Senaryo Safa
Önal
Peyami Safa’nın
aynı isimli romanından
Operatör: Nejat
Okçugil
Yapım: Er
Film / Berker İnanoğlu
Sesleri alan Tuncer
Aydınoğlu, Montaj Özdemir Arıtan, Teknik Elemanlar: Recai
Karataş, Ali Berkan, Arif Özalp, Tanaş Petridis, Osman Bilen, Adnan Açıkalın,
Kâmil İpekar, Nevzat Dişiaçık, Recep Pala, Hüseyin Demirayak, Ender Işık
Servisi Şef: Aydın Yurteri, Set Asistanları: Kahraman Kongür Yılmaz
Angün, Erdil Demirbağ, Prodüksiyon Asistanı: Mustafa Oğuz, Ar
Direktör: Özdemir Akın, Kamera Asistanı: Mehmet A. Özdemir, Reji
Asistanı: İzzet Özkaya, Prodüksiyon Amiri: Sadri karan, Teknik Direktör:
Samim Utku, (Acar Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)
Oyuncular: Kartal Tibet (Salih), Sema Özcan (Sabahat), Nedret Güvenç
(Nezahat), Necdet Tosun (berber Ahmet), Asım Nipton (komiser Mahmut),
Necabettin Yal (Nafiz), Alev Koral (Şükran), Mürvet Sim (Madam Sürvik), Nevzat
Okçugil (Cenan Kalfa), Selâhattin İçsel (Rıfkı Bey), Ali Ekdal (Katil Ömer),
Hüseyin Zan (Tüysüz), Aynur Ajarsu (hizmetçi), Mustafa Yavuz (bahçevan Bayram),
Mustafa Dağhan (doktor), Kudret Karadağ, Erdoğan Seren, Mehmet Büyükgüngör,
Tevhit Soyurgal, Arap Celal, Özdemir Akın, Güzin Özel, Küçük Yıldız: Turgut
Baydar,
Konu: Film,
aynı isimli romandaki (1942) (Semih Lûtfi-Sühulet Kütüpanesi) (İlk baskı 1934)
gibi bardaktan boşanırcasına yağmurlu bir gecede başlar. Salih, her zamanki
gibi sarhoş ve perişan, Çengelköy’deki ‘babası’ Nafiz Bey’in evine gidiyor.
Annesi Nezahat (romanda Nezahet) Hanım ve babası, o çocukken boşanmışlar.
Aradan geçen 20 yılda, üstelik bir de ‘ince hastalık’ çeken delikanlının
kabalığı ve düzensiz yaşamı herkesi bıktırmış. Eve, biraz da zorla girer.
Tartışmaları sonucunda Nafiz Bey “Bir erkek için böyle bir şeyi itiraf etmenin
ne kadar acı olduğunu bilemezsin” diyerek yukarıdaki sözleri söylüyor...
Yıllarca önce.. ‘Kimsesiz ve ufak bir memur’ken, Kaftanizade Rıfkı Bey’in
Kızıltoprak’daki köşküne içgüveysi girmiş. (Çekimler Etiler’de Basın Sitesi
yakınındaki Cevat Mahrukî’nin köşkünde yapılmış.) Rıfkı Bey (romanda bir paşa),
o ilerlemiş yaşına karşın hâlâ güreş tutan, hırgüre ve külhanbeyliğine bayılan
‘para pul sahibi bir emeklidir’. (Salih’in, sonraki yıllarda külhanbeyi
olmasının bir nedeni, dedesinin bu hali olmalı.) “6 yıllık evli olmamıza rağmen
Nezahat’la pek anlaşamıyorduk ama gene de hayatımdan memnundum. Fakat bir
gece..” Rıfkı Bey, Küçük Salih, Nezahat Hanım ve uzaktan akrabaları Şükran’ın
da bulunduğu sofradaki akşam yemeği, Nafiz Bey için çok sıkıntılı geçer.
Dedesi, torunundan, o gün öğrettiği argo şakaları tekrarlamasını ister. (Salih
bunları yalnızca o gece değil film boyunca tekrarlayacaktır.) Nafiz Bey,
kendisi ile ‘caart kaba kaat’ ve ‘caftara cuftara da’ diye alay eden oğluna
engel olmaya çalışırken bu kez, Rıfkı Bey’in tepkisi ile karşılaşıyor ; “Yoo
damat, çocuğa değil aklın sıra bana sataşıyorsun sen.. Maksat latife. Hoşça vakit
geçirmek. Lakin, bu şekilde müdahale edersen keyfim kaçar haa.” İki arada bir
derede kalıp “Ne haddime efendim, bendenizin maksadı Salih’in layık olduğu
şekilde terbiye görmesi..” diye durumu kurtarmaya çalışırken, Nezahat söze
karışıyor ; “Terbiyenin ne olduğunu babama sen mi öğreteceksin?” O geceki
tatsızlık bu kadarla kalsa iyi, karısı “Yüzünü görmek istemiyorum bu gece”
diyerek onu odasına almaz. Nafiz Bey’i ne yapacağını bilmez bir halde
dolanırken [Necabettin Yal, ‘Son Hatıra’ (1968) filminde aynı salonda, aynı
robdöşambr ve fularla, kızı Selma’nın Ferit’le olan ilişkisine efkârlandığı
için dönüp duracaktır] gören Şükran şunları söylüyor ;
“..Belki (yaptığım)
doğru değil ama söyleyeceğim artık.. Nezahat başkasını seviyor. Macit isminde
biri. Senden çok önce tanışmışlardı. Evlenmek için yanıp tutuştular ama Rıfkı
amcam vermedi. İşsiz güçsüz, ne idiği belirsiz diye vermedi. (Romanda ise
Mehmet Macit ‘askeri tıbbiye’de öğrenci ve "doktor çıktıktan sonra
Anadolu’ya gönderilir, kızını paşadan ayırır" diye evlenmelerine izin
verilmiyor.) Nezahat yataklara düştü günlerce. O arada seni buldular. Yoksa,
Nezahat’ı sana dünyada vermezdi Rıfkı amcam.. Şimdi gene gizli gizli buluşmaya
başladılar.” Bu konuşmadan sonra, Nafiz Bey’in içine bir kuşku düşer ; “
Yoksa, Salih benim çocuğum değil mi? Bana benzemiyor, huyu da
benzemiyor.” Ertesi gece, karısı ile Macit’i beraberlerken yakalar. Rıfkı
Bey’le konuşup köşkten ayrılır. Nafiz Bey sözlerini şöyle tamamlıyor ; “Durumu
öğrenen büyükbabana nüzul indi. Ölmedi ama senelerce yatalak yaşadı. Bu yüzden
annenle Macit, büyükbaban ölene kadar evlenemediler.. Seni mektebe verdiler ama
hiçbirinde dikiş tutturamadın.. Okumadın velhasıl. İşe verdiler, onu da
beceremedin..Annen de baş edemedi senle, bıraktı peşini. Rengin, çenenin şekli,
gözlerin tıpkı Macit. Sağ kulağının arkası bile onunki gibi yırtık.” İşsiz
güçsüz, alkol-esrar düşkünü, ciğerleri hasta, sevgilisi Sabahat (Rum kızı) ile
Madam Sürvik’in (romanda Sürpik) pansiyonunda üç aydır kirasını ödeyemediği bir
odada kalan ve yankesicilik bile yapmış olan Salih, sanki bunca sorun yetmezmiş
gibi, şimdi bir de ‘sütü bozuk’ olmadığını kanıtlamak için gerçek babasının kim
olduğunu bulmak zorundadır. “Yorganımı ısırıyorum efkârımdan” dediği bu
‘Sabahsız Geceler’de en büyük yardımcıları Sabahat, Komiser Mahmut, Cenan
Kalfa, Berber Ahmet ve biraz da Madam Sürvik olur. Filmdeki Salih romandakinden
çok daha ‘güçlü’. Gerçek babası olduğunu öğrendiği Macit’i tıraş ederken
elindeki usturayı yere atıyor. Romandaki Salih gibi onun boğazını kesip
‘müteferika’ya düşmüyor .
► Film, aynı isimli romandaki (1942) (Semih Lûtfi-Sühulet
Kütüpanesi) (İlk baskı 1934) gibi bardaktan boşanırcasına yağmurlu bir gecede
başlar. Salih, her zamanki gibi sarhoş ve perişan, Çengelköy’deki ‘babası’
Nafiz Bey’in evine gidiyor. Annesi Nezahat (romanda Nezahet) Hanım ve babası, o
çocukken boşanmışlar. Aradan geçen 20 yılda, üstelik bir de ‘ince hastalık’
çeken delikanlının kabalığı ve düzensiz yaşamı herkesi bıktırmış. Eve, biraz da
zorla girer. Tartışmaları sonucunda Nafiz Bey “Bir erkek için böyle bir şeyi
itiraf etmenin ne kadar acı olduğunu bilemezsin” diyerek yukarıdaki sözleri
söylüyor...
Yıllarca önce.. ‘Kimsesiz ve ufak bir memur’ken, Kaftanizade
Rıfkı Bey’in Kızıltoprak’daki köşküne içgüveysi girmiş. (Çekimler Etiler’de
Basın Sitesi yakınındaki Cevat Mahrukî’nin köşkünde yapılmış.) Rıfkı Bey
(romanda bir paşa), o ilerlemiş yaşına karşın hâlâ güreş tutan hırgüre ve
külhanbeyliğine bayılan ‘para pul sahibi bir emeklidir’. (Salih’in, sonraki
yıllarda külhanbeyi olmasının bir nedeni, dedesinin bu hali olmalı.) “6 yıllık
evli olmamıza rağmen Nezahat’la pek anlaşamıyorduk ama gene de hayatımdan
memnundum. Fakat bir gece..”
Rıfkı Bey, Küçük Salih, Nezahat Hanım ve uzaktan akrabaları
Şükran’ın da bulunduğu sofradaki akşam yemeği, Nafiz Bey için çok sıkıntılı
geçer. Dedesi, torunundan, o gün öğrettiği argo şakaları tekrarlamasını ister.
Nafiz Bey, kendisi ile ‘caart kaba kaat’ ve ‘caftara cuftara da’ diye alay eden
oğluna engel olmaya çalışırken bu kez, Rıfkı Bey’in tepkisi ile karşılaşıyor ;
“Yoo damat, çocuğa değil aklın sıra bana sataşıyorsun sen.. Maksat latife.
Hoşça vakit geçirmek. Lakin, bu şekilde müdahale edersen keyfim kaçar haa.” İki
arada bir derede kalıp “Ne haddime efendim, bendenizin maksadı Salih’in layık
olduğu şekilde terbiye görmesi..” diye durumu kurtarmaya çalışırken, Nezahat
söze karışıyor; “Terbiyenin ne olduğunu babama sen mi öğreteceksin?”
O geceki tatsızlık bu kadarla kalsa iyi, karısı “Yüzünü
görmek istemiyorum bu gece” diyerek onu odasına almaz. Nafiz Bey’i ne
yapacağını bilmez bir halde dolanırken [Necabettin Yal, ‘Son Hatıra’ (1968)
filminde aynı salonda, aynı robdöşambr ve fularla, kızı Selma’nın Ferit’le olan
ilişkisine efkârlandığı için dönüp duracaktır] gören Şükran şunları söylüyor ;
“..Belki (yaptığım) doğru değil ama söyleyeceğim artık.. Nezahat başkasını
seviyor. Macit isminde biri. Senden çok önce tanışmışlardı. Evlenmek için yanıp
tutuştular ama Rıfkı amcam vermedi. İşsiz güçsüz, ne idiği belirsiz diye
vermedi. Nezahat yataklara düştü günlerce. O arada seni buldular. Yoksa,
Nezahat’ı sana dünyada vermezdi Rıfkı amcam.. Şimdi gene gizli gizli buluşmaya
başladılar.”
Bu konuşmadan sonra, Nafiz Bey’in içine bir kuşku düşer ; “Yoksa,
Salih benim çocuğum
Değil mi? Bana benzemiyor, huyu da benzemiyor.” Ertesi gece,
karısı ile Macit’i beraberlerken yakalar. Rıfkı Bey’le konuşup köşkten ayrılır.
Nafiz Bey sözlerini şöyle tamamlıyor ; “Durumu öğrenen büyükbabana
nüzul indi. Ölmedi ama senelerce yatalak yaşadı. Bu yüzden annenle Macit,
büyükbaban ölene kadar evlenemediler.. Seni mektebe verdiler ama hiçbirinde
dikiş tutturamadın.. Okumadın velhasıl. İşe verdiler, onu da beceremedin..
Annen de baş edemedi senle, bıraktı peşini. Rengin, çenenin şekli, gözlerin
tıpkı Macit. Sağ kulağının arkası bile onunki gibi yırtık.”
İşsiz güçsüz, alkol-esrar düşkünü, ciğerleri hasta, sevgilisi
Sabahat (romanda Fofo isimli güzel bir Rum kızı) ile Madam Sürvik’in (romanda
Sürpik) pansiyonunda üç aydır kirasını ödeyemediği bir odada kalan ve
yankesicilik bile yapmış olan Salih, sanki bunca sorun yetmezmiş gibi, şimdi
bir de ‘sütü bozuk’ olmadığını kanıtlamak için gerçek babasının kim olduğunu
bulmak zorundadır.
Yorganımı ısırıyorum efkârımdan” dediği bu ‘Sabahsız Geceler’de en
büyük yardımcıları Sabahat, Komiser Mahmut, Cenan Kalfa, Berber Ahmet (romanda
Tanaş) ve biraz da Madam Sürvik olur. Filmdeki Salih romandakinden çok daha
‘güçlü’. Gerçek babası olduğunu öğrendiği Macit’i tıraş ederken elindeki
usturayı yere atıyor. Romandaki Salih gibi onun boğazını kesip ‘müteferika’ya
düşmüyor. (Murat Çelenligil – sinematürk veri tabanı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder