HERKES KENDİ EVİNDE (2000)
Yönetmen
Semih
Kaplanoğlu Senaryo: Semih Kaplanoğlu, Özden Cankaya, Serpil Kirel Görüntü
Yönetmeni Hayk Kirakosyan MüziK Selim Atakan, M. Can Erdoğan Cold
Hause, Yapım Haylaz Production/Ali T. Bilgen Levent Onan, Leyla Özalp
Semih Kaplanoğlu Sanat Yönetmeni: Çağla Ormanlar, Kurgu: Hakan
Akol, Onur Tan, Yapım Koordinatörü: Leyla Özalp, Görüntü Yönetmen
Yrd.: Yusuf Asalanyürek, Ses Kayıt: İsmail Karadaş, Prodüksiyon
Amiri: Birol Temizyer,
Oyuncular: Erol Keskin
(Nasuhi), Tolga Çevik (Selim), Anna Bielska (Olga), Şükran Güngör (Kemal),
Cüneyt Türel (Ergin), Özlem Çınar (Ferdağ), Devrim Parscan (Sabri), Saltuk
Kaplangı (Mustafa), Yalçın Akçay (Erdoğan), Eda Özel (Ece), Özgür Onan (Kaan),
Yiğit Özşener (Murat), Yaman Ceri (Fırat), Eylem Yıldız (Melike), Levent Güner
(Yılmaz), Kaya Gürel (Mezarcı), Necdet Yakın, Süreyya Güzel (Güzin), Banu
Fotocan
Konu: Ergin, anne ve babasını
kaybetmiştir. Yalnız yaşayan Ergin sevgilisi Ferdağ ile ortalama bir ilişki
yaşamaktadır. Ergin'in yaşamında bir şeyler yerine oturmamıştır. Bir arayış
içindedir. ABD'nin her sene düzenlediği vatandaşlık hakkı çekilişine başvurur.
Bu arada barda tanıştığı New York Üniversitesi öğretim üyesi Selim'le, New
York'u çok iyi bilen biri gibi sohbet eder. Ergin, yeni . bir yaşam kurma
hayallerinden sevgilisi Ferda'ya bahsetmemiştir. Bu arada Ergin, önem
vermiyormuş gibi görünse de, mektupla gelecek yanıtı büyük bir merakla
beklemektedir. Beklenen gün geldiğinde, postadan iki mektup çıkar. Babasının
ismine gelen mektubu önce açmaz. Diğer mektup beklediği gibi Amerikan
vatandaşlığı için çekilişin sonucunu bildiren mektuptur. Mektubun sonucunu
arkadaşlarıyla birlikte olduğu bir yemekte açıklar. Erginle birlikte olan
Ferdağ, durumu öğrenince çok öfkelenmiştir. Ergin'in samimiyetsizliği onu son
derecede yaralamıştır ve Ergin'den ayrılır. Ergin, babasının adına gelen
mektubu açtığında, hiç tanımadığı ve uzun yıllardır Rusya' da yaşamakta olan amcasından
geldiğini anlar. Amcası Nasuhi Akman, Türkiye'ye geri dönmektedir. Ergin,
Beyazıt'ta Rus pazarında verilen randevuya gider. 58 yıl sonra ülkesine geri
dönen Nasuhi beyi karşılayıp, evine götürür. Bu arada Ergin'in öyküsüne paralel
olarak Olga isimli bir Rus kızı, babası ve uzak yol kaptanı olan babası Igor
Aleksiyevich'i İstanbul'da aramaktadır. Nasuhi bey, babasını ararken umudu
kırılıp ülkesine dönmek için para sağlamak adına fahişelik yapmayı deneyen
Olga'yı, İstanbul'un belirsiz bir semtinde perişan bir şekilde bulup Ergin'in
evine götürür
Artık farklı arayışlar içindeki, farklı
kuşaklardan bu üç insanın yolları kesişmiştir. Nasuhi beyin ısrarıyla, adamın
çocukluğunun geçtiği Alaçatı'ya giderler. Nasuhi'nin çocukluğunun geçtiği
Alaçatı’daki ev neredeyse yıkılma aşamasına gelmiştir. Nasuhi, büyük bir
hevesle eski arkadaşlarını arar bulur ve pek çok malzeme alarak evi onarmaya
girişir. Bu arada buralardan ayrılacağını bir türlü amcasına söyleyemeyen
Ergin, evi ve toprağı satar. Amacı ABD' de kendisine maddi destek yaratmaktır.
Satıştan elde ettiği 55 bin doların 15 bin dolarını amcasına başka bir ev
alması için verir. Adam parayı kabul etmez ve Olga'yla Ergin'in kaldığı otele
gönderir. O gece otelde Ergin'le kalan Olga, sabah erkenden parayla kayıplara
karışmıştır. ABD'ye yerleşen Ergin'den sonra, Nasuhi bey de Alaçatı'daki evi
terkeder.
20.
Uluslararası İstanbul Film Festivali (2001
►
"En İyi Film",
►
"En İyi Erkek Oyuncu" (Erol Keskin),
►
"Jüri Özel Ödülü" (Haik Kirokosian);
13
Ankara Uluslararası Film Festivali (2001)
►
"En İyi film”,
►
"En İyi Senaryo";
12.
Orhon Murat Arıburnu Ödülleri (2001):
►
"En İyi 2. Film",
►
"En İyi Erkek Oyuncu",
►
"Jüri Özel Ödülü" (Semih Kaplanoğlu);
1.
Şile Büyülü Fener Film Festivali (2002):
►
"En İyi Film", "En İyi Yönetmen",
►
"En İyi Senaryo",
►
"En İyi Erkek Oyuncu".
4Herkes
Kendi Evinde filminin artı yönlerinden biri görüntü yönetimi. Bir süredir
ülkemizde çalışmakta olan Haik Kirokosian'ın görüntüleri, Kaplanoğlu'nun
gereksindiği atmosferi yaratmada oldukça başarılı görünüyorlar. "Haik
Kirokosian'ın görüntüleri de bu hikayeye yeni bir hayat vermiş ...
'Vizontele'de de oynayan Tolga Çevik, baştan beri gıcık olduğum Selim'de hayli
iyi. Polonyaalı Anna Bielska, hem kırılgın hem güçlü karakterine inandırıcılık
kazandırıyor. Cüneyt Türel ve Şükran Güngör, kısa rollerinde her zamanki gibi
başarılı. Ama filmin esas ağır topu, Nasuhi'ye gerçekten etkemik kazandırmış
olan Erol Keskin. Filmin başka hiçbir olumlu yanı olmasaydı bile, onun oyunu
için izlenmeye değerdi" (Okyay, 2001).”Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr.
Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 282
4 Semih
Kaplanoğlu ilk kez film yönetmenin yaratabileceği tuzaklara düşmeden, sakin
sakin öyküsünü anlatıyor.
Önünde sonunda eve dönmek için
yolculuğa çıkarız, derler. Bunu sıla özlemi çekmenin dayanılmaz zorluğunu ve
evimize döndüğümüzde duyumsadığımız boşalmayı tatmak için yolculuk yaparız,
şeklinde de ifade edebiliriz. Bir yerlere gidip orayı ev belleyen istisnalar da
söz konusu muhakkak; fakat bu şekilde kaideler bozulmuyor, bilirsiniz.
"Herkes Kendi Evinde", yaşamdaki geleceğini yollarda arayan ve artık
ait olduğu yeri bulmak isteyen insanlardan ibaret küçük bir galeri sunuyor
bizlere.
Selim (Tolga Çevik) tüm yaşamını
Amerika'ya vatandaşlık hakkı veren bir çekilişe bağlamış genç bir adam.
"Amerika hayali" kendisine gelen bir mektupla gerçek oluyor ve pılısını
pırtısını toplayıp yeni kıtaya göç etme hazırlıklarına girişiyor. Tam da bu
dönemde yaşamına amcası Nasuhi (Erol Keskin) giriyor. Feleğin çemberinden
geçmiş, ununu eleyip ipine asmış olan Nasuhi'nin tek istediği Alaçatı'daki evin
yerine hala çirkin bir yazlık site dikilmediyse ömrünün son demlerini orada
geçirmek. Fakat Alaçatı'ya doğru hareket etmezden önce Nasuhi, gemilerde
çalışan babasını bulmak üzere yollara düşmüş genç bir Rus kızı olan Olga'ya
rastlıyor Ve üçü birlikte Alaçatı'ya doğru yol alıyorlar.
Baştan belirtmeli: Semih Kaplanoğlu gerek senaryo gerekse de çekim
aşamasında yapıtı üzerinde bolca kafa yorarak bir ilk yönetmenin geçeceği
çetrefilli yolları kolay hale getirmeyi başarmış. Üstelik dizi yönetmenliğinden
gelen Kaplanoğlu'nun ilk sinema filmini çekerken bu alışkanlıklarını çabucak
unutabilmesi takdir edilecek bir şey. "Herkes Kendi Evinde"de
öyküsünü düz bir anlatımla aktarmak yerine, belirli bir üslup tutturup filmine
daha özgün bir hava katmayı yeğlemiş. Bu, özellikle karakterlerini bizlere
sunarken ve onların haleti ruhiyelerini betimlerken açıkça beliriyor. Filmin en
başarılı karakter yapılandırması olan Olga'dan (Anna Bielska) bir örnek vererek
bunu açmak istiyorum: Olga'nın babasının denizler ötesinde olmasına açıkça
gönderme yaparak Kaplanoğlu onu hep "kıyıda" ve üstelik takaların,
teknelerin önünde gösteriyor (Zaten finalde Olga o teknelerden biriyle
kaçıyor). Üstelik bu sahnelerde "deniz"den onun ruh haline uygun
olarak da yararlanıyor. Olga'nın bunalımlı geçen ilk zamanlarını soluk
renklerde, dalgalı bir Boğaz fonu önünde ve üstelik sık sık sıçramalı kesmelere
başvurarak veriyor. Nasuhi'yle birbirlerine ısındıkça yavaş yavaş güneş açtığı
ve denizin dinginleştiği farkediliyor.
Selim, eğitimini 12 Eylül sonrası dönemde
almış, Türkiye'nin tipik bir apolitik, "Amerikancı" genci. Maddiyatçı;
öyle ki evlenmeye niyetli olduğu kızı bırakıp gitmek için pek tereddüt etmiyor.
Nasuhi eskinin hızlı komünisti. İlginçtir, o da sevdiği kızı 58 yıl önce
ideolojisi uğruna terketmekte sakınca görmemiş. Aslında, yanına gelince Tolga
onun kendisinin aklını çeleceğinden korkuyor. Çünkü durumları ve sanıyorum ruh
halleri çok benzer (Kahvaltı masasında Nasuhi'nin ona "şeytani" bir
şekilde son Sovyet elmasını uzatması pek manidar). Olga ise babasının peşinde.
Ama ona bir türlü yetişemiyor. Kaplanoğlu her karakteri üzerinde incelikle
dursa da özellikle Olga'nın öyküsünü anlatırken son derece özgün bir anlatım
tutturuyor. Yazdığı gerçekten başarılı diyaloglar da buna hizmet ediyor. Pedere
"Eğer Tanrı'n aç olanları bu kadar önemsiyorsa çok uzağa gitmene gerek
yok; yakındaki şu Nataşa pazarına bir bakman yeterli" dedikten sonra
fahişelik yapmak üzere "giyiniyor" ve sokağa çıkıyor (Bilhassa
Olga'nın girişteki bu sahnelerinde sürekli sıçramalı kesmeler ve bindirmeler
yapan Kaplanoğlu sanki az sonra kızın başına gelecekleri önceden duyumsatmak
istiyor). Bir sonraki sekans tam tepeden çekilmiş bir açıyla başlıyor (sanki
sözünü ettiği Tanrı ona bakıyor). Yavaşlatılmış çekimde bir vinç hareketiyle
kamera aşağı doğru hareket ederken bizler de Olga'nın dramına tanık oluyoruz.
Vinç hareketinin tamamlanmasına yakın, çerçeveye Nasuhi giriyor. Ve o da ne!
Çerçevenin hemen solundan bir uçak, alana "gürültülü" bir iniş
yaparken Nasuhi de sendelemekte olan Olga'ya doğru koşuyor (Bunun nefis bir plan
olduğunu söylemeliyim). Zaten çekimler sırasında bu şekilde o kadar çok güzel
rastlantı gelmiş ki Kaplanoğlu'nun başına... Nasuhi'nin Alaçatı'daki evi ilk
gördüğü anda güneşin aniden her tarafı ışıl ışıl etmesi insanın içini ısıtıyor.
Çeşme'ye gece vardıklarında Nasuhi meydanda dolaşırken kadraja
"başıboş" bir köpeğin girmesi de dramatik etkiyi artırıyor.
Hareketli fotoğraflarla hikaye anlatma
sanatı olan sinemanın hakkını veriyor Kaplanoğlu, "Herkes Kondi
Evinde"de yarattığı çerçeveler, kullandığı renkler ve kamera hareketleri
vasıtasıyla. Oyunculuk da Türk sinemasında alışılmamış bir şekilde iyi. Kurguda
ise Kaplanoğlu açıkarşı açı sahnelerinde devamlılıkta ara sıra tökezliyor.
Bunların ötesinde filmin teknik alandaki en özgün çalışması, yetkin şekilde
döşenen ses kuşağı. Çeçevelerine sık sık uçak, gemi, tren gibi bizlere
"yol ve yolculuk" kavramlarını hissettirecek araçlar yerleştirirken
Kaplanoğlu ses kuşağını da bu araçlardan çıkan seslerle beziyor. Filmi izlerken
bu çerçevelemelere ve ses kullanımına göz atıp kulak kabartmak çok keyif
veriyor insana.
Kaplanoğlu söyleşilerinde
"Benim referanslarım Antonioni, Tarkovski" diye bas bas bağırırken
bunu görmezden gelip (hoş, çoğu onların kim olduklarını bile bilmiyor ya!)
sinemayı hızlı planların dur durak bilmeden sıralanması zannedenler hemen
suratlarını ekşittiler, ne acı ki film gösterime girince. Böylesi tasnifler
sinemaya zarar veriyor ve "Herkes Kendi Evinde"nin iyi bir film
olmasını da engellemiyor. Burçin S. Yalçın (Sinema D. Sayı 75, Haziran 2001
Syf: 14)
4 Şehnaz Tango" son yıllarda izlediğim
sayılı TV dizilerinden biriydi. Ama ömrü uzun olmadı: bugünkü TV yayıncılık
anlayışı içinde kaliteli bir şeyin gerçekten tutunması ve sürmesi çok zor,
hatta olanaksız! O dizinin yönetmeni Semih Kaplanoğlu'nun ilk sinema filmiyle
karşımıza gelmesine bu açıdan çok sevindim. Karşımızda sinemanın alfabesini
bilen, hatta onun çok ötesine geçmiş, hikayesini kafasında mutlaka görsel
olarak da kurmuş, gerçek yönetmen kumaşı taşıyan biri var.
Daha ilk çekimden başlayarak Semih Kaplanoğlu'nun
yumuşak ve ölçülü kamera hareketlerini, zevkli çerçevelemelerini, yeterince
dinamik, ama sıçramalıhoplamalı olmayan bir tempoyu biz izleyicilere sunan
kurgusunu çok beğendim. Filmin kişilerini de sevdim. Özel yanlarıyla ve de
temsil ettikleri değerlerle ...
Uluslararası bir şirketin
pazarlama uzmanı, anababasını yitirdikten sonra hayatta yapayalnız kalmış ve
biraz da bu yüzden, baba mirası birkaç malı mülkü sattıktan sonra Amerika'ya
göç edip orda yeni bir hayat kurmaya kararlı Selim, kuşkusuz ki kökenlerine çok
sağlam biçimde bağlı olmayan ve 'uzak ülke yeni yaşam' hayalleriyle beslenen
sayısız genç insanı temsil ediyor. Onun hayatına birden dalan, çok uzun yıllar
yaşadığı Rusya'dan dönüp çocukluğunun geçtiği yörelerde yerleşmek ve yaşamını arda
tamamlamak isteyen Nasuhi, çok daha özel biri. Bir dönemde Sovyetler
Birliği'nin ve onun ideolojisinin çekiciliğine kapılıp kapağı oraya atan (ya da
atmak zorunda kalan), artık geride pek üyesi kalmamış bir kuşağın son
temsilcisi sanki ... Nerdeyse yarım yüzyılını emeğe dayalı bir toplumda,
emeğinin gerçek karşılığını da alamadan geçirmiş tam bir toprak adamı. Paraya
ve onunla ilişkili tüm değerlere tümüyle yabancı. Ama iş toprağa, eve, tarlaya,
tarıma, emek, çaba ve onarıma gelince, mucizeler yaratabilen, ölü bir toprağı
canlandırabildiği gibi, harabe halindeki bir evi de konağa dönüştürebilen bir
ermiş sanki…
Ve
ikisinin aralarına biraz yapay biçimde karışan bir kadın. Yıllardır gemilerde
dünyayı gezmekte olan babasını bulma umuduyla kalkıp İstanbul'a gelmiş, burada
çekişme halindeki iki çok farklı erkeğin yaşamına karışmış Rus kadını Olga ... Olga, Nasuhi'nin
yıllarını geçirdiği ülkeden geliyor. Ama o, komünizm sonrası yeni değerlere,
paranın ve sermayenin buyurganlığına iman etmiş genç Ruslardan, o sık
kullandığımız deyimle, Nataşa'lardan biri. Aslında iyi bir insan ... Ama yeni
bir hayat kurmak ve en azından babasını gönlünün çektiğince arayabilmek için
eline geçen fırsatı kaçırmayacak, elinin altındaki yüklü bir parayı çalıp
ortadan kaybolmaktan çekinmeyecek kadar da gerçekçi... Bu üç insan, önce
İstanbul' da, sonra bir Ege köyünün zeytinlikleri içinde garip bir serüven
yaşıyorlar. Selim hiç bilmediği bir şeyi, toprağın ve mülkün değerini
öğreniyor. Nasuhi hiç bilmediği bir şeyi, paranın gücünü ve yararını asla
öğrenemiyor. Olga ise kendine gerekli olanı kavrıyor ve iki erkeğin hayatından,
tereyağından kıl çeker gibi geçip giriyor. Herkes Kendi Evinde, artıları ve
eksileri olan bir film. Konusu ilginç, sineması düzgün. Erol Keskin görkemli
bir kompozisyon veriyor. Görüntü ve müzik çalışması ise birinci sınıf. Ama fılm
insanı tam anlamıyla doyurmuyor. İdeolojilerin çöküşü sonrası bu simgesel
hikaye, sanki tam 12'den vuramıyor. Yönetmen bize ana temalarını, temel
kaygılarını tam anlamıyla ulaştıramıyor. Her şeyi paraya dönüştürme peşindeki
Selim de, parayı tanımayan Nasuhi de bize tam anlamıyla gerçek ve inanılır
gözükmüyor. Olga belki daha gerçekçi, ama onun hikayesi de yeterince işlenmiş
değil sanki.. . . Herkes Kendi Evinde, her şeye karşın kaliteli bir film. Ve
kesinlikle yeni ve kişilikli bir yönetmeni haberliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder