13 Aralık 2022 Salı

 

DAR ALANDA KISA PASLAŞMALAR (2000)



Yönetmen: Serdar Akar, Senaryo: Serdar Akar, Önder Çakar, Görüntü Yönetmeni: Mehmet Aksın, Yapım: Umut Sanat/Üstün Karabol, Nida karabol Müzik: Fahir Atakoğlu, Dramaturgi: Dr. Tekin Özertem, Sanat Yönetmeni: Yavuz Fazlıoğlu, Sanat Asistanı: Sertaç Akar, Kurgu: Hakan Okol, Onur Tan, Yapım Sorumlusu, Önder Çakar, Sevilay Demirci, Ses: Gramofon, Yönetmen Yardımcıları: Feridun Koç, Güzide Balcı, 2. Kamera: Mehmet Zengin, 3. kamera: Osman Evre Tolga, Kamera Asistanları: Osman Evre Tolga, Özgür Eken, Bertan Başaran, Kostüm: Tuba Unat, Zeynep Sırlıkaya, Ses: Güven Levent İntepe, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Reji Grubu: Umut Aral, Burcu Batalay, Sanat Grubu: Sertaç Sakar, Oykun Asyalıoğlu, Barış Kara, Özgür Ercan Kostüm Asist.: İdil Akçıl, Ayşegül Bakış, İffet Akın, Özden Özdemir, Boom Operatörü: Muharrem Serhat Şahin, Serkan Akar, Halil Çağır, Işık Grubu: Ali Haydar Tuna, Osman Şahin Alışkan, Ahmet Cengiz Topkara, İsmail Harputlu, Feramuz Tuna, Prodüksiyon Grubu: Nihat Emültay, Nevres Kaynar, Ramazan Yılmaz, Mehmet Gençal, Bengü Ece, Fotoğrafçı: Yavuz Meyveci, Makyöz: Özlem Karadayı, Asistanı: Ayça Culcu, Funda İyin, Kuaför: Tamer Kılıç, Gökhan Günalp, Set Amiri: Melih Sezgin, Set Teknisyenleri: Zafer Yılmaz, Tolga Yarım, Sinan Güldal, Hüseyin Kırca,

Oyuncular: Müjde Ar (Aynur), Savaş Dinçel (Hacı), Rafet El Roman (Serkan), Erkan Can (Suat), Şahnaz Çakıralp (Nurten), Uğur Polat (Cem), Sezai Aydın (Hamdi), İsmail İncekara (Toroman), Kemal Kocatürk, Devin Özgür, Çınar Akasya, Yaşar Abravaya, Nejat Birecik, Özdemir Çiftçioğlu, Tuncer Necmioğlu, İştar Gökseven, Bülent İnal, Emrah Elçibay, İsrafil Köse, Nihan Durukan (Gülay), Sevinç Aktansel, Mesut Yüce, Ali Sinan Demir, Mustafa Şimşek, Bülent İnal, Mert Yavuzcan, Ahmet Kaynak, Murat Akkoyunlu, Fatih Akyol (Selçuk), Aytaç Ağır, Serdar Aybek, Hakan Taç, Cengiz Baysal, Ali Çoban,

Misafir Oyuncular: Tanju Çolak, Rıdvan Dilmen, Cüneyt Tanman, Rıza Çalımbay, Rıza Tekin, Ali Gültiken, Ayhan Akbin, Vedat Başaran, Sadık Deda, Beyhan Çalışkan, Turgay Kan

KONU: Bursa'nın tarihi semtlerinin birinde, mahalle sakinleri tarafından kurulan amatör futbol tatakımı Esnaf Spor'la yöre halkının öyküsü. Fırıncı Hamdi'nin (Sezai Aydın) başkanlığını üstlendiği Esnaf Spor'un tek amacı Amatör Klüpler Ligi 'nde şampiyon olmaktır. Bu mücadelede tek rakipleri de Ülkü Spor'dur. Rakip taakımın genç yöneticisi Cem (Uğur Polat), önündeki engelleri aşmak için yeni transferler ve özellikle de yetenekli futbolcu Serkan'ın (Rafet El Roman) peşindedir. Geleneklerine bağlı ve tutucu manifaturacı babasıyla (Tuncer Necmioğlu) sürekli çatışan Esnaf Spor'un kalecisi Torba Suat (Erkan Can), Nurten'e (Şehnaz Çakıraıp) aşıktır. Mahallenin en güzel kızlarından Nurten ise bu tek taraflı sevdadan habersiz, yakışıklı futbolcu Serkan'a gönlünü kaptırmıştır. Esnaf Spor'un sevilen antrenörü, Ermeni asıllı Hacı da (Savaş Dinçel), fahişelik yapan mahallenin dilberi Aynur'la (Müjde Ar) birlikteliğini sürdürür. Serkan, Nurten'le evlenir. Torba Suat ise, Nurten'e olan "gizli sevdasını kalbine gömerken, Esnaf Spor takımı ve mahalle sakinleri büyük bir acıyla sarsılır. Antrenör Hacı, kanser nedeniyle yaşamını yitirir.

 ÖDÜL:

Sinema Yazarları Derneği'nin “SİYAD” (19992000) seçiminde:

►"en iyi film", "en iyi yönetmen", en iyi senaryo",

►Savaş Dinçel "en iyi oyuncu"

►Şehnaz Çakıralp "umut veren genç oyuncu"

ÇASOD (Çağdaş Sineema Oyuncuları Derneği'nin seçiminde:

►Savaş Dinçel "en iyi oyuncu"

5. Gökçeada Film Festivali'nde (2002)
    ► Savaş Dinçel "en iyi oyuncu".

 & Bursa'nın eski ve tarihi semtlerinden birinde mahalle sakinlerinin kurduğu amatör bir futbol kulübüdür Esnafspor. Fırıncı Hamdi'nin (Sezai Aydın) varını yoğunu ortaya koyarak başkanlığını üstlendiği Esnafspor'luların en büyük tutkusu Amatör Kulüpler Ligi'nde şampiyon olmaktır. Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın amatör kulüplerin profesyonelleşmesine yönelik mali destek kararı Esnafspor'u da harekete geçirir. Kendilerine profesyonel bir kulüp olma yolunu açacak olan Amatör Kulüpler Şampiyonluğu'nu kazanmak önlenemez bir tutkuya dönüşür. Ülküspor'un yakışıklı ve hırslı yöneticisi Cem' in (Uğur Polat) transfer etmeye çalıştığı genç ve yetenekli futbolcu Serkan (Rafet El Roman), Ülküspor'a kaptırılmadan alelacele transfer edilir.

Esnafspor'un hikayesi fahişesi, delisi, fırıncısı, kadınları, erkekleri ve çocuklarıyla bu takıma görül veren bir mahallenin hikayesidir aynı zamanda... Senaryosunu Serdar Akar ile Önder Çakar'ın yazdıkları proje "Kaleci" ismiyle "Gemide"nin setinde oluşmaya başlamış. Filmin aynı zamanda yapım sorumlusu olan Önder Çakar en baştan başlıyor anlatmaya:

"Çıkış noktamız Erkan'dı (Can). Erkan çok komik bir heriftir. Bacakları zayıftır filan. O film sırasında kullandığımız bir deyim vardı 'kaleci kalmak' diye. Parasız kalanlara derdik. Biliyorsun, biraz argomuz kuvvetlidir. Erkan bir mahalle takımının kalecisi olsa 'kaleci kalsa' diye bir muhabbetimiz vardı. Tabii sonra öykü ondan çok bağımsızlaştı başka bir şeye dönüştü. Bilgisayarın başına oturup, hadi bunu yazalım, deyince başka bir şey çıkıyor ortaya. Serdar'la benim ortak bir çocukluğumuz olmamasına rağmen bu ülkenin, bu coğrafyanın çocukları olarak ortak bir geçmişimiz var."

Onları ortaklaştıran bu geçmişten izler taşıyan bir film "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar". Bu ortak geçmişte de, herkesin birbirini tanıdığı, annelerin çocuklarını pencereden bağırarak eve çağırdığı, babaların ellerinde fileleriyle işten döndüğü, kadınların camdan cama sohbet ettiği, sokaklarında bugünkünden çok daha farklı bir sosyalleşmenin yaşandığı yani artık İstanbul'da pek rastlanmayan eski tip mahalleler ve tabii bir de futbol var. Serdar Akar Galatasaraylı, Önder Çakar ise Beşiktaşlı.

"İyi birer seyirciyiz," diyor Önder Çakar. "Herkesin hayatında olduğu kadar bizim de hayatımızın içinde futbol var. Toplum futbolla yatıp kalkıyor, biz de öyle, ama Serdar'ın filminin sadece futbol filmi olduğunu düşünmeyenlerdenim ben."

Bizim hikayemiz futbol hikayesi değil mahalle hikayesi," diyor Akar. "Bir şeyi birlik ve beraberlik içinde her şeye rağmen nasıl yaparız, yani bir iş nasıl yapılır diye düşününce aklımıza bir mahalle geldi. Mahalle zaten böyle bir yer. Mahalle, insanların bir arada yaşadığı, problemlerini ya da sevinçlerini paylaştığı toplu yaşanılan bir yer. Yani mahallede yaşarsınız. Cenaze olduğu zaman mesela herkes orada olur, doğum olduğu zaman herkes o doğumla ilgilenir. Toplumun kendi iç kurallarını koyması, iç disiplinini korumak adına da mühim bir şeydir mahalleli olmak. Şimdi o mahallelilik pek kalmadı tabii çünkü başka türlü mahalleler gelişmeye başlıyor. Mimari özelliğini yitiriyor mahalleler, sosyal statüye göre mahalleler oluşuyor. Herkes başka bir yerde oturuyor belki ama öyle bir sosyal sistemleri var ki aynı mahallede oturuyorlarmış gibi birbirlerinin hayatını etkileyebiliyorlar. Aynı mahallede oturanların da birbirleriyle hiçbir ilgileri olmayabiliyor. Yani insanlar olduğu yere yabancılaştırılmış durumda. Mahalle sakinlerinin mahalleleriyle hiçbir ilgileri kalmayınca yapılar da çirkinleşiyor gitgide. Mahallelilik bilinci de ortadan kalkıyor. Öyle bir bilinç kalmayınca da toplu bir şey yapmak zorlaşıyor çünkü cepheniz aynı değil artık. Şehir, sokak, ev, ülke gibi kavramların kendi içinde bir anlamı var ama bunlardan birini kırarsanız başka bir sosyal durum ortaya çıkar. İşte o sosyal durumun ne hale geldiğini, neden geldiğini falan araştırmaya çalıştık biraz. Futbol takımı ortak çalışma olarak çok tipik bir şey bir mahalle adına. Bir kere çok fazla insanı ilgilendiriyor, futbolcuların annelerini, babalarını, kız kardeşlerini de ilgilendiriyor. O semti komple ilgilendiriyor. Çok tipik bir şey. Bir de tamamen tesadüf değil tabii. Küçüklüğümde başımdan geçmiş şeyler, aynısı değil de duygu olarak benzer şeyler yaşamışızdır. 74'lerde 75'lerde böyle şeyler yaşandı Türkiye'de. (SENEM ERDİNE Sinema D. Aralık 2000 Sayı: 69)

4 Paslaşmalar', özellikle 'Gemide' ile karşılaştırıldığında çok başarılı bir film sayılmaz. Hikayesi başını alıp gidiyor, gerekli olmayan dallar budaklar salıyor. Ama bir girişim olarak ilgiye değer. 'Masumiyet', 'üçüncü Sayfa' ve '...Paslaşmalar' benzeri filmler, Yeşilçam'ı yeni bir bakışla 'parantez' içine almak isteyen bir yaklaşımın ürünü; 'samimi' ve 'masum' bir biçimde. Yepyeni bir gözle bir 'Batsın Bu Dünya' ya da 'Ben Doğarken Ölmüşüm' çekmek mümkün ise, yeni bir 'Sev Kardeşim' çekmek neden mümkün olmasın? Yeşilçam'a, 'bakın ben ne kadar akıllıyım' tavrıyla ya da bir klip edası, ile değil de, Yeşilçam sinemasının bizim için bir zamanlar ne ifade etmiş olabileceğini anlamak isteyerek, haydi abartalım 'yaralı bir kalp'le yaklaşmak isteyen yeni bir anlayış bu." (Fatih özgüven, RADIKAL IKI (Sinema D. Şubat 2001)

4 Spor filmi deyince ortalama bir seyircinin aklına 'Cehennemde Iki Devre', 'Ateş Arabaları', 'Kızgın Boğa' değil, fakat 'Rocky' serisi gelir ilk evvela. Demek ki bir spor filmi çekmeye soyunduğumuzda ortalama bir seyirciyi hedefliyorsak, önümüzdeki en karlı izlek, adeta koşullanılmış kodlamalarıyla asgari bir başarının garantisi gibi duran 'Rocky' filmleridir. İşte ben de 'Dar Alanda'yı belli bir noktadan itibaren baş gösteren dayanılmaz bir itki vesilesi ile 'Rocky' filmleriyle karşılaştırma yoluna gittim. Cem Altınsaray, RADIKAL IKI (Sinema D. Şubat 2001)

4 Dar Alanda Kısa Paslaşmalar", yönetmen Serdar Akar'ın ikinci uzun metrajlı filmi. Serdar Akar, okullu bir sinemacı ve aynı zamanda Türk sinemasının 1990'lardan sonra ortaya çıkan bağımsız yönetmenlerinden. Akar'ın filmi, ön yüzünde Türkiye'de her mahallede bir milyoner yetiştiremese de, bir futbolcu yetiştiren zihniyetin ve geleneklerin içinden yol alarak futbol soslu bir sevda öyküsü anlatıyormuş gibi görünse de, arka yüzünde aslında futbolu bir metafor olarak kullanarak Türkiye'yi anlatıyor. "Her mahallede, her kasabada erkekleri bir araya getiren amatör sporun profesyonel anlayışla çatışması ve takım ruhunun yerini çıkar ilişkilerine bırakması seksenli yıllarda Türk toplumunun yaşadığı değişimin bir göstergesi olarak sunuluyor 'Dar Alanda Kısa Paslaşmalar'da" (Alin Taşçıyan, Milliyet, 09.12.2000).

4 Akar'ın filminde daha olgunlaşmış bir biçim arayışı ve kısmen denetim altına alınmış oyunculukla karşılaşıyoruz. Akar, zaman zaman söylev sınırlarında gezinen diyaloglarına karşın, ülkemizde geleneği ve hepimizin yaşamına değmiş özellikleriyle güveni temsil eden mahallenin, sıcak ve dayanışmacı insan ilişkilerinden hareket ederek bu ilişkilerin kontrastı üzerine yoğunlaşıyor. "Serdar Akar'ın konuya ve karakterlerine yaklaşımı, filmde yarattığı atmosfer, mizahı kullanış biçimi Ertem Eğilmez sinemasını anımsatıyor. Hatta Esnafspor futbolcularının teknik direktörleri, tüm mahalleli tarafından sayılıp sevilen Hacı ile ilişkileri Hababam Sınıfı öğrencilerinin Mahmut Hoca ile ilişkilerine benziyor. 'Dar Alanda Kısa Paslaşmalar' Türk sinemasında önemli bir yere sahip mahalle filmlerinin düzeyli bir örneği" (Alin Taşçıyan, Milliyet 09.12.2000:8).

4Akar, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmi ile, sanatçı ve aydın bakışını kullanarak ülkemizdeki değişime ve yozlaşmaya kamerasını odaklıyor. Geleneksel ilişkilerin hakim olduğu bir mahalle yaşamını ve futbol oyununu seçmesi tesadüfi değil. Futbol salt bizde değil, bizim gibi gelişme sürecindeki başka ülkeler içinde bir sporafyon özelliği taşıyor. Akar'ın filminde, futbol salt bir sporu temsil etmiyor, aynı zamanda ülkemizdeki sığlaşmayı ve hakim olmaya başlayan toplumsal yaşamdaki değişimi de simgeliyor. "Yönetmen Akar, futbolu öykünün ana teması olarak yola çıkıyor ve bugünün değerlerine göndermelerde bulunmayı ihmal etmiyor" (Bilem, Türkiye, 15.12.2000).

4 Gelenekçi ve güvenli, dayanışmacı bir topluluk yaşamı gibi olan futbol, onun gibi topluca yapılsa da, daha bireyleşmiş, güvenilmez ilişkilerin öne çıktığı bir yeni dönemi temsil ediyor. Bağımsız yaklaşım altında ve yapımcı boyunduruğunun baskılarını hissetmeden film çekme arayışında biri olarak, Serdar Akar'ın daha cesur açılımları olabilirdi. Bu yaklaşım öncelikle oyuncu seçimi açısından yapılabilirdi. Örneğin Müjde Ar görmüş geçirmiş Ermeni hayat kadını rolünde gerçek yaşamdaki bıkkınlığını da sanki dışa vuruyor ve akıllara Müjde Ar'ın son dönem Türk sinemasında fahişe dışında başka bir rolde oynama şansının olup olmadığını getiriyor.

Serdar Akar'ın sinemanın bir görüntü dili olduğundan hareket ederek, diyalog kullanımında daha ekonomik olması beklenebilirdi. Diğer yandan henüz ikinci uzun metrajlı filmi olmasına karşın Akar, klasik sinema anlatımı ve yalın sinema diliyle dikkat çekiyor. Özellikle yaşamdaki değişimi, slogancı bir tavır izlemeden bir mahallenin yaşamından kesitler sunarak, bunu yaparken küçük insanların sıradan, temiz ama onurlu yaşamlarını bir metafor olarak ele alıp buradan büyük resim hakkında oluşturduğu yorumla derdini sinematografik açıdan ifade etmede bir başarıyı yakalıyor. Yönetmen Akar filmindeki mahalle metaforunu şöyle tanımlamış: "Bir mahalle futbol sahası etrafında toplanırdı. O saha ellerinden alındı. Sinema salonları da öyle gitti. Evde oturup filmleri de futbolu da televizyonda izliyoruz. Ekonomik zorunluluğun sonucu insanlar kentlerde toplandı. Mahalle, kasaba kalmadı. Cumhuriyet ruhu askeri darbeler geçirdi, sonunda seksenlerde öldü. Devlet politikasıyla, ekonomik tedbirlerle taammüden cinayet işlendi. Filmde iki mektup var. Biri devletten geliyor. Bir ara kaybetseler de arayıp buluyorlar. Diğeri sahibine ulaşmıyor. Devletinki mutlaka yerini bulur. Ama vatandaşınki gidemeyebilir ... (Alin Taşçıyan, 09.12.2000).

4 1980'Ierin başında, yeşil Bursa'nın sevimli ve tarihi bir semtinde, ayakta kalmaya giderek şampiyon olmaya sıvanan bir amatör lig takımının Esnaf Sporun öyküsü…

İyice yaşlanmış hacı hocanın antrenörlüğünde, kimileri delikanlılığın son yaşlarındaki futbolcularıyla, yöneticilerinin dümenleriyle karı kız meseleleriyle yenilgi ve zaferleriyle, neşe ve hüzünleriyle, gerçekten yaşanmış bir olaydan yola çıkan, bir dönemi ve bir çevreyi gerçekçi biçimde vermeye sıvanan bir film… Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, çeşitli özellikler taşıyan, kişiselliğin damgasıyla yoğrulmuş bir film. Senaryosu şiirsel deyişlerle, kimi zaman acı bir alay içeren cümlelerle örülmüş. Gemide adlı ilk filmini alkışlaığımız Serdar Akar kesinlikle üslup sahibi bir yönetmen... Filmini kısa planlarla, eski usul kararmalı geçişlerin sağladığı bir yumuşaklıkla kurmuş. Hiçbir abartıya, hiçbir kişiliğin, olayın veya tavrın çok öne çıkmasına izin vermemiş.

Filmde sık sık söylendiği gibi, "futbol fena halde hayata benzer". Ve de futbol bir takım oyunudur. Film de, bir an bile bir takım oyunu olduğunu unutmaksızın, tıpkı hayatın kendisi gibi bin bir olaycıkla örülü, zengin bir insan malzemesi içeren bir gözlemler bütünü olarak karşımıza geliyor. O insanlarla birlikte yaşıyor, onların küçük sevinçlerine, düş kırıklıklarına, başarı veya yenilgiyle gelen duygularına katılıyor ve tüm yaşadıklarını sanki paylaşıyoruz.

Türk sinemasında az görülmüş bir tür 'minyatür duygusu1 veriyor film. Ve bu minyatürün içinde herkes üzerine düşeni yapıyor. Tüm oyuncular iyi. Ama ben özellikle sinemada ilk kez görkemli bir başrol yakalamış olan Savaş Dinçel'i ve çok az ifadeyle, son derece modern bir oyun çıkaran ve 'hayat kadını' Aynur'u tüm incelikleriyle veren Müjde Ar'ı kutlamak istiyorum, Fahir Atakoğlu'nun müziğinden de destek alan farklı ve özgün bir çalışma, yeni Türk sinemasının göğsümüzü kabartan çıkışlarından biri...”Atilla Dorsay, “Sinemamızda çöküş ve Rönesans Yıllar”

4 Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, çok başrollü filmlerin. dezavantajlarını yok edemiyor. Fillmin bir tv dizisini andıran çok fazla dramatik merkezi var. SuatNurtenSerkan aşk üçgeni, neredeyse ayrı bir film... Bunlara amatör lig serüvenini futbol takımının etrafında dönen hadiseleri ekleyin ... Bütün bunları halletmek için iki saat gerçekten yetersiz bir süre. Sinema tarihine baktığımızda bu tür filmlerin ancak üç saati aştığında hedefe ulaşabildiğini görürsünüz. Süre, bütün dramatik ipuçlarını vermek, hikayeleri tadıyla geliştirmek ve doruğa çıkarmak için yeterli değil. Dolayısıyla film, sıkıştırılmış bir televizyon dizisi izlenimini veriyor, ne yazık ki. (Mehmet Açar, Aktüel D., 1420 Aralık 2000)

4 Serdar Akar, Derviş Zaim'in de geçtiği dar kapıdan geçmeyi başarmış. İyi bir "ikinci film" yaparak, tek atımlık barutu olmadığını kanıtlamış. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar belki Gemide kadar çarpıcı değil ama niye olsun ki? Bu, başka bir film. Ayrıca, Gemi'den incinen nazik kişileri incitme ihtimali de yok. Öte yandan, iki filmin benzer yanları da var. (Sevin Okyay, Radikal G., 16 Aralık 2000)

4 DAKP" (filmin kısaca adı) benim için Serdar Akar'ın hala en güzel filmi. En iyi film payesini ise "Gemide" (1998) ile paylaşıyorlar. Serdar Akar filmografisinin aydınlık yüzüne baktığımızda onun küçük mekanlara sıkışmış hikayeleri beyazperdeye taşımak konusunda ne kadar iyi olduğunu görüyoruz. İşin sırrı ise elbette hikayesinin oluştuğu o minyatür coğrafyanın insanlarını, jargonunu, duygularını, ihtiraslarını iyi bilmesi ya da iyi gözlem yapıp öğrenmesi. "Gemide", "Barda" (2007) (en azından ikinci bölümünde) ve "DAKP"nin sinema seyircisinin aklında ya da gönlünde yer etmesinin ardında bu yatıyor işte. Bunun tam tersi de geçerli ama. Akar, habitatına hakim olamadığı hikayeleri anlatma peşine düştüğünde tökezliyor. Bkz. "Barda"nın ilk yarısı ve "Marur' (2001).

4 DAKP"nin ne kadar iyi bir film olduğunu anlamak için bazı replikleri sıralamak bile yeter aslında. 'Hayat futbola fena halde benzer!' ve karşılıksız bir aşkı anlatmak için kullanılan 'Kapalı dükkana kira ödemişiz işte.' Bunun gibi minik metinler senaryo yazmak için her masaya oturduğunuzda değil, yıllar süren bir sürecin ardından, o da musluktan boşalırcasına değil, prostatı iflas etmiş bir ihtiyarın küçük abdesti gibi aralıklı ve sıkıntılı gelir.

DAKP"ninki böyle demlenmiş bir metin işte. "DAKP"nin hikayesi yalnızca karakterlerinin söylediklerinden ibaret değil elbette. Yaşayan, yaşanıldığına ikna eden, empati kurduran, ağlatan, güldüren; küçük bir kasabadaki küçük insanların küçük hayatlarını ve küçük futbol takımlarını anlatan küçücük bir hikaye. Oyunculuklarla, Akar'ın anlatım becerisiyle ve araya katılan sürprizlerle büyüyen bir hikaye. Küçük coğrafyasına rağmen evrensel ve ölmez bir hikaye. İşte o evrenselliğin yakalandığı en güzel an: Filmin sonunda, cenaze namazıyla gömülen Hacı'nın aslında Ermeni olduğu ortaya çıkar. 'Bari, o zaman akşamki mevlidi iptal edelim' der biri. Fırıncı Hamdi, "Etme," der. "Hepimiz aynı yere gitmeyecek miyiz? Ha bu yoldan, ha o yoldan." Serdar Akar ta 2000 yılında atmıştır 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganını. Onunkisi oraya buraya çekilemeyecek kadar da nettir üstelik.

"DAKP" den her seyirci keyif alabilir ama çok keyif almanın ne yazık ki bir şartı var Futbolu sevmek. Çünkü Rafet El Roman tarafından canlandırılan santrfor Serkan'ın bir maçta topu rakibinin üstünden aşırtmasının, abartılı bir sahne değil de aslında John Huston'un "Zafere Kaçış" (Victory, 1981) filminde Ardiles tarafından yapılan harekete saygı duruşu olduğunu ancak futbola en az sinema kadar gönül verenler fark edebilirler. Bunu herkesin fark etmediğini fark etmeleriyle de keyifleri katlanır tabi. Bir maçta Esnafspor'un karşısına Çıkan takımın oyuncuları arasında yer alan Tanju, Metin Tekin, Rıdvan, Rıza Çalımbay, Ali Gültiken gibi ünlü oyuncuları belki futbolla çok ilgili olmayanlar da fark edebilir. Ama orada asıl keyif veren maçı yöneten hakemin, ektirdiği saçlarla modifiye olan Sadık Deda olmasıdır. Ve filmde verdiği anlamsız penaltının hikayeden çok, kendisinin zamanında çok takımın canını yakarak artık. Eski takımdan bir tek Serkan profesyonel olmuştur. Ama belli ki futbol ona eski tadı vermemektedir. Mahalleden geçerken maç yapan çocukların topuyla oynamaya başlar. Mesaj açıktır: Hakiki futbol para için değil, gönül için, forma için, arkadaşlık için, hatta mahallenin kızları seyrettiği için oynanandır. Filmin futbolla bu kadar iç içe geçmiş olması bizim için değil ama kendisi için hayırlı olmadı tabi. Kadınlara hitap etmeyen "DAKP" istediği seyirci sayısına ulaşamadı. Film için, teknik anlamda en iyiyi yakalayabilmek adına bir milyon dolar harcanmıştı. Bu yüksek maliyet gönüllerin şampiyonu Akar'ın resmiyette küme düşmesine sebebiyet verdi. Kötü zamanda, iyi filmler yaptı diyebiliriz Akar için. "DAKP" geçtiğimiz üç sene içinde vizyona girse çok daha ilgi görür, parasını çıkarırdı.

"DAKP" kimilerince dönemin siyasi politik atmosferini yeterince yansıtamamakla eleştirilmişti. Öyle ya 12 Eylül sonrasında geçen bir filmde, yönetmen nasıl siyaset yapmaz, nasıl yalnızca bol bol asker göstermekle yetinildi. Akar'ın hikayesinde 12 Eylül sonrası travmaların pek yeri yok. Futbola gönül vermiş, kendi küçük dünyasında sıkışıp kalmış, dışarıya kapalı apolitik bir topluluğun hikayesini anlatıyor Akar. Askerler de yalnızca bir nevi saat vazifesi görüp, bizi zamandan haberdar ediyorlar, ki bence bu yeterli. Mahallenin en güzel abilerinin hikayesini anlatan "DAKP" ile ilgili bir yazıyı, kendi 'mahallelerinin' en güzel abilerinden olan iki ismi anarak bitirmek en iyisi. Bu satırların yazılmasından kısa bir süre önce hayatını kaybeden ve "DAKP"de yükün çoğunu çeken Savaş Dinçel ve kısacık rolüne bile müthiş bir performans, etki, gerçeklik duygusu sığdırmayı başaran Tuncer Necmioğlu'dan söz ediyoruz. Mekanları, nereyi isterlerse orası olsun! (Ege Görgün) “SİYAD “40 Yılın Mucizesi”

FİLMİ İZLE 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder