13 Mart 2020 Cuma

AYNA (1984)


Senaryo ve Yönetmen: Erden Kıral
(Osman Şahin’in “Beyaz Öküz” isimli öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni: Kenan Ormanlar
Müzik: Brynmor Jones
Yapım: Von Vietinghoff Film Produktion Gmbh-Berlin, Berlin Film on Four Internatıonal Londra ve ZDF (Alman televizyonunun 2. kanalı) ortak Yapımı

Oyuncular: Nur Sürer, Suavi Eren, Hikmet Çelik, Nikos Skiadas, Vasilis Tsaglos, Vera Deludi

Konu: Film Yunanistan'da çekilmiştir...Keto, Zeli'yi kaçırmış ev kurmuştur; Cercis Ağa'nın marabasıdır. Cercis Ağanın kardeşi Küçük Ağa bir süre sonra Zeli'nin yoluna çıkmaya başlar, olmadık yerlerde karşısına çıkar, gözlerini üzerine diker. Bir süre sonra Zeli'nin önüne para koyar, Zeli kaçar; daha sonra kovasına birkaç toka ve bir demet çiçek atar. Zeli durumu eri Keto'ya söyler, Keto bir anlam veremez, düşünüp, sonra yine para verirse almasına söyler. Küçük Ağa bu kez para ile bir cep aynası verir. Zeli aynayı kendisine saklar, parayı Keto'ya verir. Keto düşünüp taşınır, Cercis Ağadan Palu'ya gitmek için bir günlük izin ister. Küçük Ağa Palu'ya gitmişken siparişi ayakkabılarını getirmesini ister. Keto, yola çıkıyormuş gibi yapıp evine geri döner, yüklüğe saklanır, bir süre sonra Küçük Ağa gelir, Zeliye bir çıkın içinde hediye getirmiştir: Zeliye yanına gelmesini söyler, yaklaşır, Keto saklandığı yerden çıkar, Küçük Ağayı öldürür. Sonra damlarının altında bulunan Cercis Ağanın malı beyaz öküzün yattığı yere gömer. Palu'ya gider, ertesi gün köye dönerken , olayın duyulmuş olduğunu düşünmektedir: fakat böyle bir şey yoktur,

her taraf sakindir; yalnız Zelide bir dur-gunluk vardır. Bir kaç gün sonra Küçük Ağanın yokluğu fark edilir, önce çevre köylere haber gönderilir, sonra marabalar aramaya çıkar. Zeli ise günden güne değişmekte suskunlaşmakta, konuşmamaktadır. Zeli iş yapmamaya, yemek pişirmemeye baş-lar. Keto, Zeli’yi konuşmaya zorlar, ikna etmeye çalışır, bahar geldiğinde buradan gideceklerdir. Bir gece Keto, Zeli’yi iyice sıkıştırır... Zeli ise üzerine gelmemesini söyler, susar. Keto, Zeli ile Küçük Ağa arasında bir şeyler olmuş olacağı şüphe-sine kapılırsa da, üzerinde durmaz. Geç vakit uyur, uykusunda sesler, duyar. Rü-yadır sanır, uyanır sesler devam etmek-tedir.O geceden beri beyaz öküze elini sürmeyen, bakımını yapmayan Zeli'nin beyaz öküzün boynuna sarılmış, sevmekte olduğunu görür ve Küçük Ağayı öldürdüğü bıçakla beyaz Öküze saldrrır…

Film ise şöyle gelişir; Zelihan, Necmettin'in üç aylık gelinidir. Küçük Ağanın, Zelihan da gözü vardır, önüne çıkıp para, ayna verir, baştan çıkarmaya uğraşır. Zelihan karşı korsa da, Küçük Ağa düşlerine girer. Necmettin bir gün Küçük Ağayı evinde yakalar ve öldürür, karısı ile birlikte beyaz öküzün yattığı yere gömerler. Zelihan Küçük ağanın etkisindedir. Cesedin üstündeki beyaz öküzü Küçük Ağa ile özdeştirdi Ve bir gün onu okşayıp severken gören Necmettin, bu kez de beyaz öküzü öldürür. Orhan Ünser, a.g.e. syf 206-207”

Ödül:

* Akdeniz Kültürleri Film Festivali'nde (1984) "Film Eleştirmenleri Ödülü"nü aldı. 
* Lüksemburg Film Şenliği (1985) "büyük ödülü" nü kazandı. 
* Uluslararası Sinema Günleri (1985) Altın Lale Yarışmasında "özel mansiyon"la değerlendirildi. 
* Figuera'da Foz Uluslararası Film Şenli-ği'nde (Portekiz 1985) "büyük ödül"ü kazandı.

Eleştiriler:

"İnsan Ruhuna tutulan bir Ayna”
Ayna","klasik" sözcüğünün çağrıştırdığı bir çok şeyi içerir: Alabildiğine yalınlık, sadelik ve bu yalınlığın altında insanı insan yapan temel duyguların, zayıflık ve erdemlerin irdelenmesi, sergilenmesi... Sanatın bin bir olası süsünden, sinema tekniğinin ve çağdaş teknolojinin bin bir cilasından sanki isteyerek soyutlanmış, öze, 'esasa' indirgenmiş bir filmdir "Ayna"...

Anadolu'nun yitip gitmiş bir köşesinde yaşamları alabildiğine ilkel biçimde akıp giden, bir 'ağa' için dişini tırnağına katıp çalışan 'maraba' Necmettin ve Zelihan çiftinin yazgısına egemen olan 2 güç vardır: Ağa ve doğa. Yağmurdan, soğuktan, içine kapandıkları elektrik, su ve ışığı olmayan kulübede bambaşka etkiler yapan fırtına ve karanlıktan alabildiğine bilenir duyarlıkları... En azla yetinen, yalnız temel gereksinimleri karşılamaya çalışan bir ilkel insan yaşamıdır bu... Ama öyle midir gerçekten? Ağanın kardeşi 'küçük ağa', yağız, yakışıklı ve cüretli görüntüsüyle Zelihan'ın hayatına girmek istediğinde ne olacaktır? Başka insanların, hele insanın gözünün, gönlünün kayacağı bir 'kadın'ın yok denecek denli az olduğu bu yörede, sosyal sınıflamanın açık biçimde üst katlarında oturan 'küçük ağa'ya karşı direnmek Zelihan'ın harcı mıdır? Üstelik kendisine ilk kez 'hediye' veren, önce 'kağıt para', sonra bir küçük 'ayna'yı yanı başına bırakıveren, bakışlarının sertliği içinin yumuşaklığını saklayamayan bu adama karşı? Ama Zelihan kendi başına düşünüp karar veremez ki!... Gelenekler onun hele namus konularında tek başına düşünüp karar vermesine engeldir... 'Ağa'nın ilgisi ilk iş kocaya, Necmettin'e açılacak, Necmettin'in bu 'yasak ilgi'ye karşı yanıtı da, namus kavramının feodal koruma biçimlerine ters düşmeyecek bir karar olacaktır: Ölüm...

Ama ölüm bir 'çözüm' müdür ki? Dövülmüş toprak tabanlı kovuklarında sürdürdükleri ilkel yaşam içinde bile, Necmettin ve özellikle Zelihan gelişmiş toplum bireylerine özgü biçimde pişmanlığın, 'vicdan azabının ne olduğunu keşfedecekler, 'günah' işlemiş olmanın duygusal kıskacına yakalanacaklardır. 'Namus' temizlemek için bile olsa, insan öldürmek, doğanın da, Tanrı'nın da bağışlamadığı bir suçtur. Zelihan, 'küçük ağa' dan arda kalan aynaya bakıp dururken, kendisini istemiş, belki sevmiş olduğu için artık yaşamayan bu adama karşı içinde geç kalmış bir ilginin kıpırdadığını duyacaktır. Ölmüş bir adam, cesedi dövülmüş toprak zeminin, kıpır kıpır yerinde oynayan beyaz öküzün altında yatan bir adam sevilebilir mi? Bu ilkel yaşam içinde böylesine karmaşık, yoğun ve garip bir duygusallık, böylesine olanaksız, giderek akıldışı bir ilişki yaşanabilir mi? Necmettin'in tüm uyarılarına, tüm sağduyuya çağrılarına karşın, ağzı var dili yok Zelihan'ın 'küçük ağa'ya, 'ayna'yı veren adama karşı pişmanlıkla, korkuyla, azapla karı-şık duyguları gelişecek, pekişecek ve bu hastalıklı, akıl dışı duygular, sonunda küçük ağanın üstünde kıprayıp duran beyaz öküze doğru yönlenecektir... Ve sonunda Necmettin, Zelihan'ın namusunu ve sevgisini korumak, onun ilgisini yalnız kendinde yoğunlaştırmak için bir cinayet daha işlemeye, bu kez beyaz öküzü öldürmeye zorlanacaktır...

İnsan, insan, insan... Kim ne derse desin, sinema en çok insanı anlattığı zaman ilginç oluyor, başarılı oluyor. İnsan ruhu hala öylesine 'bakir', öylesine keşfedilmemiş, öylesine yoğun gizler, gizemler içeren bir alan ki... Bu alana yeni, değişik ve özgün bakışlarla bakan her sanatçı baş tacı ediliyor. İşte "Ayna"nın başarısı burada yatıyor... Osman Şahin'in bu gizemli öyküsünün içerdiği tüm insan malzemesi, Erden Kıral'ın alabildiğine yalın sinemasıyla perdede saydamlaşıyor, canlanıyor..

Kıral, ilginç bir yöntemle, yer yer biçim oyunlarına başvurmasına karşın (düş sahneleri, beyaz öküzün öldürülmesi gibi), filmin tümüne alabildiğine yalın ve sade bir anlatımın egemen olmasını sağlamış. Sözünü ettiğim biçimsel denemeler ve oyunlar, sonuçta filmin yalınlığını bozmuyor... Anlatılan öykünün yalınlığıyla denk düşen bu tavır, sonuç olarak, bu yalınlığın içinden fışkıran insan dramının ve alışılmamış, garip gelişimlerin de, tüm etki gücünü korumakla birlikte seyirci tarafından 'olabilir' sayılması-nı, kabul edilmesini sağlıyor...

Necmettin, Zelihan ve 'küçük ağa'nın dramları, son derece ilkel koşullarda yaşanmasına karşın, daha önce de değindiğim gibi, sanki günümüzün bunalımlı, ruhbilimine meraklı, kendisini sürekli dinleyen ve ruh doktorlarına dinleten, Freud okumuş ve teknolojik devrim içinde gizemci bir yanı korumuş insanına ilişkin bir dram malzemesine sahipmiş gibi gözüküyor. İlkel toplumlarda uygulanan kimi geleneklerin, göreneklerin, aslında bu toplumlara yakıştırılan 'ilkel' nitelemesiyle ne denli çeliştiği, ilkel toplumları ilkel saymamıza neden olan öğelerin aslında ne denli görece oldukları üstüne bir tartışma, özellikle Levi Strauss'un yapıtlarından ve "Yabanıl Düşünce"den sonra gündeme gelmedi mi? Aslında kuşkusuz Necmettin ve Zelihan'ın yaşamı o anlamda 'ilkel' değil. Burada ilkellik değil, daha çok 'geri kalmışlık' söz konusu... Ancak ilkel veya geri kalmış, bu tür bir dramın, bu tür karmaşık, yoğun ve sıra dışı duyguların herhangi bir çevrede, herhangi bir toplumda yaşanabileceği konusunda "Ayna"nın getirdiği sav ve içerdiği inandırma gücü, yabana atılır gibi değil.

"Ayna" böyle bir drama, yoğun, bunaltıcı ve sanırım uzun süre akıldan çıkmayacak bir yaşantıya ışık tutuyor. Ulaştığı özgünlük düzeyi, yalınlığı içinde ulaştığı yoğun insan malzemesi, bu filmi gerçekten de ilginç, önemli bir sanat yapıtı düzeyine çıkartıyor. İnsanın özüne, temeline, kökenine dönüş yapan filmlerden biri bu, her türlü ciladan, yapaylıktan ve göz boyacılıktan sıyrılmış.. (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 191-192-193)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder