15 Aralık 2022 Perşembe

 

 

DELİ YÜREK / BUMERANG CEHENNEMİ (2001) 


Yönetmen: Osman Sınav, Senaryo: Osman Sınav, Raci Şaşmaz Görüntü Yönetmeni: Tevfik Şenol, Yapım: Sinegraf/Mustafa Şevki Doğan, Kurgu: Kemalettin Osmanlı, Yapım Koordinatörü: Hamide Keçin, 1. Yardımcı Yönetmen: Pelin Esmer, 2.Yönetmen Yardımcısı: Deniz Islakoğlu, Kameraman: Soykut Turan, Eyüp Boz, Umut Yörükoğlu, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Kuaför: İbrahim Karakız, Prodüksiyon Amiri: Cenk Yengin, Prodüksiyon Asistanı.: Barış Çokgür, Set Amiri: Recep Akdem, Yapım Sorumlusu: A, Şevki Peken, Yapım Yardımcıları: Hamide Keçin Humma, Asistanı: B. Filiz Ekinci, Özge Belen Oğuz, Tretman: Ömer Lüfiü Mete, Güliz Küçük, Raci Şaşmaz, Ertan Kurtulan, Onur Ünlü, Müzik (Aria), Bora Ebeoğlu, Cengiz Onural, Kamera Asistanları: Eyüp Boz, Ersan Çapan, Umut Yürükoğlu, Özgür Düşkü, Erşen Ersoy, Işık Şefi: Mehmet Ülken, Makyaj: Aytul Dinçer, Kıuaför: İbrahim Karakız,

Oyuncular: Kenan İmirzalioğlu (Yusuf Miroğlu), Melda Bekcan (Zeynep), Selçuk Yöntem (Bozo), Oktay Kaynarca (Cemal), Zara (Leyla), Zafer Ergin (Şeref), Macit Sonkan (Kasap HasanDakotalı David), Haluk Kurtoğlu (Mustafa Ağa), Bülent Kayabaş (Karpuzcu), Emin Gürsoy (Kuşçu), İştar Gökseven (Doğan), Hikmet Karagöz (Rıza), Nihal Nikerek (Kerim Ağa), Sedat Demir (Apti), Zübeyr Şaşmaz (Celal), Kemal Gençtürk, Faftih Doğan (Abdi)

Konu: Film bir Mezopotamya haritası üzerinde gösterilen önemli bölgelere ilişkin dış sesle yapılan yorumlarla başlar. Dış ses, "Tanrı bile dünya düzeni için peygamberlerini hep buraya göndermiş" derken, bir el kalemle haritada biçimlendirmeler yapmaktadır. Yusuf Miroğlu, Diyarbakır'a askerlik arkadaşı Cemal'in düğününe katılmak için nişanlısı Zeynep ile gitmektedir. Zeynep yolda Yusuf'un askerlik anılarını anlatmamasından şikayet eder, arkadaşını anlatması konusunda baskı yapar. Yusuf ve Cemal askerlik sırasında özel bir timde görevlidirler. Bu dönemde operasyon için Diyarbakır'a, Cemal'in nişanlısı Leyla'nın ailesinin yaşadığı Abdo ağanın mezradaki çiftlik evine de gönderilmişlerdir. Çıkan çatışmada bir arkadaşları ölmüş, teröristlerden üçü ise vurulmuştur. Yusuf ve Cemal, komutanlarından yarım saatlik izin alarak Cemal'in nişanlısını görebilmesi için Abdo Ağa'nın evine giderler. Fakat evin avlusunda bir cenaze töreni yapılmaktadır. Cemal, Leyla'yla buluştuğunda ağabeyi Şehmuz'un öldüğünü öğrenir. Leyla, bir aydır eve uğramayan Şehmuz'un PKK'ya katıldığı önünde bilgi aldıklarını söyler. Şehmuz, o gün dağın arkasında Cemal ve Yusuf'un da aralarında olduğu özel timle çıkan çatışmada vurularak ölmüştür. Leyla, Cemal'e "aileme başsağlığı dilemeyecek misin" diye sorduğunda, Cemal özel bir görev için orda bulunduklarını söyleyemez. Dönem Gaffar Okan'ın suikasta kurban gittiği dönemdir. Cemal'in Şeyhmuz'u öldürdüğüne dair çıkan söylentiler yüzünden Cemal ile Leyla evlenmek için dört yıldır beklemektedirler. Gaffar Okan, ölümünden önce iki aileyi barıştırmış ve düğünün yapılmasına katkıda bulunmuştur. Yusuf ve Zeynep, düğünden bir gece önce kına gecesine davet edilmiştir. Yusuf yörenin geleneklerine göre evli erkeklerden alınacak ve yeni evleneceklere yardımda kullanılacak paranın miktarını belirlemek için vezir ilan edilir. Cemal, Yusuf'a Gaffar Okan olmasaydı iki aileyi kimsenin barıştıramayacağını söylerken, aralarında da Gaffar Okan cinayetinin tahlilini yaparlar. Bu tahlile Hizbulllah, PKK mücadelesi, faali meçhuller, devletin gülümseyen yüzüne halkın dışında bölgede kimsenin tahammülünün olmaması, Gaffar Okan cinayetinin arkasında hangi gizli servisler olduğu gibi konuşmalar konu olur. Lakabı Bozo olan ve bir süredir izini bulamadıkları komutanları Selahattin'in de, düğüne gelip gelmeyeceğini konuşurlar. Düğün sırasında Yusuf, Cemal'in ısrarıyla harmandalı oynar. O sırada havaya atılan metali Yusuf ve Cemal silahlarıyla vururlar. Yere düşen metalin üzerindeki üçüncü delikten komutanları Selahattin'in yakınlarda olduğunu tahmin ederler. Yusuf, Cemal ve diğer konuklar birlikte halay çekerlerken silahlarla havaya ateş açıldığında Cemal, göğsünden tek kurşunla vurulur. Yusuf, Cemal'i öldürdüğünden şüphelendiği birini yakaladığı anda onu da bir başkası öldürür. Cemal, Yusuf'un kolları arasında ölür. Kerim Ağa ve Yusuf, Cemal'i toprağa vermiştir. Kerim Ağa, Cemal'in intikamını almak isteyen Yusuf'tan uzak durmasını ister. Yusuf ve Zeynep, Kerim Ağa ile vedalaşarak ayrılırlar. Yusuf benzincide, emekli olduktan sonra ticarete atılan Şeref Albayla karşılaşır. Şeref Albay ve Yusuf, Cemal'in öldürülmesi hakkında konuşurlar. Yusuf'un hareket edecekken beyaz bir arabaya binmek üzere olan ve polislerle konuşan üç kişi dikkatini çeker. Adamlardan biri Cemal'i öldüren adamı vuran Abdürrezzak' dır. Gördüklerinden kuşkuya düşen Yusuf, hızla yola çıkarken ters yönden gelen bir karpuz satıcısına çarpar. Zabıt tutulması için Yusuf ve satıcı, polislerle karakola giderler. Bu arada emniyet müdürlüğünde Yusuf, benzincideki arabaya binen adamlardan Doğan isimli birini görür. Yusuf ve Zeynep hasar gören arabayı tamir ettirmek için Diyarbakır' da kalırlar. Yusuf, otel de televizyon izlerken ABD Adana Konsolosu'nun çevre ilçeleri ziyaret için geldiğini öğrenir. Konsolos köylülerle Kürtçe konuşmaktadır. Bu arada otelde Zeynep, Yusuf'a Diyarbakır'a gelirken daha önce yaşadıkları trajediyi geride bırakacaklarını düşündüğünü ve Yusuf'a bir şey olma olasılığından korktuğunu söyler. Uykusu kaçan Yusuf, uyumakta olan Zeynep'i odada bırakarak Diyarbakır'da dolaşmaya çıkar. Ulu Cami'nin avlusundan Cemal'in kardeşi Celal'i arayarak camiye gelmesini ister. Celal'e gördüklerini anlatan Yusuf, ondan Abdürezzak'ın Batman'a gönderildiğini öğrenir. Durumu anlamak için Abdürezzak'm emmisi Rııza dayının işlettiği kahveye giderler. Rıza dayıdan Abdi'nin akşamları Kıpti 'nin meyhanesine gittiğini öğrenirler. Rıza dayı Abdi'ye bir adamıyla haber uçurtur. Bu arada Abdi, Doğan'la meyhanede içmektedir. Doğan, Abdi'den hemen kaybolmasını ister. Miroğlu ve Celal, Abdi'yi bulamamışlardır. Otel'e dönmekte olan Yusuf'u Doğan'ın adamlarından biri silahla tehdit ederek ertesi gün öğlene kadar Diyarbakır'ı terk etmesini söyler. Emniyete giden Yusuf, komiser Doğan Sarıkaya'nın açığa alındığını öğrenir. Bu arada Yusuf'u bir adam takip etmektedir. Otele geri dönen Yusuf, Zeynep'i bulamayınca telaşla onu aramaya çııkar. Otele dönen Yusuf' a katip bir mektup verir. Zeynep kaçırılmış ve kaçıranlar Yusuf'u Mardin'de beklemektedir. Jipi tamirden gelen Yusuf, Mardin'e hareket eder. Yusuf'un Mardin'e geldiğini Doğan'ın adamı haber verir. Doğan, Hizbullah örgütünün liderinin evindedir ve lider Doğan'ı deşifre edebilecek kişi olan Cemal'in öldürüldüğünü fakat hesapta olmayacak şekilde Miroğlu'nun ortaya çıktığını söyler. Lider işin Abdi 'yle Yusuf Miroğlu'nun buluşması gibi gözükmesi gerektiğini ve Miroğlu'nu hallettikten sonra Abdi ve Zeynep'in de halledilmesi talimatını verir. Hizbullah lideri Hasan, Doğan ve Abdi'nin inançlarının zayıf olduğunu ve Doğan'ın malum müdür eyleminin en önemli tanığı olduğu için kurulacak şerhi devlet için katledilmelerinin vacip olduğunu söyler. Adamlarına Riyal dağıtarak onları İran'ın Kum şehrine gönderir. Yusuf, kendisini takip eden adamı tuzağa düşerek Zeynep'in tutulduğu eve götürmesini söyler. Zeynep'i kurtaran Yusuf, iki adamı vurduktan sonra Abdi'yi konuşturmaya çalışır. Zeynep'i jipiyle Cemal'1erin evine gönderen Yusuf, Doğan'ın peşine düşer. Yusuf, Doğan'ı bir kilisede kıstınr. Doğan örgüt lideri Hasan'ı arayarak durumu haber verir. Hasan, Doğan'a Yusuf'u Zinciriye Medresesi'ne çekmesini söyler. Doğan'ı vurarak kıstıran Yusuf onu medresenin çatısında konuşturmaya çalışırken, Doğan, Yusuf'u öldürmeye çalışan Hasan'ın kurşunlarına hedef olur. Bu arada Yusuf'u, peşine takılan Hasan'ın adamlarından keşiş kıyafetli Bozo kurtarır. Boza, Mezopotamya'da (Amet denilen yer Kabil'in kardeşi Habil'i öldürdüğü yer) yedi düvel'in çıkarı olduğunu, su sorununun yanında Kürt devleti kurma girişimi ve arkasında 100 milyar dolarlık esrareroin rantını kontrol etmek, bu kadar müslüman ülkenin arasında yer alan İsrail'in güvenliğini sağlamak olduğunu söyler. Hasan'ın adamlarını yakalayan Bozo onları sorgularken, Şeref albayın olan Dohuk Nakliyat'ın kamyonlarından indirildiğini öğrenir. Bozo, adamları ağızlarından vurarak öldürür. Bozo'nun yaptığı şiddetten rahatsız olan Yusuf onunla tartışır. Bu arada Cemal'in evine varmış olan Zeynep, Leyla'ya üzüntüsünü bildirir. Yusuf'ta Cemal'in evine gelmiştir. Yusuf'un, Cemal'in tabettirdiği düğün fotoğraflarına bakarken kuzu çeviren adam dikkatini çekmiştir. Yusuf, Bozo'nun sorguladığı adamlardan kasap Hasan'ı öğrenmiştir. Cemal, fotoğraf taki adamın kasap Hasan olduğunu söyler. Hasan'ın dükkanına giden Yusuf, onun üç gündür gelmediğini öğrenir. Dohuk Nakliyat'ın merkezine giden Yusuf, Şeref albaydan Hasan'ın yerini sorar ve onun hakkındaki her şeyi bildiğini söyler. Yolda arabasına binen Bozo'yla giden Yusuf'a Boza, kasap Hasan diye biri olmadığını, onun Kuzey Dakato'lu David olduğunu ve bunları Amerikan derin devletinin yetiştirdiğini söyler. Yusuf, duydukları karşısında afallamıştır. Bozo'yla Yusuf, tepede vadiye bakan bir yere gelirler. Aşağıda silahlı ve arabalı adamlar vardır. O sırada Kuzey Irak'ta ki Kürt liderlerden biri gelir. Bozo'ya gööre aşağıda eroin, osmiyum, kırmızı civa, belki de Kürdistan için pazarlık dönmektedir. Yusuf, Bozo'yla mağarada uyurken rüyasına Kuşçu'nun söyledikleri girer. Panikle uyanan Yusuf'la, Bozo mağaradan atlayarak kaçarlar. O sırada David, onları öldürmek için lav silahıyla mağaraya ateş açmıştır. Yusuf, Zeynep'le birlikte İstanbul'a dönmek için hareket ederken ani bir kararla havaalanına döner. Amacı Zeynep'i uçakla göndermektir. Fakat alanın kapısından çıkan Şeref albay ve David'i görünce hızla geri dönerek onları takip eder. Dohuk nakliyata gelen Yusuf, Zeynep'i arabada bırakmıştır. Fakat Şeref'in adamlarından biri Yusuf'u gafil avlar. Şeref'in adamları Zeynep'i de yakalayarak depoya getirmiştir. David gittikten sonra adamlarına Yusuf'u öldürme talimatı veren Şeref albay, Yusuf'un askerde öğrendiği başparmak kıkırdağını çıkararak kelepçeden kurtulmasıyla av konumuna düşer. Şeref'in adamlarını öldüren Yusuf, adama intihar etme şansı verse de, Şeref onu vurmaya kalkınca Yusuf tarafından öldürülür. Yola çıkan Yusuf ve Zeynep, David'e yetişmişlerdir. Yusuf, Bozo'nun kendisine verdiği lav silahıyla arabanın tavanını açarak David'in içinde bulunduğu arabayı havaya uçurur. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 301”

 Ödül:

39. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (0105 Ekim 2002)

► Tevfik Şenol "en iyi görüntü yönetmeni",

► Oktay Kaynarca "en iyi yardımcı erkek oyuncu"

► Kemalettin Osmanlı "en iyi kurgu".

 & Tunca Arslan'ın Ağustos 1992'de Antrakt dergisinde yayımlanan "Birbirimizi Paspas Gibi Çiğneyelim" başlıklı yazısı, unutamadığım yazılardandır. "Birbirimiz"den kastedilenin sinema yazarları olduğunu belirtirsem, yazının içeriği de anlaşılır herhalde. Tunca bu yazıda, sinema yazarlarının birbirleriyle pek tartışmamalarından şikayet ediyordu. On yıl sonra geçen ay, bu dergide, Tunca'nın "Bir Suçluyu Sorgular Gibi" başlıklı bir yazısı yayımlandı. Yine benzer şeyler söylüyordu ve hiçbir şeyin değişmemesinden, aynı şeyleri on yıl sonra yinelernek zorunda kalmasından hiç de mutlu değildi haklı olarak... "Aradan geçen zamanda bırakın birbirimizi paspas gibi çiğnemeyi, tozumuzu bile almadık" diyordu.

Her şeyden önce, "birbirimizi paspas gibi çiğneyelim" temennisinin altına imza atmak isterim yıllardan beri... Sinema yazarlarının, gizli bir saldırmazlık paktı imzalamış gibi davrandıkları doğrudur. Ciddi polemiklere rastlanmaz, çok fazla şey tartışılmaz. Bazı filmler ciddi görüş ayrılıkları doğurur, ama herkes kendi köşesinde durur, söyleyeceğini söylemekle yetinir. Peki ama niye? Bunda belli bir çekingenliğin ve sinema yazarları arasındaki "neme lazım, dostuz şunun surasında" düşüncesinin payı vardır muhakkak... Ama bu kadar basit değil. Türkiye'deki sinema yazarlarının çoğu, işleri güçleri gereği, gündemi takip etmek, gösterime giren filmleri tanıtmak ve/veya eleştirmek durumundalar. Bu cümleyi, içeriğine karşı herhangi bir olumlu ya da olumsuz duygu beslemeden, "olan bu" demek niyetiyle yazıyorum. Bir yönetmenden ya da oyuncudan bahsedilecekse, bu ancak, o yönetmen veya oyuncunun bir filminin gösterime girmesi (ya da ölmesi) vesilesiyle oluyor. Günlük gazeteler bu durumdan daha çok etkilenirken, dergiler, misyonları gereği ve yerleri sayesinde, güncel olanla olmayan arasında belli bir denge tutturuyorlar. Bu sınırların dışına çıkabilmek ise, güncel olanı takip etmeyen yayın organlarının sayılarının ve etkilerinin artmasına bağlı. (Ki buradan devam edersek, işin ucu Türkiye'deki sinema endüstrisine ve kültürüne kadar gider.)

Tartışma ortamının sükunetinin bir başka nedeni de, sinema yazarlarının birbirlerinden çok farklı tellerden çalmamaları... Sinemaya bakışları, sevdikleri ve sevmedikleri filmler ciddi farklılıklar göstermiyor. Belli özelliklere sahip iki grup belirlesek, birkaç aykırı ses dışında tüm sinema yazarları kendine bir yer bulur. Buna hayıflanmak mümkün ama şaşırmak kolay değil. Sinemanın genel hali, dünyada gelip dayandığı yer bu…

 Diğer yandan, Tunca kimi filmleri sıralayarak, onlarla ilgili bazı tespitlerin yapılmamasını, örneğin "Yüzüklerin Efendisi"ne methiyeler düzülürken, bu filmlerin yeterince dikkate alınmamasını eleştiriyor. Tunca'nın, "Yüzüklerin Efendisi"ne karşı yanında bulacağı bir iki insandan biri olmama rağmen (bu filme atfedilen sayısız özelliğin yanına, "tüm zamanların değeri en abartılmış filmlerinden biri" ünvanını da eklemek isterim), sözlerinin geri kalanına katılamayacağım. Nedeni basit: Tunca, bütün o filmlerde, söylediği şeyleri görmüş olabilir. Ama başkalarından da aynı şeyleri görmelerini bekleyemez. O filmlere, o gözle ancak kendisi bakabilir. Madem "Deli Yürek"i zikrediyor, onu örnek olarak ele alalım... "Deli Yürek" bence, tutarlı ve bütünlüklü bir görüş dile getirmeyen, her çiçekten bal alıp önümüze karmakarışık bir çorba koyan bir filmdi. Türkiye üzerine bir tane dişe dokunur şey söylediğini düşünmüyorum. Sinemasına  hiçdeğinmiyorum, zira yönetmenlik, senaryo ve oyunculuk performanslarının hiçbiri sinemanın en temel gereklerinin yanına bile yaklaşamıyordu. Dolayısıyla, bu film üzerine söyleyecek bir şeyim de yok, tartışılmamasının bir eksiklik olduğunu da düşünmüyorum.

Hal böyleyken, Tunca'nın benden veya bu film hakkında benimle benzer görüşleri paylaşanlardan, "Deli Yürek"i "deşmemizi" beklemesi ne kadar anlamlı? Bu benim Tunca'ya "'Yeni Hayat' geçen yılın en önemli filmiydi, niye dikkate almadın?" demem gibi bir şey. Tartışma eksikliği çektiğimiz doğru. Bu eksikliğin, belli bir kısırlık ve boşluk yarattığı da doğru. Ama hem bu eksikliğin tüm sorumluluğunu yazarların üzerine yıkmayı biraz adaletsiz buluyorum, hem de herkesin kendine özgü önceliklere ve hassasiyetlere sahip olmasını doğal karşılıyorum. Herkes kendi penceresinden bakacak, oradan yola Çıkıp bir şeyler söyleyecek ve sonuçta hepsi bir bütün oluşturacak gibi geliyor bana. Bütün bu yazılanları okuyan insanlar da, diledikleri yerden, dilediklerini alacaklar.

Kaldı ki, teker teker filmler üzerine konuşmak nadiren faydalı oluyor. Baktığımız pencereleri tartışmak daha anlamlı olur sanırım. O zaman, örneğin Tunca'nın ve benim, birbirimizin pencereleri üzerıne edecek lafımız olur. (Ama ben, aramızdaki dostluk bozulmasın diye susabilirim!) Uygar Şırın Sinema D. Nisan 2002)

& Televizyonların vazgeçilmez dizisi Deliyürek bu ay karşımıza sinema filmi olarak çıkıyor. Çekimleri Diyarbakır ve Mardin'de yapılan filmin yönetmenliğini dizinin de yönetmenliğini yapan Osman Sınav üstlenmiş. Filmde, bir arkadaşının düğünü için Diyarbakır'a giden Yusuf Miroğlu, burada damat arkadaşının öldürülmesinin ardından kendini pek çok karanlık unsurun iç içe geçtiği karmaşık ilişkiler ağının ortasında buluyor ve Güneydoğu gerçeği ile yüzleşiyor. Senaryo Gaffar Okkan suikastinden etkilenilerek yazılmış. Kapıları Açmak, Yalancı, Gerilla gibi filmlerinden tanıdığımız Osman Sınav, "Deliyürek'in iyi bir aksiyon filmi olmasını hedeflediklerini" söylüyor. Oldukça büyük ve uzun süren bir prodüksiyonun ardından filmin yaklaşık iki milyon dolara mal olduğu belirtiliyor. Son dönemde Türk sinemasında yapım sürecinde gösterilen özenin de arttığı düşünüldüğünde, sonucun en azından görsel olarak tatmin edici olacağını umabiliriz. Uzun zamandır Türk sinemasında iyi bir aksiyon örneği göremediklerinden yakınanlar, cam ekrandan Deliyürek'e ve Kenan İmirzalıoğlu'na hayran olanlar için ise Deliyürek Aralık ayı vizyonunun içinde vazgeçilemeyecek bir seçenek. “Altyazı”

& Güneydoğuda yıllardır süregelen ve Allah'a şükür bitmiş gözüken savaşın verdiği kurbanlara, PKK'ya ve de Hizbullah'a karşı kahramanca bir mücadele vermiş olan Türk ordusuna ve onun cesur savaşçılarına ve de Gaffar Okan'da somutlaşan şehitlerimize adanmış gibi duran bir film, Deli Yürek. Ve 1998'den beri yayınlanan bir TV dizisinden sinemaya aktarılan ilk film.

Film, tüm bu özelliklerin damgasını taşıyor. Haliyle milliyetçi, 'hamasi ve aksiyona yönelik. TV'de oldukça iyi işler yapmış, MSU Sinema TV bölümü mezunu Osman Sınav kardeşimiz, belli bir sinema duygusu taşıyan, Diyarbakır ve Mardin'in olağanüstü görüntülerini doğal bir dekor gibi kullanan, akıcı ve duygusal bir film ortaya koymuş. Rahatça izleniyor, sıkıntı vermiyor. Ve arada, Güneydoğu, savaş ve Türkiye'nin birliği üzerine parlak laflar ediliyor. "Burası Mezopotamya... Burada kavga tarihle yaşıt" sloganıyla yola çıkan film, terörün çeşitli bağımsızlık istekleri kadar, "eroin, petrol ya da kırmızı cıva" ticaretinin dev kazancından da kaynaklandığını vurguluyor. Ve finalde, bir tür Doğu Susurluk'u gibi, şaşırtıcı kişilikler bir araya geliyor: bîr büyük ülkenin başkonsolosu, aslında Amerikalı bir ajan olduğu anlaşılan eli kanlı Hizbullah lideri, ordudan atılmış bir eski subay, çeşitli katillerden oluşan vurucu tim, vs. Deli Yürek tam bir konjonktür filmi, Yani Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu koşulların filmi. Bu açıdan misyonunu yerine getiriyor, ama sinema kaygısı pek taşımıyor. Dolayısıyla bu koşullar değiştiğinde, filmin de unutulacağı ve tarihin tozlu raflarına kalkacağı kesin.,.”Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”

& Deli Yürek’in zamanlaması üç açıdan mükemmel: birincisi toplumsal, veya ekonomik krizlerin ortaya çıktığı dönemlerde bir kahraman miti mutlaka kendini gösterir. 80'lerle birlikte Hollywood'un doğurduğu süper kahramanları; Rombo'lan, Rocky'leri, Conan'ları, Chuck Norris'in faşist karakterlerini, Süperman'leri bir hatırlayın. Bu karakterler ABD'nin 70'lerde pek çok alanda krize girdiği, itibar kaybettiği dönemleri 80'lerin başından itibaren yeniden tesis etmeye çabalayan bir zihniyetin tezahürüydü. Hatta Miroğlu'nun Rambo'yla akrabalığı da aşikar! Asker kökenli olmasının 've onun gibi bir gerilla savaşını tecrübe etmesinin) yanı sıra Bozo (Selçuk Yöntem) gibi ona kol kanat geren bir çavuşunun olmasını görmezden gelemeyiz. Böyle olunca gelinen nokta Bozo'nun "Bu ülkenin ekmeğini yiyip ona ihanet eden, bir gün ekmek yediği yerden kurşunu yer," deyişini izleyen salondaki seyircinin coşkuya kapılıp alkışlaması oluyor. İkinci unsur çok daha ilginç ve belki de filme tuhaf bir şekilde en büyük erdemini bu bahşediyor. Türkiye gibi gündemi yolsuzluklar veya skandallar yüzünden sık sık bölünen bir düşüncelere sahip olmaması düşünülemez. Gerçekten de, Susurluk'tan sonra Türk halkının, geçirdiği deneyimler ve her taşın altından yeni bir bit yeniğinin fırladığına tanık olması onu getirip paranoyak bir atmosferin merkezine bıraktı. "Filler ve Çimen"in bu paranoyayı alaycı bir dille, "Melekler Evi"nin ise teğet geçerek ifade etmesinin ardından "Deli Yürek"in bu paranoyanın üzerine gittiğini, hatta bunu çözümlermiş gibi yaparak halka yalnız olmadığını gösterdiğini fark ediyoruz ...

... Üçüncüsü ise "Deli Yürek"in, kamuoyunda Türkiye'nin tam bir Musul ve Kerkük'ü ele geçirmesinin telaffuz edilmeye başlandığı bir dönemde gösterime girmiş olması. Bu, filmin, daha açılış sahnesinde bir parsellemenin söz konusu olduğuna ve bu bölgenin çoğu kişinin ağzını sulandırdığına dair sunduğu tezi destekler nitelikte, ilgi çekici bir tesadüf. Kim bilir, belki tesadüf de değil. .. (Burçin S. Yalçın, Sinema d., S.: 81, Ocak 2002) “2516”

& Deli Yürek", popüler bir televizyon dizisinin baş kişisini tam bir vatanperver kimliğiyle Güneydoğu gerçeklerinin 'yakıcı' sıcağında koşuştururken bir sinema filmi olduğunu unutmamakta... Ele aldığı konuların tartışılabilirliğinde herhangi bir şeyin veya tersinin ispatlanması söz konusu değil. Dolayısıyla, kendi çerçevesi içindeki tutarlılığı önemli ve bence başarılı. Ses ve görüntü ekiplerinin kusursuz başarıları gibi. Ancak, şiddeti şiddetle anlattığı için asla 'faydalı' değil. Denebilir ki "başka nasıl anlatılır?.. "Mezopotamya 'çözümsüz' olduğu sürece, doğrudur, başka bir türlü anlatılamaz! .. Özetle, bana uzak, bana 'soğuk' bir film olsa da ergenlik çağı delikanlılarına ve silahı seven 'gençlere çok iyi bir örnek teşkil ettiğini söyleyebilirim. (Ali Ulvi Uyanık, Haftalık Antrakt Sinema . s.: 8,2127 Aralık 2001)

& Deliyürek, bir televizyon dizisi olarak, Türkiye’de televizyonun tarihinde dizi film döneminin yükselişini temsil eden 1990'lara damgasını vurmuştu. Okullu yönetmen Osman Sınav, yarattığı Yusuf Miroğlu karakteri ve ilişkileriyle toplumda yükselen değerlere, "delikanlılık" kültürüne bir karşılık oluşturmuştu yarattığı popüler ilgi, Osman Sınav'ın Deliyürek'in filmini de yapmasını sağladı. Televizyonda 90 bölüm yayınlanan dizide 'Yusuf Miroğlu'nu canlandıran Kenan İmirzalıoğlu, 'Deliyürek'in sinema versiyonunda da aynı karakteri canlandırıyor. Bu arada kahramanımız Miroğlu, yakın arkadaşı Cemal'e düğünü sırasında suikast düzenlenerek öldürülmesine tanık olmasının ardından, düğün için geldiği bir ortamda birden kendisini Güneydoğu gerçeğinin içinde bulur. Bu cinayeti işleyenleri bulmaya yemin eden Miroğlu, bu süreçte Gaffar Okan cinayetinin arkasındaki giz, Güneydoğu üzerinde oynanan oyunlarla karşı karşıya kalır (Aktuğ, Radikal, 2001).

& Deli Yürek, yaşadığımız toplumdaki çalkantılara. "18 yıldır 'terör'ün acısını çeken Türkiye'nin ve Türkiyeli'nin dramını perdeye yansıtacak" bir film olma iddiasıyla da gerçekleştirilen ve temelde öykülü sinemanın ana unsurları aşk, entrika, serüven ve aksiyonu içinde barındıran bir film. "11 Eylül 2001 'den beri dünyayı saran terör atmosferinin yıllardır ülkemizin Güneydoğu'sunda estirdiği rüzgardan ve MOSSAD'ın Amerikan Başkanı'nın dahi kurtulamayacağı suikast' diye nitelendirdiği Gaffar Okan eyleminin çağrışımlarından yola çıkan 'BUMERANG CEHENNEMİ' 'terör'ü Güneydoğu merceğinden, Mezopotamya merceğine taşıyarak küresel boyutlarda ele alıyor" (Bir Osman Sınav Filmi Deliyürek Bumerang Cehennemi, 2001: 14).

& Deliyürek iyi para harcanarak ve iyi mesai yapılarak çekilen bir film. Biçimsel açıdan oldukça temiz işleyen bir çalışma. Görüntü yönetimi dikkat çekici ve atmosfer oluşturma açılarından da iyi bir düzeyi tutturuyor. Deneyimli yönetmen Osman Sınav da başarılı bir dramatik çizgi tutturmuş filminde. Bu başarıya oyunculuklarıyla özellikle Selçuk Yöntem, Oktay Kaynarca, Zara destek veriyorlar. Şüphesiz filmin olumlu görünen yanlarına karşın, ürettiği mesajların tümünü de olumlamak gerekmiyor. Öncelikle Sınav, Raci Şaşmaz'la birlikte kaleme aldığı senaryoyla, kurmacayla gerçek olayları harmanlayarak ülkemizin yakın tarihine ilişkin saptamalarda bulunuyor. Hatta saptamadan öte yıllardır bu coğrafyada ve dolayısıyla ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara ilişkin yargılarda bulunuyor ve karmaşık ilişkiler yumağına sadeleştirilmiş ve ortalama seyircinin de anlayabileceği ve inanabileceği çözümler üretiyor. Şüphesiz sanatçılar yaşadıkları çağın aydını olmaları sıfatıyla bilim adamları gibi yurt ve dünya sorunlarına duyarlı olan ve bu sorunlara ilişkin ürettikleri sanat eserleriyle de önermelerde bulunan kişiler. Bu önermelerin muhakkak doğrulanacak sonuçlar da içerrmesi gerekmiyor.

Deliyürek, özünde ülkemizin temel yaralarından olan bir dertle, terörle ilgilenirmiş gibi görünürken, aslında bütün bu olguların, PKK ve Hizbullah terörü gibi, arkasında başka olayların döndüğünü, bu olguların ise gerçekleri gizlemede bir fon oluşturduğundan bahsediyor. Şüphesiz bu yorumların gerçekle ilişkisi olmadığım iddia etmek kolay değil. Kaldı ki kurmaca bir film yapan sanatçı, gerektiğinde amacına ulaşabilmek için gerçeği de kendine göre yorumlayabilir . Fakat Deliyürek'de, önceki televizyon dizisinde olduğu gibi gene şiddet ve feodal ilişkiler gelip başköşeye oturuyor. Diğer yandan, aslında oldukça karışık olan ve çözümü uzmanlık gerektiren olgular, Gaffar Okan suikastı, kasap Hasan'ın Amerikan derin devletinin ajanı olması, Albay Şeref'in elini kolunu sallayarak yasadışı işler yapması gibi, biraz kolaycılığa kaçılarak çözülmüş görünüyor. Şüphesiz Albay Şeref'in üzerine devletin güçleri gidiyor olsaydı, Miroğlu'na kahramanlık yapabilecek ve delikanlı, milliyetçi söylemini oluşturabilecek bir alan da kalmayacaktı. O halde Deliyürek başta oluşturduğu söylemindeki gibi, Mezopotamya'da binlerce yıldır dönen dolaplar üzerinde yaptığı yoğunlaşmayı, bu coğrafyanın parçası olan ülkemiz üzerinde de yaparak, bir takım oyunlar olduğunu açıktan ima ederken, vatan haini niteliğinde bazı kişilerinde himaye gördüğüne ilişkin sorular da oluşturabilirdi. "Deli Yürek tam bir konjonktür filmi. Yani Türkiye'nin şu anda içinde bulunduğu koşulların filmi. Bu açıdan misyonunu yerine getiriyor, ama sinema kaygısı pek taşımıyor Şüphesiz, Osman Sınav bir film yapıyor ve filminin içinde sürekli sosyolojik okumalar değil, aynı zamanda insana değin ilişkilerin de karşılıklarını oluşturmaya çalışıyor. Fakat bunu yaparken pazardaki "delikanlı" kültürünü çok kaşımadan ve karşılaştığı her vazifeperver durum karşısında silaha sarılmanın bir görev, çözüm olduğunu, filmin hedef kitlesindeki gençlere sanki tek gerçekmiş gibi önermeden yapması, daha iyi bir dünyada yaşama özlemlerine de karşılık oluşturabilirdi. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 306”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder