28 Mart 2020 Cumartesi

DEĞİRMEN (1986)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Barış Pirhasan (Reşat Nuri Güntekin'in aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun

Yönetmen Yrd: Leyla Özalp, Yardımcıları: Sevgi Saygı, Eray Özbal, Kamera Yardımcısı: Necdet Kaygın, Kurgu-Eşleme: Mevlüt Koçak, Sanat Yönetmeni: Mete Yılmaz, Zepur Hanımyan, Gökhan Yücesal, Müzik: Arif Erkin, Seslendiren: Erkan Aktaş, Aydınlatma Yönetmeni: Recep Biçer, Yardımcıları: Remzi Biçer, Şevki Gezer, Set Ekibi: İsmail Kündem, Erdal Sümer, Enver Kündem, Kostüm: Niyazi Er, Makyaj: Ehat Alinçe, Negatif Kurgu: Zeynep Tor, Laboratuar: Yahya Öztürk, Renk Düzenleme: Adnan Şahin, Baskı: Zekeriya Şahin, Yapım Yönetmeni: Sadık Deveci, Prodüksaiyon Yardımcısı: Ahmet Altunterim (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Şener Şen, Serap Aksoy Ali Erkazan, Tarık Pabuçcuoğlu, Orhan Çağman, Taner Barlas, Erol Durak, Necdet Yakın, Cihat Tamer, Oktay Sözbir, Uluer Süer, Kemal İnci, Bilgehan Oğuz, Nuri Tuğ, Suna Tanrıver, Ayhan Tanrıver, Ekrem Dümer, Levent Yılmaz, Azmi Ersöz, Yalçın Güzelce, Niyazi Er, Atilla oğltekin, Ehat Alinçe, Server Mutlıu, Kemal Aygen, Cem Meto, Mehmet İnce, Eylem Tanrıver, Nazan Uygun, Çeşminaz uygun, Fulya Turantaş, Sema Özaydın, Mahmut Gönlübol, Hicri Yıkılan, Melih Kançelik, Ferda Kançelik, Erdal Dinçer, Hüseyin Çalışkan, Mehmet Aktol, Nizamettin Şen, Erdinç Özdemir, Mustafa Tezeren, Ali Kudret Çetin, Fatih Uygan,

KONU: Değirmen, Osmanlı'nın Frenklerin deyimiyle "hasta adam" yakıştırmasına hedef olduğu çöküş dönemindeki yozlaşmasını Sarıpınar kasabasın-da tarihsel bir güldürü türünde odaklarının bir film. Sarıpınar, kendi halinde, onca depremi, yoksulluğu ve açlığı ile ezelden beri yaşaya gelen unutulmuş ve icrk edilmiş kasabalardan biri. 1914'iin çalkantıları bile, bu kasabadan öylesine uzak ki. Kasaba için tek gerçek ve tek surun, muzur faaliyetlerde bulunan, Bulgar asıllı Kızancıklı Naciye. Kasabadaki ehli namus herkesin sürülmesini istediği Naciye'ye ilişkin sorunlar, sonunda kaymakam Halil Hilmi Bey'e dek yansır. Kasabanın namusundan sorumlu Halil Hilmi Bey (Şener Şen) ise, bu yakınmaları dinleyip Kızancıklı Naciye ile karşı karşıya kalıp da onun göz süzmeleri, gerdan kırmaları ve dudak bükmelerimle karşılayınca bir daha iflah olmaz. Hele, Naciye'nin bağ evindeki göbek atmalarından sonra gelen müthiş deprem (!) olunca, yalnız Halil Hilmi ile felekten gece çalmayı deneyen eşraf değil, tüm Osmanlı, savaştan daha büyük bir felaketle karşı karşıya kalır. Önce kaymakam, sonra mutasarrıf, derken iş şehzade efendiye dek bir felaketler zincirlemesi halinde uzayıp gider. O güne dek Sarıpınar'ın haritadaki yerinden bile haberdar olmayan onca zevat, o günlere özgü bürokrasinin işleyiş çarklarındaki paslanmışlıktan kurtularak Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile yarattığı yapay depremle harekete geçer. Soruşturmalar, suçlamalar, kazançlar ve soygunlar Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile tekrar, bu kez bir şefkat ve yardım kimliğinde Sarıpınar'ı sarar. Halil Hilmi Bey bir gecelik zamparalığının bedelini zat-ı şahanelerinin kendisine lütuf buyurduğu nişan ile öderken, Sarıpınar'a dek gelen şehzade efendi ise Naciye île yetinmek zorunda kalır. Onca depremden habersiz Sarıpınar halkına düşen ise, bu kez Kızancıklı Naciye'siz katmerli bir yoksulluktur.

Ø    Değirmeni yalnızca bunlar mı anlatı-lıyor? "Softaların sarığını hayvanlara yular yapmadıkça bu memleket kurtulmaz" diyen mühendis Deli Kâzım ile simgele-nen aydın softa çatılması, kekeme reisi ile tüccar efendi arasındaki alış veriş ile su yüzüne çıkan geleneksel vurgunculuk, değinen güç dengelerine göre kendilerini ayarlayan çıkarcı eşraf, idare-i maslahatçılık filmin içine serpiştirilmiş başlıca eleştiri odakları oluyorlar Hele hele yaşlı bir köylünün bir gecelik zamparalığını yapay bir depremle özdeşleştirmek isteyen kaymakam Halil Hilmi Bey'e "evlerinin damları fukaralıktan çökmüş, buraları sarkan başka zelzele bey..." deyişi, güldürü türünde de olsa Değirmen'in acı eleştirisini bir çırpıda özetlemeye yettiği gibi, günü-müze de bazı göndermeler yapmış. Film boyunca Sarıpınar 1914 ile Türkiye 1987 arasında (bazı kişi ve kurumların işleyiş düzeninde) bir benzerlik de yok değil sanki.

Tüm bunlara rağmen Atıf Yılmaz'ın Değirmen"i içerdiği onca yüklü malzeme-ye karşın, ne yazık ki, başarılı bir tarihsel güldürü olmanın sınırlarını pek fazla zorlamıyor. Onca malzemeyi kaymakam Halil Hilmi Bey' in (daha doğrusu Şener Şen'in) kimi zaman aşırılığa ve abartıya kaçan oyunculuğuna, güldürme yeteneğine yükleyip harcayıveriyor. Filmin belirli bir yerinden sonra, sorunların ve insan ilişkilerinin yerini Halil Hilmi Bey'in gereksiz ve Ölçüsüz gösterisi alıyor. İlk yarıda orta oyunu serbestliği içinde tuluat yapan Halil Hilmi Bey, ikinci yanda birdenbire ciddileşip adeta ayrı bir kimliğe bürünüveriyor.

Bu ani değişme de hiç kuşkusuz, güldürü türünde de olsa kişilikle bütünleşen gerçekçilik duygusunu oldukça zedeliyor. Bu arada Şener Şen'in. Bu filmdeki tiplemesiyle, her zamanki ölçülü ve abartıya ödün vermeyen o güzelim oyun gücünü yakaladığını söylemek de oldukça zor. Sinemaya ilk kez bu filmle merhaba diyen Serap Aksoy için de olumlu bir şeyler mi) İçmek olanaksız. Serap Aksoy'un fiziğiyle, oynak kahpe Kızancıklı Naciye'nin filmin odak noktasını oluşturan imajı, hiç mı hiç bağdaşmamış Kuşkusuz bu uyuşmazlığı Serap Aksoy'un oyunundan çok, oyuncu seçimindeki yanlışlığa bağlamak gerek. Üstelik Atıf Yılmaz, onca ustalığına rağmen, sinemamızın sınırlı olanakları için de kotarılması çok zor olan üstün yapıma ilişkin sığlığa düşmekten de kendini kurtaramamış. Toplama figüranlarla kotarılmaya çalışılan konak önündeki sahneler ve özellikle istasyondaki karşılama töreni ile yıkım sahneler indeki kargaca bu sığlığın en belirgin örnekleri utarak sırıtıyor filmin içinde. Değirmen, bu kusurlarına rağmen, yine de kayıtsız kalınmayacak bir film olmaya da hak kazanıyor tabi.” (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni Konumlar”)

► Barış Pirhasan/Atıf Yılmaz ikilisinin Re-şat Nuri mizahına ne denli sadık kaldıklarını, neler eklediklerini tam bilemiyorum. Ancak bu haliyle film, kuşkusuz ilginç bir "politik satir" veya (Türkçesiyle "siyasal taşlama") niteliği alıveriyor... Geleneksel ahlak koruyuculuğu görünümü allında kadının erişilmez olduğu bir toplumda sosyal mevkii ne olursa olsun, gelip geçen her erkeği etkisi allına almayı baka-ran "hafif kadın" hikâyesi, doğrusu bu tür bir hicve gerekli ortamı hazırlıyor,,. Her ciddi olay karşısında ''Matbuat yasağı koyun efendim" diyen kamu görevlisi, tümüyle depremden çıkmış gibi duran kasabanın durumuna, ancak bir dep-rem haberi ele güne yayıldığında ilgi duyan bir yönetim anlayışı, merkezi yönelimi temsilen ancak çok gerekliğinde halkın ayağına gelen "şehzade"ler, Osmanlıdan bugüne çok değişen şeyler mi acaba? Hele kaymakamın, tüm gülünçlüğü içinde en sağduyu sahibi kişi olarak, sonunda "halkın Milli zelzele şuuruna sığınmayı önermesi, kuşkusuz filmin mizahi tonlarını doruğa çıkarıyor...

"Değirmen", sinemamızda az yapıla gelen türden ilginç, keskin bir siyasal taslama, anlattıkları günümüz Türkiye'siyle koşutluklar kuran çok düzeyli bir ince güldürü... Zengin bir oyuncu kadrosunu kısa, ama anlamlı rollerde ustaca yöneten Atıf Yılmaz'ın oyuncu yönetimi, çok akıcı ve işlek anlatımı denli övgüye değer... Şener Şen ise, alabildiğine ekonomik, ama yine de çok "komik" bir kişilik canlandırarak, çok has bir oyuncu olduğunu gösteriyor... Filmin başlıca kusuru -ne yazık ki yine teknik!.. İç sahnelerde sanırım yetersiz aydınlatma nedeniyle bir çok plan aşırı karanlıkta kalıyor, Ne olup bittiğini bile göremez oluyorsunuz. Böylesine savlı, basın bildirisinde "üstünyapım" diye sunulan ve dış şenlik-lere gönderilmesi tasarlanan bir film için gerçekten yazık...”Atilla Dorsay “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

Ø    Atıf Yılmaz-Barış Pirhasan ikilisi, çağdaş kadının günümüzdeki değişimini irdeleyen, zumun zurnan da düşsel/fantastik durumlarım İroni yolluyla özümlemeye çalıları (Adı Vasfiye, Aaahh Belinda vb.) bir dizi filmden sonra, bu kez de sinemamıza belki de en fazla kaynaklık etmiş edebiyatçılarımızdan Reşat Nuri Günlekin'e (1889-1956) el atıyorlar. Kuşkusuz bu el atış, gerek Atıf Yılmaz'ın ve gerekse Reşat Nuri'nin kimi yapıtları anımsandığında, sinemaseverlerin pek yabancısı olmadığı bir karşılaşma olarak tanımlanabilir. Gerçekten de, her iki sanatçı en özgün yapıtlarını Anadolu kasabalarına ilişkin konularda vermişler, halktan kişileri içtenlikle anlatmayı yeğlemişlerdir. Daha önceleri sahnelerde (AST'ın unutulmaz yorumuyla) Sarıpınar 1914 adıyla sergilenen Değirmen, belki de bu iki farklı dalın sanat-çısının ortak özelliklerini içeren yegâne yapıtlardan biridir. Geç de olsa Atıf Yılmaz ile sinemamıza onca ürün vermiş Reşat Nuri'nin 1987'de buluşması en azından edebiyatımız ve sinemamız açısından sevinilecek bir olaydır.
Ø     
Gerçekten de, Reşat Nuri sinemamızın hemen her devrinde güncel olmayı başarabilen bir edebiyatçımız. Tiyatrocular döneminin tek sanatçısı Muhsin Ertuğrul bu yazarımızdan yararlanırken (Ankara Postası 1928), Geçiş Çağı'nın en tipik temsilcilerinden Faruk Kenç de Taş Parçası (1939) ile bu yazarımıza kayıtsız kalmamıştır. Daha sonraları ise Reşat Nuri'nin Bir Dağ Masalı. Dudaktan Kalbe, Yaprak Dökümü, Çalıkuşu yapıtları ikişer kez sinemaya aktarılarak, neredeyse edebiyatımızdan çok, sinemadaki yansımalarıyla bu dalın yapıtları olarak anımsanır olmuştur.

Değirmen ile bir kez daha kasaba gerçeğine dönen Atıf Yılmaz ise, son dö-nemdeki bir dizi başarılı yapıtını hesaba katmazsak en özgün çalışmalarını bu çevreye ilişkin filmlerde ortaya koymuştur. Gelinin Muradı (1957), Kumpanya, Yarın Bizimdir (İ963), Dolandırıcılar Şahı (1961) ve Mine ilk akla gelen ve kasaba gerçeğini kimi zaman keskin bir eleştiri ile ele alıp İşlediği filmler olmuştur.

Bir eleştiri yazısının normlarına biraz ters düşen bu kısacık ansiklopedik değinmeden sonra biz tekrar Değirmen'e dönelim. Değirmen, Osmanlı'nın Frenklerin deyimiyle "hasta adam" yakıştırmasına hedef olduğu çöküş dönemindeki yozlaşmasını Sarıpınar kasabasında tarihsel bir güldürü türünde odakla-rının bir film. Sarıpınar, kendi halinde, onca depremi, yoksulluğu ve açlığı ile ezelden beri yaşaya gelen unutulmuş ve terk edilmiş kasabalardan biri. 1914'iin çalkantıları bile, bu kasabadan öylesine uzak ki. Kasaba için tek gerçek ve tek sorun, muzur faaliyetlerde bulunan, Bulgar asıllı Kızancıklı Naciye. Kasabadaki ehli namus herkesin sürülmesini istediği Naciye'ye ilişkin sorunlar, sonunda kaymakam Halil Hilmi Bey'e dek yansır. Kasabanın namusundan sorumlu Halil Hilmi Bey (Şener Şen) ise, bu yakınmaları dinleyip Kızancıklı Naciye ile karşı karşıya kalıp da onun göz süzmeleri, gerdan kırmaları ve dudak bükmelerimle karşılayınca bir daha iflah olmaz. Hele, Naciye'nin bağ evindeki göbek atmalarından sonra gelen müthiş deprem (!) olunca, yalnız Halil Hilmi ile felekten gece çalmayı deneyen eşraf değil, tüm Osmanlı, savaştan daha büyük bir felaketle karşı karşıya kalır. Önce kaymakam, sonra mutasar-rıf, derken iş şehzade efendiye dek bir felaketler zincirlemesi halinde uzayıp gider. O güne dek Sarıpınar'ın haritada-ki yerinden bile haberdar olmayan onca zevat, o günlere özgü bürokrasinin işleyiş çarklarındaki paslanmışlıktan kurtularak Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile yarattığı yapay depremle harekete geçer. Soruşturmalar, suçlamalar, kazançlar ve soygunlar Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile tekrar, bu kez bir şefkat ve yardım kimliğinde Sarıpınar'ı sarar. Halil Hilmi Bey bir gecelik zamparalığının bedelini zat-ı şahanelerinin kendisine lütuf buyurduğu nişan ile öderken, Sarıpınar'a dek gelen şehzade efendi ise Naciye ile yetinmek zorunda kalır. Onca depremden habersiz Sarıpınar halkına düşen ise, bu kez Kızancıklı Naciye'siz katmerli bir yoksulluktur.

Atıf Yılmaz, zaman zaman günümüze göndermeler yaptığı bu tarihsel güldürüsünde, Osmanlı devletinin son dönemlerine ilişkin yozlaşmasını, ufak bir kasabanın rutin görünümü içinde eleştiri süzge-cinden geçirmiş. "Bugün git yarın gel" esprisi ile bürokratik anlayışı bir kez daha gündeme getirirken, halktan kopuk bir yönelim anlayışının, hangi koşullarda halkla bütünleşmesi gerektiğini (!) de ironik bir yaklaşımla gözler önüne sermiş.

Değirmeni yalnızca bunlar mı anlatılıyor? "Softaların sarığını hayvanlara yular yapmadıkça bu memleket kurtulmaz" diyen mühendis Deli Kâzım ile simgelenen aydın softa çatılması, kekeme reisi ile tüccar efendi arasındaki alış veriş ile su yüzüne çıkan geleneksel vurgunculuk, değinen güç dengelerine göre kendilerini ayarlayan çıkarcı eşraf, idare-i maslahatçılık filmin içine serpiştirilmiş başlıca eleştiri odakları oluyorlar. Hele hele yaşlı bir köylünün bir gecelik zamparalığını yapay bir depremle özdeşleştirmek isteyen kaymakam Halil Hilmi Bey'e "evlerinin damlan fukaralıktan çökmüş, buraları sarkan başka zelzele bey..." deyişi, güldürü türünde de olsa Değirmen 'in acı eleştirisini bir çırpıda özetlemeye yettiği gibi, günümüze de bazı göndermeler yapmış. Film boyunca Sarıpınar 1914 ile Türkiye 1987 arasında (bazı kişi ve kurumların işleyiş düzeninde) bir benzerlik de yok değil sanki.

Tüm bunlara rağmen Atıf Yılmaz'ın Değir-men"i içerdiği onca yüklü malzemeye karşın, ne yazık ki, başarılı bir tarihsel güldürü olmanın sınırlarını pek fazla zorlamıyor. Onca malzemeyi kaymakam Halil Hilmi Bey' in (daha doğrusu Şener Şen'in) kimi zaman aşırılığa ve abartıya kaçan oyunculuğuna, güldürme yeteneğine yükleyip harcayıveriyor. Filmin belirli bir yerinden sonra, sorunların ve insan ilişkilerinin yerini Halil Hilmi Bey'in gereksiz ve Ölçüsüz gösterisi alıyor. İlk yarıda orta oyunu serbestliği içinde tuluat yapan Halil Hilmi Bey, ikinci yanda birdenbire ciddileşip adeta ayrı bir kimli-ğe bürünüveriyor.

Bu ani değişme de hiç kuşkusuz, güldürü türünde de olsa kişilikle bütünleşen gerçekçilik duygusunu oldukça zedeliyor. Bu arada Şener Şen'in. Bu filmdeki tiplemesiyle, her zamanki ölçülü ve abartıya ödün vermeyen o güzelim oyun gücünü yakaladığını söylemek de oldukça zor. Sinemaya ilk kez bu filmle merhaba diyen Serap Aksoy için de olumlu bir şeyler mi) İçmek olanaksız. Serap Aksoy'un fiziğiyle, oynak kahpe Kızancıklı Naciye'nin filmin odak noktasını oluşturan imajı, hiç mı hiç bağdaşmamış Kuşkusuz bu uyuşmazlığı Serap Aksoy'un oyunundan çok, oyuncu seçimindeki yanlışlığa bağlamak gerek. Üstelik Atıf Yılmaz, onca ustalığına rağmen, sinemamızın sınırlı olanakları için de kotarılması çok zor olan üstün yapıma ilişkin sığlığa düşmekten de kendini kurtaramamış. Toplama figüranlarla kotarılmaya çalışılan konak önündeki sahneler ve özellikle istasyondaki karşılama töreni ile yıkım sahneler indeki kargaca bu sığlığın en belirgin örnekleri utarak sırıtıyor filmin içinde. Değirmen, bu kusurlarına rağmen, yine de kayıtsız kalınmayacak bir film olmaya da hak kazanıyor tabi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder