11 Aralık 2022 Pazar

 

KASABA (1996) 

Senaryo ve Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan Görüntü Yönetmeni: Nuri Bilge Ceylan, Müzik: Ali Kayacı Yapım: NBC Film/Nuri Bilge Ceylan Kurgu: Ayhan Ergürsel, Nur. Bilge Ceylan, Yapım koordinatörü: Sadık İncesu, Ses Miks: Taylan Oğuz,

Oyuncular: Fatma Ceylan (Nine), Mehmet Emin Ceylan (Dede), Mehmet Emin Toprak (Saffet), Havva Sağlam (Asiye), Sercihan Alevoğlu (Baba), Sema Yılmaz (Anne), Muzaffer Özdemir (deli Ahmet), Cihat Bütün (Ali), Latif Altıntaş (öğretmen)

Konu: Kasaba, sessiz ve sakin bir kasabada geçen bir öyküdür. Çocukların sokakta oynadıkları bir sahne ile başlamaktadır. Deli Ahmet diye çağırdıkları bir adamın kardan düşmesine gülerler. Deli Ahmet çocuklarla birlikte gülerken gülümsemesi yavaş yavaş yüzünde donar. Onlara uzaktan hüzünlü gözlerle bakan Saffet'in yüzünü görürüz. Filmin jeneriği başlar. Çocuklar okulun önünde Andımızı okuduktan sonra sınıfa girerler. Sınıfın içinde uçan bir kuş tüyüyle oynarlarken öğretmen gelir. Sınıf ta bir koku vardır. Öğretmen yoklama yapar. Koku çok ağırlaşınca öğretmen herkesten beslenmesini sıraların üzerine koymasını ister. Tek tek hepsini koklar. Asiye'nin beslenmesi kokmaktadır. Ona annesinin bu yemeği yanına nasıl koyduğunu söyleyerek, yemeği atmasını ister. Asiye bu durumdan utandığı için sessizce ağlar. Derse geç kalan İsmail, sınıfa girer. Üstü başı ıslanmıştır. Sobanın yanına bir sandalye çekerek oturur. Islanan çoraplarını sobanın üstüne asar. Bu olaylar meydana gelirken, bir yandan da sınıf ta öğretmenin ve diğer çocukların davranışlarını izleriz. Çoraplardan akan su, dışarıda ara sıra geçen insanlar, Uyuyan çocuklar, penceredeki kedi ve en sonunda öğretmenin kucağına kadar uçan kuş tüyü ... Hayat çok yavaş akmaktadır. Bu arada kasabadaki tek düzelikten sıkılmış olan Saffet'in sıkıntılı hallerine tanık oluruz. Kasabadaki lunapark alanında gezer.

Mevsim değişmiş, ilkbahar gelmiştir. Havva, okuldan çıkmıştır. Kardeşi Ali ile ailelerinin onları bekledikleri mısır tarlasına doğru yola çıkarlar. Bu bölümde bu yolculuk sırasında yaşadıklarını izleriz. Kasabada hayat çok yavaş akmaktadır.

Burada erik toplayıp yerler, gördükleri bir eşeğe bakarlar. Bir kaplumbağa ile Ali çok ilgilenir. Yola devam edecekleri zaman kaplumbağayı ters çevirip bırakır. Çocuklar sonunda anne, baba, dede, babaanne ve kuzen Saffet'in onları bekledikleri mısır tarlasına varırlar. Bir ateşin etrafında bir araya gelerek mısır pişiren ailenin sohbeti başlar. Dedeleri savaş sırasında İngilizler tarafından nasıl Hindistan'a gönderildiğini anlatmaya başlar. Pahalılıktan yakınır. Kaderden kaçılmayacağına inanmaktadır. Babaanne ölen oğlu için hala acı çekmektedir. Baba, yurtdışında okumuştur ancak yine de kasabaya geri dönmüştür. Tarih üzerine sohbet etmekten hoşlanmaktadır. Büyük İskender'in öyküsünü anlatır. Eğitiminin getirmiş olduğu daha bilimsel düşünce yapısı Saffet'i çileden çıkarmaktadır. Saffet, askerden sonra düzenli bir iş sahibi olamamıştır. Kasabanın sıkıcılığından kurtulmak istemektedir. Hayatın boş ve anlamsız olduğu fikrini taşımaktadır. Dede bir iş ve eş sahibi olması gerektiğini düşünmektedir. Davranışları ölen babasına benzetilen Saffet, babası yüzünden kendisinin suçlanmasına isyan etmektedir. Gece yavaş yavaş çökerken çocukların uykuları gelmeye başlar. Ali, rüyasında ters çevirdiği kaplumbağayı görür. Saffet'te kendisini kısılmış hissettiği kasabadan askere gitmek için ayrılırken hissettiklerinden bahsederken; geriye dönüşle yolda uzun yürüyüşünü izleriz.

Filmin dördüncü bölümü evde geçmektedir. Babaanne, eşi öldüğünde ortada kalmaktan korkmaktadır. Ev halkının gürültüsü içerisinde Asiye yavaş yavaş uykuya dalar. Mısır tarlasındadır. Dedesini yerde uzanmış görür. Saffet'te gömleğini çıkarmıştır. Kız derenin yanında çömelir ve yavaşça elini suya uzatır. “” Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 116”

Ödül:

34. Antalya Altın Portakal Film Festivali:

►"En İyi Yönetmen" Mansiyonu;
    11. Adana Altın Koza Film Festivali:
    ► "Yılmaz Güney Özel Ödülü"
    17. İstanbul Film Festivali:

►"Ulusal Yarışma Jüri Özel Ödülü";

FIPRESCI "Onat Kutlar Ödülü";

Efes Pillsen Ödülü .

 & Kasaba, Nuri Bilge Ceylan'ın doğacı, sessiz sinemasının ilk dikkati çeken örneğidir. Karlı bir kış gününde başlayan film, yaz görüntüleri ile devam etmektedir. Kış ve yaz olarak iki ana bölüme ayrılmıştır. Buna bağlı olarak öykü de dört ana bölümde takip edilmektedir: Okul, eve dönüş, ateş başındaki aile toplantısı ve ev. Film, çocukların gözüyle kasaba hayatını beyaz perdeye taşırken; zamansız ve sessiz kır yaşamını da gözler önüne sermektedir. Küçük bir kasabadaki insanlar ve aile üyeleri arasındaki ilişki anlatılmaktadır. Yönetmenin doğa ve sıradan yaşamı anlatırken kullandığı şiirsel dil, görüntü düzenlemesindeki başarısı, sakin ve yavaş akan film kurgusu farklı bir film ortaya koymuştur. Türk Sineması içerisinde üretilmiş bir filmden ziyade Tarkovski, Bresson gibi yönetmenlerin filmlerini andıran bir Avrupa sanat sineması örneğine benzemektedir. Özellikle mevsimlerin döngüsü, zaman, karlı yollar, rüzgar ve kuş sesleri tüm doğallığı ile yansıtılmıştır. Film, jenerik öncesinde çocukların karda oyun oynamaları ile başlamaktadır. Deli Ahmet ile dalga geçmeleri çocukların acımasız dünyasının habercisidir. Jenerik sonrasında okula girmeye hazırlanan çocukların "Andımız"ı okuduklarını görürüz. Bir kasaba okulundaki sobalı sınıfta çocukların dünyasına tanık oluruz. Bu durum filmin kalanını da çocukların gözünden izlememizi sağlayacak bir bakış kazandırmaktadır. Fakirlik, zor şartlar, parasızlık, utanç ve vicdansızlık küçücük sınıfın içerisinde yaşanır. Okulun penceresinden sokaklarında sadece köpeklerin gezdiği karlar altındaki kasabanın sessiz hayatı görülmektedir. Sınıf içerisinde ise yine aynı durağan hayatın sessizliği vardır. Okula giriş merasimi, beslenmesi kokan Asiye'nin utancı, geç kalan İsmail'in ıslak çoraplarını astığı sobadan gelen ve sessizliği bozan su damlaması sesi, sosyal yaşamla ilgili bir metni kitaptan okuyan öğrenciier, pencereden içeri bakan kedi gibi ayrıntılar okul sekansının gerçekliğini oluşturmaktadır. Çocukların oynadıkları ve sınıfta uçup duran kuş tüyü ise hayal gücüdür. Bu sekansa şiirsel bir hava katmakta ve bir anlamda düzene karşı gelişi de temsil etmektedir. Çocuklar için bir oyun kaynağı olan tüy, öğretmenin masasına uçtuğunda hayatın gerçeğinin bir parçası olacaktır.

Asiye'nin okuldan çıkışı ve kardeşi Ali ile buluşmasıyla başlayan ikinci sekans, çocukların eve dönüşlerinin öyküsüdür. Ara sıra Saffet’i görürüz. Çocukların amcasının oğlu olan Saffet, kasabanın içinde aylak aylak dolaşır. Bu kendi içinde sıkıcı bir düzene sahip olan, heyecansız hayat onu sıkmıştır. Asiye ve Ali'nin yürüyüşleri ile Saffet'in kasaba içindeki aylak dolaşması koşut anlatımlı olarak iç içe verilmektedir. Doğanın sakin akışı içinde kendilerine oyunlar yaratan ancak hep doğaya müdahaleyi içeren oyunlardır bunlar çocuklar ile sıkıcı kasaba hayatında takılı kalmış Saffet'in hayatı arasındaki zıtlık vurgulanmaktadır. Çocukların doğa ile etkileşimlerini anlatan bölümde mevsim değişmiştir. Yazın ilk günleri yaşanmaktadır. Ali, haylazlığı ile çocuk acımasızlığını temsil etmektedir. Yolda gördüğü yaşlı bir dedeye taş atar, mezarlıkta mezarların üzerine oturur, gördükleri bir eşeğe yediği eriğin çekirdeğini atar, bir kaplumbağayı ters çevirerek bırakır. Ali'yi yani insanı eşeğin ve kaplumbağanın gözünden görürüz. Doğal hayatları içerisinde insanlar tarafından rahatsız edilen hayvanların çaresizlikleri acımasız bir yaşamı temsil etmektedir.

Üçüncü bölümde büyüklerin dünyasına giriş yapılmaktadır. Akşam olmaktadır ve çocuklar sonunda eve dönmüşlerdir. Dede, nine, anne, baba (Emin), çocuklar ve Saffet mısır pişirilen ateşin başında bir araya gelmişlerdir. Dedenin sürekli anlattığı için aile üyeleri tarafından ezberlenen askerlik anıları ve inançlı biri oluşu, ninenin ölen oğlunun acısını hala taşıması, işsiz Saffet'in kasabadan kurtulma isteği ve her şeye karşı olan hiçliği ve sorumsuz babasının izinden gittiği için suçlanışına isyanı, çocuklarının acımasız hayatla karşılaştıklarında ne yapacaklarından endişe duyan anne ve yurtdışında okuduktan sonra kasabaya dönerek çiftçiliği seçen baba bu bölümün daha dramatik olmasını sağlamaktadır ancak uzun sohbetler bölümün takibini zorlaştırmaktadır. Aile üyelerinin her birinin kendilerine göre endişeleri ve hayat görüşleri vardır. Bu nedenle birbirlerini pek dinlemezler. Baba, bilgisi ile otorite kurmaya çalışmaktadır. İskender'in öyküsünü anlatışı, tarih bilgisini ortaya koyan şeyler söylemesi, söylediği herşeyi bilimsel bilgi ile açıklamaya çalışması Saffet’i çileden çıkarmaktadır. Hem kasabadan kurtulmak istemekte hem de dış dünyanın bilinmezliğinden korkmaktadır. Askere giderken hissettiği ürkeklikten bahseder. Saffet anlatırken o günü görürüz. Uzun uzun kasaba yolu üzerindeki yürüyüşünü izleriz. Hem kurtulmak istediği hem de garip bir biçimde bağlı kaldığı hayat onu sıkmıştır. İşsiz gezmesi, çoluk çocuğa karışmaması nedeni ile aile tarafından hoş karşılanmaması isyan etmesine neden olmaktadır. Özellikle babası yüzünden suçlanması onu asi yapmıştır. Tilki misali kasabaya geri dönen baba, Saffet tarafından bilgisini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmakla suçlanır. Kasabadan kurtulmak için okumuş, yine de kasabaya dönmüştür. Geçmişleri ile muhasebe yapan erkekler, dönüp dolaşıp kasabaya geri dönmüşlerdir. Üçünün de hikayelerinin sonunda kasabadaki köklerini bırakamadıklarını görmekteyiz. Dede, Hindistan' a kadar gittiği askerlik macerasında hep kasabasını bir daha görüp göremeyeceğinin hayalini kurmuştur. Saffet, kendi askerlik anısında kasabadan ayrılırken zorluk çekmiştir. Baba ise Amerika'da okuduktan sonra kasabaya dönüş yapmıştır. Dışarıda yaşadıkları zorluklardan kaçış sonunda kendilerini kasabada bulmuşlardır. Büyüklerin dünyasını uykulu gözlerle takip eden çocuklardan Ali, rüyasında vicdanı ile karşılaşacaktır. Acımasızca ters çevirip bıraktığı kaplumbağayı görür. Suçluluk duygusu, ateşin başında, ailesinin güvenli sıcaklığının içerisinde rüyasında onu bırakmayacaktır.

Filmin son bölümü ateş başı sohbetinin devamı gibidir. Asiye'nin düşü ile bitecek olan bu bölümde nine eşinin ölümünden sonra ortada kalmak istemediğini söyler. Oğlu Emin ise okuduklarına dalmıştır. Onu dinlememektedir. Uykuya geçmek üzere olan Asiye, ev halkının seslerini yattığı yerden dinler. Asiye'nin düşünde elini dereye uzatması ile görüntü donar. Müzik ile birlikte film biter. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 116”

4 Kasaba", "kış" ve "yaz" diye tanımlayabileceğimiz, uzunluğu ve sinema dili farklı olan iki ana bölümden oluşuyor... Jenerik öncesinde yer alan bi r sahne, kendi içinde bütünlüklü, filmin dili ve uslubuyla ilgili ipuçları taşıyan bir kısa film gibi.

Yönetmenin vazgeçilmez oyuncusu Muzaffer Özdemir'in oynadığı bu birkaç dakika süren sahnede, kasabanın delisi, buzda kayıp düşer. Alay eden çocukların arasında duran Asiye'nin yüzündeki ifade durağanlaşır. Filmin bir diğer kahramanı, genç, işsiz, kasaba bıkkını Saffet de olayı sıkıntıyla izler.

4 Çok sözü edilen kısa filmi 'Koza'yı bir türlü izleyemediğim Ceylan, lirik bir şiir gibi örmüş 'Kasaba'yı ve epik anlatımdan alabildiğine uzak durmuş. Öte yandan, en azından kendi seyir tarihim açısından söyleyecek olursam, bu güne kadar rastlamadığım bir tarz tutturarak, öykü anlatma mücadelesini de elden bıırakmamış. Düpedüz, açıkça değil; sezdirmeden, sessizce... Çamurlu yollarla karla kaplı dağlarla çevrili küçük bir kasabadan puslu manzaralar getiriyor karşımıza 'Kasaba'... Yılmaz Güney'in 'Umut'undan bu yana bu kadar 'gerçekçi' bir film izlediğimi anımsamıyorum. Çünkü herşey gerçek! Mekanlar, insanlar. davranışlar, konuşmalar, kaygılar, gülümsemeler... Bir şiir film dedim 'Kasaba için. Aynı zamanda da bir fotofilm. Dondurulduğunda, çekilip alındığında tek başına değer taşımayan, uzun uzun görmeyi, incelenmeyi hak etmeyen tek bir kare yok 'Kasaba' da" (Arslan, Radikal, 02.12.1997). “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 105”

4 Basiret sahiplerinin 34. Antalya Film Festivali'nde, Türk Sineması'nın tek sorununun hala' samimiyetsizlik' olduğu gerçeğini bir kez daha gördüklerini sanıyorum. Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba'sı, Antalya'daki iyi filmlerden biriydi. Elinizde bir büyüteç yoksa adını haritada kolayca bulamayacağınız bir kasabada çekilmişti. 'Kasaba'. Mütevazi bir bütçeyle, yaygara etmeden Oyuncularının adı Hülya değildi örneğin. Volkan, Tarkan, Tarık, ne bileyim Tanju filan da değil. örneğin Havva'ydı, Mehmet Emin'di. 60'larında bir ana, 70'lerinde bir babaydı. Teyze oğlu Saffet'ti. Bir okul müsameresi dahi görmemiş cıvıl cıvıl kasaba çocuklarıydı. İmaj çağında, 'imaj'ın kıçına tekıneyi vurmuştu filmin yönetmeni. Göz boyama, seyirci avlama adına alçalmıyordu 'Kasaba'... Bizim az gelişmiş ülkemizin çok gelişmiş sinemacıları yüksek fikirlerle, 'müthiş' zeka oyunlaryla ürettikleri 'paradokslarla' oynaya dursun, alçak gönüllü 'Kasaba', yeni bir damar yakalıyor, nerdeyse bir manifesto olup çıkıyordu.. Antalya Film Festivalinde kendini popülist değerlerden uzak tutan soylu bir sinema etiğine sahip olan 'Kasaba', ödüllendirilemezdi. Ödülsüz bırakılamazdı, görmezden gelinemezdi. Kategoriler dışında bir ödül verildi Kasaba'ya: En İyi Yönetmen dalında mansiyon. Namuslu bir jürinin elinden daha fazlası gelmiyordu çünkü. Bence 'Kasaba' aldı en büyük ödülü" (Ahmet Uluçay, Radikal, 03.12.1997).

4 İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının belli başlı özellikleri arasında yerinde çekim, amatör oyuncular, gerçek zaman kullanımı, öykünün gelişimi ile ilgisi olmayan görüntülerin sıkça kullanılması, epizodik anlatım ve filmin gelişi güzel bir anda sonlanması gelir. 'Kasaba' da bu belli başlı özellikleri kullanan bir film. "Nuri Bilge Ceylan'ın doğup büyüdüğü kasabada çekilen filmde, profesyonel oyuncu yok, sekanslar 'gerçek zaman' da geçercesine uzun, öykünün gelişimiyle ilgisi olmayan görüntüler ağırlıkta.... Görsel bir anlam, grafik bir anlatımdan ziyade estetik bir duyguların yaratmayı amaçlayan görüntüler, Yeni Gerçekçilik akımının filmlerinde olduğu gibi sinemasal bir tad bırakınıyor 'Kasaba'da. Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğrafçılıktan geldiğini hemen belli eden durağan görüntüler bunlar. Nitekim kamera hareket ettiği anda 'amatörlük' tüm olası iyi anlamlarından boşanıp, düpedüz beceriksizce, baştan savma anlamlarını içeren bir boyut kazanıyor. Dahası Yeni Gerçekçilik, tepki olarak doğduğu 'telefon' filmleri yüzünden olsa gerek, diyaloglara, hele de monologlara prim vermeyip, sinemayı tümüyle görsel bir sanat olarak algılarken, 'Kasaba'nın bitmek bilmeyen ... diyaalog isvesine bürünmüş dizi dizi monologlardan oluşan bir bölümü var." (Erdem, Gazete Pazar, 21.12.1997). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar )


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder