Powered By Blogger

30 Nisan 2015 Perşembe

KANLI FERYAT (1951)


Yönetmen Atıf Yılmaz
Operatör Mike Rafaelyan
Kamera Kriton İlyadis
Yapım Örmen Film / Hüseyin Örmen 


Oyuncular: Tekin Akmansoy, Sevim Akmansoy, Gönül Bayhan, Abdullah Ataç, Sabiha İzer, Orhan Erçin, Nurhan Nur 

Konu: Öç, kin ve yakıcı duygularla dolu" tipik bir melodram. Söz konusu olan, kararsız, paylaşılmamış bir aşk öyküsü, tutkunun yönlendirdiği bir cinayet, yazgının cilvesi, sözle anlatılamaz bir arzu karşısında soylu duygular, kadının her şeye karışmasına karşılık erkeğin saflığı, yalanlardan ve yanlış anlamalardan kurtulmanın tek ve kaçınılmaz yolu olarak kalan kan banyosu. 

Atıf Yılmaz'ın "ustalığı"nı, türün gereklerini tümüyle kabullenmesi ve Ortadoğulu hoş bir hava taşımasının dışında, farklı toplumsal ortamları gözlemleme çabası beslemektedir. Filmin bir bölümü Suriye'de geçmektedir (çünkü filmin mutsuz kahramanı oraya kaçmıştır). Suriye 1918 yılına kadar Osmanlı devletinin bir eyaletidir ve aldatılan koca da bir şeyhtir. Atıf Yılmaz, Türkiye'nin güneydoğusunda, Mersin'de doğduğundan, bu yöreye ilişkin duyumsadıklarından bilinçli olarak yararlanmak istemesi de doğaldır, çünkü, görüleceği gibi, bu yetenek, her zaman büyük öykü anlatma niteliklerinden biri olmuştur. Film, uzakta kaybolan bir deve kervanı görüntüsüyle sona erer. 


Atıf Yılmaz'ın ilk filmi olan Kanlı Feryat "Suriye'de bir çiftlikte geçen çocukluk aşkı, suçsuz yere katil olan bir adam, yasak aşk gibi konuları kullanan bir film. Bu film için Atıf Yılmaz şunları söylemekte: Gönül'le ilgili bir anı. Dicle Nehri'nin kıyısında, Gönül'ün nehirde yıkanmasını çekeceğiz. (Herhalde film daha ticaıi olsun diye.) Gönül önce sutyen ve külotla nehre giriyor. 
Sonra onları çıkarıyor ve Dicle'nin bulanık suları içinde erotik bir şov başlıyor. Sanki kendi vücuduyla ve nehirle sevışıyer. Ge-reğinden fazla film çektiğimizin fark edip Mike'ye durmasını söylüyorum. Mike büyülenmiş gibi beni duymuyor. Sonunda kamerayı ben durdurmak zorunda kalıyorum…... 

Kanlı Feryat’ın bir bölümü İstanbul'da geçiyordu. Topkapı civarında, eski bir İstanbul sokağında Mike'yle birlikte mesleğimizin ilk çalışma gününe başlıyoruz. "Debri" marka bir kamerayla çalı-şıyoruz. Ben düşündüğüm şeyleri oyun-culara anlatıyorum, çekilecek sahneyi hazırlıyorum. Mike'ye bakıyorum. Renk sapsarı, el ayak titriyor. Bizden de acemi yapımcımız başımızda, işe bir an önce başlamamızı bekliyor. Mike çaktırmadan çağırıyor beni, kameranın vizörünü işaret ediyor. "Şuradan bir baksana." O güne kadar kameranın vizöründen üç beş defa ya bakmışım ya bakmamışım. Eğilip eğilip bakıyorum. Düşündüğüm resmi göreceğimi beklerken, beyaz bir daire, birtakım makine parçaları, vidalar, dişliler filan görüyorum.
Mike'ye, "Bu ne?" diyorum. Mike, "Bilmem" dlyor. Mike yokuşun başına çıkıyor, aşağı koşuyor biz film çekimine devm ediyoruz bir yandan. Bir ara bir telefon bulup ünlü görüntü yönetmeni Yovakim Filmeridis'i aramış, durumu anlatmış. Yovakim, "Kameraya film taktın mı?" diye sormuş. Mike, "Heyecandan film takmayı unutmuşum" diyor. Telaşla film takmaya koyuluyor. O cins kameralarda film takılmayınca kameranın içinin göründüğünü nereden bilelim? (Atıf Yılmaz, Bir Sinemacının Anıları )




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder