Powered By Blogger

28 Şubat 2018 Çarşamba

GAZİ KADIN/NENE HATUN (1973)


Yönetmen: Osman F. Seden
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca
Yapım: Akün Film / İrfan Ünal

Oyuncular: Türkan Şoray, Kadir İnanır, Yıldırım Gencer, Zerrin Arbaş, Ali Poyrazoğlu, Mümtaz Ener, Atıf Kaptan, Turgut Boralı, Bülent Kayabaş, Feridun Çölgeçen, Kayhan Yıldızoğlu, Hikmet Taşdemir, Aydemir Akbaş, Yılmaz Gruda, Süheyl Eğriboz

Konu: 1877 Osmanlı-Rus savaşının ünlüsü Nene Hatun'un macerası filme alınmış ancak senaryonun sansüre takılması nedeniyle hemen ismi değiştirilmiş ve Gazi Kadın olarak çekimi yapılmıştır. Gazi Kadın "Zeynep" (Türkan Şoray), Ahmet'le gerdeğe girdiği gün savaş çıkıyor ve cepheye gidiyor... Öldü diye haberi geliyor daha sonra. Zeynep bu habere inanmayıp, Rusya'ya kocasını aramaya gidiyor. Kocasını Çar'ın yaveri olarak, casusluk yaparken buluyor. Kendisi de bu işe karışıyor; karı-koca Rus hücumunun planlarını çalıp kaçıyorlar...

► Haziran ayı başında belli alan MTTB Sinema Kulübü'nün düzenlediği 1973-74 Sezonunun En iyi On Türk Filmi" anketine göre sezonun en iyi on filmleri arasnda yerini alır. Buna rağmen, filmi beğenmediğini söyleyerek eleştirenler de olur: Ara Sıra çizgi üstü yapımlara imzasını atmış, uzun bir sinema geçmişine sahip Osman F. Seden, değil seyircimizi en kolay yoldan etkilemeyi amaçlayan dinsel tavrın ön plana alındığı bir tarihi film yapmak, en azından, sinemamızda çok az yönetmene tanınan olanaklardan faydalanıp "seyirlik" bir film dahi koyamamış ortaya koyamamış Gazi Kadın'da. Tarihi bir motif içinde kocası evlendiği gecenin sabahı askere gitmiş olan bir kadının Erzurum'dan Rusya'nın içlerine kadar uzanan çileli yaşamı Seden'in elinde kah sevda, kah bir duygunun getirdiği duygusallıkla alabildiğine abartılmış. Bu abartmanın izleyicilik niteliğini yitirdiği sahnelerde ise Seden, ilk kez GeIenbevi’nin Barbaros Hayrettin'de baş vurduğu yabancı filmlerden alma dekope sahneler ve iç mekanların süsleyiciliği ile filmin düz anlatımını saptırmayı denemiş. Ama ne var ki bütün bu türük ve görüntülerle halledilmeye çalışılan filmin uzun bir bölümünü oluşturan kardaki amansız takibin tekdüzeliğini kaybettirmeye yetmemiş, aksine bu bölülmede yaratılmaya çalışılan gerilimi oldukça etkilemiş. Kısacası Seden, kriz geçiren sinemamızın tüm olanaklarını kullanarak gerçekleştirmeye §çalıştığı üstün yapımcılığın sadece görkemli iç mekan görüntüleriyle, süslü giysilerinin göz boyacılığı ötesinde ilerisi için Yeşilçam'da üstün yapım olarak bu tür filmlere umut veren bir çaba ortaya koyamamış. “Gülşah Nezaket Maraşlı, “Osman F. Seden’le Türk Sinemasında Düet”

► Sinemamızın yıllardır bel bağladığı belli bazı klişelerin artık seyirci tarafından tutulmaması üzerine yeni konular, yeni temalar, yeni türler aranıyor... Bunlardan biri de sinemamızın ya çok az, ya da çok yetersiz biçimde eğildiği tarihsel film türü... ” “Gazi Kadın" Zeynep, sözlüsü Ahmet'le gerdeğe girdiği gün savaş patlıyor, cepheye gidiyor kocası... "Öldü" diye haberi geliyor... Zeynep inanmıyor buna, kalkıp Rusya'ya gidiyor, orada kocasını, kendisini Çar'ın yaveri olarak yutturmuş, casusluk yaparken buluyor, kendisi de işe karışıyor; karı-koca Rus hücumunun planlarını saray'dan bir güzel çalıp kaçıyor, vs, vs ... "Gazi Kadın"ın anlattığı öykünün yenilir-yutulur, ipe sapa gelir hiçbir yanı yok;.. Ne Beylerbeyi sarayında çekilmiş Abdülhamit'le ilgili bölümleri ciddiye almaya, ne Gerede'nin karlarını Rusya diye yutmaya, hele hele kendi halinde iki köylü diye gösterilen Ahmet'le Zeynep'in birdenbire birer Lawrens'le Mata Hari haline gelmelerini kabullenmeye olanak yok!. Senaryo, örneğin Ahmet'in Rusça'yı bildiğine ilişkin en küçük bir imada bile bulunmaksızın öyküye girdikten sonra, onu birdenbire şakır şakır Rusça konuşurken göstermek gibi bağışlanmaz sakatlıklarla dolu... "Vatan-millet edebiyatı, Kelime-i Şahadet, ezan; milli, dini, her türlü duyguyu sömürecek her şey, karmakarışık biçimde birbirini izliyor. Yabancı filmlerden apartılmış birkaç savaş bölümü, kırmızı jelatin, kağıdıyla çekilmiş birkaç "şafak" da eklenince, ışte size bir "üstün yapım"!... Aslında belki de gerçekten iyi niyetle, sinemamıza yeni bir şeyler getirebilmek için çekilmiş bu ve benzeri filmleri görünce, sorunun yalnızca bir "tür" veya "konu" değiştirme değil, toptan kafa değiştirme, sinema anlayışı değiştirme sorunu olduğu da anlaşılıyor ... Sinemacılarımız, günlük konuları, yaşadığımız günlerin içinden gelen öyküleri anlattıkları filmlerde bile bir "iç-gerçeklik", bir "insan gerçekliği", bir "yaşanmışlık" elde, edemediklerine göre, bir tarihsel filmde bunu elde edebilmelerini beklemek zaten gereksiz ... Hele hele Osman F. Seden gibi, ne anlattığının hiçbir zaman farkında olmamış, kendisine yakıştırılan "biçimci" yaftası altında olmadık filmlerle karşımıza çıkmış bir yönetmenle, yılda yazdığı 20 küsur senaryo arasında boğulmuş bir Safa Önal'la ciddi ve olumlu bir iş yapmak ellbette ki olanaksız ... Ama "biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz", üstelik de "birbirimize yeteriz" esprisi içinde sinemaya kimseleri yaklaştırmayan, örneğin bir senaryocu dendiğinde, son yıllarda başarılı çalışmaların eşiğinde bulunan bir Ayşe Şasa'yı, bir Selim ıleri'yi bile çarkın dışına atıveren sinemacılarımız, en umut bağladıkları projeleriinin bile "yattığını" görürlerse (ki göreceklerdir), herhalde üzülen biz olmayacağız... Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 79

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder