Powered By Blogger

30 Nisan 2015 Perşembe

AŞIK VEYSEL’İN HAYATI/ KARANLIK DÜNYA (1952)


Yönetmen Metin Erksan
Senaryo Bedri Rahmi Eyüboğlu
Görüntü Yönetmeni Fethi Mürenler
Yapım Atlas film / Nazif Duru


Oyuncular: Ayfer Feray, Ahmet Say (Aclan Sayılgan), Kemal Bekir Özmanav, Aşık Veyel Şatıroğlu, Erkan Hayali, Hakkı Ruşen, Ali İzzet Özkan


Konu: Çiçek Hastalığı salgını sırasında küçük yaşta gözlerini kaybeden halk ozanımız Aşık Veysel’in hayatını anlatan biyografik bir film.


► Ünlü halk ozanı Aşık Veysel'in hayatının anlatıldığı "Karanlık Dünya" Türk sinemasının ilk gerçekçi köy filmi denemesi olarak kabul ediliyor. Adından daha ilk filmiyle söz ettiren Metin Erksan, bu filmiyle sansürün hışmına uğramış ve "Karanlık Dünya" yurt içinde ve yurt dışında gösterimi tamamen yasaklanmış ilk Türk filmi olarak' Türk sinema tarihine geçmiştir. Film, ancak iki yıl sonra ve sansür tarafından oldukça önemli bölümleri makaslanarak gösterim izni alabilmiştir. Film, çiçek hastalığı salgını sırasında küçük yaşta gözlerini kaybeden halk ozanı Aşık Veysel'in hayatını anlatan biyografik bir denemedir. Filme ilk itiraz adı dolayısıyla gelir. Sansür kurulu, "Dünya karanlık olmaz!" gerekçesiyle "Karanlık Dünya" olan filmin adının "Aşık Veysel'in Hayatı" olarak değiştirilmesini ister. Kurulun bundan sonra el attığı konu ise filmde gösterilen tarlalardaki başakların cılız ve boylarının kısalığıdır. Kurul, Türk topraklarının böyle bereketsiz olamayacağı gerekçesiyle bu sahnelerin filmden çıkartılmasını şart koşar. Bunun üzerine filmin Yapımcısı, yönetmenden bağımsız olarak Amerikan eye kavuştu" diye cevap verir.



Haberler Merkezi'nden alınan Hudson Ovası'ndaki bereketli topraklar üzerinde yapılan hasat görüntülerini filme ekler.Filme sadece bu sahneler eklenmez. Filmin sonunda Aşık Veysel, Küçük Veysel'le birlikte köyüne döndüğü an bereketli tarlalarda çalışan biçer döverlerin yanı sıra onlarca doktor ve hemşire tarafından da karşılanır. "Sivrialan Köyü Hastanesi" yazılı bir tabelanın önünden koşarak gelen doktor ve hemşireler Aşık Veysel'in elini öpmek isterler. Aşık Veysel'in "Bunlar da kim?" sorusuna Küçük Veysel, "Köyümüz tam teşekküllü bir hastan Metin Erksan bir söyleşisinde bu filme uygulanan sansür hakkında şunları söyler:

“Filmde bir ara tarlalar görünüyordu. Tarladakiler cılız başaklardı.. Boyları yirmi otuz santimdi. Üzerindeki buğday taneleri sayılıydı. Sansür bu bölümün filmden çıkarılmasını istedi. 'Türk tarlası böyle olmaz!' dedi. Bu sahneleri bereketli topraklarla, içinde biçer döverlerin, traktörlerin çalıştığı tarlalarla değiştirmemizi önerdi. İstersek Amerikan Haberler Merkezi'ndeki belge filmlerden yararlanabileceğimizi belirtti. Filmin Yapımcısı Amerikan Haberler Merkezi'nden aldığı parçaları Aşık Veysel'in hayatına eklemek zorunda kaldı. Amerikan tarlasını Türk filmine sokmakla sansür kurulu Türkiye'nin gerçeklerini değiştireceğini sanıyordu.”


Film bir trajedi, yahut amiyane tabirle ağlatıcı. Fakat her nedense bu gibi sahnelerde mübalağaya kaçılmamış. Ortada dolaşan bazı rivayetlere göre, birtakım mülahazalar yüzünden film bir haylice kırpılmış. Işin hakikatini bilmediğimiz için bu hususta fazla bir şey söyleyemeyeceğiz. Sonra acaba, kırpılmamış olsa idi daha mı güzel olacaktı? Bu husus da ayrıca münakaşa edilebilir. Yalnız şurası var ki, bu hali ile film, ikinci sınıf bir filmdir.
Lüks Koltuktaki Adam'ın da [Sezai Soleli] yazısında belirttiği gibi bu kırpılmış film rejisör hakkında pek fazla fikir veremiyordu. Bununla birlikte "Lüks Koltuktaki Adam", lüks koltuğunda oturarak eleştirisini yazarken,filmin neden sansür kurulu tarafından kesildiğini anlatmıyordu. Kuşkusuz ki, film kesilmemiş olsaydı seyirciye bambaşka sahnelerle ulaşacaktı. Metin Erksan filminin kesilen sah-nelerini şöyle anlatıyor:


“Filmin içinde bir, sahne vardı. Veysel'in nişanlısını köyün çapkın delikanlısı kaçırıyor. Sivas'tan Kayseri'ye inip Kapadokya ya geliyorlar. Tokalı ya da Saklı Kilise, şu anda tam hatırlayamıyorum, bunlardan birinde sabahlayacaklar. Adam yere dallar falan serdi, merkebi bağladı ve yattılar. Sabahleyin adam erkenden kalkıp merkebi satmaya gitti. Kız uyuyor. Bir süre sonra kız birden uyandı, kilisenin içi hafif karanlıktır. Uyanır uyanmaz birdenbire kubbede İsa'nın kocaman freskini görür. Hafif aydıhkta acayip bir insan başı. Bizde resim günahtır diye Müslü-man ahali heykelleri, resimleri tamamen tahrip etmez, sadece gözlerini oyar. Böylece o resme canlılığını kaybettirir.


Film adı itibariyle sansüre takılır. “Dünya Karanlık olamaz” gerekçesiyle film adının “Aşık Veysel’in Hayatı” olarak değiştirilmesi istenir. Bu yasaklamanın ardından el attığı konu ise, filmde gösterilen tarlalardaki başakların cılız ve boylarının kısalığıdır. Sansür kurulu, Türk topraklarının böyle bereketsiz olamayacağı gerekçesiyle bu sahnelerin filmden çıkartılmasını şart koşar. Bunun üzerine Yapımcı firma Amerika Birleşik devletlerinde bulunan Hudson Ovası’ndaki bereketli topraklar üzerinde yer alan hasat çalışmalarını gösteren bir film görüntülerini ekleme yapar. Filme sadece bu görüntüler eklenmez. Filmin sonunda Aşık Veysel, küçük Veysel ile birlikte köyüne döndüğü an bereketli tarlalarda çalışan biçerdöverlerin yanı sıra onlarca doktor ve hemşire tarafından da karşılanır. Köye tam teşekküllü hastahane bile açılmıştır !..


Metin Erksan’dan habersiz olarak filme eklenip çıkarılan sahneler nedeniyle, yönetmenin vermek istediği doğrultulardan sapılmış ve bu yüzden de film gösterime girdiği zaman sinema yazarları ve eleştirmenleri tarafından olumlu bir eleştiri alamamıştır


 …Aşık Veysel kör olunca büsbütün içine kapanmış ve adet olduğu üzere işi şairliğe dökmüş ve saz çala çala bütün memleketi dolaşmaya başlamıştır. Bu küçücük hülasa dahi gösteriyor ki, film bir trajedi, yahut amiyane tabirle ağlatıcı. Fakat her nedense bu gibi sahnelerde mübalagaya kaçılmamış…. Sonra acaba, film kırpılmamış olsa idi daha güzel olacaktı? Bu husus ta ayrıca münakaşa edilebilir. Yalnız şurası var ki bu film ikinci sınıf bir filmdir.

►….Bizce filmin en muvaffak olan artisti, Aşık Veysel’in çocukluğunu oynayan küçük Erkan’dı. Bir biyografiden film yapmak zor iştir…. Ama çevirebilmek mesele!..” (Sezai Solelli, “Lüks Koltuktaki Adam” Yıldız Haftalık Sinema Dergisi 9 Ocak 1954 sayı 55)


 Türkiye Sinema tarihine konu olan bir filmin hikayesi. Yıl DP iktidarı dönem yani 1950 li yıllar. İşte, dünya sinema tarihine geçecek traji-komik bir sansür öyküsü... Metin Erksan, kamera başı yaptığında henüz 23'ündeydi. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nü yeni bitirmişti. Öğrencilik yıllarında Atlas Film hesabına Yusuf Ziya Ortaç'ın 'Binnaz'ını senaryolaştırmıştı. Söz konusu şirket, 1952'de "Âşık Veysel'in Hayatı "Karanlık Dünya" filmini çekmeyi tasarladı. Dönemin 'Reis' lâkaplı ünlü şair ve ressamı Bedri Rahmi Eyuboğlu senaryoyu yazdı. Filmi Nedim Otyam yönetecekti ama son anda vazgeçti. Böylece önerinin götürüldüğü akıllı, eğitimli, kültürlü, sinema sevdalısı genç Metin Erksan'a gün doğdu.


Erksan, Türk halk geleneğinin ünü dünyayı saran usta ozanı Âşık Veysel'in yaşamını, gerçek mekânlarda, Sivas'a bağlı Sivrialan Köyü'nde büyük başarıyla çekti. Ancak sanatçının bu ilk yönetmenlik denemesinin sonrası bir kara mizah öyküsü gibi gelişecekti. (Araştırma: Musa Tokmak)


_______________________________

*” Aşık Veysel (1894-1973) Veysel Şatıroğlu, Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Veysel’in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen bir çok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır. Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür. Veysellere yörede “Şatıroğulları” derler. Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel’in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.
Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”
Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler:

Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: “Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve Sağ gözünün gör-me şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar. Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada gözünü açacak bir doktor var” demişler. Sevinmiş babası.
Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in. “Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.” Ali adında bir ağabeyi ve Elif adında bir kız kardeşi varmış Veysel’in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale. Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel’i.

Bağlamayla İlk Tanışması
Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas’ın bu âşığı/ozanı bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış. İlk bağlama derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) almış. Kendini de iyice bağlamaya vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.

“Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor... Veysel’in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talisizlikler üst üste gelmeye başlıyor.

1921’in 24 Şubat’ında annesi, ondan on sekiz ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de bir çok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler.(www.asikveysel.com)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder