UZLAŞMA (1991)
Yönetmen: Oğuzhan Tercan Senaryo:
Oğuzhan Tercan, Sabahattin Çetin (Gazeteci Abdi İpekçi cinayetinden), Görüntü
Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Yapım: Belge Film/Sabahattin Çetin Kurgu:
İsmail Kallkan, Müzik: Zülfü Livaneli , (Kültür Bakanlığı
katkılarıyla)
Oyuncular: Halil Ergün,
Berhan Şimşek, Nur Sürer, Kutay Köktürk, Salih Kalyon, Reis Çelik, Ayfer Gür
Konu: Berhan (Berhan Şimşek) bir film
işi için teklif alır. Ağca’yı oynayacak ve İpekçi(Halil Ergün) cinayeti
hakkında çekilen filmde yer alacaktır. Araştırma yapmak için gazeteye gider ve
Sema (Nur Sürer) ile tanışır. Sema’dan dönemle ilgili kayıtlar, fotoğraflar,gazete
haberleri alır ve bu şekilde rolünü yaratmaya çalışır. Kendisini Ağca’yla
özdeştirir ve hafızasını kaybettiğini geriye dönük biçimde cinayetle ilgili
detayları hatırlamaya çalıştığını söyleyerek kendi motivasyonunu sağlar. Zamanla
Sema’yla aralarında yakınlaşma olur. Aynasında Ağca’nın, İpekçi’nin ve dönemin
önemli siyasi kişilerinin fotoğrafları vardır ve kendi kimliğini onların
arasında eritmeye çalışır. Aynaya kendi fotoğrafını iliştirir Sema. Sema
Ağca’nın önce gazetecilik konusunda öğrencisi sonra da iş arkadaşı olmuş
biridir. İpekçi silah kaçakçılığı hakkında araştırma yapmaktadır. Bir şekilde
terörün ana damarlarından birinin,onu besleyen şeylerden birinin açığa çıkartılmasının
toplumsal uzlaşıyı sağlayacağına ve ülkede artan ölümleri azaltacağına
inanmaktadır. Demokrasinin uzlaşıdan geçtiğini düşünmekedir. Ancak yapmaya
çalıştığı şey birilerinin ipliğini pazara çıkaracağından rahatsızlık duyanlar
sıklıkla tehdit telefonları etmektedir. Profesör Bahri Karamanoğlu’nu
öldürdüklerinde arayıp haberi İpekçi’ye telefonla verirler. 13 ilde sıkı
yönetim ilan edilmiştir. Memleket karışıktır ve İpekçi geri adım atmaz, haber
kaynağından edindiği bilgileri Ankara’ya doğrulatır. Bakanlarla
görüşür.İstanbul’a döndüğünde çok kuvvetli bir haber yapmak niyetindedir. Onu
tehdit eden insanlar gazetenin içine kadar sızmış, onun telefon defterine, arabasının
anahtarına kadar çalabilmiştir. Ağca tarafından arabasının sağ tarafından bir
şarjör mermi boşaltılarak öldürülür. Sol taraftan da iki kurşun sıkmıştır
Olcay. Berhan prova yapar oyuncak bir tabancayla, bu şekilde katille
özdeşmiştir. Dönemin bakanları, önemli siyasi kişileri cinayet hakkında
konuşurlar. İpekçi cinayeti aydınlatılmaz.
ÖDÜL:
4. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde
(1992)
►
Oğuzhan Tercan, Umut veren yeni yönetmen.
Siyad (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde
►"3.
Film"
►Oğuzhan
Tercan "Umut Veren Yeni Yönetmen".
KÜltür Bakanlığı "Sinema Başarı
Ödülü". (1992)
28. Antalya Film Festivali'nde "Jüri Özel
Ödülü".
&
Uzlaşma filmi bizlere unutulmaz gazeteci Abdi İpekçi’nin 1970 lerin sonunda
ülkeyi kana bulayan terör eylemlerinin kurbanı olarak öldürülmesini anlatıyor.
Yakın tarihin siyasal toplumsal olaylarının perdeye gelmesi, filmlere veya
"Demirkırat" gibi TV dizilerine konu olması, son derece onayladığımız
bir tavır. Bu, sinemamızın toplumsal gerçeklerden uzak bir "gül
bahçesi" konumundan çıkıp ayaklarını yere basmasını getireceği gibi,
genelde "unutkanlık" denen ileten "mustarip" olan bir
toplum için de gerekli bir şey.
Yardımcı/senaryocu Sabahattin
Çetin ile yönetmen Oğuzhan Tercan, bunun için ilk bakışta ilginç gözüken bir
yöntemi seçmişler. Doğrudan doğruya İpekçi ve katili Mehmet Ali Ağca'nın
öyküsünü anlatmak yerine, bir filmde Ağca rolünü oynamak üzere hazırlanan bir
genç adamı öyküye sokarak, geçmişle bugün arasında bir köprü kurmaya
çabalamışlar. Bu zamansal gelgit içinde, ayrıca dönemin politikacılarına da,
zaman zaman gözüküp "cinayet" ve o dönem üzerine fikirlerini
söylemeleri fırsatı verilmiş. Klasik dramatik anlatımı parçalayan, bir yerde
Brecht'çi bir tavır içeren, dünya sinemasında sıkça denenmiş, bizde de diyelim
ki Atıf Yılmaz'ın Adak filminde denemiş olduğu bir tutum bu ...
Böyle
bir yöntem, baştan anlaşılır, giderek onaylanır. Çünkü en azından, gerek siyasal
toplumsal açıdan, gerekse maddi ve teknik olanaklar açısından, sinemamızın,
gerçek bir "İpekçiAğca" filmi çekmesi henüz kolay değildir. Ne bu
cinayetin gerçek içyüzünübir sinemacı olarak bilme, sergileme ve yorumlama
olanakları vardır ne de filmi stilizasyondan kurtarıp gerçek bir drama olarak
çekme olanakları ...
Bu açıdan bakıldığında, yöntem
doğrudur, yerindedir. Bu yöntem seçildiğinde ise, reklamcılıktan geldiği
belirtilen Oğuzhan Tercan'ın bu ilk filminde, seçtiği iki temel tavır olan
Amerikan tarzı bir anlatım ve üslupçu, simgesel, stilize bir sinema dili
öğelerine uygun bir çalışma ortaya koyduğu söylenebilir.
Kuşkusuz film bu haliyle, tümüyle doyurucu
da değildir. Yakınında bulunanlar söylüyorlar: Abdi İpekçi, filmdeki Abdi
İpekçi değildir. O gazete atmosferi, Milliyet de değildir, herhangi başka bir
gazete de ... Mehmet Açar'ın Nokta'daki güzel yazısında belirttiği gibi, film
bir tür "videoklip" estetiğine boyun eğmiş gibidir ve siyasal bir
sinema yapmayı denyen Godard, Rosi, Angelopoulos gibi ustalar, gerçekten de işe
"kitlelerin alışık olduğu sinemasal kişileri yerle bir etmekle"
başlamaktadırlar.
Yine de ben, filme biraz
haksızlık edildiği görüşündeyim. İlk filmini yapan bir yönetmenden, giderek
seyircisiz ve salonsuz kalmış sinemamızda seyirciye biraz olsun ulaşmaktan
başka hedef düşünemeyen hiçbir yönetmenimizden, Godard veya Angelopoulos gibi
radikal bir tavır bekleyemeyiz gibime geliyor. Sinemamızın içinde bulunduğu
koşullar ise, "gerçek" bir Abdi İpekçi filmi yapılmasını da baştan
engelliyor. Geriye film kalıyor. Filmi sanırım Abdi İpekçi Ağca üzerine
olabilecek, yapılabilecek filmlerden yalnızca biri olarak ele almak gerekiyor.
Yapımcılarının da açıkladığı
gibi, bu tam bir "İpekçi portresi" değil. Ağca da (fiziksel
benzerlikten başlayarak) tam anlamıyla Ağca değil. Ben bu filmi, bir yandan
yakın geçmişte yaşadığımız ve her türlü politik sömürülerin dışında, "1980
öncesine mi dönelim?" teranelerinin dışında, gerçekten de bilmemiz ve
anlamamız gereken bir döneme getirdiği yaklaşım açısından oldukça önemli
buluyorum. Aynı. İpekçi/Ağca ikilisini koşut yürüyen bir Öykü içinde işlemesi,
ikisi de artık siyasal tarihimize geçmiş onca farklı bu kişiliklere, bu
"cellat ve kurbanı" ilişkisine getirdiği yaklaşım da ilginç geldi.
"Reklam estetiğine, kamera
kaydırmalarına ve planları bu yolla bağlamaya meraklı olan ve fılmini
Livaneli'nin başarılı müziğine fazlaca yaslayan Oğuzhan Tercan kimi tiklerinden
kurtulabilirse, iyi bir sinemacı olabilir. Başta Halil Ergün, oyuncuların oyunu
(giderek çok zor bir roldeki Berhan Şimşek'in çabası) da belli bir düzeyin
üzerine çıkıyor.
Uzlaşma, bu haliyle aslında
çok yoksul olan siyasal filmler dağarcığımıza ilginç bir katkı, görülmesi,
eleştirilmek için bile olsa görülmesi ve üzerinde konuşulması, düşünülmesi
gereken bir bir film. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”
syf, 145”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder