yani bir Tarık Akan'ı, kusursuz oyunu ile bir Melike Demirağ'ı, bir Tuncel Kurtiz'i vurucu görüntüleri, mekanları ve müziği ile, Yılmaz Güney'in bir senaryosunu gereği ile değerlendirmek her yönet-menin. işi değil ama bu kez sonuç ortada. Zeki Okten ve tüm ekibi bunu başarabildiler. (Giovanni Scognamillo – Hey Mecmuası)

► Sürü, bana hep mucize bir film gibi gelir. Her
 şeyden önce. yapım şartları açısından imkansız bir proje; her tür fiziksel olanaktan ve dahi özgürlüğünden yoksun bir sinemacının, bir filmi yoktan yar etmesinin hikayesidir, "Sürü"nün çekim serüveni. Ve yılmaz Güney'deki yaratıcılık cevherinin nadide bir örneği, aynı zamanda.

Bırakın prodüksiyon olanaklarını, senaryosu bile imkansız koşullarda yazılmış bir film. Yılmaz Güney, bazı söyleşilerinde cezaevinde yazmanın zorluklarına de-ğinmişti. 70'ten fazla kişiyle paylaştığınız bir koğuşta, kafanızın içinde bir dünya yaratmaya ve bunu tüm ayrıntılarıyla kağıda dökmeye çalıştığınızı düşünün! Hele de Yılmaz Güney gibi kimsenin sevgisini esirgemediği , selam sabahı eksik etmediği popüler bir mahkumsanız ...

"Yol" için en azından şöyle bir durum vardı: Güney, aynı koğuşu paylaştığı insanların hikayesini yazıyordu. Onları gözlemliyor, gözlemlerini bir şekilde ka-rakterlerine yansıtıyor, yaşadığı ortamla içli dışlı bir senaryo kuruyordu. Gelgelelim "Sürü"deki gibi, içeride olup da 'dışarıyı' bu kadar iyi yansıtan bir hikayeyi etleyişini... üstelik en ince detayına kadar plan plan tasarlamak için kafasının içindeki-lerle baş başa kalması, aylarca hikayesiyle yatıp kalkması gerekirken; Güney, o kalabalık içinde kendi başına kalmakta nasıl zorlandığını, koğuş arkadaşlarının yakın ilgisinden kimi zaman ne kadar bunaldığını, dili döndüğünce bunu arkadaşlarına anlatmaya çalıştığım, hepsinin de durumuna üzülüp zerre kadar üstlerine alınmadığını anlatır. Umarım gün gelir, bu koşullarda çalışan bir yönetmenin hikayesi de filme çekilir".

Sonunda ortaya öyle bir film çıkmıştır ki, belli bir coğrafyanın belli bir yöresinde yaşayan insanların alabildiğine gerçekçi öyküsünü anlattığı için değil, bunu son derece evrensel bir destana dönüştürebildiği için günümüze kadar dimdik ayakta kalabilmiştir. Öyküyü kısaca hatırlayalım: Hamo, doğuda hayvancılıkla geçinen göçer bir aşiret reisi. Oğlu Şivan, kan davalı oldukları bir ailenin kızıyla, Berivan'la evlidir ve babasına rağmen onunla evlenmiştir. Bu üç karakter, koyunlarını satmak üzere trenle Ankara'ya doğru yola çıkarlar ... Bu sade görünen hikaye ve ana damarını oluşturan tren yolculuğu, detaylarla öylesine zenginleşir ki, bir görüntü bin kelimeye bedel sözünü hatırlatır sık sık Filmin bir yerinde, Hamo'nun traktöre bakarkenki yüz ifadesini ve kafa karışıklığını hatırlayın. Ya da Ankara'yı gösteren birkaç genel planın nasıl özenle seçildiğini. .. Finalde, arka arkaya gösterilen banka tabelalarının tek başına pek çok şeyi öz Sürü", evet Türkiye'nin hikayesi. Ama sadece 70'lerin Türkiye'sinin değil, günümüz Türkiye'sinin de hikayesi; günümüze kadar gelen sancıların, çelişkilerin özeti gibi. Feodalite ile modernleşme, geleneksellik ile çağdaşlık, cehalet ile aydınlanma, yoksulluk ile varsıllık arasında sıkışıp kalmış bireylerin ye onları öğütüp duran sistemin hikayesi. Ayrıca sadece Türkiye'nin değil değişim karşısında bocalayan, yaşamın dişlileri arasında ezilip giden 'küçük' insanların hikayesi bu. Bu evrensel ruhun ölmediğine dair taze bir örnek: 2007’nin Cannes Film Festivali'nde gösterilen en güzel filmlerden biri.

Yapıldıktan 30 yıl sonra bile filmi her izleyişte insanın tüylerini diken diken yapan şey bu evrensel özü olsa gerek 'Bile'si bile fazla; gerçekte "Sürü"yü tam da bugün izlemek ve izletmek lazım, özellikle yeni kuşaklara. Her ne kadar, Yılmaz Güney’in bir nebze aydınlatmaya çalıştığı o karanlığa gözünü açmış, orada doğup büyümüş 12 Eylül çocuklarının idrak yeteneğine ve sinema kültürüne dair kesif bir karamsarlık beslesem de ... (Necati Sönmez) “SİYAD, “40 Yılın Serüveni”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder