3 Aralık 2022 Cumartesi

 

AŞK ÖLÜMDEN SOĞUKTUR (1994)

 Senaryo ve Yönetmen: Canan Gerede, Görüntü Yönetmeni: Jurgen JurgensMüzik: Fuat GünerSanat Yönetmeni: Gül Oğuz, Yapım: UPF/Eliane Stutterheim Faruk Aksoy, Canan Gerede Montaj:

Albert Jurgenson, Şarkı yorumcusu: Şebnem Gördem, Yapım yönetmeni : Bahadır Atay, Ses: J. F Adora, Montaj; Albert Jurgenson, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Film Baskı: Uğur Orbay, Gaffer: Ali Salim Yaşar, Bestboy: Durmuş Demirezen İmaj: Jürgen Jürges, Prodüksiyon Müdürü: Bahadır Atay,

Oyuncular: Kadir İnanır (Ali), Bennu Gerede (Belgin), Ayşegül Ünsal (Fatma), Umur Turagay (Osman), Engin İnal, Tuncel Kurtiz (Dursun), Ersin Pertan, Ayşe Emel Mesçi, Faruk Aksoy, Kemal İnci, Kutay Köktürk, Mehmet Yankır, İlhan Arkan,

 Konu: “Aşk Ölümden Soğuktur, şarkıcı Bergen'in gerçek yaşamından esinlenerek yapılan bir film. İstanbul'un varoşlarında bir Çingene mahallesinde annesiyle birlikte yaşayan, müziğe ve dansa tutkun genç bir kız olan Belgin, bir klüpte dans ederek para kazanmaktadır. Yaşlandığı için müşterilerden rağbet görmeyen annesi, Belgin'i, içinde bulundukları zor koşullardan kurtulmanın tek aracı olarak görmektedir. Çalıştıkları kulübün polis baskınına uğraması, güçlü bir kişiliği olan kumarhane işletmecisi Ali ile tanışmalarını sağlar. Anne ve kız, bu güce sığınırlar. Ali de Belgin'i çok beğenmiştir. Toplumun kenarında yaşamaya alışmış bu iki insan arasında tutkulu bir aşk doğar ve evlenirler. Belgin hamile kalır, ancak borçlarını ödeyemeyen Ali'nin dükkanına el konulması, ilişkilerinde gerginliğe yol açar, yaşanan şiddet yüzünden, Belgin çocuğunu düşürür, Ali, Belgin'i terk eder. Belgin, biraz da annesinin zorlamasıyla müzik yapımcısı Yaşar'ın teklifini kabul eder, müzik kariyeri hızla ilerlemeye başlar, ünlü olur. Ancak Ali'yle ilişkisi tehlikeli bir boyut kazanmıştır. Sevdiği kadından ayrılmaya dayanamayan Ali, Belgin'in yüzüne kezzap atar, sonra da bıçaklar.

 Ödül:

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1995)
►Canan Gerede “En İyi Yönetmen,
►Jurgen Jurgens “En İiy Görüntü Yönetmeni”
►Kültür Bakanlığı Özel Ödülü
 ”Aşk Ölümden Soğuktur

 * "Bennu Gerede 'nin epeyi çabaladığı hatta yer yer akça pakça, mevzun bir 'sarışın dilberin masumiyetiyle karışık cazibesinin yüksek enerjisini yaydığı ve cinsel obje olarak fiziğiyle perdeyi doldurduğu ileri sürülebilirse de, bir konuşmaya başladığında Amerikalı bir şarkıcı çingene kızına dönüştüğü de açıkça ortada, son tahlilde. Keşke dublaj yapılsaymış ona. Fasbinder Wenders gibi ünlü yönetmenlerin namlı, Alman kameramanı Jürgen Jürges'in usta işi çerçevelerine ve görüntülerinde Beyoğlu'nun izbe, karanlık, arka sokaklarının müdavimleri (konsomatrisler, dönmeler, uyuşturucu satıcıları, kadın tellalları, falcı kadınlar, leş kargası medyacılar, paparazzi basını vb.) adeta resmi geçit yapıyorlar. Tabii göbek danssız ve şarkısız da olunmuyor bilindiği gibi. Gerede'nin kimi zaman Atıf Yılmaz'ı çağrıştırırcasına, pavyon, bar vb. iç mekanları iyi değerlendirerek kullandığı, belgesele selam sarkıtan, yalın ve nesnel bir üslup tutturduğu kimi sekanslara da sahip, alışılmış duyarlıklar üstüne oturtulmuş film, İnanır'ın da bayağı riskli başrolü üstlendiği katmerli bir melodram sonuçta" (Çapan, Cumhuriyet, 15.12.1995). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç Dr. Bülent Vardar, “20. Yüzyılın Türk Sineması ”

 * Canan Gerede, ikinci konulu filminde ünlü “acıların kadını” şarkıcı Bergen’in öyküsünü anlatıyor. Hani şu kocası tarafından yüzüne kezzap atılarak bir gözü kör edilen, daha sonra da vurularak öldürülen ünlü arabesk şarkıcısı... Yakın zaman Türkiye'sinin en ilginç adliye ve cinayet olaylarından biri, ardında yalnızca ölümcül bir tutkuyu değil, tüm bir çağdaş Türkiye sosyolojisini de barındıran çarpıcı öykü.

 Ancak Gerede bu gerçek drama çok farklı biçimde yaklaşmayı seçiyor. Ateşli ve arabesk hüznüyle örülü bir melodramı da itiyor, tümüyle toplum bilimsel gözlemlere yaslanan bir yansızlığı da... Onun seçtiği tarz en çok Fassbinder' e yaklaşan ve yakışan bir tutum: melodramı küçümsemeden, tersine önemseyip yücelterek, ama ona mesafeli ve soğukkanlı, hatta basbayağı soğuk biçimde yaklaşma ve onun kendisini değilse de özünü yakalama çabası...

 Zaten bu Fassbinder “” tutkusu, hem filmin isminde (Fassbinder'in de ilk filminin adı buydu), hem de filmin bir yerinde Bergen/Belgin'in "zaten hepsinin adı Ali'dir," diyerek bir başka Fassbinder filmine göndermede bulunmasıyla da açıkça belirginleşiyor...

 Böylece ortaya ilginç, garip ve oldukça yadırgatıcı bir film çıkıyor. Çok kesin bir devamlılık içermeyen, barındırdığı melodram öğelerini tam anlamıyla değerlendirmeden kullanan, birçok sahnenin sanki kendi içinde bütünlenen tablolar gibi belli bir bağımsızlık içinde yaratıldığı bir film...

 Filmin asıl yadırgatıcılığı, kuşkusuz bizim seyircimiz için... Çünkü bir yandan filmin şarkıları gerçek bir arabesk gırtlağa ve duyarlılığa dayanmıyor, aklılar. Bergen'in ününe de hiç yakışmıyor.

 Hele şarkıcının bir aralar "devrimci müziğe" ve bilinçli parça seçimine ağırlık vermesi gibi bir tuhaflık oldukça şaşırtıcı!... Öte yandan bu rolü üstlenen ve kendisine özgü tazeliği ve sezgisiyle bence olağanüstü biçimde altından kalkan Bennu Gerede'nin yanlış Türkçe tonlamaları da, filmin gerçeklik duygusunu zedeliyor. Seyircinin beklediği melodram patlamasının bir türlü gelmemesi de ayrı bir sorun...

 Ne var ki film yine de ilgiye değer bir yapım. Gerede, birçok sahnede gerçek bir sinema duygusuna sahip olduğunu kanıtlıyor ve bu "mesafeli melodram" operasyonundan oldukça başarıyla çıkıyor. İstanbul'un gece görüntüleri, yer yer de olsa filme yansıyan lumpen duyarlılığı ve oyuncuların başarısı buna katkıda bulunuyor. Kuşkusuz önemli bir keşif olan Bennu Gerede'nin yanı sıra, ilginç tiplemesiyle Kadir İnanır ve yan oyuncular da çok iyi.. .

 Bir Türk yönetmenin bir büyük ve çağdaş yabancı yönetmenden nasıl esinlendiğini ve çok bize özgü şeylerden nasıl farklı ve evrensele uzanan bir film çıkarabildiğini merak edenler, bu filmi görmeli. . (Kyn: Manyatizma Aylık Popüler Kültür Dergisi)

 * Bir Türk filmiyle, şu koşullarda karşılaşmak ne acı: "Aşk ölümden Soğuktur", daha ilk günün ardından, Fitaş'ın orta boy salonlarından birinden en küçük salonuna geçti ve ne yazık ki, gişe görevlisinden "Sizden başka seyirci yok, film oynamayacak cümlesini duyup iki kez geri döndükten sonra, ancak üçüncü denememde filmi izleyebildim. Türk sinemasının yıllardır tartışılan sorunları ortadayken, bir seans boyunca tek bir seyirciyi bile çekememenin, gösterinin ilk gününde yalnızca 4,5 milyon lira hasılat yapmanın sorumluluğu, gayet ağır olsa gerek.

 "Aşk Ölümden Soğuktur" filminde seyirciyi ilgilendiren hiçbir şey yok mu acaba? Bu gün salonları dolduran genç seyirci kitlesinin, filmde adı Belgin olarak geçse de şarkıcı Bergen'in trajik yaşamıyla ilgilenmediğini, bu ilgisizliğini, Gerede’nin konuya yaklaşımına da yansıttığını söylemek mümkün. Kimse kusura bakmasın ama, filmi izledikten sonra, daha ilk baştan filme gitmeyi reddeden seyirciyi eleştirecek bir şey bulamadım ben. Açıkçası, bu filmi görmemekte çok Gerede'nin filmi, sinemada örneğine ender rastlanır bir "başarı"yı gerçekleştiriyor.

 Bunca dramatik malzeme içeren bir öyküden yola çıkıp, dramatik açıdan bu kadar etkisiz bir film yapmak, her babayiğidin harcı değil. Tabii ki bunun altında da senaryo sorunu yatıyor. Gerede'nin, birinci filmi "Robert's MovieRobert'ın Filmi"nde yaptığı gibi yine kendisinin kaleme aldığı senaryo, Bergen'in yaşamından daha trajik bir düzeyde. Gereken hiçbir noktada durmadan, gereken hiçbir yerde derinleşmeden, ayrıntıya girmeden öyküyü anlatıp geçmiş Gerede, aynen 1970'lere kadar gelen Yeşilçam filmlerinde yapıldığı gibi ...

 Yüzeysel kişilikler

Örneğin, önemli sorunlardan biri, Ali'nin kişiliğinin yüzeysel, Belgin'e duyduğu tutkunun tanımsız bırakılmış olması. Bir adam, evlendiği kadına neden bunca nefret duyar, yüzüne kezzap atmak, bıçaklamak gibi yollara neden başvurur bir türlü anlayamıyoruz filmde. Çünkü anlamamız için, derinlemesine bir kişilik çözümlemesi yapılması gerekiyor ve tek başına kıskançlık, bunca eylemi açıklamak için yetersiz kalıyor. Böylece Gerede, Ali gibi çok ilginç ve dramatik açıdan yoğun bir malzemeyi heba etmiş oluyor. Aynı biçimde, filmin dramatik etki taşıyabilmesi için, çoktan keşfedilip binlerce filmde uygulanmış dramatik anlatım öğelerinin belli bir mantıkla dizilmesi, inişlerçıkışlar, durgunluklarpatlamalar olması gerekiyor, tabii karşımızdaki, bu yapıyı tümüyle reddeden, kendi içinde tutarlı bir deneysel çalışma değilse Gerede'nin filmleri, deneysellik gibi bir iddiası olmadığına göre, dramatik gelişim bakımından çağdaş sinemaya daha paralel olmasını beklemek çok doğal, Ama ne yazık ki, bu beklenti karşılanmıyor, garip bir biçimde başlayan film, aynı gariplikle, adeta küt diye bitiyor.

 Gerede'nin, alt kültürlere, yaygın yaşam biçimlerinin dışında kalan insanlara, "tutunamayanlara" belli bir sempati duyduğunu ilk filminden de biliyoruz. Bunda bir sorun yok; problem, ilgi duyduğu, ele aldığı kültür ve o kültüre ait insanları, hiç tanımıyormuş gibi anlatması. Eğer o çevreleri iyi tanıyorsa, çok kötü anlatıyor demektir. Tanınmıyorsa da, anlatmaya sıvanmadan önce, araştırma yapması gerekirdi. Çünkü, tecimsel filmler gibi belli şablonlara uygun olmayan yapıtları kotarmak, sanıldığı kadar kolay değildir. İlk filminde belli bir başarısızlığa uğrayan Gerede'nin, bunu anlamış, hatalarından ders çıkarmış ve bu kez çok daha iyi hazırlanmış olması gerekirdi ...

 Bunca çaba niçin? ..

Geçen haftaki Sinema Gazetesi'nden birkaç satır alıntılamak istiyorum: " ... "Aşk Ölümden Soğuktur"un çekimleri İstanbul'da yapılmış ve 6 hafta sürmüş. Postprodüksiyon iş lemleri içirı ise 6 ay boyunca Fransa'da ve İsviçre'de çalışılmış. Eurimages'dan ve Kültür Bakanlığı'ndan destek alan filmin bütçesi ise 3.000.000 Fransız Frangı'nı (yaklaşık 33 milyar Türk Lirası) bulmuş.. Bu satırları okuyup da yazıklanmamak mümkün değil ... Tüm bu çabalar, bu emek, bunca para, bu film için mi harcanmış? .. Hemen tüm oyuncular (belki klip yönetmeni olan Umur Turagay biraz müstesna) çok kötüler, özellikle başrol oyuncusu Bennu Gerede, bazen çok abartılı, bazense çok ifadesiz kalıyor, velhasıl, yönetmenin oyuncu yönetiminden haberdar olduğunu söylemek mümkün değil. Üstelik bir de, sesli çekimden kaynaklanan diksiyon sorunları var. Bennu Gerede, Türkçe'yi uzun yıllar yurtdışında kalmış kimi pop şarkıcılarımız gibi tonluyor, fena halde Amerikan 'şivesi var. Diğer kimi oyuncularda da diksiyon sorunu olunca, başlı başına bu bile, filmden kopmanız, o filmi izlemeye geldiğiniz için kendinize lanet okumanız için yeterli oluyor.

 Ne ticaret, ne sanat ....

Bunca emek ve para bu film için mi harcanmış? ... Peki niye? Gerede'nin bu filmi yönetmesinin ne gibi bir nedeni olabilir? Para için deseniz, filmin asıl müşterisi olabilecek arabesk kültürle yetişen kenar mahalleli insanlar ortada zaten yoklar. Birinci haftadaki gösteriminde iptal edilen seanslar, böyle bir filmden para kazanılamayacağını, acı biçimde kanıtlıyor. Sahi, bu film ne için çekilmiş? Sanat adına deseniz, ortada sanat yok; bir bireyin yaşamı özelinde, Türkiye'nin sosyal sorunlarını irdeleme amacı deseniz, böyle bir hedef güdüldüğüne ilişkin en küçük bir ipucuna rastlanmıyor ...

 

Sahi Canan Gerede bu filmi niye çekmiş? .. Niye çekmiş olursa olsun, sonuçta "çok kötü" ifadesini rahatlıkla kullanabileceğimiz bir film var. "8. Saat"i izledikten sonra, "Bundan daha kötüsü yapılamaz," diye düşünmüştüm ... Şimdi ise, emin değilim ... Allahtan, Livaneli filmlerinde ve Robert'ın Filmi"nde olduğu gibi filmin görüntü yönetmenliğini Jurgen Jurgens üstlenmiş de, hiç olmazsa görüntüleri izleyebiliyorsunuz ... Yoksa? ..

 Yoksa geriye yalnızca, gerçek yaşamların ve kişilerin, kötü bir filmde, sinemasal meze olarak kullanılması kalacak. .. İnsana derin bir hüzün veren bu durum, umarım, Gerede'nin . de vicdanını sızlatıyordur. .. (Tamer Baran Antrakt, Ocak 1996 )

 * Arabeskin patlama yaptığı dönemin, beylik deyişle, gerçekten hayatı roman denilebilecek, en popüler piyasa şarkıcılarından Bergen'in trajik yaşam öyküsünden esinlenen Canan Gerede'nin "Robert's MovieRobert'ın Filmi"nden sonraki ikinci filmi "B.Aşk Ölümden Soğuktur", İstanbul'un kısaca mahalle diye tabir edilen malum semtinde, pavyonlarda çalışan annesiyle (Ayşegül Ünsal) birlikte yaşayan, ufak ufak göbekler ataraktan sahneye ayak basıp mikrofonu eline geçiren, Belgin adındaki güzel bir genç kızın melodramını anlatıyor. Artık yılların ve zorlu hayat mücadelesinin iyice yıprattığı, yaşlanmış annesinin biricik umududur Belgin (Bennu Gerede). Filmin başındaki pavyon baskınında derdest edilerek polisin eline düşen bu taze kenarın dilberiyle annesini beladan, kumarhane işletmecisi, klüpçü bitirim Ali (Kadir İnanır) kurtarır ve on anda Belgin'in filenmesini önler. Ayak yıkamakla gösterilen minnet, annesinin de çanak rutmasıyla Ali'yle Belgin'in aşkına dönüür. Ye "Seni yıldız yapacağım" diyerek kulübünde şarkı öylettiği ve kem gözlerden sakındığı Belgin'le, klarnetli, kanunlu, darbukalı, enlikli bir mahalle düğünüyle evlenir Ali. Belgin'in sesini beğenen "Sen Maksimlere layıksın" diyen bir menajerin (Engin İnal) devreye girmesiyle kafası karışan toy ve saf genç kızımız çocuğunu düşürünce, zaten işleri de kötü giden Ali, kumarhane patronu, fena halde maço ve feleğin çemberinden geçmiş, bıçkın Tuncel Kurtiz ağabeyimizin "Bırak ulan bu uğursuz karıyı!" yollu dolduruşlarına iyice gelerek genç karısını terk eder. ...

 Locarno Film Festivali'nin yarışma bölümünde gösterilmiş, Antalya'da en iyi yönetmen ve görüntü yönetmeni Qurgen ]urges) ödüllerini kazanmış "Aşk Ölümden Soğuktur", belirgin bir "Deja vu" duygusu uyandıran, şarkılıçalgılı, beylik bir arabesk melodramdan daha öteye gidemeyen bir film kanımızca. Son yıllarda özellikle ekranlar parsellenmiş, otantik Çingene kültürünü, habire yozlaştırıp sömürerek sözüm ona seyredeni güldüren, TV eğlence programlarının iyice ayağa düşürdüğü arabesk muhabbetine ilişkin düzeysizliklerin düzeyine düşmese de bu tür biyografik melodramların alışılmış kalıplarını yinelemekten geri durmayan film, Adanalı Bergen'in Belgin olarak İstanbul'a uyarlanmış versiyonu. Neredeyse herkesin ağzına sakız olmuş çılgın aşk temasıyla karışık trajik bir yaşam öyküsünü görüntülemeye sıvanan Gerede'nin yazıp yönetiği film, anlatımı ve görsellik açısından olumlu not alıyorsa da, Belgin'imizin sarı peruklu, gözü bantlı bir punk kraliçesi ya da takmış takıştırmış bir rockpop ilahesi gibi sahne alarak Aya İrini'de filan konserler verdiği son bölümlerde iyice sarkarak grotesk bir hal alıyor, darbuka ritimlerinin eşliğinde. Hele şarkılar hiç çekilmiyor. Belgin'le belalısı arasındaki ölüme varacak sadomazoşist ilişkiyi, çeşitli nedenlerle oldukça yumuşatan Gerede, doğrusu pek bilmediği sulara açılmakla iyi etmemiş bizce. İkinci filmiyle efsaneye dönüşmüş, klinik bir arabesk vakasını derinlemesine duyumsatmakta yaya kalmış, ancak bildik klişelere dayanarak kotarılmış vasat bir stil alıştırması) ortaya koymuş. Gerede'nin anlatmaya giriştiği, bol acılı trajiğin tüm yapay büyüsünü bozan bir başka hatası da BelginBennu Gerede'nin belirgin Amerikan aksanı, genelde "taze yetenek" Bennu Gerede'nin epeyi çabaladığı, hatta yer yer akça pakça, mevzun bir sarışın dilberin masumiyetiyle karışık cazibesinin yüksek enerjisini yaydığı ve cinsel obje olarak fiziğiyle perdeyi doldurduğu ileri sürülebilirse de, bir konuşmaya başladığında, Amerikalı bir şarkıcı Çingene kızına dönüştüğü de açıkça ortada, son tahlilde. Keşke dublaj yapılsaymış ona. Fassbinder, Wenders gibi ünlü yönetmenlerin namlı, Alman kameramanı Jürgen Jurges'in usta işi çerçeveleme ve görüntülerinde, Beyoğlu'nun izbe, karanlık arka sokaklarının müdavimleri konsomatrisler, dönmeler, uyuşturucu satıcıları, kadın tellalları, falcı kadınlar, leş kargası medyacılar, paparazzi basını, vb.) adeta resmi geçit yapıyorlar. Tabii göbek danssız ve şarkısız da olunmuyor bilindiği gibi. Gerede'nin kimi zaman Atıf Yılmaz'ı çağrıştırırcasına, pavyon, bar, vb. iç mekanları iyi değerlendirerek kullandığı, belgesele selam sarkıtan, yalın ve nesnel bir üslup tutturduğu kimi sekanslara da sahip, alışılmış duyarlılıklar üstüne oturtulmuş film, İnanır'ın da bayağı riskli başrolü üstlendiği, katmerli bir melodram sonuçta. Bunca emek ve çaba akıntıya gitmiş ne yazık ki. (Sungu Çapan Cumhuriyet, 15 Aralık 1995


FİLMİ İZLE 



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder