11 Nisan 2020 Cumartesi

BİR IRMAĞA YOLCULUK (1988)



Yönetmen: Oğuz Yalçın
Senaryo: Zeki Göker
Görüntü Yönetmeni: Mahmut Yumuşak
Yapım: Hakan Film/Hakan Balamir

Sanat Yönetmeni: Pakize Yalçın, Öykü: Oğuz Yalçın, Pakize Yalçın, Müzikler: Kadir Göktürk, “Ezgi,nin Günlüğü”, Eftal Küçük “Çağdaş Türkü”,

Oyuncular: Bulut Aras, Arzu Aydın, Salih Kırmızı, Aydın Tezel, Kenan Bal, Oktar Durukan, Meltem Savcı, Tufan Balamir, Nihat Nikerel, Ahmet Demir, Kemal Yıldırım, Mehmet Beyazıt, Nilüfer Atilla, Kamil Sesli, Vecihi Ofluoğlu,

Konu: Hapishaneden çıktıktan sonra, pamuk işçiliği yapan siyasi suçlu ile çıkarlarının engelleneceği kuşkusuyla tavır alan bir kahyanın öyküsü.

BİR ESKİ YANGIN (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Ömer Uğur
Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak
Yapım: Dünya Film / Emin Alkut

Dünya Film Işık Servisi: Şef: Abdullah Bağtuğ, Işık yardımcıları: Sami Boztunç, Ahmet şahin, Set Ekibi: Mehmet İnci, Yradımcıları: Naci Temel, Hürrem Şeker, Sesleri Alan: Necip Sarıcıoğlu, Senkron, Montaj: Yusuf Aldırmaz, Negatif Montaj: Göksel Güngör, Yapım Sorumlusu: Adnan Drerelioğlu, Yardımcısı: Ali Yelmen, Kamera Asistanı: Aydın Sarıoğlu, Reji Asistanları: Cemal Gözütok, Refik Güley, (Yeni lale Stüdyosunda hazırlanmış ve yeni stüdyoda seslendirilmiştir )

BİR BEY’İN OĞLU (1988)


Yönetmen: Nazmi Özer
Senaryo: Safa Önal
Foto Direktörü: Ertunç Şenkay
Kameraman: Seyit Ali Gündoğdu
Kurgu Senkron: Turgut İnangiray
Yapım: Emek Film/Nazmi Özer

Yönetmen Yardımcıları: Güler Ülüş, Leyla Yıldız, Seslendiren: Necip Sarıcıoğlu, Negatif Kurgu: Mustafa Kul, Set Ekibi: Sami Meriç, Hikmet Aydın, Işık Ekibi: Mustafa Koçyiğit, M. Ali Gündoğdu, Renk Uzmanı: Selahattin Kaya, Laboratuvar: Mustafa Yıldız, Ali Dilek, Prodüksiyon Amiri: Selahattin Koca, (Lâle Film stüdyosunda hazırlanmış, Yeni Lâle stüdyosunda seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Kadir İnanır, Selen Büke, Songül Ülkü, Erdinç Akbaş, Hüseyin Kutman, İhsan Devrim, Perihan İnci, Cem Erman, Volkan Emiroğlu, İhsan Devrim, Bülent Bilgiç

Konu: Sanayileşme süreci içinde, büyük kentte yaşam savaşı veren bir delikanlının öyküsü. Çok zengin olan babasından iş yapmak için para ister İstanbul’a iş için geldiğinde bir kadına aşık olur.


BIÇKIN (1988)


Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Orhan Aksoy, İlhan Engin
Görüntü Yönetmeni: Abdullah Gürek
Müzik: Bora Ayanoğlu
Yapım: Uğur Film/Memduh Ün

Yönetmen Yardımcıları: Evin Keskin, İbrahim Gündüz, Görüntü Yönetmen Yrd.: Mesut Çağdaş, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Set Ekibi: Bedri Uğur, Mehmet Kınık, Kadir Arıoğlu, Işık Şefi: Ergun Şimşek, Işık Yrd.: Ali Koşum, Hikmet Aydın Yapım Yönetmen Yrd.: Yunus Yakışıklı, Laboratuar: A. Tümay Rızai, Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Fehmi Acar, Negatif Kurgu: Ömer Aksu, Sultan Yıldırım, Senkron: Metin Çeşmebaşı, Mustafa Kalkan, Soner Şenbecerir, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Yapım Yönetmeni: Turgay Aksoy, Kurgu: Sedat Karadeniz, (Sineray Film sütüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Kemal Sunal, Nilgün Belgün, Bora Ayanoğlu, Necati Bilgiç, Leman Çıdamlı, Ayten Erman, Nevzat Okçugil, Necdet Yakın, Hüseyin Kutman, Doğukan Koçlar, Nilüfer Atilla, İbrahim Gündüz, Hamza Fidan, Mustafa Suphi, Ahmet Açan, Yücel Aksoy, Erol Emerle, Yasemin Türe, Seval Ayral, Nevin Ekici, Hale Akınlı,

Konu: Birbirinin benzeri olan iki delikanlıyla, aşık genç kızın güldürüsü.

BEN İNSAN DEĞİL MİYİM (1988)


Yönetmen: İbrahim Tatlıses
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Kamera: Kaya Ererez
Yapım Rüzgar Film /Kaya Ererez

Set: Ekrem Çınaroğlu, Azmi Yıldız, Işık Yönetmeni: Aslan Yıldız, Yardımcıları: Doğan Erdoğdu, Ali Demirel, Emin Uysal, Yönetmen Yardımcıları: Sibel Kocataş, Kamera Asistanı: Hüseyin Ererez, Kurgu: İsmail kalkan Müzik: Cahit Berkay, Reji Asistanı: Memet Kral, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Renk Uzmanı: Selahattin Hoşsöz, Laboratuar: Şems Toksöz, Armağan Köksal, Aslan Tektaş, Fehmi Acar, Senkron: Mustafa Kalkan, Metin Çeşmebaşı, Soner Şenbecerir, Negatif Kurgu: Ömer Aksu, Sultan Yıldırım, Fatoş Yıldırım, Prodüksiyon Görevlisi: Ramazan Denizhan, (TürkYunan Ortak Yapımı) Sineray film stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.

Oyuncular: İbrahim Tatlıses, Semiha Grusi, Anna Maria, Orhan Çağman, Savaş Yurttaş, Ercan Demirel, Hristo Demirci, Andonis Psilas, Çilem Yağmur,

Konu: Konser vermek için Yunanistan'a giden ünlü bir türkücü, orada Yunanlı bir gazeteci kızla tanışır. Çok geçmeden aralarında büyük bir aşk başlar. Ancak bu aşk farklı milletlerden ve kültürden gelen bu iki genci bir çok sorunla karşı karşıya getirir.


BELKİ YARIN (1988)



Senaryo ve Yönetmen Savaş Eşici
Foto Direktörü: Halit Aysan
Yapım: Onur Film / Mahmut Hekimoğlu

Set Amiri: Sonay Kanat, Set yardımcıları: Turgut Kanat, Haydar Emin, Işık Şefi: Fevzi Eryılmaz, Işık yardımcıları: Murat Altıparmak, Can Buri, Prodüksiyon Amiri: Cihat Karahan, Laboratuar: Selahattin kaya, Mustafa Yıldız, Montaj, Senkron: Yusuf Aldırmaz, Sesleri Alan: Necip Sarıcı, Kamera Asistan: Korhan Aysan, Yönetmen Asistanı: Zeki Durgun, Koordinatör: Halit Özalp, (Yeni Lale Film Stüdyosunda hazırlanmıştır )

Oyuncular: Sevtap Parman, Hakan Ural, Haluk Kurdoğlu, Nur İncegül, Ahmet Hoşsöyler, Murat Altıparmak, Can Buri, Savaş Eşici, Cihat Karahan, Turgut Kanat, Can Ziyal,

Konu: İki Ruhlu kadınla, onu kurtarmaya çalışan bir profesörün öyküsü.


BANA ALLAH ACISIN (1988)





Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen
Kamera: Mükremin Şumlu
Yapım: Arkan F./Halit Arkan

Oyuncular: Efkariye, Cengiz Kılıç, Murat Soydan, Turgut Özatay, Deniz Burcu, İbrahim Kurt, Nur Gürkan, Engin Aksu, Yılmaz Kurt

Konu: Oto tamircisi gençle, çadır tiyatrosunda şarkıcılık yapan morfinman kızın aşk öyküsü.

BABAM VE BEN (1988)




Senaryo ve Yönetmen: Avni Kütükoğlu
Kamera: Mehmet Gün
Yapım: Pınar Video / Atlan Şenol

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Murat Soydan, Salih Kırmızı, Neslihan Acar

Konu: Karısını, oğlunu ve kızını kaçıran adamların peşine düşen fabrika muhasebecisinin öyküsü.

AYRI DÜNYALAR (1988)




Yönetmen: Gökhan Güney
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Yapım: Topkapı Film/Yaşar Tunalı

Oyuncular: Gökhan Güney, Çiğdem İşbilir, Selma Sonat, Menderes Samancılar, Ali Tutal

AŞKIMIN MAHKUMUYUM (1988)




Senaryo ve Yönetmen: Kemal Kan
Görüntü Yönetmeni: Ahmet Demir
Yapım: Yaşam Film/Gazanfer Dirlik

Oyuncular: İzzet Altınmeşe, İpek Pınar, Sırrı Elitaş, Turgut Özatay1

AŞKA VAKİT YOK (1988)


Senaryo ve Yönetmen Yavuz Yalınkılıç
Görüntü Yönetmeni Dinçer Önal
Objektif Video Film/ Yavuz Yalınklıç

Prodüksiyon Amiri: Mustafa Şahin, Seslendirme Yönetmeni: Erhan Yazıcıoğlu, Set Elemanları: Fikret Güryalçın, Abdullah Menay, Işık Elemanları: Ender Işık Servisi Mehmet Çakar, Yönetmen yardımcısı: Rabahat Baltacı, Kamera Asistanı: Ahmet Gürkonak, Sesleri Alan Erkan Esenboğa Renk uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuar: Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Aslan Tektaş, Senkron: Metin Çeşmebaşı, Soner Şenbecerir, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Kurgu: Necdet Tok, Özgün Müzik: Cahir Berkay, (Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Melike Zobu, Muhammet Taflan, Hayati Hamzaoğlu, Süheyl Eğriboz, Mustafa Suphi, İbrahim Kurt, Korkmaz Yalınkılıç, Ali Rıza Cevizli, Hasan Yıldız, Leman Ataalp, Ayten Mutlu, Perihan Onar, Kadir Vardar, Sevim Ersin, Şaziye Açın, Kader Demir, Cemal Topal,m Yusuf Marangoz, Berkant Çarkçı, Bahri Biçer, Sırrı Elitaş, Kemal Aydan,

Konu: Kış mevsiminde altı yedi ay karla kaplı olan bir kasabaya giden kadın doktor ve onun köyde sevdiği bir adamla olan hikayesi .

AŞIKSIN (1988)


Yönetmen: İbrahim Tatlıses
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Hikaye: İbrahim Tatlıses
Görüntü Yönetmeni:
Mahmut Yumuşak
Yapım: Uzman Film/Kadir Turgut, Ferit Turgut

Müzik: Cahit Berkay, Kamera Asistanı: Mehmet Kıvırcık, Yönetmen Yardımcıları: Arslan Kaçar, Ayşin Sözer, Aydınlatma Yönetmeni: Aslan Yoldız, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Set Amiri: Ekrem Çınaroğlu, Laboratuar: Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Arslan Tektaş, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Metin Çeşmebaşı, Kurgu: İsmail Kalkan, Yapım Görevlisi: Güney Güner, (Sineray film ve stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.).

Oyuncular: İbrahim Tatlıses (İbrahim), Hülya Avşar (Deniz), Cengiz Sezici (Tekin), Osman Cavcı (Şevket), Hüseyin Kutman (Ekrem), Akif Kilman, Mehmet Uğur, Hasan Yıldız), Tuncer Sevi, Rasim Öztekin, Özcan Varaylı, Altan Gördüm, Misafir Oyuncu: Bedri Ayseli

Konu: Meşhur bir şarkıcı olan İbrahim Tatlıses, bir konser sonrasında hayranları etrafını sarar ve resim isterler. Aralarından kaçıp İbrahim'le yalnız kalan hayranı olan kız Hülya Avşar’ fotoğraf ister. Kızı görür görmez,i İbrahim aşık olur evlenme teklifi eder. Öte yandan para sıkıntısı çeken kızın babasının alacaklıları baba Hüseyin Kutman’ı tehdit etmektedirler. Ve olaylar gelişip devam eder, filmin sonunda da Tatlıses, öldürülür.


ARKA EVİN İNSANLARI (1988)




Yönetmen: Ömer Uğur
Senaryo Ömer Uğur, Cemal Gözütok
Kameraman Ümit Ardabak
Yapım: İlker Film/Çetin Dağdelen

Işık Şefi: İbrahim Sabuncu, Laboratuar : Selahattin Kaya, Mustafa Yıldız, Müzik: Cahit Berkay (Yeni Stüdyoda hazırlanmıştır. )

Oyuncular: Perihan Savaş, Yılmaz Zafer, Yıldırım Gencer, Nurhan Nur

Konu: Anadolu’nun bir köyünde, gelin ile kayınpeder arasındaki cinsel ilişkinin trajik hikayesi. Yaşanmış gerçek bir olaydan alınmıştır. Aişağılanmışlıklarını çeşitli nedenlerle dile getiremeyen, susan kadınların hikayesi .


ARKADAŞIM ŞEYTAN (1988)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Ümit Ünal
(Atıf Yılmaz Halit Refiğ, Ayşe Şasa’nın katkılarıyla)
Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman
Kurgu: İzzet Öz
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun

Yönetmen Yardımcıları: Sevgi Saygı, Püren Dinçer, Stajyer Yön. Yrd. : Bülent Somay, Kamera Yardımcısı: Ahmet Selvidal, Müzik Düzenleme: Mazhar Alanson, Fuat Güner, Özkan Uğur (MFÖ), Fahir Atakoğlu, Müzik Kayıt: Istwan Leel Össy, Fon Müzikler: Onno Tunç, Optik Efektler: Kamera Efekt, Neslihan Eyüboğlu, Belgesel Bölümler, Derleme Özel Efektler: Reklam Araçları ve Hizmetleri A.Ş., Seslendirme Yönetmeni: Osman Görgen, Sesleri Alan: Gökhan Şıracı, Miksaj: Erkan Aktaş, Sanat Yönetmeni: Metin Deniz, Jenerik: Hilmi Güven (Sinefekt), {Çaykovski “Mugnon’un Şarkısı” Yekta Kara (Soprano), Ferda Arıkan (Arpist), Kurgu: Mevlut Koçak, Animasyon: Erim Gözen, Aydınlatma Yönetmeni: Ali Salim Yaşar, Yardımcıları: Şevki Gezer, Murat İşçi, Set Ekibi: Erdal Sümer, Recai Sümer, Selim Acar, Celal Şekeroğlu, Kareografi: Sait Sökmen, Kostüm: Neslihan Yargıcı, Makyaj: Zeynep Taş, Set Fotoğrafları: M. Ziya Ülkenciler, Laboratuar Baskı: Adnan Şahin, Zekeriya Şahin, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, Yapım Yönetmeni: Ahmet Altunerim, Yapım Yardımcısı: Mehmet Ersoy, Yapım Danışmanı: Leyla Özalp, (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.

Oyuncular: Mahzar Alanson (Fatih), Ali Poyrazoğlu (Şeytan), Yaprak Özdemiroğlu (Plastik Kız), Özkan Uğur (Okan), Aycan Sicimoğlu (Gökhan), Bülent Kayabaş (Birol), Tarık Pabuçcuoğlu (Mesut), Celal Hüsrev Şeref), Deniz Türkali (Lavinya), Duygu Ankara (Komşu Kadın), Hüseyin Kutman (Patron), Levent Tülek, Pelin Su (Sekreter), Leyla Nil (Gelinlikçi), Seçil Akbaş (Kız Çocuk), İlke Nurtop (Şarkıcı Çocuk), Hale Haykır (Anne)

Konu: Fatih yetenekli bir müzisyendir. Para kazanmak için arada bir istemediği seslendirme işlerini yapmak zorunda kalır. Kendini pazarlamaya karşı direnci yüzünden ufak bir barda grubuyla sahne alır ve pek ilgi toplayamaz. Bir gece Fatih, her gün konuştuğu, dertleştiği yolunun üzerindeki butiğin camekanında duran cansız manken ile sarhoş bir şekilde konuşurken aklına Faust öyküsü gelir. O da ruhunu şeytana satmak istediğini söyleyince ardında Şeytan belirir. Bir yumurtaya üfleyerek hapsettiği ruhunun karşılığında ona 10 yıllık şan ve şöhreti verecektir Şeytan. Anlaşma yapılır, hatta cansız manken canlandırılır ve Fatih’e eş olarak sunulur. Ancak, cansız mankenin “ayarı” bir türlü tutturulamaz film boyunca. Cansız manken ya çok şehvetli, ya çok hamarat, ya da çok soğuk olmaktadır. Fatih ve Şeytan İstanbul’da daha önceden ruhunu şeytana satmış olan, plakçılar, reklamcılar ve gazino kralları ile görüşürler. Fakat, her seferinde yaşlı şeytanı atlatmasını beceren eski “öğrenciler” şeytana çok büyük zorluklar çıkarır. Fatih ise başta korktuğu şeytana artık sempati duymaya başlamış, onun için üzülmüştür. Şeytan artık ruha ihtiyaçlarının zaten olmadığını söylediği eski öğrencilerine karşı, kadim kuralları çiğneyip aşık olduğu eski aşkı Lavinya’dan yardım istemeye karar verir. Lavinya ona göre ruhunu asla kaybetmeyecek bir kişidir. Fatih, güvensiz de olsa şeytanı kırmak istemez ve Lavinya ile görüşmeye giderler. Lavinya da ruhunu kaybetmiş, bir medya patronu olmuştur. Daha önceden yetenekleri karşılığında ruhlarını satan insanlar bu sayede ruh yerine modern toplumda daha geçerli bir şey olan paraya sahip olmuşlardır. Artık ruha ihtiyaçları yoktur. Şeytan ise yaptığı başkaldırıyı artık insanlara yapamaz hale gelmiş ve insanın “daha şeytan” olduğunun farkına varmıştır. Tanrı’ya karşı mücadelesinde yenildiğini de farkeden şeytana Tanrı bir sürpriz yapacak ve onu melek yapıp kendi yanına çağıracaktır. Fatih ise kabuğunu kıracak, kendi grubuyla albüm çalışmalarna başlayacaktır.

* Atıf Yılmaz, yine "serbest vezin" bir filmle karşımızda. Yılmaz'ın enerjisi bir yana sürekli değişik, farklı, üstelik "riskli" gözüken şeyler yapmasına, sürekli yenilikler aramasına, kendi adıma büyük saygı duyuyorum. "Arkadaşım Şeytan" bu arayışın yeni bir ürünü. Ve son dönemdeki Atıf Yılmaz filmlerinden "Adı Vasfiye", "Asiye Nasıl Kurtulur", "Aahhh... Belinda", "Hayallerim, Aşkım ve Sen"den, kimi ortak noktalara karşın oldukça farklı ve özgün bir eser.

Yılmaz'ın Ümit Ünal'ın senaryosuna dayalı filmi, bir tür çağdaş Faust uyarlaması gibi başlıyor. Mesleğinde bir türlü başarıya erişemeyen, yaptığı "cıngıl" beğinilmeyen, Ece Bar'da şarkı söylerken kendini kimselere dinletemeyen mutsuz ve umutsuz müzisyen Fatih, beklenmedik bir anda "şeytan"la karşılaşıyor. Şeytan, başarı karşılığı ondan "ruhunu" isteyecektir: 5, 1O veya niçin olmasın, 20 yıl için. Şeytanın her dediğini yerine getirmek kaydıyla, başarı artık Fatih'in olacaktır. Ancak öykü, bu "modern Faust" yolunu izlemiyor. Kısa zamanda özgün bir "gırgır" egemen oluyor.
Şeyan, artık eski bildiğimiz şeytan değildir. İnsanlar üzerindeki etki gücünü yitirmektedir. Çünkü insanlar artık "şeytana pabucunu ters giydirecek" denli hinoğlu hinleşmişlerdir. (Nitekim, gerçekten giydirirler de!..) Yalnız bununla da kalmaz, dilimizde şeytanla ilgili ne kadar deyim varsa, hepsini uygularlar: Şeytanın "kulağına kurşun" akıtırlar, "şeytanın bacağını kırarlar" vs. Asıl sorun şudur: İnsanoğlunun artık zaten "ruh" denen şeye gereksinmesi kalmamıştır ki!.. O ruhunu şeytana değilse de, paraya, üç kağıda, köşe dönücülüğe satmış, bilgisayarların ve onların ardındaki "çokuluslu şirketlerin" holdinglerin, bankaların, sermayenin yasalarının, İMF'nin vb. şeylerin egemenliğini kabullenmiştir. Böylece şeytanlarla ve şeytanlıkla dolu bir "yeni dünya"da gerçek şeytana iş kalmamıştır. Tası tarağı toplayıp geldiği yere gitmekten başka!..

Arkadaşım Şeytan" bu özetten de anlaşılacağı gibi, özgün ve hoş bir konusu , çağımızın Türkiye’sinin ve dünyasına ironik bir yaklaşımı olan bir film... Şeytan'ın "müritleri" arasında gazino, plak ve de reklam dünyamızı simgeleyen "üç patron"un başı çekmesi, bu çevrelerce nasıl karşılanacaktır, bilemem!..zaten şeytanın "müriteri" arasında kimler kimler yoktur ki!.. Filmin en güzel buluşlarından biriyse, kuşkusuz Fatih'in her akşam dert yandığı, üzüntülerini anlattığı vitrin mankeninin şeytanın hikmetiyle canlanıp Fatih'in yaşamına karışan etlicanlı bir kadın olması. Önce "10 yıldır vitrinde gelinlik takıp kısmet beklemenin" etkisiyle azgın bir dişi olarak Fatih'e saldıran manken, onun istekleri doğrultusunda, sırayla eteği belinde bir ev kadını, gergef ören romantik bir sevgili, gözlüklü ve erkeksi bir "bilinçli kadın" olursa da, hiçbir haliyle erkeği memnun edemez. Ve "şeytan"dan "kadın işlerinde ben bile başarılı olamıyorum" iltifatını alır!.. Zaten şeytanın kendisinin de filmin sonunda tüm şeytanlığından sıyrılıp, kendi halinde, sorunlu "aciz" bir ihtiyarcığa dönüşmesi de, filmin özgün buluşlarından biridir...

"Arkadaşım Şeytan"da daha birçok sürpriz var, merak etmeyin. Bu oldukça "hırsız",temelde Batılı bir temaya bize özgü sayısız özellik ve özgünlük katan, birçok olayla, kişiyle ve olguyla tatlı tatlı gırgırını geçen film. Atıf Yılmaz'ın fantastiğe olduğu denli, zekaya ve "zekice" kotarılmış filmler türüne de yeni bir kanat açışını simgeleyen değişik bir çalışma...

Keşke senaryodaki kimi "tekrarlar" önlense, film keşke biraz daha kıvrak, biraz daha akıcı olsa diyorsunuz gerçi. Ama bu haliyle de "Arkadaşım Şeytan" büyük bir keyifle izlenen hoş bir film... İlk filminde oldukça rahat, en azından aksamayan bir oyu veren Mazhar Alanson'un yanı sıra Ali Poyrazoğlu, "şeytan"ın alaycılıktan ve kendine güvenden yenilgiye, kuşkuya ve çöküşe kayan değişimini büyük bir ustalıkla veriyor. Ve gerçekten has bir oyuncu olduğunu gösteriyor: Sinemanın ondan bu denli az yararlanması ne yazık!.. Aynı şey, kısacık bir rolde çok başarılı olan Deniz Türkali için de söylenebilir. Erdal Kahraman'ın Avrupa filmlerini anımsatan görüntü çalışmasının yanı sıra, MazharFuat Özkan'ın müziğinden bilmem söz etmeye gerek var mı? (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 64) “. Dorsay’ın bu yazısı, 3 Şubat 1989 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde, “Şeytan Artık İnsan” başlığı altında yayınlanmıştır.

v    "Arkadaşım Şeytan"da, yönetmenin kendisini "yenilemeden" çok yinelediği, daha açık bir deyişle, yenilikler ve fantezi peşinde koşayım derken, didaktik bir ahlakçılığın ağına takılıp kaldığı bir film. Yerleşik ahlak kurallarının en beylik kurallarının en beylik motifleriyle donatılıp düşsel bir dizi fanteziyle süslenen, bir ara "komedi" ile "müzikal" arasında tereddüt edip sonra fantastik olmakta karar kılan film için olumlu bir şeyler söylemek oldukça zor, hatta zordan da öte bir şey. (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni Konumlar, s.6364, Broy Yayınlan 1990).

v    Senaryoların kendi mantık ve kurguları içinde "tutarlı" olmaları koşulunu böylesine zorlayan bir filmde, Ümit Ünal'ın, "şeytan" adlı varlığın nasıl ve neden kullanılması gerektiğine yüzde yüz inandığından kuşkuluyum. Güldürü de olsa, insanın içine en ufak bir ürperti bile vermeyen bir şeytanın, filmin baş kişisi (mi?) olan Fatih'i geri planda bırakarak öne geçmesi, bu varlığın çekiciliğini kaybettiriyor. İnsanların şeytandan daha kötü oldukları yolundaki iddiaları da, ortada kötü şeytan falan olmadığından havada kalıyor (Ali Ulvi Uyanık, Milliyet Sanat d., s.210, 15 Şubat 1989)
► Arkadaşım Şeytan'da harcanmış bir keyif var aslında. Ümit Ünal'ın daha önceki senaryolarından bildiğimiz sevimli hırsızlığından kaynaklanan ince bir humour, arada bir başını kapı aralığından uzatıp kayboluyor. Ama o kadar. Filmin nüvesinde hayli derin bir entelektüel baz var, ama bu da Atıf Yılmaz’ın tavrının kurbanı oluyor. (Ali Hakan, “Acele İşe Şeytan Karışır Kerata” İki bine Doğru d., s.6, 5 Şubat 1989)

v    Atıf Yılmaz'dan bir fantezi daha... Neredeyse yarım aşıra yaklaşan bir zaman dilimi içinde sinemada kalabilmek, kasaba gerçeğinden kadın filmlerine, fantastik denemelerden komedilere dek, her türde ve alanda öncülük yaparak her zaman güncelliğin ortasına oturup "her devrin adamı" olmak elbette kolay bir şey değil. Evet... Daha önceki yazılarımızda söylediğimizi yineleyelim: Atıf Yılmaz her devrin adamı. Ama bu bir yergi değil, aksine, bir övgü. Kendisini devamlı yenileyip olaylara ve durumlara çağdaş bir açıdan bakıp genç kalabilmenin üstesinden gelebildiği için..

v    Böylesine bir girişten sonra Arkadaşım Şeytan'a övgüler yağdıracağımız sakın anlaşılmasın. Çünkü Atıf Yılmaz kendisini yenileyim derken bazen yineliyor da. Arkadaşım Şeytan da, yönetmenin kendisini "yenileme"den çok "yinelediği", daha açık bir deyişle, yenilikler ve fantezi peşinde koşayım derken, didaktik bir ahlakçılığın ağına takılıp kaldığı bir film. Yerleşik ahlak kurallarının en beylik motifleriyle donatılıp düşsel bir dizi fanteziyle süslenen, bir ara "komedi" ile "müzikal" arasında tereddüt edip sonra fantastik olmakta karar kılan film için olumlu bir şeyler söylemek oldukça zor, hatta zordan da öte bir şey.Oldukça kaba bir Dr. Faust esprisinden yola çıkılarak içinde yaşadığımız dünyanın o denli ruhsuz olup şeytana pabucunu ters giydirecek denli şeytancıklarla dolu olduğunu anlatmak için bunca gösteriye, onca şamataya ne gerek var diyebiliriz kolayca. Ama Atıf Yılmaz, ruhunu şeytana satan Fatih'in yaşadığı trajikomik olayla yalnızca bunları anlatmaya, altını çizmeye soyunmuyor. Giderek teknolojinin (kompütürlerin, çok uluslu şirketlerin vs. vs.) sözüm ona, toplumlar üzerindeki sınırsız güçleri üzerine de göndermeler yapıyor. Tabii bu arada (kadın filmleri yönetmeni olmak kolay değil) iğreti ve şematik kadın tiplemeleriyle bir dizi fanteziler sunmayı da ihmal etmiyor. Yılmaz, şeytan fantezisiyle çok şey anlatmaya soyunup sonuçta anlatma kargaşasına ve paniğe düşerek hiçbir şey anlatamamanın sıkıntısını yaşamış. Film, çok şey anlatır gibi gözükürken, aslında hiçbir şeyi anlatamamanın güldürü türleriyle desteklenen komikliğine bürünerek her şeyin altını yüzeysel bir değinme ile çizerek geçiştirmiş. Bir bakıyorsunuz şeytanmelek ikilemi, bir bakıyorsunuz karşıt cinsler arasındaki çatışmadan kaynaklanan kadın çeşitlemeleri. Bir yanda kompütürler, çok uluslu şirketler, öbür yanda plakçılar, reklamcılar, prodüktörler... Canlanan mankenler, kırılan yumurtalar, "şeytanın bacağını kırmak" gibi espriler de işin çabası...
v     
Dr. Faust'tan ödünç alınmış şeytan esprisi ile elbette çok şey anlatılabilir, ama önce hınzırca yazılmış bir senaryoya, akılcı, kıvrak diyaloglarla inceden kotarılmış metafor ve değişmelere gereksinim vardır. Üstelik fötr şapkalı, süpermen kılıklı bir şeytanla, oyunculuk yeteneği bir hayli kısıtlı üçlemenin Mazhar'ı ile bu işe soyunmak da işin diğer negatif yanı. Adı ustaya çıkmış yönetmenler bile, kimi zaman güldürünün ciddiyetini kavrayıp bu türle de çok şeyler anlatabileceğini kestiremiyorlar galiba.


ARABESK (1988)


Yönetmen: Ertem Eğilmez
Senaryo: Gani Müjde
Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı
Yapım: Arzu Film/Ferit Eğilmez
Yardımcı Yönetmen: Ferdi Eğilmez, Sanat Yönetmeni: Annie G. Pertan, Işık Şefi: Oğuz yaralı, Ses Kayıt: Erkan Esenboğa, Set Amiri: Ergun Sımsıkı, Söz Yazarı: Aysel Gürel, Müzik: Atilla Özdemiroğlu

Oyuncular: Müjde Ar (Müjde), Şener Şen (Şener), Uğur Yücel, (gazino patronu Ekrem), Üstün Asutay (Müjde’nin babası), Tarık Pabuççuoğlu (İsmail), Necati Bilgiç (Kaya), Kadir Savun (mahkûm), Münir Özkul, Orhan Çağman (klarnetçi Münir), Rasim Öztekin (Hasta), Candan Sabuncu (hemşire), Doğu Erkan (Müjde’nin annesi), Celâl Belgil (tetikçi), Nuri Alço, Coşkun Göğen (kahvedeki adam), Akif Kilman, Günay Güner, Erkan Esenboğa, Ergun Sımsıkı, Ramiz Yalçın

KONU: Klasik Yeşilçam sinemasının klişeleşmiş türlerini, kalıplarını abartılı bir yaklaşımla gırgıra alan, kimi yerde sorgulayan, bir başka deyişle "günah çıkartan bir melodram antolojisi".
Ağa kızı Müjde'yi babası, çocukluğundan beri birbirlerini tanıdıkları yanaşma oğlu Şener'e vermez. Aşıklar kaçarlar. Ama çocukluk arkadaşları Kaya her yerde peşlerindedir. Birbirlerine kavuşamayan aşıklar yıllar sonra yaşlandıklarında melekler gibi kanatlanıp elele göklere uçarken yine karşılarında kıskanç kötü adam Kaya'yı (Necati Bilgiç) bulacaklardır. Bu filmde gazinocular krlaı rolüyle "Baba" daki Marlon Brando'yu taklit eden Uğur Yücel mükemmel bir oyun sergilemekte.

İnsanı film yapmaya iten nedenlerin hepsi perdeye yansımaz. Bir kısmı senaryoya, peliküle geçer geçmesine... Ben içte kalan şeyleri sevmem. Bu yüzden adı ve tadı "Arabesk" bir fılmi niçin yaptığımı anlatayım. Aslında "niçin"lerin gerçek cevabını vermeye kalksam, başta kendim olmak üzere, hepimizin hayat hikayesini anlatmam gerekli. Benim hayatım arabesk. Yalnız benim mi? Senin de, onların da, herkesinki arabesk. Arabeski yapanı da, arabeskten kaçanı da, arabesk yaşıyoruz, Çünkü biz ne kadar kaçsak da arabesk içimizde… (Niçin adında ve tadında “Arabesk” olan bir film yapıyorum  Ertem Eğilmez) “Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 2 Cilt, syf: 334”
v    Klasik Yeşilçam sinemasının neredeyse tüm entrikaları var Arabesk'te. Biraz daha abartılmış, karikatürize edilmiş biçimde. Bir tür ''Yeşilçam temaları sözlüğü" sanki. Zengin kızfakir oğlan, düşmüş kadın, kör şarkıcı. Kaderin oyunları... İnanılmaz şeyler oluyor Arabesk'te, bir zamanlar seyrettiğimizde hepimizi etkilemiş olan Yeşilçam filmlerinin geleneklerine bağlı olarak. (Ali Hakan, Entel haylazlık, ikibin'e Doğru, 19 Şubat 1989)

v    "Arabesk" rahat izlenen ama uçup giden bir güldürü. Gani Müjde imzasını taşıyan senaryonun, güçlü bir kurgu ve dinamizm yakaladığını söyleyebiliriz... Eğilmez aynı zamanda, dünün cilalı ama kof Yeşilçam filmleriyle de dalgasını geçiyor (Ali Ulvi Uyanık, MilIiyet Sanat d., s.211, 1 Mart 1989)

v    Arabesk seyirciden ve basından gördüğü ilgiyi tümüyle hak edecek sinemasal açıdan erdemleri olan kalıcı bir film mi? Hiç sanmıyorum. Yalnızca iyi bir zamanlamanın kokusunu duyan, yıllanmış ve deneyimli bir yönetmenin kurnaca ve akıllıca kotarıp popüler oyuncuların sırtına yasladığı TV'deki kimi parodileri anımsatan eğlencelik bir gösteri. (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni Konumlar, s.4344, Broy Yayınları 1990)

v    Arabesk'te toplumun her kesimindeki, her kurumundaki çarpıklıklar, iğretilikler Türk sinemasında bugüne dek eşine rastlanmadık bir kara güldürü anlamıyla öyle bir taşlanıyor ki, nefes almadan, aralıksız gülmekten izleyicide takat kalmıyor... Ama bir yandan da Eğilmez'in, toplum yapısının aynaya yansıttığı görüntüsü insanı ürpertiyor. (Erdal Çetin, Milliyet g. 25 Şubat 1989) “Agah Özgüç, a.g.e.”

v     
"Arabesk", kimi eleştirmenlerimiz tarafından "başyapıt" ilan edildi bile... Seyircimizin bu filme gösterdiği ilgiyse olağanüstü... Sanırız ki "Arabesk", bu yılın büyük iş yapan yabancı filmlerine yetişecek ve Türk sinema tarihinin en büyük gişe gelirini gerçekleştirecek. Bütün bunlardan ne denli sevindiğimizi söylemeye gerek yok. Hele güldürü seven ve Ertem Eğilmez'in filmlerini (zamanında) oldukça sevmiş, övmüş bir yazar olarak... Ama bu övgü ve beğenme fırtınasına biz de katılacak mıyız? Sanmıyorum...

Sinemamızda "Yeşilçam usulü filmlerle alay etmek, onları yerden yere vurmak, birden moda oldu. Atıf Yılmaz'ın bunda (birçok şeyde olduğu gibi) öncülük yaptığı söylenebilir, özellikle "Hayallerim, Aşkım, ve Sen"le... " Arabesk"de bu açıdan tam bir "günah çıkarma" filmi. Yalnız sinemamızın değil, tüm bir Doğu (özellikle de Hint) sinemasının en görkemli kalıpları, en koyu melodram öğeleri, bu bir türlü "kavuşamayan" aşıklar öyküsünde tatlı tatlı (giderek acı acı) alaya alınıyor. Ağa kızı Müjde'yle yanaşma oğlu Şener'in "imkansız aşk"ları, köyde başlayıp İstanbul'lara dek uzanan gelişmelerle sürüyor. Bu arada aşıklarımızın başına neler neler gelmiyor ki!.. "Gazinocular kralı" ile karşılaşıp "şarkıcı oluyorlar" (hem de ikisi birden!) tecavüzlere uğruyorlar (bu, doğallıkla Müjde için söz konusu oluyor!), Mecnun gibi çöllere
düşüp Cahide gibi meyhanelerde alkole sığınıyorlar. Kör oluyorlar (ikisi de, ama ne yazık ki aynı anda değil), gözleri açılıyor, ölüme mahkum olduklarını sanıyor, sonra bunun "doktor yanlışından ileri geldiğini anlıyorlar. Film, bu açıdan tam bir "Yeşilçam melodramları antolojisi" gibi... Felaketler ve bunlara koşut giden "saadetler" antolojisi sanki... Final ise yine aynı biçimde "mutlu sonla mezarlıklımevlutlu finallerin bir karması olarak geliyor.
"Arabesk", aslında aylar öncesinden basına yansıyan dedikoduların, haberlerin, spekülasyonların veya yalnızca filmin adının kadrosunun resimlerinin getirdiği tüm beklentileri doğruluyor, bunları boşa çıkarmıyor. Oldukça akıcı, oldukça hınzır, oldukça taşlayıcı bir filmle karşı karşıyayız. Film, melodram türünün ve bunun günümüz sineması, giderek kültürü/yaşamı içinde dev boyutlardaki yansıması olan arabesk kültürün yapısını, mantığını, doğuş ve var oluş nedenlerini yer yer başarılı biçimde irdelemeye çalışıyor (Bu açıdan, fılmde Özdemiroğlu'nun bestesi olan "gerçek" arabesk parçaların kullanılması, diğer bir deyişle, müziğin kendisiyle değil, onun oturduğu temelle, çerçeveyle alay etmenin yeğlenmesi, akıllıca bir seçim). Bu bağlamda, örneğin Şener'in tutukevinde bir "fotoğraf' nedeniyle mahkumlarla takışması ve bunu izleyen "şarkı" bölümü çok iyi. Çünkü bu bölümde, arabeskin (şarkı olarak, müzik olarak, kişisel/toplumsal ruh hali olarak) doğuşunun ipuçları var. Aynı biçimde, Hint müzikallerini andırır dansşarkı sahneleri, özellikle Batı'nın çok iyi bildiği bu türe gönderme yaparak, filmin evrenselleşmesine katkıda bulunuyor. Ayrıca kimi sahneler, "grotesk" olsalar da güldürmeyi başarıyorlar. Örneğin, ünlü "tecavüzcü" Coşkun'un başını çektiği "dikidIer ordusunun kahvede fermuarlarına sarılma sahnesi gibi...

Yine de "Arabesk" çok başarılı bir film değil bizce, bağlanan umutları tümüyle gerçekleştiremiyor. Çünkü film (senaryodan sinemalaştırılmasına) yalnızca tek boyutlu, tek düzeyde olarak düşünülmüş. En güldürücü sahneler, bölümler bile herhangi bir "ikinci düzeyde okuma" olanağı getirmiyor, herhangi bir derinlik içermiyor. Yalnızca "anında güldürmeye yönelik bir "boşalım filmi" bu... Gerçek, has güldürünün özelliğini oluşturan boyutlardan, derinlikten, çift (veya çok) anlamlılıktan yoksun.. Diğer bir deyişle, filmden tam beklediklerinizi buluyorsunuz, bir adım ötesini veya bir gram fazlasını değil. "Arabesk", bu açıdan iyi bir popüler güldürü örneği. Ama işte o kadar. Bu arada oyuncu kadrosunda özellikle. Müjde Ar'ın alabildiğine "epik", stilize, antidramatik oyununu filmin genel havasına uygunluğu yönünden olağanüstü bulduğumu belirtmeliyim.
Arabesk"in asıl ilginçliği ise bence sinemasal yanından çok simgelediği toplumsal yanda yatıyor. Daha düne dek sinemaları dolduran, TV'nin ünlü cumartesi Türk filmlerinde milyonlarca seslenen bir sinema anlayışı, bir film türü, bu filmde ciddi biçimde sorgulanıyor, alaya alınıyor, güldürü görünümü altında eleştiriliyor. Ve seyirci, görebildiğim kadarıyla, bu sorgulamaya, bu alaya yürekten katılıyor, bol bol gülüyor, boşalıyor. Acaba Türk sinemasının seyircisi gerçekten de köktenci bir değişime mi uğradı, kimse farkına varmadan böylesine bir değişim/dönüşüm mü gösterdi? Yeşilçam'ın düne kadar "aydın işi" denilen eleştirisi ve kimi filmlerdeki "aydınca" özellikler, acaba artık hatırı sayılır önemde kitlelere mi mal oldu? "Arabesk", bu kuşkuyu, bu soruları akla getiriyor. Ve eğer yanıtlar doğru verilirse, sinemamıza dolaylı olarak belki yeni kapılar açıyor... (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf, 111) “Bu filmle ilgili aynı yazı; 3 Mart 1989 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde “Yeşilçam’a Arabesk Taşlama “ başlığı altında yayınlanmıştır.)”

Ödül:
Sinema Yazarlarının geleneksel seçiminde,
"Arabesk", "en iyi film"
► Müjde Ar "en iyi kadın oyuncu"
► Uğur Yücel "en iyi yardımcı erkek oyuncu"
► senaryo yazarı Gani Müjde ise "teşvik ödülü" kazandı.

v    26. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1989) Ertem Eğilmez “Jüri Özel Ödülü,

Jüri Üyeleri: İbrahim Altınsay, Hayri Caner, Erdal Çetin, Çoşkun Çokyiğit, Atilla Dorsay, Burçak Evren, Ali Hakan, Hakan Sonok, Rekin Teksoy, Ali Ulvi Uyanık

v    Düne kadar kitleleri gözyaşlarına boğan, tüm yadsımalara ve karşı kuyumlara karşın yalnızca müziğimizin ve sinemamızın değil tüm sosyal/kültürel yaşamımızın ortasına çöreklenip egemenlik kuran arabeskin ve de daha geniş anlamda melodramın bir güldürü türünün malzemesi olacağı kimin aklına gelebilirdi ki? Gerçi Türk sinemasında çoğu kez ağlayacağımız şeylere güldüğümüz, güldüğümüz kimi olaylara da ağladığımız olmuştur.

Başkalarını bilmem ama benim ekranlara yansıyan kimi eski ağdalı melodramları izlerken güldüğüm çok olmuştur. Gerçekle uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan, kimi talihsizlikler ve rastlantılar zincirlemesiyle olmadık, işitilmedik, deva bulmaz aşktan en basite indirgeyerek duyguların "bam" teline dokunan o eski melodramların geniş kitlelerle kurabildiği bağın gizini hep merak etmiş ve yapaylıklarından dolayı da tümüyle yadsımışımdır. Ama melodramlar ister ağlatsın, ister güldürsün sinemamızın hâlâ baş tacı olmaya devam ediyor. Düne kadar ağladıklarımıza eğer bugün gülebiliyorsak, bunu bir değişmeden, farklı bir algılamadan çok, benzer türlere yatkın bir sinema izleyeninin kimi eski alışkanlıklarına bağlamak gerek.

Ertem Eğilmez'in Arabesk 'i işte böyle bir temel üzerine oturtulmuş. Yönetmen, bilinen ve izlene izlene ezberlenen her durumu tersyüz ederek ağlatının değil de bu kez güldürü ürünün malzemesi yapmış. Her şey öylesine basit, öylesine sıradan ve öylesine yapay ki (ve de öylesine hınzırca hazırlanmış ki) gülmemek elde değil. Ama gülmemizin asıl nedeni hiç kuşku yok ki perdede gördüklerimiz değil. Daha önceki alışkanlık ve birikimimizle ezberlediklerimizin tersyüz olarak anımsattıklarından kaynaklanıyor.

Filme isim olarak 'arabesk' gibi, özelde müzik zevkimizden başlayıp genel planda hayat tarzımıza, kültürümüze atıf yapan bir kavramın seçilmiş olması boşuna değil. "Arabesk", köyden kente göç ve Batılılaşma sürecinde yakamızı bir türlü bırakmayan Doğulu genetik mirasımızın izini sürüyor; bir yandan ince ince “ti”ye alırken, bir yandan aynı duyarlığın ürünü bir formla karşımıza gelerek düpedüz kutsuyor. En çok da bu yüzden keyif alıyoruz galiba. Hem yabancılaşıp, hem özdeşleşme imkanı tanıdığı için. Hint filmlerini aratmayan gerçeküstü bir ton, abartıya kaçmayan basit koreografi ve çekimlerle alabildiğine hafif bir seyirlik, eğlenceli bir müzikal izliyoruz ilk bakışta. Gelgelelim iki yüzlü namus anlayışımızdan maddiyatçılığımıza, çarpık sınıf bilincimizden kültürel açlığımıza, yasa dışı iş çevirme merakımızdan dolandırıcılığımıza, ipliğimiz pazara çıkıyor sağlam. Bazen para, bazen güç, çoklukla da kadın için yapmayacağımız şey, satmayacağımız değer yok alimallah. Bütün bunlar ve zekice bir tercihle, 'Türk sineması' dediğimiz şeyin hemen tüm trükleri, klişeleri, hadi gelin söyleyelim, saçmalıkları, absürd tiyatro ve giderek sinema geleneği uyarınca diziliyor önümüze. Yıllarca yaşlı gözlerle izlediğimiz melodramlarda 'yok artık!' dedirtecek ne varsa resmi geçit yapıyor adeta. Kahramanın saçlarının bir anda ağarmasından, gözlerinin hoop diye kör kalmasına, vücuduna isabet eden onlarca kurşuna bana mısın dememesine kadar, neler neler...

Zaman içinde melodramdan istismar sinemasına doğru kayan ana akım filmlerimizin yıllarca işlettiği formülü, bu defa her anında 'bir film izliyor olduğumuzu' hatırlatarak tersine çeviriliyor. ciddi bir yeniliğe imza atıyor "Arabesk" . Melodramın da kralım çeken rahmetli Ertem Eğilmez, son filmiyle, yaptığı işe dair bütün farkındalığını , ustalığını gözler önüne seriyor. Müjde'nin de yardımıyla, kendi filmleri de dahil sayısız Türk filmine ve başta "Baba" olmak üzere birkaç da yabancı filme yaptığı göndermelerle postmodern bir yapıt ortaya koyuyor. Tüm kariyeri boyunca layıkıyla becerdiği gibi. son kertesine kadar bize ait hem de ...

Tabi onca değinme, dokunmanın ve alt metnin üzerinde bir aşk hikayesi var önümüzde. Bir türlü kavuşamayan iki aşığın hikayesi. Akla ziyan merhalelerden geçip yine de birbirinin olamayan. Aşkın sırrı da burada yatıyor zaten. Başkalarının kolayca elde ettiği beenleri birbirlerine hasret kalıyor, aşkları da baki neticede. Yerli sinema seyircisi olarak en sevdiğimiz şey aşk filmi malum. Sonuna kadar bekliyoruz kavuşacaklar mı diye. Müjde'nin senaryosu ve Eğilmez'in sanatkarane yönetmenliği dışında iki unsur daha var altı çizilmesi gereken. Birincisi bu kadar 'light' bir filmle, neredeyse sinema perdesindeki en iyi performanslarına yaklaşan oyuncular. Sırasıyla Şener Şen, Uğur Yücel ve Müjde Ar. Necati Bilgiç'ten başlayarak, yan roller de kelimenin tam anlamıyla kusursuz. Her birinin filme kattığı öyle çok şey var ki, tekrar tekrar izleyip, yine de sıkılmamamızın başlıca sebebi bu nüanslar İkinci unsura gelirsek O da "Arabesk"in maalesef hiçbir yerde yayımlanmamış müzikleri. Filmin kültleşmesinde belki de en büyük payda. Bugün küçücük çocukların bile bir izleyişte diline takılan, 'Ümidim Var', 'Aşkolsun', 'Şipşak', 'Terk Edildim', 'Allahım Kör Et Beni' ve 'Salla' gibi tadından yenmez şarkılar.

Yapım şartlan açısından bir parça demode kalsa, televizyonlarda döne döne artık ezbere bildiğimiz bir şey olsa da, bunca yıl sonra hala değerli, cesur bir film "Arabesk". Türk sineması için bir yol ayrımı, bir makas. Olur a sinemanın insanları bir araya getiren, yaklaştıran , büyülü bir şey olduğunu unutursak, o bize hatırlatır nasılsa ... (Cem Altınsaray) “SİYAD, 40 Yıllık Serüven”