11 Aralık 2022 Pazar

 

MEKTUP (1996) 

Senaryo ve Yönetmen: Ali Özgentürk, Kamera Mirsad Herovic, Müzik: Hasan Cihat Örter, Anouar Brahem, Yapım: Asya Film /Ali Özgentürk Filma Cass’ın işbirliği ile Ortak Yapımcılar Etamp Film (Çek Cumhuriyeti) Zebra Film (Polonya) Montaj: Andrija Zafranovic, Türkçe Şarkılar: Erkan Oğur, Seslendirenler: Tilbe Saran, Cüneyt Türel, Levent Dönmez, Senaryo yardımcısı: Sadık karlı, Yapım Genel Koordinatörü: Leyla Özalp, Yapım müdürü: Sabahattin Gündüz, Yapım asistanı: Rüya Arabacı, Montaj yardımcısı: Mustafa Preşova, Ses Tasarım: Ender Akay, Laboratuar: Yusuf Z. Özbek, Ses Mühendisi: Nail Yılmaz, Miksaj: Yaylan Oğuz, Jenerik: Hilmi Güver, Yönetmen Yardımcısı: Özkan Tekin, 1. Kamera Ast.: Albercht Siberberger, 2. Kamera Ast.: Alper Deril, Yapım Görevlileri: Esi Gülce, Burak Bakkalbaşıoğlu, Yolunay Türköz, Kostüm Sorumlusu: Sevil Nursan, Kostüm çalışanları: İ. Hakkı Başlan, Elif Traşçıoğlu, Işık Şefi: A. Haydar Tuna, Işık Teknisyeni: Derya Bal, Uğur Kaplan, Temel kaynak, Set Teknsiyenleri: Hikmet Palabıyık, İsmail Keskin, İbrahim Gülen, Set Asistanı: Haldun Çıvgıner, Set Fotoğrafçısı: Gül Süzgen, Makyöz: Belgin Ömürbağ, Eurimages, Kültür Bakanlığı ve Efes Pilsen Katkılarıyla)

Oyuncular: Tarık Akan, Zişan Uğurlu, Ahmet Mekin, Nail Çakırhan, Necdet Mahri Ayral, Alev Emre, Suna Selen, Erol Demiröz, Güler Ökten, Arif Keskiner, Aytaç Yörükaslan, Köklükaya, Aslı Bülbül, İhsan Bilsev, Jessica Chambell, Mazlum Kiper, Hakan Güneri, Şebnem Köstemi, Aslı Kaspoğlu, Naci Taşdöğen, Arif Keskiner, Olga Aykın Bekova, Maria Kalyuk,, Selahattin Duman, Konuk Oyuncu : Cüneyt Gökçer

Konu: Ragıp (Tarık Akan) küçük yaşta ülkesinden ayrılmış, annesiyle birlikte Amerika'ya yerleşmiştir. Orada iyi bir eğitim alır, evlenir nükleer fizik alanında kısa sürede önemli bir yere gelir. Görünürde her şeyi elde etmiştir, ama yaşamında bir şeylerin eksikliğini hisseder. Yılların ardından Türkiye'ye döner ve ölü olduğunu sandığı babasının hayatına ait izleri genç bir rehber kızla Zişan Uğurlu) birlikte aramaya başlar. Öğrendiği tüm bilgiler, önceleri ona eğlendirici gibi gözükür. Hiç tanımadığı ülkesinde yaşadığı serüvenler onun için çok ilgi çekicidir. Ragıp, yaşadığı bu kaosun içinde, kendisine rehberlik yapan genç kıza aşık olur. Öte yandan babasının sahte bir cenaze töreni düzenlettirip ortadan kaybolduğunu, gerçekte hala yaşamakta olduğunu öğrenir. Babasının görkemli hayatını keşfederken kendi yaşamının anlamsızlığını fark eder ve bu da onu kendisini ve yaşamını sorgulamaya yöneltir. Babasını arama yolculuğu giderek kendi kimliğini bulma serüvenine dönüşür.


Ceylan, bu filmde öykünün, mekanın, kahramanların sahiciliğiliğiyle ve kendi mikrokozosunu oluşturmada gösterdiği ustalıkla Türkiye' için sıradışı ve özgün bir çıkış yaptı. Ayrıca, tamamen bağımsız üretim koşullarını yaratmadaki becerisi, sinema sanatının teknik aşamalarına hakimiyetiyle mükemmel görüntüler yaratma yeteneği de, bu ilk filmde, Ceylan'ın başarısının temel koşulları olarak hemen göze çarpıyordu. (Necla Algan “Antrakt Sinema Dergisi Aralık 2003Ocak 2004 Sayı: 7576)


4 Belgesel tadında bir sinema, doğanın yakından gözlerni, bir ailenin bireylerinin özellikle doğayla ilişkileri çerçevesine oturtulmuş ve özenli bir senaryoyla pekiştirilmiş canlandırıllma çabası. ..

Bu aksiyon, şiddet, cinsellik ve özel efekt çağında, filmlerini yazan, yöneten, çeken ve de aile bireylerinin katkısıyla gerçekleştiren Nuri Bilge Ceylan, tam anlamıyla zanatsal bir iş yapıyor, amatörlüğü en iyi anlamında sürdürüyor. Ama bu, onun sinemasının görüntü kaalitesi, çerçeveleme özellikleri, ödünsüz bir belgesel tavır gibi konularda olduğu kadar, oyuncu yönetimi, müzik kullanımı, seslendirme alanlarında da oldukça profesyonel olmasını engellemiyor.

Peki ama, Kasaba'dan geriye ne kalıyor? Film, özellikle doğayla ilişki bölümlerinde çok başarılı. Çocukların orman gezisi, kuşlarla veya bir kaplumbağayla kurdukları ilişkiler çok etkileyici. Asılmış ıslak çoraplardan kızgın demir soba üzerine düşen damlacıkların görüntüsü de ...

Ama iş insan tasvirine, aile bireylerinin konuşmalarına gelince, film biraz duraklıyor. Kuşak farklılıklarını veya kültür farklılıklarını, kasabalı veya kentli olmanın uyuşmazlığını yansıtan uzun konuşmalar, seyırcı ıçın, gerçek bir ilginçik taşımıyor: Yine de Kasaba kendıne ozgu bır sınemayı ınatla gerçekleştiren, tanıdığı insanları ve insandoğa ilişkisini yansıtmayı amaç bellemiş bir sinernacının, kalabalık içinde bir yalnız şövalye olmayı seçen bir sanatçının serüveni olarak, has sinemaseverlerce görülmeli. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf,105”

 * Evet, bir mektup geldi. Ali Özgentürk'ün beklenen ve iddialı gözüken Mektup'u Türk seyircisine ulaştı. Ama bunun güzel bir sürpriz olduğunu söylemek çok zor. Daha doğrusu ortada bir zarf var da içinde pek mektup filan yok ...

 Evet, ortada bir hikaye, daha doğrusu bir hikaye taslağı var. Çok kabaca özetlemek gerekirse, bu hikaye bence şu: Türk toplumunun o yasakçı ve sansürcü yapısı içinde uzun yıllar devletimizin peşine adam taktığı bir "eski tüfek" ve peşin    deki adam arasındaki ilişki bu... Ömrünü o komünisti izlemeye adamış ve' tek görevi bu olagelmiş bir adamın sonunda avına bağlanması, onunla inanılmaz bir dostluk kurması ve iki yaşlı adamın ömürlerini birlikte tamamlamaya karar vermeleri ... Bu aslında ilginç ve güzel hikayeyi anlatmaya sıvanıyor film. Ama dolaylı biçimde... Hikayedeki "avın" oğlu, yıllar önce ABD'ye yerleşmiş olan mühendis Ragıp, babasının yaşamından izler bulmak için yurda dönüyor. Genç bir rehber kızla birlikte İstanbul'un gündüz ve gece hayatına dalıyor ve babasından kalan bir şeyler arıyor. Bu arada, onun sağ olduğunu öğreniyor, ona adım adım yaklaşıyor. Rehber kızla da işi pişirmeyi ihmal etmeksizin ...

Mektup, daha senaryo aşamasında kendisini başarısızlığa mahkum etmiş. Asıl hikayeyi adeta saklayarak, onda yatan dramı en alt ölçülere indirerek, onun yerine hiçbir biçimde ilgimizi çekmeyen bir sürü saçma sapan şeyi art arda dizerek ... Bu filmi sinema öğrencileri için "bir hikaye sinemada nasıl anlatılamaz?" temalı bir derse konu etmek mümkün! ...

Ali Özgentürk, hikayenin asıl dramatik yapısını hiçe sayarak, daha doğrusu yok ederek, onun yerine varoluşçu bir kadınerkek ilişkisini ve sinemada çok görüle gelmiş, kayıp birini aramanın içerdiği psikolojik gerilimi getirmeyi denemiş. Ne var ki bunu da başaramamış. Filmdeki iki kadın erkek ilişkisi, yani Ragıp'ın rehber kızla ve de ABD' den gelen karısıyla olan ilişkileri, tam anlamıyla yapay ve iğreti duruyor, hiçbir anlarında belli bir içtenlik ve inandırıcılık kazanamıyor. Hele Cüneyt Türel'in sesiyle okul İngilizcesiyle konuşan bir Tarık Akan (yıllardır Amerika'da olan bir Türk, daha inandırıcı bir İngilizce, daha doğrusu Amerikanca konuşmalıydı) ve filme sadece baldırlarını sergilemesi için konduğu izlenimini veren o yabancı hatun arasındaki ilişkiler, yine sinema derslerinde yapaylık örneği olarak gösterilebilecek düzeyde ...

Ali Özgentürk, filmin yok edilen dramatik yapısının yerine bir de bol bol şiirsel sözler getirmeyi denemiş. Onun filmlerinde hep var olagelmiştir bu ...

Ama daha organik biçimde, öyküye yedirilerek, dramatik yapının önüne sanki bir engel gibi çıkarılmadan... Sinemada şiir ayrı bir konudur, ayrı bir beceridir; şiirsel sözler etmekle sağlanmaz, kendine özgü bir görsellikle elde edilir. Sinema şiir ilişkilerine örnek gösterilen birçok klasik filmde böyledir.

Oysa Mektup'ta sürekli edilen (ve filmin gazete ilanlarına da yansıyan) o şiirsel sözler, burada neredeyse dramatik yapıyı zedeliyor. Yok edilen veya yok sayılan asıl hikayenin yerine konmaya çalışılan bu sözler, sinemanın hiç affetmediği bir şeyi, gereksiz ve boş laf kalabalığını çağrıştırıyor. O güzelim entrika, o sonsuz olasılıklara açık hikaye, sanki acemi bir şairin şiir yazıp söyleme tutkusuna feda ediliyor.

Mektup, benim için ciddi ve acı bir düş kırıklığı oldu. Belki en iyi filmlerini Hazal ve At’la işin başında veren Ali Özgentürk, belli bocalamalardan sonra Çıplak’la hiç olmazsa düşsel ve gerçeküstücü bir dünya kurmayı başarmıştı. Bu filmle bence tüm yapıtının gerisine düşüyor ve başta da dediğim gibi, bir hikayeyi anlatamamanın tüm sıkıntısını yaşıyor, bize da yaşatıyor. Yazık ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda çöküş ve Rönesans yılları”, syf, 117”

 4 Mektup, yıllar önce İtalya'da gördüğüm. Bernardo Bertolucci'nin efsanevi bir devrim kahramanı olan solcu babasının peşine düşmüş bir gencin sancılı arayış sürecini işleyen, güzelim 'Örümceğin Stratejisi' adlı 1980 yapımı filmini anımsattı bana. Babasını arayışının, kendisiyle ve ülkesiyle yakınlaşıp yoğunlaşan bir ilişkiye dönüştüğü Ragıp'ın öyküsü aracılığıyla, ülkemizin yakın tarihinin 1940'lı yıllardan günümüze kadar süregelen dönemlerinin fonunu oluşturduğu bir arayış serüvenini hikaye ederken genelde ele aldığı zengin malzemeyi yeterince değerlendirip işlemekte yaya kalıyor 'Mektup'. Bir dizi yeniden canlandırılan geriye dönüş, anı ve tanıklıklarla kurulmuş filmde, duygularını, düşüncelerini, kaygılarını, umutlarını, beklentilerini yansıtamayan karakterlerinin seçiminden olayların işlenişine, 'Nükleer enerjiye karşı mısın?' 'Dondurulmuş yiyecekler gibi yaşıyoruz', 'Her insan bir ormandır' v.b. gibisinden kitabi diyaloglarından mekan seçimine ve teknik (özellikle ses) yetersizliklerine kadar hep bir olmamışlık duygusu seyircinin yakasını hiç bırakmıyor. 193040'lar döneminde, ülkemizde çoğu yaşanmış, acı gerçekIere dayanan deneyim ve gözlemler üzerine oturtulmuş, sağlam bir malzemeden yola çıkan yönetmen Ali Özgentürk'ün afralı tafralı mizansen oyunlarına yüz vermeyip yer yer ölçülü, kişisel ama ağır aksak, tutuk bir uslup tutturduğu 'Mektup', sonuçta gitgide tekdüzeleşerek bir takım kalıp tipler ve olayların bir araya getirildiği, başlangıçta vaat ettiklerini sonunda yerine getiremeyen, ağır aksak tempolu, tutuk ve özenti bir film olmaktan öteye geçemiyor. .. Ali Özgentürk'ün' At'dan beri lokomotif olarak filmlerinde kullandığı Güler Ökten'in acılı kadını ya da çenesi düşük taksi şoförü gibi yan tiplerle renklendirdiği 'Mektup'un, Emir Kustirica'mn kameramanlarından Mirsad Herovic tarafından çekilmiş başarılı görüntülerine ise diyecek yok... 'Mektup', 1980'den bu yana sinemamıza 'Hazal' ve 'At' gibi ödül rekortmeni, başarılı filmler armağan etmiş olan yönetmen Ali Özgentürk'ün filmografisinde, derdini pek anlatamayan, havada kalmış, özenti bir çalışma olmaktan ileriye gidemeyen bir film izlenimi bıraktı bizde" (Çapan, Cumhuriyet, 03.10.1997),

 4Yönetmenin, 'Su da Yanar'la ortaya çıkıp 'Çıplak'ta iyice belirginleşen, 10 Yönetmen 10 Film'in 'Sır' bölümünde doruğa çıkan 'ifade edememe', ekonomik ve yalın olamama zaafı, 'Mektup'a da baştan sona damga vuruyor. Neler anlatmaya çalışmıyor ki Özgentürk... 27 Mayıs, cuntacıdarbeci girişimler, DoğuBatı kültürlerinin çelişkisi, bir dönemin komünistleri, 'büyük kirlenme' aşk öyküleri, yeraltı dünyası, çocuğunu yitiren çıldırmış anne, garip bir komando, cinsel maceralar ve hatta, belki duymayan kalmıştır diye Simurg efsanesi bile sığdırılmış filme ... 'Aranılan Adam' Beşir Sedat karakterinin de 'Üçüncü Adam'ın Harry'si ya da 'Olağan Şüphelilerin Keyser Soze motifi gibi, büyük bir belirsizlik, dahası tehlikelilik içinde peygambervari biçimde çizildiği düşünülürse karmaşa daha da artıyor" (Arslan, Radikal, 07.10.1977). “Ayrıca bknz: Gül Erçetin, "Mektup Adrese Ulaşamazsa Kabahat Benim", Cumhuriyet, 15.10.1976; Esin Küçüktepepınar, Gazete Pazar, 12 Ekim 1977; Necla AIgan, Antrakt, Kasım 1977. “



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder