11 Nisan 2020 Cumartesi

ARABESK (1988)


Yönetmen: Ertem Eğilmez
Senaryo: Gani Müjde
Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı
Yapım: Arzu Film/Ferit Eğilmez
Yardımcı Yönetmen: Ferdi Eğilmez, Sanat Yönetmeni: Annie G. Pertan, Işık Şefi: Oğuz yaralı, Ses Kayıt: Erkan Esenboğa, Set Amiri: Ergun Sımsıkı, Söz Yazarı: Aysel Gürel, Müzik: Atilla Özdemiroğlu

Oyuncular: Müjde Ar (Müjde), Şener Şen (Şener), Uğur Yücel, (gazino patronu Ekrem), Üstün Asutay (Müjde’nin babası), Tarık Pabuççuoğlu (İsmail), Necati Bilgiç (Kaya), Kadir Savun (mahkûm), Münir Özkul, Orhan Çağman (klarnetçi Münir), Rasim Öztekin (Hasta), Candan Sabuncu (hemşire), Doğu Erkan (Müjde’nin annesi), Celâl Belgil (tetikçi), Nuri Alço, Coşkun Göğen (kahvedeki adam), Akif Kilman, Günay Güner, Erkan Esenboğa, Ergun Sımsıkı, Ramiz Yalçın

KONU: Klasik Yeşilçam sinemasının klişeleşmiş türlerini, kalıplarını abartılı bir yaklaşımla gırgıra alan, kimi yerde sorgulayan, bir başka deyişle "günah çıkartan bir melodram antolojisi".
Ağa kızı Müjde'yi babası, çocukluğundan beri birbirlerini tanıdıkları yanaşma oğlu Şener'e vermez. Aşıklar kaçarlar. Ama çocukluk arkadaşları Kaya her yerde peşlerindedir. Birbirlerine kavuşamayan aşıklar yıllar sonra yaşlandıklarında melekler gibi kanatlanıp elele göklere uçarken yine karşılarında kıskanç kötü adam Kaya'yı (Necati Bilgiç) bulacaklardır. Bu filmde gazinocular krlaı rolüyle "Baba" daki Marlon Brando'yu taklit eden Uğur Yücel mükemmel bir oyun sergilemekte.

İnsanı film yapmaya iten nedenlerin hepsi perdeye yansımaz. Bir kısmı senaryoya, peliküle geçer geçmesine... Ben içte kalan şeyleri sevmem. Bu yüzden adı ve tadı "Arabesk" bir fılmi niçin yaptığımı anlatayım. Aslında "niçin"lerin gerçek cevabını vermeye kalksam, başta kendim olmak üzere, hepimizin hayat hikayesini anlatmam gerekli. Benim hayatım arabesk. Yalnız benim mi? Senin de, onların da, herkesinki arabesk. Arabeski yapanı da, arabeskten kaçanı da, arabesk yaşıyoruz, Çünkü biz ne kadar kaçsak da arabesk içimizde… (Niçin adında ve tadında “Arabesk” olan bir film yapıyorum  Ertem Eğilmez) “Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 2 Cilt, syf: 334”
v    Klasik Yeşilçam sinemasının neredeyse tüm entrikaları var Arabesk'te. Biraz daha abartılmış, karikatürize edilmiş biçimde. Bir tür ''Yeşilçam temaları sözlüğü" sanki. Zengin kızfakir oğlan, düşmüş kadın, kör şarkıcı. Kaderin oyunları... İnanılmaz şeyler oluyor Arabesk'te, bir zamanlar seyrettiğimizde hepimizi etkilemiş olan Yeşilçam filmlerinin geleneklerine bağlı olarak. (Ali Hakan, Entel haylazlık, ikibin'e Doğru, 19 Şubat 1989)

v    "Arabesk" rahat izlenen ama uçup giden bir güldürü. Gani Müjde imzasını taşıyan senaryonun, güçlü bir kurgu ve dinamizm yakaladığını söyleyebiliriz... Eğilmez aynı zamanda, dünün cilalı ama kof Yeşilçam filmleriyle de dalgasını geçiyor (Ali Ulvi Uyanık, MilIiyet Sanat d., s.211, 1 Mart 1989)

v    Arabesk seyirciden ve basından gördüğü ilgiyi tümüyle hak edecek sinemasal açıdan erdemleri olan kalıcı bir film mi? Hiç sanmıyorum. Yalnızca iyi bir zamanlamanın kokusunu duyan, yıllanmış ve deneyimli bir yönetmenin kurnaca ve akıllıca kotarıp popüler oyuncuların sırtına yasladığı TV'deki kimi parodileri anımsatan eğlencelik bir gösteri. (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni Konumlar, s.4344, Broy Yayınları 1990)

v    Arabesk'te toplumun her kesimindeki, her kurumundaki çarpıklıklar, iğretilikler Türk sinemasında bugüne dek eşine rastlanmadık bir kara güldürü anlamıyla öyle bir taşlanıyor ki, nefes almadan, aralıksız gülmekten izleyicide takat kalmıyor... Ama bir yandan da Eğilmez'in, toplum yapısının aynaya yansıttığı görüntüsü insanı ürpertiyor. (Erdal Çetin, Milliyet g. 25 Şubat 1989) “Agah Özgüç, a.g.e.”

v     
"Arabesk", kimi eleştirmenlerimiz tarafından "başyapıt" ilan edildi bile... Seyircimizin bu filme gösterdiği ilgiyse olağanüstü... Sanırız ki "Arabesk", bu yılın büyük iş yapan yabancı filmlerine yetişecek ve Türk sinema tarihinin en büyük gişe gelirini gerçekleştirecek. Bütün bunlardan ne denli sevindiğimizi söylemeye gerek yok. Hele güldürü seven ve Ertem Eğilmez'in filmlerini (zamanında) oldukça sevmiş, övmüş bir yazar olarak... Ama bu övgü ve beğenme fırtınasına biz de katılacak mıyız? Sanmıyorum...

Sinemamızda "Yeşilçam usulü filmlerle alay etmek, onları yerden yere vurmak, birden moda oldu. Atıf Yılmaz'ın bunda (birçok şeyde olduğu gibi) öncülük yaptığı söylenebilir, özellikle "Hayallerim, Aşkım, ve Sen"le... " Arabesk"de bu açıdan tam bir "günah çıkarma" filmi. Yalnız sinemamızın değil, tüm bir Doğu (özellikle de Hint) sinemasının en görkemli kalıpları, en koyu melodram öğeleri, bu bir türlü "kavuşamayan" aşıklar öyküsünde tatlı tatlı (giderek acı acı) alaya alınıyor. Ağa kızı Müjde'yle yanaşma oğlu Şener'in "imkansız aşk"ları, köyde başlayıp İstanbul'lara dek uzanan gelişmelerle sürüyor. Bu arada aşıklarımızın başına neler neler gelmiyor ki!.. "Gazinocular kralı" ile karşılaşıp "şarkıcı oluyorlar" (hem de ikisi birden!) tecavüzlere uğruyorlar (bu, doğallıkla Müjde için söz konusu oluyor!), Mecnun gibi çöllere
düşüp Cahide gibi meyhanelerde alkole sığınıyorlar. Kör oluyorlar (ikisi de, ama ne yazık ki aynı anda değil), gözleri açılıyor, ölüme mahkum olduklarını sanıyor, sonra bunun "doktor yanlışından ileri geldiğini anlıyorlar. Film, bu açıdan tam bir "Yeşilçam melodramları antolojisi" gibi... Felaketler ve bunlara koşut giden "saadetler" antolojisi sanki... Final ise yine aynı biçimde "mutlu sonla mezarlıklımevlutlu finallerin bir karması olarak geliyor.
"Arabesk", aslında aylar öncesinden basına yansıyan dedikoduların, haberlerin, spekülasyonların veya yalnızca filmin adının kadrosunun resimlerinin getirdiği tüm beklentileri doğruluyor, bunları boşa çıkarmıyor. Oldukça akıcı, oldukça hınzır, oldukça taşlayıcı bir filmle karşı karşıyayız. Film, melodram türünün ve bunun günümüz sineması, giderek kültürü/yaşamı içinde dev boyutlardaki yansıması olan arabesk kültürün yapısını, mantığını, doğuş ve var oluş nedenlerini yer yer başarılı biçimde irdelemeye çalışıyor (Bu açıdan, fılmde Özdemiroğlu'nun bestesi olan "gerçek" arabesk parçaların kullanılması, diğer bir deyişle, müziğin kendisiyle değil, onun oturduğu temelle, çerçeveyle alay etmenin yeğlenmesi, akıllıca bir seçim). Bu bağlamda, örneğin Şener'in tutukevinde bir "fotoğraf' nedeniyle mahkumlarla takışması ve bunu izleyen "şarkı" bölümü çok iyi. Çünkü bu bölümde, arabeskin (şarkı olarak, müzik olarak, kişisel/toplumsal ruh hali olarak) doğuşunun ipuçları var. Aynı biçimde, Hint müzikallerini andırır dansşarkı sahneleri, özellikle Batı'nın çok iyi bildiği bu türe gönderme yaparak, filmin evrenselleşmesine katkıda bulunuyor. Ayrıca kimi sahneler, "grotesk" olsalar da güldürmeyi başarıyorlar. Örneğin, ünlü "tecavüzcü" Coşkun'un başını çektiği "dikidIer ordusunun kahvede fermuarlarına sarılma sahnesi gibi...

Yine de "Arabesk" çok başarılı bir film değil bizce, bağlanan umutları tümüyle gerçekleştiremiyor. Çünkü film (senaryodan sinemalaştırılmasına) yalnızca tek boyutlu, tek düzeyde olarak düşünülmüş. En güldürücü sahneler, bölümler bile herhangi bir "ikinci düzeyde okuma" olanağı getirmiyor, herhangi bir derinlik içermiyor. Yalnızca "anında güldürmeye yönelik bir "boşalım filmi" bu... Gerçek, has güldürünün özelliğini oluşturan boyutlardan, derinlikten, çift (veya çok) anlamlılıktan yoksun.. Diğer bir deyişle, filmden tam beklediklerinizi buluyorsunuz, bir adım ötesini veya bir gram fazlasını değil. "Arabesk", bu açıdan iyi bir popüler güldürü örneği. Ama işte o kadar. Bu arada oyuncu kadrosunda özellikle. Müjde Ar'ın alabildiğine "epik", stilize, antidramatik oyununu filmin genel havasına uygunluğu yönünden olağanüstü bulduğumu belirtmeliyim.
Arabesk"in asıl ilginçliği ise bence sinemasal yanından çok simgelediği toplumsal yanda yatıyor. Daha düne dek sinemaları dolduran, TV'nin ünlü cumartesi Türk filmlerinde milyonlarca seslenen bir sinema anlayışı, bir film türü, bu filmde ciddi biçimde sorgulanıyor, alaya alınıyor, güldürü görünümü altında eleştiriliyor. Ve seyirci, görebildiğim kadarıyla, bu sorgulamaya, bu alaya yürekten katılıyor, bol bol gülüyor, boşalıyor. Acaba Türk sinemasının seyircisi gerçekten de köktenci bir değişime mi uğradı, kimse farkına varmadan böylesine bir değişim/dönüşüm mü gösterdi? Yeşilçam'ın düne kadar "aydın işi" denilen eleştirisi ve kimi filmlerdeki "aydınca" özellikler, acaba artık hatırı sayılır önemde kitlelere mi mal oldu? "Arabesk", bu kuşkuyu, bu soruları akla getiriyor. Ve eğer yanıtlar doğru verilirse, sinemamıza dolaylı olarak belki yeni kapılar açıyor... (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 111) “Bu filmle ilgili aynı yazı; 3 Mart 1989 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde “Yeşilçam’a Arabesk Taşlama “ başlığı altında yayınlanmıştır.)”

Ödül:
Sinema Yazarlarının geleneksel seçiminde,
"Arabesk", "en iyi film"
► Müjde Ar "en iyi kadın oyuncu"
► Uğur Yücel "en iyi yardımcı erkek oyuncu"
► senaryo yazarı Gani Müjde ise "teşvik ödülü" kazandı.

v    26. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1989) Ertem Eğilmez “Jüri Özel Ödülü,

Jüri Üyeleri: İbrahim Altınsay, Hayri Caner, Erdal Çetin, Çoşkun Çokyiğit, Atilla Dorsay, Burçak Evren, Ali Hakan, Hakan Sonok, Rekin Teksoy, Ali Ulvi Uyanık

v    Düne kadar kitleleri gözyaşlarına boğan, tüm yadsımalara ve karşı kuyumlara karşın yalnızca müziğimizin ve sinemamızın değil tüm sosyal/kültürel yaşamımızın ortasına çöreklenip egemenlik kuran arabeskin ve de daha geniş anlamda melodramın bir güldürü türünün malzemesi olacağı kimin aklına gelebilirdi ki? Gerçi Türk sinemasında çoğu kez ağlayacağımız şeylere güldüğümüz, güldüğümüz kimi olaylara da ağladığımız olmuştur.

Başkalarını bilmem ama benim ekranlara yansıyan kimi eski ağdalı melodramları izlerken güldüğüm çok olmuştur. Gerçekle uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan, kimi talihsizlikler ve rastlantılar zincirlemesiyle olmadık, işitilmedik, deva bulmaz aşktan en basite indirgeyerek duyguların "bam" teline dokunan o eski melodramların geniş kitlelerle kurabildiği bağın gizini hep merak etmiş ve yapaylıklarından dolayı da tümüyle yadsımışımdır. Ama melodramlar ister ağlatsın, ister güldürsün sinemamızın hâlâ baş tacı olmaya devam ediyor. Düne kadar ağladıklarımıza eğer bugün gülebiliyorsak, bunu bir değişmeden, farklı bir algılamadan çok, benzer türlere yatkın bir sinema izleyeninin kimi eski alışkanlıklarına bağlamak gerek.

Ertem Eğilmez'in Arabesk 'i işte böyle bir temel üzerine oturtulmuş. Yönetmen, bilinen ve izlene izlene ezberlenen her durumu tersyüz ederek ağlatının değil de bu kez güldürü ürünün malzemesi yapmış. Her şey öylesine basit, öylesine sıradan ve öylesine yapay ki (ve de öylesine hınzırca hazırlanmış ki) gülmemek elde değil. Ama gülmemizin asıl nedeni hiç kuşku yok ki perdede gördüklerimiz değil. Daha önceki alışkanlık ve birikimimizle ezberlediklerimizin tersyüz olarak anımsattıklarından kaynaklanıyor.

Filme isim olarak 'arabesk' gibi, özelde müzik zevkimizden başlayıp genel planda hayat tarzımıza, kültürümüze atıf yapan bir kavramın seçilmiş olması boşuna değil. "Arabesk", köyden kente göç ve Batılılaşma sürecinde yakamızı bir türlü bırakmayan Doğulu genetik mirasımızın izini sürüyor; bir yandan ince ince “ti”ye alırken, bir yandan aynı duyarlığın ürünü bir formla karşımıza gelerek düpedüz kutsuyor. En çok da bu yüzden keyif alıyoruz galiba. Hem yabancılaşıp, hem özdeşleşme imkanı tanıdığı için. Hint filmlerini aratmayan gerçeküstü bir ton, abartıya kaçmayan basit koreografi ve çekimlerle alabildiğine hafif bir seyirlik, eğlenceli bir müzikal izliyoruz ilk bakışta. Gelgelelim iki yüzlü namus anlayışımızdan maddiyatçılığımıza, çarpık sınıf bilincimizden kültürel açlığımıza, yasa dışı iş çevirme merakımızdan dolandırıcılığımıza, ipliğimiz pazara çıkıyor sağlam. Bazen para, bazen güç, çoklukla da kadın için yapmayacağımız şey, satmayacağımız değer yok alimallah. Bütün bunlar ve zekice bir tercihle, 'Türk sineması' dediğimiz şeyin hemen tüm trükleri, klişeleri, hadi gelin söyleyelim, saçmalıkları, absürd tiyatro ve giderek sinema geleneği uyarınca diziliyor önümüze. Yıllarca yaşlı gözlerle izlediğimiz melodramlarda 'yok artık!' dedirtecek ne varsa resmi geçit yapıyor adeta. Kahramanın saçlarının bir anda ağarmasından, gözlerinin hoop diye kör kalmasına, vücuduna isabet eden onlarca kurşuna bana mısın dememesine kadar, neler neler...

Zaman içinde melodramdan istismar sinemasına doğru kayan ana akım filmlerimizin yıllarca işlettiği formülü, bu defa her anında 'bir film izliyor olduğumuzu' hatırlatarak tersine çeviriliyor. ciddi bir yeniliğe imza atıyor "Arabesk" . Melodramın da kralım çeken rahmetli Ertem Eğilmez, son filmiyle, yaptığı işe dair bütün farkındalığını , ustalığını gözler önüne seriyor. Müjde'nin de yardımıyla, kendi filmleri de dahil sayısız Türk filmine ve başta "Baba" olmak üzere birkaç da yabancı filme yaptığı göndermelerle postmodern bir yapıt ortaya koyuyor. Tüm kariyeri boyunca layıkıyla becerdiği gibi. son kertesine kadar bize ait hem de ...

Tabi onca değinme, dokunmanın ve alt metnin üzerinde bir aşk hikayesi var önümüzde. Bir türlü kavuşamayan iki aşığın hikayesi. Akla ziyan merhalelerden geçip yine de birbirinin olamayan. Aşkın sırrı da burada yatıyor zaten. Başkalarının kolayca elde ettiği beenleri birbirlerine hasret kalıyor, aşkları da baki neticede. Yerli sinema seyircisi olarak en sevdiğimiz şey aşk filmi malum. Sonuna kadar bekliyoruz kavuşacaklar mı diye. Müjde'nin senaryosu ve Eğilmez'in sanatkarane yönetmenliği dışında iki unsur daha var altı çizilmesi gereken. Birincisi bu kadar 'light' bir filmle, neredeyse sinema perdesindeki en iyi performanslarına yaklaşan oyuncular. Sırasıyla Şener Şen, Uğur Yücel ve Müjde Ar. Necati Bilgiç'ten başlayarak, yan roller de kelimenin tam anlamıyla kusursuz. Her birinin filme kattığı öyle çok şey var ki, tekrar tekrar izleyip, yine de sıkılmamamızın başlıca sebebi bu nüanslar İkinci unsura gelirsek O da "Arabesk"in maalesef hiçbir yerde yayımlanmamış müzikleri. Filmin kültleşmesinde belki de en büyük payda. Bugün küçücük çocukların bile bir izleyişte diline takılan, 'Ümidim Var', 'Aşkolsun', 'Şipşak', 'Terk Edildim', 'Allahım Kör Et Beni' ve 'Salla' gibi tadından yenmez şarkılar.

Yapım şartlan açısından bir parça demode kalsa, televizyonlarda döne döne artık ezbere bildiğimiz bir şey olsa da, bunca yıl sonra hala değerli, cesur bir film "Arabesk". Türk sineması için bir yol ayrımı, bir makas. Olur a sinemanın insanları bir araya getiren, yaklaştıran , büyülü bir şey olduğunu unutursak, o bize hatırlatır nasılsa ... (Cem Altınsaray) “SİYAD, 40 Yıllık Serüven”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder