13 Aralık 2022 Salı

 

SEVGİLİM İSTANBUL (1999) 


Yönetmen: Seçkin Yaşar, Senaryo: Seçkin Yasar, Nedim Gürsel, İzzet Yasar, Müzik: Nikos Kypourgos, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Yapım: Sanmal Aş./Ersin Pertan, Amenis Film/Pavla Rakovska, Hyperion Production / Panos Papahadzis, Katerina Fim/Nikos Kanakis, Sanat Kamera Asistanı: Halil İ. Çekiç, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Ses: Erkan Aktaş, Serdar Öngören Sanat Yönetmeni: Annie G. Pertan, (Fono Film laboratuarlarında hazırlanmıştır )

Oyuncular: Kariofyllia Karabeti, Alptekin Serdengeçti, Tunca Yönder, Erdinç Akbaş, Nedim Saban, Nisan Sirinyan, Kosta Kortidis, Bora Ayanoğlu, Köksal Engür, Emrah Kolukısa, Neşe Arda, Gülen Çehreli

Konu: İrini ve Ali Paris'te, bir uluslararası gazeteciler toplantısında tanışmış, birbirlerine âşık olmuşlardır. Ali tehlikeli konuları kurcalamakla ünlü bir Türk gazetecidir. İstanbul kökenli Yunan bir babanın kızı olan İrini de Yunanistan'da gazetecilik yapmaktadır. Albaylar cuntası döneminde, altı yaşındayken, babasının sivil polisler tarafından tutuklanıp götürülüşüne tanık olmuştur. Daha sonra babasının ölüm haberi gelmiş, ama ölüsü bulunamamıştır.

 İrini, hem sevgilisini hem de babasının şehrini görmek için, ilk kez İstanbul'a gelir. Birlikte geçirdikleri aşk ve tutku dolu birkaç günün ardından Ali ansızın kaybolur. Tehdit telefonları ve mektupları almakta olduğunu bildiği sevgilinin kaybı, İrini'yi, İstanbul labirentinde Kafka'vari bir arayışın içine sürükler.


Ali'yi arayan İrini şehrin şiddetiyle tanışırken, bir yandan da, kafasında babasının ve sevgilisinin imgeleri birbiriyle karışmaktadır. Çocukluğunda yaşadığı babasıyla ilgili travma geri gelmekte, İrini yavaş yavaş hayallerinin esiri olmakta, sanki gerçeklikle gerçek dışının iç içe geçtiği bir kara deliğin içine yuvarlanmaktadır.


NOT: 1999 yılında çekimi yapılan bu film aşağıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bazı nedenlerle mahkemelik olmuş ve mahkeme sonuçlandıktan sonra, gösterime 2007 yılında çıkabilmiştir. Sevgilim İstanbul'un yapımcısı Ersin Pertan ve yönetmeni Seçkin Yaşar ile senaristi Nedim Gürsel arasındaki davayla ilgili olarak taraflarla görüştük:


 Ersin Pertan: Bir defa şunu söylemek gerekir. Sevgilim İstanbul'un yapımcısı şahsen ben değilim. Filmin yapımcısı Sanrnal Aş.. Sanmal Aş.'nin ortakları da Ersin Pertan, Ani G. Pertan ve Erol bey. İkincisi: bu filmin ilk kopyasının basılmasına beş  altı gün kala filmin yönetmeni ve senaristi tarafından yapımcı firmaya dava açıldı ve mahkeme tarafından filme ihtiyati tedbir kondu. Bugün bu davalar devam ediyor ve ne zaman sonuçlanacağını bilemiyoruz. Bugüne kadar olan duruşmalara katılıp avukatımız aracılığıyla haklarımızı savunuyoruz. Filmin üzerinde tedbir kararı olduğundan herhangi bir kopyası basılmadı. Bu filmin yapılması için yönetmeni kendisi bize geldi hatta yapımcısı olmamızı rica etti. Bu konuda söyleyebileceğim her şey bunlardan ibaret. Sürmekte olan bir dava olduğundan daha fazla bir şey söylemem mümkün değil.


Seçkin Yasar: Halen sürmekte olan bir dava olduğundan fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Kısacası bu filmin parasını ben buldum. Bu parayı da bulurken her kuruşunun bu filme harcanacağını zannettim. Hatta Nedim Gürsel'le ben telif ücretlerimizi film gösterime girdikten sonra bile almayı taahhüt ettik. Biz bu mahkeme yoluna gitmeden önce piyasamızdaki film örgütlerine de başvurduk. FilmYön, SESAM gibi…

Biz 1996 yılında Nedim ile beraber bu senaryoyu yazdık. Eurimages'a başvurmak gerektiği için bir firma gerekiyordu. İlk başlarda Yavuz Özkan'ın firması vasıtasıyla bu başvuruyu yaptık. Bütün dosyaları hazırladım, yabancı ortakları buldum. Proje destek aldı. Yunanistan'a gidip orada oyuncu buldum.

Fakat çekimlere yirmi gün kala Yavuz Özkan bana 'ben önce kendi filmimi çekeceğim' dedi. Bu durumda biz de prodüktörümüzü değiştirdik. Benim filmimin sanat yönetmeni Ani G. Pertan'dı zaten. Böyle bir durumda da aklınıza kim gelir. İyi arkadaşınız ve filminizin sanat yönetmeninin şirketi var. Biz de Z Film'den bu firmaya (Sanrnal Aş.) bütün evrakları devrettik. Çekimler bittikten sonra, post prodüksiyonu bir başlatıp bir durdurarak bir buçuk yıla yaydılar. Film 1999 vizyonunu kaçırdığı gibi, 2000 gösterimini de kaçırdı. Biz de bir buçuk yıllık uzlaşma çabası ile geçen sürenin sonunda prodüktör firma aleyhine dava açtık. Bizim öncesinde de zaten Ersin Pertan'la da bir anlaşmazlığımız yoktu. Yorgun Savaşçı filminde ben asistandım o set fotoğrafçısıydı. Birlikte bile çalıştık.

Nedim Gürsel: Halen sürmekte olan bir dava olduğu için üstünde fazla konuşmak istemiyorum. Ben bu anlaşmazlıklar çıktığında arabuluculuk yapmak istedim. O güne kadar Ersin beyle hiç tanışmamıştım. Burada Beyoğlu'nda bir yerde oturduk. Ne oluyor diye konuştuk. Bana o gün çok ilginç bir şey söyledi. 'Film prodüktöründür dedi. Ben filmin Antalya Film Festivali'ne yetiştirilmesini önerdim kendisine. Filmdeki baş karakterimizin adı İrine'ydi. İrine barış demek. Antalya'nın o seneki teması da barıştı. 'Fena mı olur buradan bir başarı kazansak' dedim. Bu söylemlerim karşısında bir sürü bahaneyle sanki filmi gömmek istercesine bana cevaplar verdi. Beni bu konuşmamız esnasında en çok hayrete düşüren asıl şu oldu. Sanki bu filmde yönetmen yok, senarist yok, oyuncu yok filmin tek sahibi kendisi. Evet romanda böyle olmaz. Ben eseri yazarım, anlaşmamı yaparım ardından yayınevi devreye girer. Fakat sinemada böyle değildir ki. Kollektif bir olaydır sinema. Bana en son dedi ki: 'Siz Fransız ekolünden geldiğiniz için 'auteur' anlayışını savunuyorsunuz oysa bugün geçerli olan akçe Hollywood sinemasıdır. Hollywood'ta prodüktör ne derse o olur. Ben bu film Antalya'ya gitmez dersem, gitmez' dedi. (Antrakt Sinema Dergisi TemmuzAğustos 2003 Sayı 71)

4 Seçkin Yasar’ın yıllardır gösterilemeyen “lanetli filmi”, sonunda gün ışığına çıktı. Bu gecikme hiç de filmin lehine olmamış. Belki biraz bu yüzden, film eskimiş gözüküyor. Paris’te tanışan Yunan kökenli bir genç kadınla bir Türk gencinin hikayesi. Orda tanışıp ayrıldıktan sonra, genç kadın erkeği bulmak üzere İstanbul’a gelir. Ailesinin kentidir burası, ama o hiç görmemiştir. Araştırmacı gazetecilik yapan genç Türk’le dış politika yazarı kadın, ateşli sevişmelerini yinelerler.

 

Ama asıl önemli olan İstanbul’dur, bu en azından çift kültürlü, hatta çok kültürlü kent. Yunan kadın bir yandan bu kentin tarihsel, turistik, mistik hazinelerini keşfederken, öte yandan kentin geçmişindeki baskı, yıldırma ve ırkçılık dönemlerini öğrenir. Ve sürekli kendi ülkesiyle, tıpkı Türkiye gibi zaman zaman demokrasiyi rafa kaldırmış, askeri yönetimlere teslim olmuş, aydınlarının unufak edilmesine göz yummuş Yunanistan’la kıyaslar ve cunta döneminde kaybolup giden babasını hatırlar. Ama şimdi asıl önemli olan, tıpkı onun gibi gizemli biçimde kaybolmuş sevgilisini bulmaktır. Ancak bu gizemli kentte, bir kaybolan bir daha çıkagelir mi?

Bu iddialı özete bakmayın... Film, aslında klasik ve çok işlenmiş temalarına hemen hiçbir şey katamıyor, ne yazık ki...Aşırı Türk milliyetçiliği, İstanbul’dan kovulan Rumlar, her iki ülkede de yaşanan acılı deneyimler, askeri yönetimler ve cunta dönemleri gibi son derece önemli temalar, en klasik biçimde ele alınmış. Yoğun bir cinsel ilişkiyi siyasal bir fon üzerinde, onun aynası gibi yansıtma çabası, ne yazık ki yeni bir “Hiroşima Sevgilim”e yaklaşamıyor. İstanbul ise nerdeyse turistik bir yaklaşımla sunulmuş. Tarihsel mekanlardan bohem meyhanelere, herşeyde bir “deja vu” havası var. Kimileri buna turistik broşür gayreti de diyecektir. Soyut final de bu tatminsizliği giderecek gibi değil. Bir hayal kırıklığı... (Atilla Dorsay)

4 Nedim Gürsel, ilk sinema deneyimi olan film hakkında şunları söylüyor: "Her ne kadar duygusal bir aşkın arayışı gibi gözükse de aslında derinde daha ince ayrıntılar yatıyor. Mesela; Yunanlı genç gazetecinin babası aslında Kıbrıs olayları sırasında İstanbul'dan sürgün edilmiş ve bir daha geri dönememiş. Bu genç kadın sevgilisinin peşinden babasının yaşadığı İstanbul'a geliyor. Hikaye giderek babasını tanıma, onu yeniden keşfetmeye doğru gelişiyor. Yunanlı kadının gözünden İstanbul'un anlatılmasına varıyor" (Köksal, Cumhuriyet, 01.10.2000).

Film yönetmen ve yapımcı arasında yaşanan ihtilaftan dolayı vizyona giremedi. Sevgilim İstanbul'un yapımcısı tarafından bilinçli olarak gösterime sokulmadığını belirten yönetmen Yasar ve yapıt sahibi Gürsel, yapımcı (Pertan çiftine) aleyhinde dava açmışlardır. (Öztürk. 2004:290). Davanın gerekçeleri yapımcının filmin bitmesini ve Antalya Altın Portakal Film Festivaline katılmasını engellemesiydi. Olayların bu noktaya varmasının nedenleri kısaca şöyleydi: yönetmen Seçkin Yasar filmi için gereken paara desteğini Eruimages'dan almıştır (1 milyon 100 bin Fransız Frangı). Yaşar yapımcılığın yaratıcılığını engelleyeceğini düşünerek önce Yavuz Özkanla anlaşır. Gerek Yaşar'ın başrol oyuncusunun yoğun işleri nedeniyle gerekse de Yavuz Özkan'ın öncelikle kendi filmini yapmaya karar vermesiyle Yasar bu kez Ersin Pertan'la ve filminin aynı zamanda sanat yönetmeni olan Annie G.Pertan'la anlaşır ve yapılan bir protokolle filmin hakları Pertanlar'a geçer. Hatta Yasar. başlangıçta yüz kutu film ve beş çalışma haftası için anlaşmasına karşın, seksen kutu film ve dört hafta için imza atar. Ayrıca filmin haklarının yüzde sekse Pertanlar'ın olmuştur (Öztürk, 2004:290). Yönetmen Yasar bu gelişmelerle ilgili şunları söyler: "Neredeyse kameranın ayakları havada film çektik. Tam bir cambazlık yaptık. Sonuçta dört haftayı üç gün geçince benden bu üç günlük 1 milyar 190 milyonluk parayı da istedi. Hem de bir cumartesi akşamüstü ben gemide çekimdeyken"... Yasar'a göre yapımcıyla aralarındaki diyaloğu koparan olay ise, Annie G. Pertan'la sette yaptıkları tartışmaya dayanmaktaydı. "Manastırda yapılacak bir çekimde gündüz çekimlerini gece yapmam istendi. Bir daha oraya gelmemek için. Arklarla geceyi gündüz yaptık"... 11 Eylül 2000'de Pertan'ı: kendilerinden asla talep edilmeyen bir takım telif hakları yazılarından dolayı stüdyo çalışmalarını durdurduğunu belirten Yasar, "Bugüne dek durdum çünkü adalet çok yavaş işliyor ve karşılıklı halledebileceğimizi düşündüm. Daha önce bu nedenle bir tek dava bile açılmamış. Kendisi de yaratıcı olan bir insanın böyle davranması anlaşılır gibi değil" demektedir. Filmin yaratıcılarından bir diğeri olan Nedim Gürsel ise, gelişen olaylar hakkında "Bu bir çocuk yetiştirip, onun birisi tarafından hapse tıkılması ya da dolaba kapatılması gibi bir şey. Ersın bey Seçkin Yasar ve Yunanlı prodüktörle konuşmayı reddediyor. Tek diyalog kurduğu kişi ben oldum. O, bunun bir takım pürüzler yüzünden bu noktaya gelindiğini ve filmin gecikmesinin kendisiyle ilgisi olmadığını söyledi" demektedir (Köksal, Ol. 10.2000).

Filmin yapımcısı Ersin Pertan ise hakkındaki iddialara ilişkin şunları söylemektedir: "Yönetmen bu filmi çekerken bütün haklarını sonuna kadar kullanmıştır ... Yapımcının da bazı hakları var... Bir yapımcı yönetmenin emir eri değildir. Filmin ticari ve mali konuları yapımcıdan sorulur. Filmin ticari vizyona girmesi, hangi festivallere gideceği ya da televizyon satışı olup olmayacağı uygun gördüğü biçimde davranır ve hiç kimseye de sormaz. Film yakında zaten tamamlanacak ve biz de yapımcı olarak uygun gördüğümüz şekilde tamamlayacağız". Filmin bestecisinin telif hakları ile ilgili devir işlemlerine ilişkin Yaşar ve Yunanlı ortak yapımcının, Pertanlar'ın kendilerinden böyle bir istekte bulunmadıkları iddiasına ise Pertan, "İstedik çünkü ticari olarak vizyona girebilmesi için bu belgeler gerekli... Buna da yapımcı olarak ben karar veririm" diye yanıt vermiştir (Köksal, 0l. 10.2000). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 237”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder