15 Aralık 2022 Perşembe

 

YEŞİL IŞIK (2001) 


Yönetmen: Faruk Aksoy, Senaryo: Necef Uğurlu, Faruk Aksoy Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Müzik: Süleyman Alıntemiz Yapım: UFPUnited Film Faruk Aksoy, Ayşe Germen, Osman Türkay, Gürhan Berke Kurgu: Onur Tan, Hakan Akol, Yardımcı Koordinatör: Gönül Gökalp, Servet Aksoy, Dolly Operatör: Hakan Duyar, Sanat Yönetmeni Yrd.: Yasemin Kalaba, Ses Kayıt: Levent İntepe, Miks Kayıt: Srdian Kurpiel, Görsel Efek: Nadir Bekar, Cast Sorumlusu: Rezzan Çankır, (Fono Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Hülya Avşar, Kenan Işık, Haldun Dormen, Sema Atalay, İlker İnanoğlu, Serra Yılmaz, Olgun Şimşek, Deniz Akkaya, Çolpan İllhan, Eşref Kolçak, Uğur Kıvılcım, İpek Tenolcay, Ezel Akay, Cengiz Küçükayvaz, Güzide Duran, Yasemin Kozanoğlu, Ayumi Takano, Doğa Bekleriz, Sinemis Candemir, Behzat Uygur, Süheyl Uygur, Güzide Duran, Yasemin Kozanoğlu, Perin Karaali, Yiğit Özşener, Sedat Mert, Leyla Kömürcü, Çiğdem Mizrahi, Ayten Uncuoğlu, Gökcan Gökmen, Neslihan Altınok, Ender Tarhan, Perim Amaç, Murat kalaman, Ergül Coşkun, ramazan Akboğa, Arzu Pavlova, İpek Düzgünkaya, Arda Kural

 Konu: Kalp krizi sonucu yaşamını yitiren bir menkul kıymetler şirketi sahibi ile, karaciğerinin nakledildiği güzel bir kadının masaIsı bir aşk öyküsü. Borsada 6 bin dolar kaybetmenin acıısıyla kalp krizi geçiren zengin bir aile babası Ali ile (Kenan Işık) ve aynı gün aynı hastaneye yatırılan Elif'e (Hülya Avşar) ilk tıbbi operasyonlar yapılır. Elif yaşar ve Ali öbür dünyada gözünü açar. Ne var ki Ali'nin vadesi dolmadığı için öbür dünya yolcuları arasına kabul edilmez. Ali'nin koruyucu meleği Yakup (Haldun Dormen) devreye girer. Ve buraya dönebilmesi için bir fırsat tanındığını, karaciğeri kime takıldıysa o kişiyi bulup teslim ettiği takdirde bu dönüşün gerçekleşeceğini söyler. Ali kara ciğerini bulup, yaşamını tekrar kazanmak için dünyaya döndüğünde onu eski yaşamında kimse göremeyecektir. Ama kendi cenaze törenini seyreder. Çok sevdiği karısının en yakın arkadaşıyla birlikte olduğunu görür. Bu öfke ve çaresizlikle bir ömür verdiği değerlerin boşa çıktığını üzülerek gören Ali, yeniden yaşama hırsı ile karaciğerlerinin peşine düşer. Karaciğerleri nakledilen genç kadın ise eşinden ayrılmıştır. Bu arada annesini de yitirdiğinden intihar etmek ister. Elif, hiç tanımadığı ve karaciğeri kendisine nakledilen Ali'nin mezar başını seçmiştir. Ali ise intihar etmek üzere olan kadını görür görmez aşık olur. Oysa, kadını teslim edip kendi yaşamını hak etmesi gerekir. Yakup'un Ali'ye verdiği süre giderek daralmaktadır. Ali Elif'i bir türlü öldüremez. Ve Ali, sonunnda aşkı uğruna kendi ölmeyi seçer ...

NOT: “Yeşil Işık” Faruk Aksoy'un ilk uzun metrajlı sinema filmi çalışması.

 

ÖDÜL:

39. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (2002)

►Sema Atalay “en iyi yardımcı kadın oyuncu”

 

Işık, birazcık 'yeşil' ışık...  

"Aslolan seyirci, gerisi hikâye..." Milliyet'teki söyleşisinde 'Yeşil Işık'ın yönetmeni Faruk Aksoy, önceden gardını alırcasına bu cümleyi sarf etmiş. Mesaj çok açık: "Eleştirmen, köşe yazarı, bilumum y tavsiye etmem, çünkü sizin için çekmedim." Haklı da, bu filmde en azından eleştirmen olarak işimiz yok. Peki 'seyirci' olarak?..

Tamam, her filmin Türk sinemasını kurtarmak için yola çıktığı dönemler geride kaldı, popüler sinema denen bir şeyin olduğu da hatırlandı; eh o halde seyir zevkimizi tatmin edin. Eleştirmen ya da seyirci; fark etmez, her türlü kimlikle salonda yerimizi almaya hazırız...

Hikâye 'özgün' değil...

Nitekim aldık da. Ama önce küçük ama önemli görünen bir meselenin altını çizelim. Filmin jeneriğinde 'özgün hikâye' diye bir ifade var ve karşılığında Necef Uğurlu yazıyor. Film boyunca eni konu biraz sinemayla ilgilenenlerin aklına 'GhostHayalet' 'Heaven Can WaitCennet Bekleyebilir,' 'Arkadaşım Şeytan,' 'Nihavent Mucize,' City of AngelsMelekler Şehri' türü isimler geliyor. O zaman şöyle küçük bir düzeltmeyle girelim: 'Özgün derleme': Necef Uğurlu... Derleme ya da özgün; ne anlatıyor 'Yeşil Işık'? 11 Eylül'de Boeing'ler sadece ikiz kulelere değil, paradan başka düşüncesi olmayan zengin orta yaşlı bir Türk işadamının hayatına da dalıyor. Sonuç; borsada bilmem kaç milyon dolar kayıp ve ardından kalp kriziyle hayata veda... Oysa adamcağızın vadesi bile dolmamış... Çünkü öte dünyaya gitmeden önce son kontroldeki kayıtlarda öyle gözüküyor. Yanında meleği, gerisin geriye yeryüzüne dönüyor. Eh, bu dönüşün bir gerekçesi olmalı. Yoksa tekrar eski dengeleri, kirli ilişkileri yeniden yaşatmanın bir anlamı yok. O anlam da bekleneceği üzere güzel bir kadın...

 

Aşk şakaya gelmez...

Neyse, uzatmayalım. Bu, klasik anlamda bir aşk hikâyesi. Ama yönetmen Faruk Aksoy, kuru kuruya bir ilişkiyi anlatmak yerine ortalığı şenlendireyim demiş... Bu da kabul, ama türler arasında slalom yapmanın bir mantığı olmalı. Bir önceki sahnede annesinin ölümünden dolayı yasta olan kadının, karşısındaki erkekten etkilenerek göbek atarcasına neşelenmesi, bir ZAZ filminin kalıplarına sığar. Ama 'Yeşil Işık' komedi sahnelerinde gösterdiği hınzırca bakışı ve hayatı ti'ye alan tavrını, iş aşka gelince bırakıyor ve gereksiz bir ciddiyet takınıyor. Bunu, 'aşk ciddi bir iştir' olarak mı algılayacağız? Tamam, kızmayın öyle algıladık; peki ortada aşk var mı? Filmin kahramanları, aşk adına sevdiği şarkıcıya 400 şişe şampanya gönderen ya da gül yaprağı boşaltan Televole güruhundan farklı ne yapıyor? Bizce yaratıcılıkları bir adım ötede; gökyüzünü havai fişeğe boğuyorlar.

Televole dedik de; kadro mankenlerden geçilmiyor ama merak etmeyin; Aksoy sistemin bilincinde bir tavırla hepsini biriki dakikayı bile tutmayan sahnelerde kullanmış. Asıl yük üç ismin üzerinde. Popüler kültürümüzün yegâne figürü Hülya Avşar'ı Türk sineması, 'Berlin in Berlin' ve 'Benim Sinemalarım'da, yeteneklerini ortaya koyacak şekilde kullanmıştı. Avşar 'Yeşil Işık'ta ise özel bir oyunculuk gösterisine soyunmadan, hayattaki duruşuyla katılıyor filme (katı gerçekçilik mi demeli yoksa?). Kendisini aldatan kocasını (kendince kimi gerekçelerle) affeden Avşar'la, Paris'ten alınmış bir mücevher kolyeyle yaşanılanları unutmaya razı karakter arasında pek bir fark yok. Kenan Işık'a gelince; meğerse ondaki keramet 'Kim 500 Milyar İster?'in koltuğunda sabit durmasındaymış. Hareket edince, ne yazık ki oyunculuk özelliği olmadığını anlamakta zorlanmıyoruz. Türk sineması belki yeni bir Cihan Ünal arıyor ama doğru adres Kenan Işık değil... Üstelik (Batılı bir ağızla söylersek) Hülya AvşarKenan Işık ikilisinin hiç de uygun kimyaları yok. Filmi sürükleyen isimse Haldun Dormen. Ama onun yer aldığı sahneler de, başka bir filme ait gibi. Üstelik sonlara doğru canlandırdığı melek karakteri de aşk hakkında ahkâm kesmeye başlayınca her şey fazlasıyla sıkıcı bir hale bürünüyor...

Yuppie'ler de sever... ,

Bu arada filmin, standartları aşma yönündeki en önemli hamlesi olan 'öte dünya' bölümünün de Cem Yılmaz'ın aynı konudaki esprilerinin yanında sönük kaldığını belirtmek zorundayız... Sonuç? 'Yeşil Işık,' Türk sinemasının artık teknik açıdan şikâyet etmeye hakkı olmadığını gösterir düzeyde bir film. Ama sanki Hollywood'vari bir problem burada da yüzeye vuruyor. Teknik ilerledikçe içeriğe bir hal oluyor. Ve kişisel bir merak... Yavuz Özkan filmlerinde de böyleydi de. Niye bizim erkek kahramanlarımız genellikle 'yuppie'msi olurlar ve bazı şeylerin farkına, onları kaybettikten sonra varırlar? 'Yeşil Işık,' kâğıt üzerinde kaybolan değerler üzerine kafa patlatıyor. İyi de erkek kahramanı, sonuçta üçkâğıtçı bir işadamı. Niye onun mutlu olmaya hakkı olsun ki? Ölümlü hayatında ne yaptı da, mutluluğu hak ediyor? "Yeşil Işık", popüler olmak uğruna lafazanlaşan, giderek bizi bir 'mesajlar ordusu'yla karşı karşıya getiren bir film. Kahramanlarının ağzından aşk, yaşam, ölüm, dostluk, sadakat, ihanet, fedakarlık gibi kavramlar üzerine nefes almadan ahkam kesen yapım, aynı zamanda sürükleyici olabilmenin savaşını veriyor. Bunu başarabildiğini söylemek, ne yazık ki mümkün değil.. Popüler sinemaya karşı değiliz; hedeflerin iyi belirlendiği ve sonuca ulaşılan yolda doğru manevralar yapıldığı zaman, sinemanın bu kulvarında keyfine doyulmayacak ürünlerle karşılaşıyoruz ...

"Yeşil lşık"ın tek iyi görünen yanı teknik yapısı. Temiz bir görüntü ve ses çalışmasının göze ve kulağa çarptığı yapım, efekt çalışmalarında da sınıf geçmeyi başarıyor. (Murat Özer, Haftalık Antrakt Sinema g., s.: 5,26 Nisan02 Mayıs 2002) “Uğur Vardan, Radikal 5.4.2002”

&Tiyatro ve sinema dünyasından önemli isimlerin rol aldığı Yeşil Işık, yapımcı olarak tanıdığımız Faruk Aksoy'un ilk yönetmenlik denemesi.

Film, çekim aşamasında, Hülya Avşar'ın sevişme sahnelerinde dublör kullanacağı haberleriyle basında ve özellikle de magazin basınında geniş yer buldu. Bu durumun, 'sürprizinin sonunda saklı olduğu' gerekçesiyle filmin konusunu medyadan sır gibi saklayan yapım ekibinin işini kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Film ekibi, zaman zaman seti ziyaret eden basın mensuplarına filmin fantastik bir aşk hikâyesi anlattığını söylemek dışında bir bilgi sızdırmamaya gayret etti. Yönetmen Faruk Aksoy filmin, bu fantastik aşk hikâyesini anlatırken Türk sinemasında daha önce denenmeyen, dünyada da benzer bir biçimde ele alınmayan bir 'öbür dünya' anlayışı ortaya koyduğunu ve bu yönüyle oldukça iddialı olduğunu söylüyor. Filmin izleyiciyi oldukça şaşırtacağını belirten Aksoy, "Sinema salonuna gelenler hem çok özenecekleri, epeydir de yaşamadıkları ve özlemini duydukları bir aşk öyküsü seyredip duygulanacak, hem de fonda Türkiye'ye dair bir kara mizah görüp gülecekler" diyor.

Zor hava koşullarına rağmen çekimleri planlanan sürede, altı haftada tamamlanabilen film sesli olarak çekilmesiyle ve iki milyon dolara yaklaşan bütçesiyle dikkat çekiyor. Filmin dikkat çektiği bir diğer nokta da zengin oyuncu kadrosu: Başrollerdeki Hülya Avşar ve Kenan Işık'a deneyimli tiyatrocu Haldun Dormen eşlik ediyor. (ALT YAZI Nisan 2002)

& 'Yeşil Işık'ın çekimleri yağmur, çamur, kar, tipi demeden sürüyor. Yönetmen koltuğunda Faruk Aksoy'un oturduğu, Hülya Avşar, Kenan Işık ve Haldun Dormen'in rol aldığı filmin çekimlerinin başladığı 19 Kasım'dan bu yana İstanbul, son yılların en yağışlı ve karlı günlerini yaşıyor. Aksoy'a göre bu durum 'Yeşil Işık bereketi'. Filmin Bahçeköy'deki setindeyiz. Atatürk Arboretum'unun içindeki küçük gölün üzeri buz tutmuş. Hülya Avşar'ın canlandırdığı Elif ile Kenan Işık'ın canlandırdığı Ali gölün kıyısındaki bankta oturuyor, çifte kumrular gibi... 'Motor' sesiyle birlikte banktan kalkıp Ertunç Şenkay'ın kullandığı kameranın önünden koşarak geçiyorlar. Nereye koşuyorlar? Sevişmeye... Magazin sayfalarında günlerce haber olan, dublörlerin kullanacağı, çekilmeden meşhur olan sahneye!

Esprisi finalde saklı

Yönetmenin deyişiyle 'kaybetmiş', tutunamayan iki insanın, televizyon prodüktörü Elif ve borsacı Ali'nin hikâyesini anlatıyor 'Yeşil Işık'. Elif ve Ali, rastlantı sonucu tanışıyor ve 'müthiş bir aşk' yaşamaya başlıyorlar. Bu aşk iki 'kaybeden'i 'kazanan' yapıyor. "Para kazandık, kaybettik, hepsi boş" diyor yönetmen, "Aşk yoksa, dostluk, arkadaşlık yoksa hayatta yaşamaya değecek bir şey kalmaz."

Filmin esprisi, sürprizli finalde saklı olduğu için Aksoy, konu hakkında fazla açıklama yapmaktan kaçınıyor, "İnsanlar salonda görsün istiyorum. Film, fantastik tarafları olan müthiş bir aşk hikâyesi. Çok romantik bir final sahnesi çekeceğiz. Sinema salonuna gelenler, çok özeneceği, epeydir de yaşamadığı bir aşk seyredecek. Filme gelen insan gülecek. Türkiye eleştirisi görecek, kara mizah görecek fonda. Aynı zamanda seyirci Türk sinemasında bugüne kadar görmediği fantastik sahneler görecek" demekle yetiniyor sadece. Film ekibi soğukta çalışmaya alışmış artık. Kimi aralardan yararlanıp kartopu oynuyor, kimi kayıyor. Kenan Işık ve Hülya Avşar ise açık havada elektrikli sobayla ısınmaya çalışıyor. Film sesli çekiliyor. Çekim olduğunda buz tutmuş gölün üzerindeki ördeklerin bile vakvaklamayı kestiğine bizzat şahit olduk. 'Stop' sesi duyulunca vakvaklamaya başlıyorlar!

'Yeşil Işık'ın setinde dikkatimizi çeken bir nokta hiç prova yapılmaması... Ya hava çok soğuk o yüzden, ya da yönetmen oyuncularına sonsuz güveniyor. "Hülya bana göre bir dünya starı" diyor Aksoy, "Kenan Işık ve Haldun Dormen'in kariyeri ise zaten belli. Herkes işini çok iyi yapıyor. Bu filme kesinlikle Hülya Avşar'ın sinemaya dönüş filmi diyebiliriz. Hem Hülya'nın, hem Kenan'ın oynadığı karakterler film içinde müthiş değişim gösteriyor. Ancak gerçek oyuncular bunun altından Aksoy, ilk filmi olmasına karşın hiç zorlanmadığına dikkat çekiyor: "Gelirsiniz ne çekeceğinizi bilmezsiniz. Hiç öyle bir şey olmadı bende. Hep ne çekeceğimi bilerek geldim ve istediğimi çektim. Bazen oyuncular itiraz etti, 'Hayır' dedim 'Sizin ne anladığınız beni ilgilendirmiyor, ben böyle istiyorum.' Bazen onlar birtakım şeyler önerdiler, kabul ettim. Herkes birbirini çok iyi anlıyor. Son derece uyumlu bir çalışma yürütüyoruz."

Önemli olan hayat bilgisi

Yönetmen Aksoy, çeşitli film ve televizyon projelerinde yapımcı olarak kendini ispatlamış. Ancak yönetmenlik kolay bir iş değil. Gerekli donanımı yapımcısı olduğu filmlerin setinde mi kazandı? Üstelik sinema değil hukuk okumuş.

"Ortaokuldan bu yana Türkiye'de en çok film seyretmiş insanlardan biriyim" diyor Aksoy ve devam ediyor: "Günde ikiüç tane film seyrederdim. İngilizce ve Fransızca bildiğim için birçok sinema dergisini takip ederdim. Sinemanın teorisiyle de çok ilgiliyim. Büyüyünce sinemacı olacaktım. Bir insan yönetmen olacaksa onun sinema eğitimi almasını hiçbir şekilde anlamlı bulmuyorum. Dört yıl gibi koca bir zamanın boşa harcandığını düşünüyorum. Görüntü yönetmenliği, ışıkçılık gibi teknik işlerde durum değişir. Yönetmenlikte dünyayı kavramak, hayat bilgisi önemlidir. Yönetmene gerekli olan teknik bilgiyi birkaç kere sette bulunduğun zaman kavrıyorsun." Erkan Aktuğ, Radikal, 12.1.2002“

&  1940'ların Amerikan filmlerinde pek moda olan ve son yıllarda Meet Joe Black, Şeytanın Avukatı vb. filmlerle yeniden gözde bir tür olarak ortaya çıkan meleklişeytanlı filmler ve mistik damgalı öyküler, aslında sinemamızda pek yapılmamıştı. Bu açıdan, gişede çok başarılı birkaç filmden sonra ilk kez yapımcılığının yanı sıra yönetmenliğe de soyunan Faruk Aksoy'un bu tür bir hikaye denemesi, anlayışla karşılanabilir.

Konu? Özetle, yaşamda yolları birçok kez kesiştiği halde bir türlü tanışamayan, aslında "birbirleri için yaratılmış" iki insan, aynı gün ve aynı dakikalarda ölümün eşiğine gelerek aynı hastaneye kaldırılırlar. (Rastlantıların böylesi!) Biri iyileşir, diğeri ölür. Ama, kader onları ölümden sonra da bağlamaktadır ve ölen adam, konuk olarak geri döndüğü dünyada temelli kalmak için, kadının ölümüne muhtaçtır. Ama, araya aşk, gerçek aşk girince, ölümün ve hayatın anlamları aynı kalabilir mi?

 

Hepsinden bir parça bulunsun diye yola çıkılınca da sonunda hiçbir yere varılmıyor ve film, özellikle ortalarından itibaren, tümüyle yolunu şaşırmış bir gemi gibi yalpalayıp duruyor. Örneğin o "araf' (yani cennetcehennem eşiğindeki "dağıtım") sekansındaki komedi duygusu geliştirilip filmin tümüne yayılabilseydi, ortaya hoş bir fantastik güldürü çıkabilirdi. En azından Atıf Yılmaz ustanın Arkadaşım Şeytan ya da Nihavent Mucize'de örneklerini verdiği.. .

Öte yandan film, inanılması zor bir naiflik ve kabul edilmesi 'mümkünsüz' bir çocuksuluk duygusuna fazlasıyla batırılıp çıkarılmış. Hülya Avşar gibi kuşku yok ki yetenekli, artık belli bir yaşa gelmiş ve bu yaşın biraz yorgunlukla karışık tüm güzelliğini taşıyan bir kadına, film boyunca bir liseli davranışları yüklenirse ... Seyirci bunu ciddiye alabilir mi? Kenan Işık gibi bizim için henüz yarışma programlarındaki gizemli davranışların ötesinde yeteneğini kanıtlamış olmayan bir oyuncunun ve ayrıksı, ama ilginç karakterini yılların deneyimiyle kotarmaya çalışan Haldun Dormen'in çabaları da, filmi kurtarmaya yetmiyor.

Geriye, ustalıkla yapılmış birkaç özel efekt, her türlü yoksulluk ve çirkinlikten arındırılmış, reklam kuşaklarını andırır ideal ev, mutfak ve sokak görüntüleri ve birkaç düzeyli yan oyunculuk gösterisi kalıyor. Bu kadarı da, doğrusu, bunca iddialı bir film için hiç yeterli değil. Bir sinema yazarı arkadaşın çıkarken ettiği bir lafta bitirmek istiyorum: "Sevgiden bu kadar çok söz edip de sevgiyi bunca hissettirmeyen bir film görmemiştim!" “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 153”...

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder