HAREM SUARE (1998)
Yönetmen: Ferzan Özpetek, Senaryo: Gianni Görüntü Yönetmeni: Pasquale Mari, Müzik: Aldo De Scalzi, Yapım: AFS Film/Tilda Corsi, Sıddık Özpetek, Asaf Özpetek, Rec Produzioni—Roma Les Films Balenciaga—Parigi Kostüm: Alfonsina Lettieri, Kurgu: Mauro Bonanni, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Ses: Stefano Savino, Yardımcı Sanat Yönetmeni: Fırat Yünlüel, Yürütücü Yapımcı: Abdullah Baykal, kamera: Renaud Personnaz, Kamera Asistanı: Ernosto Natoli, Steadicam Operatörü: Marco Pioroni, 2. kamera Asistanı: Selahattin Savaş, Fotoğraflar: Gül Gülbahar, Prodüksiyon Sekreteri: Edmondo Tarquini, Koordinatör: Barbara Ruggeri, Prodüktör Asistanı: Missimiliano Di Meo, Reji Asistanı: Arzu Volkan, Kostüm Asistanı: Luigi Beneditti,
Oyuncular: Marie Gillian
(Safiye), Alex Descas Nadir), Serra Yılmaz (Gülfidan), Nilüfer Açıkalaın, Selda
Özer, Pelin Batu, Başak Köklükaya, Ayla Algan, Sema Atalay, Lucia Bose, Valeria
Golino (Anita), Malick Bowens, Meltem Savcı, Yeliz Tozan, Ali Başer, Gaia
Narcisi, Christophe Aquillon, Meriç Benlioğlu, Nurgül Uluç, Ahsen Yoldemir,
Lori Barokas, Cansel Elçin, Görkem Yelten, Christophe Aquiton, İdil Baran,
AlEmin Gürsoy, Asiye Kumkale, Steven B. Leyland, Cansel Elçin, Güler Ökten,
Nüvi,t Özdoğru, Meltem Savcı, Şerif Sezer, Zozo Toledo, Yeliz Tozan, Salim
Karataş, Levent Yılmaz, Işık Toymur,
KONU: Tarih 23 Temmuz 1908'dir. Sultan
Abdülhamit Yıldız Sarayı'nda opera seyretmektedir. Opera sonrasında Sultan'ın
danışmanı İzzet Paşa, Abdülhamit'e İttihatçılara karşı durması ve halka konuşma
yapmasını salık verir. Ama sultan iç savaşa neden olmayacağını söyler. Haremde
ise ayrı bir dünya yaşanmaktadır. Baş gözde, Gülfidan isimli hizmetkarından bir
öykü anlatmasını ister. Öykünün vurucu mesajı aşk, iktidar ve korkudur. Bu
arada 1903 yılına döneriz. Sultan kadınlarla konuşurken yüzüne bakmaması
tembihlenen Safiye, bu uyarıyı dikkate almamış ve Padişah'ın ilgisini
çekmiştir. Cariyelerinden Ayşe ise, Padişah'a aşık olmuştur. Fakat Sultanın
sadece kendisine ait olamayacağını anladığında ise haremde yangın çıkarmıştır.
Sultan, bütün kadınların saraydan dışarı çıkmasını yasaklamıştır. Ayşe'nin sonu
ise sürgün olmuştur. Harem ağası Nadir, sultana bakmaması yönündeki uyarıyı
dinlemeyen Safiye'yi tanımak için çağırtır. Nadir, Safiye'yi, bir zamanlar Esma
Sultan'a ait eşyaların bulunduğu çatı katına götürür. Esma Sultan, şark üslubu
bulduğu için bu eşyaları kaldırtmıştır. II.Mahmut'un kız kardeşi olan Esma
Sultan, Osmanlı Tarihi'nde haremde Valide dışında hiçbir kadının sahip
olamayacağı güce sahip olmuştur. Dikkatini çeken Safiye'yi Sultan gözde
konumuna getirir. Padişah için opera güfteleri de çeviren Safiye, Sultanla,
gündüzleri de görüşmektedir. Osmanlı haremi kadınlar açısından bir iktidar
alanıdır. Safiye, yerine aday olarak görünen Aliye 'yi mücevherlerle kandırarak
padişahın yanına girmesini engeller ve sonrasında ise onu öldürtür. Bir çok
sahibi olan Safiye'nin oğlu Şehzade Osman ise iktidarlarını tehlikede gören
diğer gözdeler tarafından intikam için zehirlenerek öldürtülür. Bu arada
İttihat ve terakki iktidara ortak olmuş ve Abdülhamit'e baskı yaparak Kanuni
Esasi'yi Anayasa) imzalatmıştır. Fiilen Abdülhamit iktidarı son bulmuş ve
Padişah sürgüne gönderilmiştir. Diğer yandan harem kapatılmış kadınlar
ailelerin yanına gönderilmek için haremden çıkarılmışlardır. Safiye ikamet
etmeleri için gösterilen yerde kalırken, Padişahla giden Nadir Ağa'nın
Selanik'ten gelmesiyle bir süre onunla kalır; sonrasında ise rüzgarda savrulan
bir yaprak gibi oraya buraya gider.
Safiye, 3 Şubat 1924'de Kuzey
İtalya'da bir eğlence mekanına nedimeleriyle gösteriye çıkmıştır. Hizmetkarı
Gülfidan da, onunla birliktedir. 3u arada bir mektupla Nadir Ağa'nın ölüm
haberini almıştır. Filmin başından itibaren geri dönüşlerle bir istasyon
kafesinde iki kadının sohbetlerine tanıklık ederiz. Tren beklemekte olan bu
kadınlardan yaşlanmış olanı Safiye'dir. Tıpkı Safiye'nin yaşamındaki gelgitler
gibi filmin açılımında kilit noktası olan flash hackler, Osmanlı İmparatorluğu
dönemi ve Safiye'nin bir başka yoıcu olan Anita'ya anlattığı öykü böylece
biter. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş
Yılında Türk Sineması”
ÖDÜL
►
"En İyi Kadın Oyuncu" (Serra Yılmaz),
► "En İyi Görüntü
Yönetmeni" (Pasquale Mari)
36. Antalya Altın Portakal Film Festivali
► "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu"
(Serra Yılmaz)
►"En İyi Sanat
Yönetmeni" (Mustafa Ziya Ülkenciler)
12.
Ankara Uluslararası Film Festivali (2000)
►
"En İyi Sanat Yönetmeni" (Mustafa Ziya Ülkenciler)
7.ÇASOD
seçiminde (2000)
►
"Oyuncu Dalında Jüri Özel Ödülü" (Ayla Algan)
40.
Altın Küre Film Festivaliİtalya (2000)
►
"En İyi Kadın Oyuncu" (Lucia Bose),
►
"En İyi Görüntü Yönetmeni".
& Ferzan
Özpetek, ikinci uzun metrajlı filminde yine Doğu toplumuna has bir mekanı,
Harem'i konu edinmiştir. Osmanlı'nın heybetli, güçlü padişahları için
kendilerini güzelleştiren kadınların yaşadıkları bu Harem, Safiye'nin öyküsü
için mekan olmuştur. Padişah II.Abdülhamit'in Harem'inde gözdeliğe kadar
yükselen Safiye, Harem içindeki ve saraydaki entrikalar içinde ayakta kalmaya
çalışacaktır. Filmin Öyküsü koşut bir anlatıma sahiptir. İtalya' da bir tren
istasyonunun bekleme salonunda iki kadının karşılaşmasından, geçmişe harem
dönemindeki Safiye'nin öyküsüne geçiş yapılır. Bekleme odasındaki yaşlanmış
Safiye, treni bekleyen genç kadına kendi öyküsünü anlatır. Bugünü ve geçmişi
birlikte takip ederiz. Zaman Meşrutiyet'in ilanından öncesi ve yıllar "
sonrasıdır.
Filmin iki hikayecisi vardır. Harem'de
kadınlara hikaye anlatan hizmetkar Gülfidan bu hikaye Harem'de eski bir gözde
ve yeni bir kızın karşılaşmasının öyküsü olsa da istasyondaki genç ve yaşlı
kadının karşılaşmasını da anlatır ve tren istasyonunda Anita'ya kendi öyküsünü
anlatan yaşlanmış Safiye. Filmdeki bu birlikte anlatım yönetmenin yavaş kurgusu
ile anlaşılır hale gelmektedir. yaşamaktadır Yaşlı Safiye'nin istasyon
arkadaşının Hamam'ın görünmeyen kahramanı, Francesko’nun teyzesi Anita olması
da ilginçtir. Bu arada kendini keşfediş yolculuğuna çıkan Anita'nın elinden
düşürmediği ve daha sonra da Martha'ya geçecek olan sigara içme yüzüğünün asıl
sahibinin Safiye olduğunu ve bu yüzüğün ona Valide Sultan tarafından
verildiğini de izleyerek öğreniriz. Sigara içme yüzüğü dikkatli sinema
seyircisi için keşfedilmesi keyifli bir öyküye sahiptir. Bize eşyaların
belleklerinin ne gibi duyguları, anıları, olayları geçmişten geleceğe
taşıyacağını hatırlatmaktadır.
Harem deyince akla ağır kumaşlardan
yapılan kıyafetlerinden sıyrılmış, çıplak bir biçimde padişahı mutlu etmeyi
bekleyen güzel kızların olduğu bir mekan gelmektedir. Haremdeki cariyelerin
hayatları, cinselliğin ön planda olduğu bir mekan oluşu, padişahlar için
süslenen, güzelleşen cariyelerin gizemleri, bu mekanın merak edilmesine neden
olmuştur. Batı'da da ilgi çeken bir mekandır. Türkiye'nin "gizemli
Doğu" imajı hala sürdüğü ve/veya sürdürüldüğü için (örneğin Eurovision
birinciliği kazanılan "Every Way That I Can" şarkısının klibinde hamam,
harem, raks eden kızlar ve şarkıcının giydiği kıyafetlerle bir cariye imajı
yaratılmıştır) Türk bir yönetmenin anlatımında Harem nasıl bir mekan olarak
ortaya çıkmıştır? Film, Harem'in içi, birbirlerine hikayeler anlatan güzel
cariyeler, kostümler, hamamda yıkanan çıplak kadınlar gibi görsel imgeler ve
gözdelik mücadelesi, entrikalar, hırs, cinayet, aşk ve cinsellik gibi
duygularla yüklü bir Harem yorumudur. Oryantalist bakışın olduğu sahneler fazla
değildir. Yine de yönetmen çıplak cariyelerin yıkandığı, Sultan için kızların
hazırlandığı bazı sahneler kullanmaktan kaçınmamıştır. Sultan II.Abdülhamit'i
Meşrutiyet'in ilanına götürecek olan politik gelişmeler film için önemli
değildir. Sadece aynı zamanı kullanmaktadır. Harem'de yaşanan gizli ve
imkansızmış gibi görünen aşk Safiye'nin hüzünlü öyküsü ve Harem kapandıktan
sonra bu kadınlara ne oldu? dedirten sonu ile Harem Suare, bir anlamda
yönetmenin Harem yorumudur.
Ferzan Özpetek, filmin öyküsünü,
"hayatını nasıl yaşadığın değil, onu başkalarına ve kendine nasıl anlattığındır
önemli olan" sözünün üzerine kurduğunu belirtmektedir. Yapamadıklarımız,
olamadıklarımız içimizi kemirirken, başkalarının gözünde farklı olabilmek için
uğraşırız. Bazen kendi hayatlarımızın iplerini başkalarına teslim etmek
durumunda kalabiliriz. Ancak yine de hikayenin sonunu kendi başımıza yazabilme
özgürlüğümüz olduğunda ipleri tekrar ele geçirmiş gibi oluruz. Yaşlı Safiye'de
kendi hikayesinin sonunu değiştirip, kendi istediği gibi bitirmiştir. Anita
istasyona ilk gelişinde kaldırıldığı ilk masa Safiye'ye aittir. Demek ki insanların
kısa sürelerle geldiği bu mekana masa sahibi olacak kadar sürekli gelmektedir.
Nadir'in hayatının son bulduğu istasyon gibi bir mekanda muhtemelen hikayesini
gelip geçen yolculara anlatarak hayatına sahip olma duygusu Filmde, Harem mekan
olarak başrolde olsa da diğer kadınlar padişah ile özel ilişkileri ve
haremağaları üzerinde çok durulmamaktadır. Güzellikleri ve iyı meziyetleri ile
gözde olup, erkek çocuk sahibi yani şehzade annesi olmak Kadınların tek
amaçlarıdır. Filmde kadınlar erkeklerin ilgisini çekmek için yüzyıllardır
değişmeyen bir kuralı tekrar ederler: Vücutları, kıyafetleri, takı ve
makyajları ıle süreklı bakımlı olarak Harem'in analiz edildiği bir film
değildir. II.Meşrutiyet'in ilan ediliş süreci de çok anlatılmaktadır. Padişah
ve Safiye arasındaki ilişki de gösterilmez. Önemli olan Safiye'nin öyküsü ve
dönemin çalkantılarının Harem’i nasıl etkilediğidir. Harem, Doğu ile Batı'nın
bir araya geldiği mekandır. Kadınlar çok değişik toplumlara mensupturlar. Avrupai
giyinirler, opera izlerler, piyano çalarlar, bunun yanında namaz kılarlar,
başlarını kaparlar, nargile ellerinden düşmez. Ortalıkta çıplak dolaşıp,
hamamda yıkanan padişah için hazırlık yapan kadınlar yoktur. Yine de yönetmen
bir iki sahnede zihinlerdeki görüntüyü
canlandırmaktan kaçamamıştır. Cinsellik ve çıplaklık kaçınılmaz olarak yer
almıştır. Özellikle haremağası Nadir ve gözde Safiye arasındaki ilişkide
engeller bir bir kırılır. Aşk söz konusu olduğunda bir biçimde çıkış yolu
bulunmaktadır. Nadir hadım edılmıştir. Safiye bir gözde olarak yasak olanı
yapmaktadır. Ancak yine de gizlice birlikte olurlar. Kimsenin aklına gelmeyecek
bır sırrı paylaştıkları için de daha da yakınlaşırlar.
& Türk asıllı
İtalyan vatandaşı olan ve İtalyan sinema endüstrisinin koşulları içinde film
üreten Ferzan Özpetek, ilk uzun metraj lı filmi "Hamam" ile ses getirmişti.
Hamam büyük ölçüde Türkiye' de çekilen bir filmdi. İkinci filmi "Harem
Suare" ile Özpetek, sinema dünyasında kalıcı olacağı yönünde işaretler
veriyor. Film, bugüne kadar Osmanlı hareminden yola çıkarak dönem filmi yapan
diğer filmler arasında öne çıkıyor. Haremin doğasını ve Osmanlı
İmparatorluğu'nun kozmopolit yapısını başarıyla yansıtarak, bazı Türk filmleri
gibi sınırlı bir mekanda ve karikatürleşmiş dekorlarla, karakterleri yabancı
olsalar da hepsi Türkçe konuşan ütopik filmlere kıyasla bizi o dönemin,
özellikle harem dünyasnın içine çekme açılarından başarı tutturuyor. Bu
başarının tam olarak oluşmasına ise oyunculuk açısından bazı sorunlar engel
oluyor. Örneğin: "...kadınlar arası amansız mücadelenin ortaya konması,...
oyunculardan yeterli verimin alınamamasından dolayı tam hissedilemiyor.
Özellikle Türk kadın oyuncuları; Ayla Algan ve Selda Özer dışında, o dönemin
bir cariyesi, gözdesi veya mürebbiyesi değil de; bizim değişik TV
dizilerimizden tanımaya alışık olduğumuz, bizim oyuncularımız olarak filmde yer
alıyorlar. Bir cariye veya mürebbiye olarak değil Nilüfer Açıkalın ya da Şerif
Sezer olarak orda duruyorlar" (Vardar 2000). Diğer yandan Safiye Sultan
rolünde Marie Gillain'in doğal oyunculuğu ve yarattığı karakteri yansıtmaktaki
oyuncuuk yetenekleri dikkat çekici. Bununla birlikte "Filmde diğer yandan
hissedilen açmaz,... filmi izleme ve olayları birbirine bağlama sıkıntısından
kaynaklanıyor. Filmin kurgusu çoğu zaman şifreli bir anlatım varmış gibi
işliyor. Olayların apaçık gösterilmeden, seyircinin zekası ve sinema dilinin
plastiğiyle çözümlenebileceği mantığıyla yaklaşılsa da, örneğin bağlantısız
şekilde, birden ortaya çıkan şehzade Osman gibi, birden ortadan yok olan
Abdülhamit gibi kurgulamalar, filmin tavrı hakkında kuşkular oluşturuyor"
Harem Suare, biçimsel açıdan olgun bir film. Özellikle atmosfer
yaratma açısından yönetmenin taleplerine başarıyla yanıt veren görüntü
yönetmeni Passquale Mari ve sanat yönetmeni Mustafa Ziya Ülkenciler’'in
çalışmaları övgüye değer. "Filmin en başarılı olduğu alanlardan biri,
sanat yönetimi. Mekanların çoğu stüdyoda dekor olarak kurulmuş. Filmin
maliyetindeki önemli bir yeri, dekor ve kostümlere harcanan paranın oluşturduğu
anlaşılıyor. Döneme ilişkin yeniden canlandırmalarda, bazı aksesuarlar dışında
göze batan pek bir şey hissedilmiyor. Görüntüler genel bir düzey içinde filmin
gereksindiği atmosferi oluşturma işlevini yerine getiriyor" (Vardar,
2000:71). Özellikle görüntü yönetmeni Mari'nin aydınlatma tasarımları
aracılığıyla, Osmanlı iktidarının simgesi görkemli mekanların kasvetli havası
ve haremin gizemi başarılı şekilde ortaya çıkarılmış. Harem Suare, içeriğin
etkin olabilmesinde biçimin önemini vurgulayan bir film olarak öne çıkıyor.
“Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında
Türk Sineması” syf, 205”
&
Ferzan Özpetek'i insan olarak çok seviyorum. Bir Türk yönetmenin bir dış ülkede
böylesine kendisini göstermesi ve iki filmiyle tüm dünyada ilgi uyandırması da
çok hoş bir şey. Bu başarıyı küçümsemek istemiyorum. Ama nihayet sevgi,
sempati, hoşgörü gibi şeyler, adına eleştiri denen belalı uğraşla uyuşmaz.
Özellikle HaremSuare'nin Özpetek adına o çok sevimli, çok sıcak, çok kişisel ve
çok insancıl Hamam'dan sonra bir ileri adım olmadığını ve sayısız kusuru
bulunduğunu da birilerinin belirtmesi gerekiyor.
Osmanlı haremi gibi üzerinde
çok konuşulmuş, çok yazılmış, daha çok da hayal kurulmuş olan bir kurumun,
içinde sayısız insancıl duygu barındıran, egzotik ve erotik düşlerin bu büyülü
mekanının bir Türk sinemacı tarafından ele alınması kendi başına önemli.
Özpetek'in önüne çıkarılan sayısız güçlüğe karşın, hikayeyi temelde belli bir
görsel zenginlikle anlattığı, bir çok ülkeden sayısız oyuncudan kimi zaman iyi
oyunlar aldığı ve gemiyi karaya oturtmadığı da söylenebilir.
Ama bu kadarı doyurucu
olmuyor. Cilanın ardında sayısız boşluk sırıtıyor. Öncelikle filmde işlenen
insan dramları yeterince belirmiyor. Onca ilginç, 'pitoresk' kişilikten geriye
soluk birer görüntü kalıyor. Özpetek, ne İtalyan kökenli cariye Safiye ile
padişahın, ne de Safiye ile haremağası Nadir'in son derece özel, demek ki son
derece dramatik aşklarını duyuramıyor. Özelikle Abdülhamit karakteri, Haluk
Bilginer’i bir oyuncuya karşın sanki hiç yok filmde. Padişah ile Safiye'nin tek
bir baş başa sahnesinin olmaması da büyük eksiklik ...
Sinema iki temel öğeye dayanır: zaman ve
mekan ... Özpetek ikisine de hakim değil. Hikayeyi, çok uzun yıllar sonra,
iyice yaşlanmış Safiye'nin bir tren istasyonunda Doğu'ya gitmek üzere olan bir
genç kadına anlatması filme öylesine yedirilememiş ki, seyirciyi serseme
çeviriyor. Bu bölüm, sanki sadece farklı kuşakdan iki ünlü oyuncuyu, Lucia Bose
ve Valeria lino'yu jeneriğe koymak için kullanılmış gibi. ”Atilla Dorsay,
“Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”, syf: 84”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder