25 Aralık 2022 Pazar

 

SÖZÜN BİTTİĞİ YER (2007) 


Yönetmen: İsmail Güneş, Senaryo: Ömer Faruk Birpınar, İsmail Güneş Görüntü Yönetmeni: Taylan Sancaklar, Baybars Tekin, Ahmet Bayar Müzik: P. Murat Özdemir, Yapımcı: Mehmet Güneş Yönetmen Yardımcısı: Gizem Erbirer, Eren Aycan, Çiğdem Kaya, Yardımcı Yönetmen: Uğur Akça, Fırat Gürsoy, Yapım Sorumlusu: Gökhan Gündoğdu, Yapım Koordinatörü: Asım Gümüş, Yapım Grubu: Serdar Ekşi, Hasan Fırıncı, Gürkan Fırıncı, Erdal Yavan, Web Tasarım: Hasan Çağrıcı, Stajyer: Sebla Çekelkıran, Set Teknisyeni: Taner Ülker, Murat Baş, Murat Alemdar, Güngör Aydın, Eralp Ünsan, Bahadır Aydın, Set Fotoğrafçısı: Arda Sarıgün, Set Arkası Kameraman: Doğu Kendigelen, Set Amiri: Musa Siperel, Halim Çetin, Güngör Aydın, Ses Teknisyeni: Engin Yıldırım, Ses Tasarım: Jan Peridar, Ses: Suat Alhan, Senaryo Katkı: Ömer Lütfi Mete, Onur Ünlü, Cem Davran, Sanat Yönetmeni: Duygu Kabaçam, Sanat Grubu: Okay Dayam, Gökhan Arınel, Negatif Aktarma,: Cem Taşkara, Miks: Onan Karagözoğlu, Makyaj Grubu: Nurkan Solunay, Mine Öngü, Gülten Kuruahmet, Cemile Odabaş, Kurgu: Mevlüt Koçak, Kuaför Asistanı: Ferdi Acarer, Kuaför: Sadık Baybars, Kostüm Grubu: Umut Koç Pınar, Kostüm Sorumlusu: Aslı Kuşu, Kostüm Grubu: Sinem Öztürk, Nazlı Özdeniz, Kameraman Asistanı: Şefik Ağırtmış, Kostüm Grubu: Gülmez Boyar, Kameraman Asistanı: Serkan Kaan Özker, İlke Direk, Kameraman: Yunus Emre Karadavut, Jımmy Jeep Oreratörü: Sedat Koçak, Işık Yardımcısı: Ozan Köknaroğlu, Onur Kahrama, Oktay Ahmedov, Işık Teknisyeni: İbrahim Gezer, Erkan Arkan, Bülent Tekin, Işık Şefi: Recep Biçer, Namık Erkan, Ferzan Yücel, Focus Puller: Yunus Emre Karadavut, Danışman: Ertuğrul Acar, Çeviri: Umutgül Kaplan, Selcen Kavruklar, Cast: Tolga Karadeniz, Boom Operatörü: Mehmet Özkarakaşoğlu, Ferit Karabina, Enis Danaba, Yönetmen Yardımcıs: İbrahim Ergül, Melis Tataroğlu, Özgür Pak, Tuğçe Fenerci

 

Oyuncular: Mehmet Özgür Köksel (Turgut), Yasemin Balık (Simay), Volkan Severcan (Süleyman), Okan Tangücü (Umut Macit), Elif Sümbül Sert (Ülker öğretmen), Mehmet Çepiç (Emin Gürsoy (İsmal), Ahmet Yenilmez, Fatih Ayhan, Bilgehan Birincioğlu, Alay Cihan, Pınar Gülmez, Yakup Konca, Mustafa Şimşek, Ahmet Özhan (Konuk oyuncu), Tardu Flordun (Konuk oyuncu), Tolga Tibet (Konuk oyuncu), Ezel Akay (Konuk oyuncu), Aslıhan Güner (Konuk oyuncu), Burak Kutlu, Erdoğan Tutkun, Zekeriya Karakaş (Han Bekçisi), Cengpola İzgören (Komiser yardımcısı)

 Konu: Turgut oğlu Umut’a bakabilmek için okul gösterilerine çıkan, hayatını müsamerelerde palyaçoluk yaparak kazanan bir oyuncudur. Oğlunun annesi Simay onu terk edip başka biriyle yaşamaya başlamış, gününü gün etmektedir. Bir gün yine gösterilerden birinin ortasında gelen bir telefonla Umut’un okulda fenalaştığını ve hastaneye kaldırıldığını öğrenir. Umut’a kan kanseri (lösemi) teşhisi konur. Artık Turgut’un tek bir amacı vardır: Oğlunun tedavisi için gerekli parayı bulmak. Bu olaylar olurken yıllar sonra Umut’un annesi Simay çıkagelmesi işleri Turgut için daha da içinden çıkılmaz bir hale sokar.

 İsmail Güneş ile film hakkında söyleşi: Müge SERÇEK

İsmail Güneş uzun yıllardır Türk sinemasına hizmet eden bir yönetmen. 1999 yılında çektiği "Gülün Bittiği Yer" filmiyle devletin bireye yaptığı baskıyı anlatan Güneş aynı, zamanda üçleme filminin ilkini çekmişti. "Sözün Bittiği Yer" filmi bu üçlemenin ikinci filmi. Yönetmen bu filminde paranın bireye yaptığı şiddeti, yoksulluğu ve lösemi hastalığına karşı verilen mücadeleyi anlatıyor.

 "Sözün Bittiği Yer" nasıl bir film, nasıl ortaya çıktı, biraz bahseder misiniz?

Bu projeyi 4 yıl önce dizi film olarak düşünmüştüm. 13 bölümlük konsept, 2 bölümlük senaryosu hazırdı. Dediler ki senaryoyu okuyunca çok üzülüyoruz, bu diziyi seyreden insanlar perişan olur. Oysa ben ağlamalı bir dizinin ya da filmin de enteresan olabileceğini düşünüyordum ve böyle yola çıktım. Çünkü hep komedi dizileri yapılıyor. Projenin adı o zaman 'Acı Hayat'tı. Sonra Osman Sınav 'Acı Hayat' dizisini yaptı. Biz de 'Acı Hayat' isminden vazgeçtik ve adını 'Umuda Gülümsemek' olarak değiştirdik. Bu sefer diziyi TRT'ye önerdim. Anlaşıldı ama bir türlü yapım aşamasına gelinemedi. En son dizi yapmak için çalışmalar yaparken, Hayri Aslan beni bu projeyi sinema filmi yapmak için ikna etti. Sonra sinema filmi konsepti oluşrurduk. Bir de benim yaptığım bir üçleme var. Bu üçlemenin birincisi devletin bireye yaptığı şiddeti anlatan 'Gülün Bittiği Yer' filmi, ikincisi de paranın bireye yaptığı şiddeti anlatan "Sözün Bittiği Yer" oldu. Paranın insanlar üzerinde nasıl bir baskı yaptığını hissettireceğiz. Genelde filmlerimi çekerken nasıl fragman yaparım, hangi malzemeleri kullanırım diye düşünürüm. Hatta bunun için özel çekimler yaparım. Fakat bu filmde o kadar yoruldum ve filmi o kadar zor şartlarda çektim ki. Ancak ilk filmini çeken bir yönetmen, "benim ilk filmim olacak ne olursa olsun bu filmi çekmem lazım, kendimi göstermem lazım" düşüncesinde olur ve tüm zorluklara katlanır. Biz de sanki ilk filmimizi çekiyormuş gibi birçok zorluklara katlandık ve kötü şartlarda çalıştık. Yoksul bir adamın hikayesini çekerken birden biz de yoksul bir hale geldik. Anlattığımız basit ve yalın bir hikaye aslında. Her yönetmen çektiği filmlere dönüp baktığında bazı şeyleri bir acı olarak hisseder. Bazen filmi çekerken yaşadığı sıkıntılar, bazen oyuncu yönetmenin istediğini vermemiştir, şartlar, prodüksiyon gibi durumlar sıkıntı yaratmış olabilir. Ama bu filmde gördüğüm bir şey var ki, filmi seyrettiğimde çok az acı çekiyorum. Yalın bir film. Eski Türk sineması filmlerini andırıyor. Filmde dahilik aramaya gerek yok. Türk filmlerinin içinde klasikleşmiş Türk karakterler bizim filmimizin içinde yeni versiyonlarıyla var. Mesela "size anne diyebilir miyim?"lafına benzer bir laf var, Sadri Alışık filmi duygusu var. Eski Türk sinemasına selam olsun diye bir iş yaptık. Dolayısıyla dili de yalın oldu. Büyük kamera hareketleri, atlamalar, zıplamalar yok. Anlaşılması gayet kolay bir film. Filmde, 'çocuğumuz lösemi hastası oldu oturup ağlayalım' diye bir duygu da yok. Hayatın bütün terslikleri ve komiklikleri iç içe. Mesela en dramatik sahnenin arkasından komik bir durum gerçekleşiyor. Bir yandan ağlarken bir yandan gülüyoruz. Hayat da böyle zaten

 Oyuncu seçimini nasıl gerçekleştirdiniz?

Bu ülkede film çekerken iki yolu deneyebilirsiniz. Bunlardan biri castınızı oluştururken televizyonları nasıl yanıma alırım diye düşünür ve ona göre hareket edersiniz. Diğeri de orta halli bir film yapayım deyip kimsenin tanımadığı, bilmediği insanlarla çalışırsınız. Ben önce hikayemi Mehmet Ali Erbil'e gönderdim. O çok iyi bir oyuncu. Erbil, projeyi beğendi ve kendi aramızda projeyi görüşelim, konuşalım diye kararlaştırdık. Ama bir türlü görüşemedik. Biz de bu sırada Cem Davran'a teklif ettik. O da bu tam benim aradığım hikaye, beni çok etkiledi' dedi. Biz Cem'le anlaştık ve oturup filmin beş versiyonunu birlikte çalıştık. Şu an ortaya çıkan film, yanılmıyorsam 25. versiyonu. Sonra film için bir türlü parasal destek alamadık. O sırada Cem' in dizi çalışmaları başladı. Ve bize "kusura bakamayın, bu yoğunlukta ben sizi üzerim."dedi. Filmde Turgut karakterinin olmadığı sahne yok neredeyse. Film 30 gün çekilecekse Turgut karakteri 28 gün bizimle olmalıydı. Dolayısıyla Cem'in de yoğun temposunda çok zorlanırdık. Sonra Oktay Kaynarca'yı düşündük. Ters köşe yapabiliriz, bir tarafta Çakır karakteri diğer tarafta yoksul bir adam var ve bu adam filmde rol yapmak için travesti kılığına giriyor. Bu Oktay için büyük bir yankı olurdu. Ben bu açıdan çekindi diye tahmin ediyorum. Sonra biz kontra bir şey yapalım dedik çünkü Turgut karakteri filmde ibişlik, palyaçoluk yapan bir adam ve sonra travesti rolüne giriyor. Adam yoksulluk çekiyor; eşyaları evinden dışarı atılmış. Para kazanmak için bir yerden bir rol bekliyor. O rolle kirasını ödemeyi çocuğuna bakmayı düşünürken karşısına travesti rolü geliyor. Filmdeki çocuk karakterinin gözünde babası muhteşem biri; hatta Dede Korkut'un meşhur hikayesindeki Tepegöz'ü babasının öldürdüğünü düşüyor. Bununla ilgili kompozisyon yazıyor. Turgut çocuğuna travesti rolünü nasıl anlatacak? Hayat insanı bu tip şeylere mecbur ediyor. Neyse, Oktay'dan sonra Tamer Karadağlı'yı düşündük. Kendisiyle 15 gün kadar konuştuk. Ancak senaryonun matematiğinde bir sorun görmüş; bu yüzden Tamer de olmadı. Bu arada aklımın bir köşesinde Antalya'da daha önce gördüğüm tipi ve oyunculuğu gönlümde olan bir Mehmet Özgür'e senaryoyu gönderdim ama uzun bir süre bana geri dönmedi; çünkü senaryoyu bir çırpıda okuyamamış. Okuyamamasının nedeni ise senaryoya çok benzer bir hikayeyi kendi özelinde yaşamış olması. En sonunda telefon açtım; Mehmet hangi rolü düşünüyorsun dedim. O kenar rollerden biri olur diye düşünmüş ama ben ana karakter için onu düşündüğümü söyledim. Bana çok daha sonra benzer bir hikayeyi kendisinin yaşadığını anlattı. ''Hatta filmde geçen Volkswagen hikayesi bile aşağı yukarı aynı. Mehmet Ozgür'ün de bir Volkswagen arabası varmış ve çocuğunun hastalığı için arabasını satmış. Elinden gelen tüm çabayı göstermesine rağmen çocuğu kaybetmiş. Mehmet Özgür'ü bu şekilde seçtik. Türk sineması çok iyi bir oyuncu kazandı. Bu film gişe yapar ya da yapmaz, karşılığını bulur ya da bulmaz ama Türk sineması Mehmet Özgür'ü kazanmıştır; bunu çok net söyleyebilirim. Bir diğer oyuncumuz filmdeki çocuğun annesini oynayan Yasemin Balık. Konservatuardan mezun olmuş ama bir türlü karşılığını bulamayan biri. Daha önceden Yasemin'i tanıyordum. Ajanstaki yüzleri gezerken Yasemin'i görünce 'evet budur' dedim. Aynı şekilde Elif Sümbül Sert de konservatuar mezunu, bir takım dizilerde küçük küçük roller oynamış; bu filmde de bir öğretmeni canlandırıyor. Bir diğer oyuncumuz Volkan Severcan. Onun bir özelliği var, casttaki rolü tek değişmeyen o oldu. Diğer isimler değişti ama projenin başından beri Süleyman karakterini Volkan'a verdik ve değişmedi. Daha önce Volkan'la hiç çalışmamıştık; çok eskiden beri birbirimizi tanırız ama çalışmak hiç kısmet olmamıştı. Vollkan bir gün bana çok hoş bir şey söyledi "sen bana filmde sadece arkadan geç desen yaparım, hiç önemli değil, bana ne verirsen oynayacağım para pul da önemli değil". Volkan ve diğer oyuncularımız filme çok hoş duygularla yaklaştılar. Ancak çocuk rolünde çok sıkıntı çektik; zaten çocuk bulmak kolay bir şey değil. Yaklaşık 50 tane çocuk geldi. Bunların içinde çok beğendiğim çocuklar oldu ama saçlarının kesilmesine razı olmadılar. Birçok elemeden sonra filmdeki çocuk oyuncu Okan ve bir başka çocuk arasında karasız kaldık. En sonunda Okan Tangücü'nün doğru bir seçim olacağına karar verdik. Okan'a saçlarını kesersek ne yaparsın diye sorduğumuzda "belki bir damla göz yaşı dökerim ama keserim" diye cevap verdi. Okan, oynadığı role inanarak oynadı. Ağlaması gereken yerde o duyguya inanarak gerçekten ağladı, biz ağlaması için bir müdahalede bulunmadık. Diğer oyuncularla çok iyi ilişkiler kurudu. Mehmet'in de çocuğu olmadığı için Okan'ı kendi çocuğu gibi benimsedi.

 Filmi nerelerde çektiniz ve çekimler ne kadar sürdü?

Filmi 49 günde çektik. Aslında uzun sürdü. Bazen sorunlar çıktı; bazen hava durumu nedeniyle çekimi iptal ettik. Hikaye Ortaköy'de geçiyor bu yüzden biz de Ortaköy'de çektik. Ortaköy'ün yoksul ve dar sokaklarında 1 ay kadar bodrum katında bir ev aradık. Çekimlerde Ortaköy'ün dar sokaklarını, sahilini kullandık.

Çocuğun gittiği okulu yine Ortaköy'de bulduk. Hastanede çekimler yaptık. Onun dışında Vollkan'ın oynadığı rol itibariyle zengin mekanlarda çalıştık.

  Daha önce verdiğiniz bir röportajda film çekimleri sırasında mekan için ödenen yüksek paralardan duyduğunuz rahatsızlıktan bahsetmişsiniz. Bundan bahseder misiz?

Ben bu konuyla yaklaşık 3 yıldan beri mücadele ediyorum. Belediyelerin dizi ya da film yapım ekiplerinden para almasını anlamsız buluyorum. Sektörde Ulusal Sinema Platformu'nun sözcüsü, Film Yönetmenleri Derneği'nin ikinci başkanı, yeni kurulan Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği'nin (Sinebir) kurucu üyesi ve yönetim kurulu üyesi olarak bunun mücadelesini daha işim düşmeden vermeye başladım. Hatta bu işi başlatan Beyoğlu Belediyesi'dir. Ben Belediye Başkanına, "çekimler için para alma işini sürdürürseniz ben Beyoğlu'nun en kötü, en pis sokağını seçeceğim ve duvara sizin posteriniz olan 'Temiz Beyoğlu' posterini yapıştırarak o yolda çok dramatik bir sahne çekeceğim. Yol yüzünden perişan olan bir insanın hikayesini çekeceğim. Böylece siz tarihe geçeceksiniz. 10  20 yıl sonra sizi o sokakla hatırlayacaklar. Alıştınız tabii İstiklal Caddesi'nin ve diğer güzel sokakların çekilmesine. Ama sizin arka yüzünüzü, kötü sokaklarınızı çekmiyorlar. Ben tersini yapacağım." dedim. Çünkü Beyoğlu eski Yeşilçam'ın yeridir. Biz kendi ilçemizde kendi mahallemizde film çekmek için para ödeyeceksek o zaman başka yerleri düşünemiyorum. Sonra bunu bir düşünelim dediler ama geçen 2 yıl zarfında her hangi bir işlem yapılmadı. Ben "Cambaz" filmini çekerken dahili bir mekanda çalışmama rağmen içinde malzemelerimin bulunduğu kamyonlarımı park ettiğimiz yerden gönderdiler. Ben o sırada Belediye Başkanı'na ulaşamadım. Yarın öbür gün ben filmime söylediğim tarzda bir sahne koyduğumda kalkıp bana, niye haberimiz olmadı, niye haber vermedin denmemesi için Kalem Müdürü'yle konuştum. Derdimi anlatmaya çalıştım. Ertesi gün de 14 Kasım sinemanın kuruluş yıldönümüydü. Zabıtalar bizi 13 Kasım'da kovaladılar 14 Kasım'da gelmediler ama 1500 YTL hakkımızda ceza yazmışlar. Ben de yürütmeyi durdurmak için mahkemeye verdim; çünkü haksız kazanç. Şu an mahkemeliğiz. Ve ben dediğimi yaptım Cihangir'de küçük bir sahne çekerken zabıtalar gelip bizi kovaladılar ve ben bunu çektim. 14 Kasım'da bir abilirsek karşılığını alırız diye umuyorum.

 Filmde zaten yoksulluk var. Lösemi tedavisi de Şişli Etfal Hastanesi'nde, Cerrahpaşa ve Çapa Hastanelerin'de yapılıyor. Bu yüzden buralarda çalışmamız gerekiyordu. Şişli Etfal bize daha sıcak geldi ve orda çalıştık. Istanbul Universitesi, günlüğüne 5000 YTL istedi. Biz lösemi ile ilgili duygu geliştiren bir film çekiyoruz; bize sponsorluk yapmaları gerekirken, bize 'siz bu işten para kazanacaksınız' diyorlar ve bu yüzden para istiyorlar. Çekimlerin 20 günü hastanede geçiyor. Başvurmadığımız, araya sokmadığımız insan kalmadı. Zar zor 10 günlük bir izin aldık. Ama bu süre yetmedi tabii. Çekime devam etmemiz gerekiyordu ama bizi perişan ettiler; hastaneye sokmadılar. Ama Başhekim bize çok yardım etti. Geriye kalan çekimlerimizi İstanbul'un kenarında kalmış özel bir hastanede tamamladık. Zaten son 10 yılda yayınlanan diziler incelenirse devletin sağlık hizmeti vermediği görülür. Çünkü bütün diziler özel hastanelerde çekiliyor. Zengin adamın özel hastaneye gitmesi kadar doğal bir şey olamaz ama bir bakıyorsunuz yoksul adam da özel hastaneye gidiyor. Yüz sene sonra insanlar diziler ve sinema filmleri üzerinden bir araştırma yaptıklarında; devletin sağlık hizmeti vermediği o dönemler içerisinde sağlık hizmetinin sadece özel sektörler tarafından verildiği m yap gibi bir veriyle karşılaşacaklar. Üzgünüm. Ben bunu her yerde söylüyorum Orman Bakanı'na da söyledim; orman yakmak serbest, kesmek serbest, üstüne bina yapmak serbest ama film çekmek yasak. Hemen bekçi düdüğüyle geliyor ve yasak diyor. Film ekibi göçebe toplum gibidir, çekim için çadırımızı kurduğumuz zaman kalkıp kaçmak çok zor olur ama ormanı yakan, kesen çok kolay kaçıyor.


FİLMİ İZLE 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder