27 Mart 2020 Cuma

ASILACAK KADIN (1986)

Senaryo ve Yönetmen: Başar Sabuncu (Pınar Kür’ün romanından)
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Yapım: Un Yardımcısı: Faruk Turgut, Kurgu: Mevlut Koçak, Çevre Düzeni Giysi: Gülsün Karamustafa, Müzik: Attila Özdemiroğlu,

Not: Asılacak Kadın"; "Kupa Kızı" (1985) ve "Kaçamak" (1987) ile beraber, iç hesaplaşmaları oluşturan "üçleme"nin ikincisi.

Oyuncular: Müjde Ar, Yalçın Dümer, İsmet Ay, Güler Ökten, Haldun Ergüvenç, Can Kolukısa, Gülsen Tuncer, Gökhan Mete, Zihni Küçümen, Gül Vergon

Konu: Annesi ve üvey babasıyla birlikte İstanbul'a gelen Melek (Müjde Ar), yaşlı bir hanıma hizmet etmek üzer'e bir zengin evine yerleştirilir. Aile baskısı altında büyüyen Melek, boynu bükük, ama duygulu bir genç kızdır. Bir gün yaşlı kadın ölür. Melek evine dönmek ister. Ama ölen kadının yaşlı oğlu Hüsrev (İsmet Ay) genç kızın gitmesini engelIer. Hüsrev, dengesiz ve gizli sapık eğilimleri olan yitik bir adamdır. Gençlğinde yurt dışından getirdiği bir yabancı kadını, annesinin bazı anlaşmazlıklar nedeniyle evden göndermesi, yaşamındaki en büyük acıyı oluşturur. Ve aşkını yitirmenin acısını üzerin-den atamayan Hüsrev, Melek'e fetiş tutkularla yaklaşır. Ona, geçmişte kalan eski sevgilisinin elbiselerini giydirir. Ama iç çamaşırı giymesini istemez... Tüm bu garip arzuların tutsağı haiine gelen Melek, Hüsrev'e boyun eğerek onunla evlenmek zorunda kalır. Hüsrev iktidarsız, Melek bilinçsizdir... Hüsrev, evine getirdiği erkeklerle Melek'i zorla seviştirip, onları izler... Melek'i çocukluğundan tanıyan Emsal kalfanın oğlu Yalçın (Yalçın Dümer), tatil için geldiğinde bu evlilik onu şaşırtır. Melek'e gizli bir zaafı olan Yalçın'a arkadaşları, tüm bu olayları anlatırlar. Yalçın, bu korkunç ilişkilerin doğruluğuna inanmaz, ama bir süre sonra gerçeği kendi gözleriyle görür. Üstelik, o da daha sonra Melek'le kocasının önünde sevişecek ve ona aşık olduktan sonra Hasrev'i av tüfeğiyle öldürecektir... Delikanlının amacı, Melek'i bu çirkefin içinden çıkarıp kurtarmaktır ama...”Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 2. cilt , syf, 253 ”

NOT: Film, genel ahlak, örf ve adetlerimize ve milli kültürümüze uygun olmadığı gerekçesiyle, sansür kurulu tarafından tümüyle reddedildi.

Eleştiriler:

Ø  Pınar Kür’ün romanından aktarılmış. Sansür Kurulu ahlaksızlığın sergilenmesine değil, yargılanmasına da karşıdır. Tümüyle reddedilen filmin gerekçesi: "Genel ahlak, örf ve Adetlerimize ve milli kültürümüze uygun olmadığıdır. Danıştay kararıyla gösterim izni alan film, çocuk yaştaki genç karısını gençlere peş-keş çekip onları izleyen sapık eğilimli bir kocayı anlatır. Önce hizmetçisiyken sonra karısı olan Melek bilinçsiz, yaşlı kocası ise iktidarsızdır. Bu evlilik sırasında Hüsrev ‘in bilinçaltında gizlediği tüm tutkuları ortaya çıkar. Ve Hüsrev (İsmet Ay) sonunda, karısıyla seviştirdiği delikanlı tarafından öldürülür. Melek rolündeki Müjde Ar, yaş itibarıyla oynadığı tipe biraz ters düşüyorsa da profesyonelce yaklaşımıyla işi kıvırmasını biliyor. Ama filmin asıl öne çıkan oyuncusu iktidarsız koca rolündeki İsmet Ay. Ürkütücü, ra-hatsız edici bir konu belki,ama müstehcenlik tuzağına düşmeden, Gülsen Tuncer Sabuncu' nun cinselliği sorgulayan, ahlaksızlığı yargılayan bir edebiyat uyarlaması Sabuncu' nun dikkatli çabalarıyla kurtarılmış önemli bir film

Ø    Başar Sabuncu'nun "Asılacak Kadın"ı, önemli, başarılı, çağdaş bir filmdir. Ne görüntü olarak, ne de öz olarak hiçbir biçimde "müstehcen" olmayan bir filmdir. Filmde gösterilenler, gözü hiçbir biçimde rahatsız edecek türden olmadığı gibi (Müjde Ar'ın en "örtülü" fılmi sayılabilir bu), gösterilen sağlıksız ilişkiler açık biçimde kınanmakta, yargılanmaktadır. Filmde gösterilen karısını, şuna buna peşkeş çeken iktidarsız koca ve bundan bin kat beteri haberler her gün gazetelerimizin sayfalarında arzı endam etmiyor mu? Türlü çeşitli ahlaksızlıkların mantar gibi bittiği bir sosyo-ekonomik ortamda bunları ele alıp bir sanat eseri düzeyinde işleyen bir filmi yasaklamakla ne düzelecek? (Atilla Dorsay, Asılacak Kadın, yakılacak film mi?)

Ø    Pınar Kür'ün "Asılacak Kadın" romanı ne denli yoğun ve ilginç bir malzeme içeriyormuş!.. Anlatılan öykünün "çok boyutluluğu gerçekten şaşırtıcı... Bir tutku hikayesi bu öncelikle. Delikanlı Yalçın'ın, ana babasının kahya olarak çalıştığı yalının "besleme"si köy kızı Meleğe olan ölümcül tutkusu... Bir cinayet filmi: Yalçın, Melek uğruna, onun sapık ve iktidarsız kocası Hüsrev'i öldürerek elini kana bulamaktan çekinmeyecektir... Geriye dönüşler, anılar, anımsamalarla Hüsrev'in geçmişini canlandıran bir geçmişe dönüş, bir nostalji filmi: Hüsrev, ilk karısı, güzel Fransız kızı Josette'i de bu yalıya getirmiş, onunla antika eşya ve gramofonda çalan "J' Attendrai" şarkısı eşliğinde zarif biçimde dans etmiş, yine aynı yalıda, onun bir türlü erişemediği bedenini genç, güçlü erkeklere peşkeş çekmekte de duraksamamış değil midir?

Bir uygarlıklar, toplumsal sınıflar çelişkisi gözlemi: Boğaz'ın karşı kıyısındaki, bir zamanlar kuşkusuz bakımlı, görkemli, ama şimdi biraz kendi haline, yazgısına terk edilmiş yalı, yok olan, göçüp giden uygarlığımızın simgesi değil midir? O yalıda kocasının ve geçmiş günlerin hayaliyle yaşayıp gitmiş olan büyükanne, oğlu Hüsrev'in sapıklıklarını, soyluluğun "dekadans"a dönüşmesinin kaçınılmazlığını bilen her gerçek soylu gibi sineye çekerken, "emaneten" getirilip bırakılan yeni yetme besleme Melek kıza da, tüm ailesinin kuşaklar boyu davrandığı gibi davranmaktan geri kalmayacaktır: Saçlarını kestirip, giysilerini yaktırıp, içinde para ve değerli eşya saklanan dolapları açtırırken ona arkasını döndürerek!... Ve çökmekte olan eski yalı, yine çökmekte (yoksa çoktan çökmüş mü?) olan bir sınıfın, bir yaşam biçiminin, yeni gelen başka bir sınıfın gencecik, "cahil", temiz bir delikanlısı tarafından şiddet yöntemiyle yok edilmesinin korkunç, kanlı ve trajik öyküsüne mekan olacaktır... Olayların odak noktası olan, çevresindeki aşk, ölüm ve istek dansından hiçbir şey anlamayan, yazgısının kendisini getirip eli kolu bağlı teslim ettiği noktada tam anlamıyla acınacak bir teslimiyet içindeki Melek, erkeklerin yazıp yönetip başrolleri oynadığı bir senaryoda kendisine empoze edileni yapmakla yetinir. Onu ve bu garip dramın gerçek yüzünü anlamak çabasındaki kadın yargıç ise, erkek meslektaşları tarafından küçümsenmekten ve "Kadından yargıç olmaz, olursa böyle olur" suçlamasına uğramaktan kurtulamayacaktır…

Asılacak Kadın", konu sıkıntısı çeken sinemamız için zengin, yeni, özgün bir hikaye, Çeşitli yönlerde gelişen ve insanı değişik etki alanları içine alan bir film... Başar Sabuncu, öncelikle senaryo aşamasında işi oldukça iyi çözümlemiş, kimi yerleri es geçip kimilerine "daha bir ağırlık vererek, yapısı sağlam, bir bulmaca gibi her şeyin yerli yerine oturup birbirini bütünlediği bir senaryo oluşturmuş... Ah, senaryoların (hele son dönemin en iddialı filmlerinde) öylesine döküldüğü bir ortamda, bu insanı nasıl sevindiriyor bilemezsiniz!..

Anlatım yönünden ise, Sabuncu, genelde kısa planlardan oluşan, olayları ve kişileri derin biçimde irdelemeyi değil, en vurucu öğeleri, gelişmeleri vurgulamayı gözeten bir anlatım seçmiş... Ancak yer yer çok özenli, usta işi mizansenler de hazırlanmış... Kimi zaman, sabit bir kameranın önünde kişileri bir geometri düzeniyle hareket ettirerek: Başlarda karakoldaki bölümlerde olduğu gibi... Kimi zaman ise kamerasını yumuşak hareketlerle kişilere doğru ve kişilerin arasında kaydırarak...

Sabuncu'nun sineması, sonuç olarak bize hikayeyi çok iyi gözetiyor, çok iyi görselleştiriyor gibi geldi... Ve film, bizde kimi Avrupalı ustaların sinemasının tadı-na benzer bir tat bıraktı... "Soyluluğun çöküşü" ile Visconti, "Burjuvazinin gizli günahları" ile Bunuel (özellikle "Tristana" ve "Gündüz Güzeli"), cinselliğin sapkınlığı ve ölümcüllüğü ile Pasolini, "Asılacak Kadın"dan hiç de uzak değil... Üstelik yerli, bizden bir yapıta dayanarak yapılmış bir filmde bu evrensel referanslar, bir yönetmen için ancak iltifat sayılabilir...

Evet, "Asılacak Kadın", birkaç konu, tema, mekan çerçevesinde sıkışıp kalmış gözüken sinemamıza yeni, özgün, cüretli temalar getiren, insan kişiliğini, bilinç altını, cinselliğini, toplumsal bir çerçeve içinde özgün biçimde ele alan, belki gerçek bir "burjuva sineması"nın ülkemizdeki ilk örneklerinden... Müjde Ar ve İsmet Ay'ın oyunları bir harika... Özellikle İsmet'in rolünü böyle oynayabilecek başka bir aktörün sinemamızda kolay bulunacağını sanmıyorum. Başta Güler Ökten ve Can Kolukısa, tüm ikincil roller de çok iyi oynanmış. Yalçın Dümer'i ise sinemamız için yeni bir umut olarak görüyorum...

Evet, ağzınızda buruk bir limon tadı kalmasına aldırmayanlardansanız, "Asılacak Kadın"ı görün derim. “Atilla Dorsay, 12 Eylül Yılları ve Sinemamız” “Bir Burjuva Sineması Örneği” syf, 318)

► Başar Sabuncu'nun, Pınar Kür'ün aynı adlı yapıtından sinemaya uyarladığı Asılacak Kadın uzun süre sansürle cebelleşip Danıştay kararı ile aklandıktan sonra, ancak mevsim sonunda seyircinin karşısına çıkabildi. Sansürün bazı yapıtlara —hele hele muzır olayından sonra yerleşik ahlak anlayışını değişik şekilde yorumlamaya çalışanlara— ne denli hoşgörüden yoksun, çağ dışı bir anlayışla yaklaştığını sanırım söylemeye hiç gerek yok. Her şeyin hızla değiştiği ya da değişmeye yöneldiği günümüz Türki-ye'sinde, 1930'lardan kalma eskimiş ve köhnemiş bir nizamnameye yaslandırılmış bir kaç gerekçe ile sanat eserlerini yasaklama, gösterimden men ederek tümüyle ortadan kaldırma işleminin hiçbir değişime uğramadan bir nazar boncuğu örneği korunması ise işin bir diğer üzücü yanı. Ama her üzücü olay, küçük çapta da olsa ardından sinemamız adına kimi sevindirici şeyler getiriyor: Örneğin, iki üç yıl öncesine kadar kitaplar serbestçe okunur, bu kitaplardan oluşturulan filmler yasaklanır, ya da daha senaryo aşamasında reddedilirdi. Günümüzde ise kitaplar yasaklanıyor, bu kitaplardan uyarlanan filmler —Danıştay kararı ile de olsa— gösteriliyor. Tabii dileğimiz hiçbir sanat yapıtının çağdışı gerekçelerle yasaklanmaması... Hele hele, sinemamıza oldukça hatırı sayılır malzeme veren çağdaş yazarlarımızın yapıtlarına dokunulmaması... Sanırım "yasaklar curcunası" içinde cebelleşen bir toplumda bunu istemek fazla iyimserlik olmasa gerek...Sansür, Danıştay, yasaklar ve kitaplar bir yana, Sabuncu Asılacak Kadın''da ne anlatıyor? Neler anlatmıyor ki... Öncelikle yönetmen, elindeki malze-meyi bazı içerik noksanlıklarına karşın, sinemamızda şimdiye dek pek görme alışkanlığını elde etmediğimiz bir biçim, ayrıntı zenginliği içinde, baştan sona titiz bir sinema ile perdeye yansıtıyor. Asılacak Kadın, kimi yönleriyle gotik özellikleri içeren bir korku filmi türünde, kimi yönleriyle ise, bir tutku, bu tutkunun oluşturduğu bir gerilim ve hepsinden öte alışılmamış bir cinsellik anlayışını kişilerin psikolojik yapılarını didik didik ederek ayrıntı zenginliği ile ortaya koyan bir film de... Tüm bunlara, artık iyiden iyiye çürümüşlüğün içine itilerek yok olmanın eşiğine gelen konak eskisi kişilerin varlığı ile sınıfsal bir yaklaşım düşüncesini de ekleyebiliriz. Her filmiyle değişik bir atmosfer yaratmanın üstesinden gelebilen Başar Sabuncu, Asılacak Kadın'in böylesine yoğun malzemesi içinde, çok küçük yaşlarda anne babasını yitirmiş küçük bir köylü kızın hiçbir şeyden habersiz gelişip trajik bir biçimde noktalanan öyküsünü anlatıyor. Üvey anne-babasının yoksulluk gerekçesi ile besleme olarak bir başkalarına sattıkları küçük Melek, daha sonraları alışamadığı ve anlayamadığı bir yaşam biçimi, insan ilişkileri içinde buluyor kendini: İnatçı, acımasız ve adam kullanmaya alışık buyurgan bir büyük anne ve de onun yarım kalmış bir ilişki yüzünden dış dünya ile iletişimi bütünüyle kopmuş marazlı yetişkin oğlu Hüsrev... Melek'le aynı yazgıya sahip oldukları halde, çıkar ilişkileri nedeniyle çatışmaya yönelik evin kalfası da bu kişiler içinde yer alan bir diğeri... Böylesine ilişkiler içinde hiçbir şeyden habersiz Melek, önce büyük anne kalfanın acımasızlıkla yoğrulan ilişkilerinde sindirilecek, sonra da yıllarca önce iktidarsızlığı nedeniyle kendisinden daha güçlü ve "normal" erkeklere kaptırdığı Fransız sevgilisi Jozette'in anlaşılmaz düşleriyle yaşayan Hüsrev'in eşi olarak, başka erkeklere peşkeş çektirilecektir. Ta ki, kalfanın yeni yetme oğlu Yalçın gelinceye dek. Ama Melek; bilmediği, etrafındaki kişilerin kendisine yaklaşımları nedeniyle hiçbir zaman tanıma olanağı bulmadığı sevgiden öylesine uzaktır ki... Melek-'in her gece, eski efendisi, yeni kocası Hüsrev'in garip istekleri doğrultusunda, bir başka kimliğe bürünmek zorunda kalıp genç ve körpe bedenini başka erkeklere örseletirken, o bilmediği, tanımadığı ve hiçbir zaman da tanıma olanağı bulmadığı Yalçın'ın sevgisini yakalayabilmesi mümkün müdür? Melek'i, kendisine özgü yöntemlerle kurtarmayı amaçlayan Yalçın da bilir bunu. Ve sonunda iyiden iyiye çürümüş bir sınıfın karmaşık ve sapık cinsel fanteziler içinde tatmin olan son kalıntılarını ortadan kaldırarak hiçbir zaman var olmayan bir sevgiyi yakalamak ister. Sonuç ise, Melek'inki denli bir başka trajedidir…

 
Asılacak Kadın, kısaca özetlemeye çalıştığımız konusundan da anlaşıldığı gibi, değişik bir konu içinde başlayıp biten, sinemamız için yeni ve özgün sayılabilecek bir öykünün filmi. Öykünün tek boyutlu olmayıp çeşitli zenginlikler içermesi, yönetmene ayrıntı zenginliğinin yanı sıra, sinemamızda en çok gereksinimi duyulan atmosfer filmi yapma olanağını da getirmiş. Konuşkanlıktan (gevezelikten) oldukça arınmış diyaloglar, ölçülü mizansen ve kamera oyunları, filmin içeriği, bütünleşen müzik çalışması, çevre düzenlemesi, geriye dönüşlerle işlerlik kazanan sinema dili ve bunlar gibi birçok biçimsel öge, Başar Sabuncu ve ekibi tarafından sinemamızın olanaklarının elverdiği ölçüde en iyi şekilde kullanılıp değerlendirilmiş.

Başar Sabuncu, içerik olarak da bazı tabuları, alışılmış, bildik şeyleri yıkmış. Cinsellik konusuna, değişik sınıfların yaklaşımları ve bu konu etrafında odaklasan tavırlarıyla bir başka boyutluluk; nedenleri, kişilerin yaşam biçimleri ve geçmişleriyle ilintili olarak bir başka zenginlik getirmiş. Üstelik bunu bayağılığa kaçmadan, filmin yarattığı dünyaya ters düşmeden, olduğu gibi verebilmenin üstesinden de gelmiş…
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder