2 Mayıs 2015 Cumartesi

HIÇKIRIK (1953)

Senaryo ve Yönetmen Atıf Yılmaz (Kerime Nadir'in aynı isimli romanından )
Filmi Çeken Mike Rafaelyan
Müzik Sadi Işılay, Faruk Yener
Yapım Erman Film / Erman Kardeşler


Ar Direktör: Sohban Koloğlu, Işık Operatörü: Kostantin Psaras, Kemal Soloları: Sadi Işılay, Fon Müzikleri: Faruk Yener, Reji Asistanı: Nejat Saydam, Operatör Asistanı: Osman Başata, Işık Asistanı: Orhan Özerler, İtalya’daki sahneleri Çeken: Franco Lazaretti, Sesleri Alan: Rauf Tözüm, Montaj, Senkron : Yılmaz Atadeniz, Laboratuar Şefi: Semih Peköz, Ses Kayıt: Rauf Tözüm, Prodüktör Asistanı: Kerim Pamukoğlu.,Prodüktör: Temel Karamahmut, (Erman Film stüdyosunda çekilmiş ve seslendirilmiştir.


Oyuncular: Muzaffer Tema (Kenan), Nedret Güvenç (Nalan), Temel Karamahmut (Üvey baba), Reşit Gürzap (Dr. İlhami), Settar Körmükçü (Doktor), Fatma Bilgen (Üvey anne), Yervart Terszisyan, Muazzez Arçay (Besime), İhsan Aşkın (Kutsi baba), Nejat Saydam, Feridun Çölgeçen (davetli), Dursune Şirin (Dilber Bacı), Lebibe Çakın, Nejat Saydam (öğretmen), Leman Akçatepe (Perver),Muazzez Doğan (Konsolos görevlisi), Belkos Dilligil (davetli), Abdullah Ataç, Osman Altınay, Alev Elmas (Kenan annesi), Çocuk Oyuncular: Tunç Noyan (Kenan), Karin Davutoğlu, Bilsev Etüs


KONU: Annesi öldükten sonra üvey babasının kötü davranışları sonucu evden ayrılmak zorunda kalan Kenan’ın (Muzaffer Tema) bakımını iyi yürekli zengin bir adam üstlenir. Kenan’ı kendi oğlu gibi bakıp büyüten adamın bir de kızı vardır: Nalan (Nedret Güvenç). Bu ikisinin arasında daha küçükken yoğun bir duygusal ilişki doğar. Özellikle Kenan’ın Nalan’a duyduğu sevgi tutku derecesindedir. Ancak bunu Nalan’a hiçbir zaman söylemez. Nalan sorduğunda da bunu yadsır. Doktoruyla evlenen Nalan bir süre sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır.


► Yapımcı Hürrem Erman filmin başrol oyunculuğunu ve yönetmenliğini Sezer Sezin’e teklif eder. Sezer Sezin’le Hürrem Erman uzun yıllardır beraber yaşamaktadırlar. Ancak Bağdat’ta “Arzu ile Kamber” ve “Tahir ile Zühre” filmlerinin çekilişi sırasında filmin jönü Kenan Artun’la Sezer Sezin arasında başlayan dostluk arkadaşlık zamanla vazgeçilmez bir aşka dönüşür ve evlenirler.


Bu durum karşısında filmdeki oyunculuktan ve yönetmenlikten vazgeçmek zorunda kalınca senaryoyu yazmak ve filmi yönetmek üzere Atıf Yılmaz görevi üstlenir

ROMANIN ÖZETİ:
 
Binbaşı Kenan Eskişehir’de görev yapmaktadır ve rahatsızlığı nedeniyle üç ay izin alıp İstanbul’a gelmiştir. Onun için İstanbul’un ve özellikle çocukluğunun geçtiği Çamlıca’nın önemi büyüktür. Her gün genç yaşta kaybettiği sevgilisinin mezarına gitmektedir. Günlerden bir gün, emeklilik yıllarını evinde sakin bir şekilde geçiren eski askerin dikkatini, bahçesinin önünden her sabah elinde bir tutam leylak, yanında kendisinden oldukça genç,uzun boylu bir hanımla geçen, otuz otuz beş yaşlarında, uzun boylu, sarışın, üniformasının içerisinde endamla duran bir binbaşı çekmektedir. Genelde yanındaki hanımla pek konuşmayan binbaşıyı, onun kardeşi olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini aralarındaki yaş farkı ve resmi ilişki de desteklemektedir. Bir sabah yine binbaşının geçtiğini gören emekli yarbay, o gün yalnız olmasını da fırsat bilerek, O’nun sırrını çözmeye karar verir ve onu takibe koyulur. Hemen arkasından yürümesine rağmen binbaşı O’nu farketmemektedir. Binbaşı onu Karacaahmet Mezarlığı’na götürür.


Etrafı demir parmaklıklarla çevrili mezara girip, mezarın üzerinde duran leylakları tazelemesini izler. Yavaş yavaş olayı çözmektedir ancak bu seferde bu mezarın içinde yatanın kim olduğunu merak etmeye başlar. Dizleri üzerine çöküp, avuçlarıyla toprağı yoğuran, gözyaşlarıyla sulayan binbaşıya dokunabilecek kadar yaklaşır. Samimi bir arkadaşıymış gibi ellerini kederli binbaşını omuzlarına koyar. Binbaşı aniden elektrik çarpmışa döner ve kafasını yaşlı askere doğru çevirir. Yaşlı adam O’na bir dost olduğunu ifade etmesine rağmen, kim olduğunu bilmediği bu adama şaşkın şaşkın bakmaya devam eder. Ancak bu emekli yarbay, samimiyetine inandırmayı başarır ve el sıkışıp evin yolunu beraber tutarlar. Binbaşıyı evine davet eder ancak binbaşı daha sonra eşi ile birlikte geleceğini söyler ve dediğini de yapar. Zamanla dostlukları ilerler. Bir gün Binbaşı Kenan bu yaşlı dostunu evine davet eder ve altı aylık çocuğundan bahseder. Bunu duyan yaşlı adam çok şaşırır. Bu şaşkınlığı kızı diye düşündüğü kişinin eşi, mezarını her gün ziyaret ettiği kişinin de çocukluğundan beri sevdiği kişi olduğunu öğrenince, O’nun hayatının gizemine karşı olan merakı büsbütün artar. O’na hayatını anlatmasını ister. Binbaşı Kenan ise bir hafta sonra dört aylık izninin bittiğini ve gitmeden önce her şeyi ama her şeyi öğreneceğini söyler. 


Ertesi hafta dostunu uğurlamaya gider. Binbaşı Kenan dostuna bir paket vererek içinde hayatının sırrının yazdı-ğını ve neden hayatına tek kelime ile “hıçkırık” dediğini anlattığını söyler ve trene biner. Yaşlı adam heyecan içerisinde evine döner ve paketi açar. Paketin içinden bir hatıra defteri ile, üzerinde bir gün öncesinin tarihi yazılmış olan bir mektup bulur. Mektubun içinde, şu an çok bahtiyar olduğu ve O’nun için üzülmemesi yazılıdır. Emekli yarbay sabaha kadar hatıra defterini büyük bir heyecan içinde okur…

Binbaşı Kenan’ın hatıra defterinde şunlar anlatılmaktadır:


Annesi öldüğünde henüz yedi yaşında bir çocuktur. Babası Susamzade Safi Bey varlıklı bir tüccardır. Annesinin hayatta ol-duğu dönemde araları çok iyi olan babasından, zamanla uzaklaşmaya başlar. Bir gün babası evlenmek istediğini küçük Kenan’a açar. Kenan bunu istemese de kabul etmek zorunda kalır. Yeni annesi Kenan’a ilk günlerde iyi davransa da sonradan gerçek yüzü ortaya çıkar. Sürekli dayak yiyen Kenan’a ev zindan olmaya başlar. Bir gün okuluna gelen bir müfettiş Kenan’ın acı durumunu fark eder ve onun başına gelenlerin hepsini öğrenip durumu Muhip Azmi Bey ismindeki yardımsever bir dostuna bildirir.
Muhip Azmi Bey küçük Kenan ile konuşur ve O’nu evlat edinmeyi istediğini söyler. Küçük Kenan kararsızdır. Muhip Azmi Bey Kenan’ında sonradan üvey babası olduğunu öğrendiği Susamzade Safi Bey’le konuşur. Aslında O da bunu istemektedir. Küçük Kenan artık İstanbul yolcusudur. Uzun bir yolculuktan sonra, Muhip Azmi Bey ve Kenan eve ulaşırlar. Ev halkıyla tanışır ve evin tek çocuğu olan, kendisinden yaşça büyük Nalan ile hemen bahçeye, oyun oynamaya giderler. Artık hayatı değişir, evin bir parçasıdır ve Nalan’dan hiçbir farkı yoktur. Evde tek evlatlık olan Kenan değildir. Otuz yaşlarına girmesine rağmen halen evlenmemiş olan Vesime de bu evde evlatlık olarak büyümüştür. Bütün zamanını Nalan ile beraber geçiren Kenan için hayat artık, yaşamaya değer hale gelmiştir. Nalan, yaşil iri gözlü, çelimsizliğine rağmen oldukça hareketli bir kızdır. Okula gitmemesine rağmen, evde özel ders almaktadır.Kenan da yaşı ilerledikçe derslere başlar. Bazı zamanlar bu iki çocuk, yakınlarda eski ama şirin bir kulübesi bulunan Şeyh Kudsi Efendi’nin yanına gider ve onun neyinden dökülen notaları büyük bir hayranlık içinde dinlerler.Zamanla Kenan’ın içinde Nalan’a karşı normalden daha farklı ve daha şiddetlibazı duygular belirmeye başlar. O’nu sevmektedir hem de ölürcesine! Bu sonuca, zaman zaman baş gösteren kıskançlığından ulaşmaktadır. Artık ikisi de büyümüştür ancak her şey yolunda gitmemektedir. Nalan zatüriye geçirir ve zayıf olan vücut direnci iyice zayıflar. Kenan ortaokuldan mezun olur ve öz babası gibi subay olmak için Kuleli Askeri Lisesi’ne girer. Günden güne Nalan’a karşı olan sevgisi büyür ve bu sevgiyle beraber kalbindeki yarada derinleşir. Nalan’a karşı olan sevgiyi O’na açamaz ve O’da bu sevgiyi çocukluğuna verir ve ciddiye almaz. Hatta yine bir bahar günü, her zamanki gibi, leylak hastası olan Nalan ile Kenan, leylakların arasında dolaşırken, Kenan yine kıskançlığını belli edince Nalan O’na şakayla karışık kendisini sevip sevmediğini sorar. Bir an için öldüğünü zanneden Kenan, sevgisini itiraf edecek gücü kendisinde bulamaz ve inkar edip kardeş olduklarını söyler. Zaman geçtikçe Nalan’ı hastalık pençesi altına almaktadır. Bazen öksürmekten boğulacağını düşünürler. Yine böyle bir günde Nalan yatağını kana bulamıştır. Hemen aile dostları ve bir süredir de doktorları olan İlhami Bey’i çağırırlar.


Muayeneden sonra ilaçlar yazılır. Bir kış Nalan yatağından kalkamadan böyle mutsuz bir şekilde akıp gider. Ancak bahar gelip de leylaklar açtığı zaman, Nalan da ayağa kalkar. Bütün eve bir cümbüş hakim kılar. Kenan her hafta sonunu Nalan ile geçirebilmek için iple çeker. Yine böyle bir hafta sonu, Nalan’ı her zamanki gibi leylakların arasında bulacağını düşünerek, O’na bir sürpriz yapmak ister. O’na habersizce yaklaşıp leylak yağmuru içerisinde boğacaktır. Ancak O’na yaklaşınca yalnız olmadığını anlar. Yanında Doktor İlhami Bey vardır. Doktor İlhami Bey O’na evlenme teklif etmektedir. Kenan neye uğradığına şaşırır ama elinden de hiçbir şey gelmez. Hemen Doktor İlhami Bey ve Nalan nişKenan ise hem sevdiği kişinin evliliğine hem de O’nun kocasıyla birlikte başka bir eve taşınmasına üzülmektedir. Bir süre sonra Nalan’nın bir de küçük kızı olur. Nalan’ın isteğiyle kızının adını Kenan koyar. Kenan aşkını çoktan açıklamıştır. “Nalan’ın ağlattığını Handan güldürsün” der ve kızının ismini “Handan” kor. Doktor İlhami Bey sık sık işi gereği seyahat eder ve bundan dolayı Nalan için en uygununun Çamlıca’daki baba evinde kalmasının olduğunu düşünür. Nalan eve döndüğü gün bütün evde bir mutluluk rüzgarı eser. Handan da büyür ve ele avuca sığmaz bir hale gelir. “Ağabey” olarak çağırdığı Kenan’ın kucağından inmemektedir.


Kenan artık çoktan Harbiyeli’dir. Tıpkı küçüklüğünde olduğu gibi Nalan ile birlikte leylaklar arasında yürüyerek günlerinin büyük bir kısmını geçirirler. Vesime sürekli Handan’la ilgilendiği için Nalan rahattır ancak O’nun doğumu bünyesini iyice zayıflatmıştır. Günden güne Nalan ile Kenan arasındaki ilişki daha da kuvvetlenir. Hatta bazı geceler Nalan’ın odasında geç vakitlere kadar oturup konuşurlar. Kenan sürekli Nalan’a karşı olan sevgisinin O’nu ne kadar yıprattı-ğından bahseder ve sevgisine karşılık bekler. Ancak Nalan eşine ve çocuğuna karşı sadık olduğu için O’na hiçbir karşılık vermez. Bir gece yine Nalan’ın odasında konuşurken, Kenan Nalan’a karşı yoğun bir izdivaç isteği duyar ve kendisini kontrol edemez. Olay Nalan’ın tokatı ile sonuçlanır ve bu olaydan sonra Kenan ceza aldığını bahane ederek dört ay boyunca okulda kalır ve eve gelmez. Taki bir gün Vesime Kenan’ın okuluna gelip Nalan’ın çok hasta olduğunu ve O’nun artık eve dönmesini istediğinin söyleyinceye kadar. Artık barışmışlardır. Kenan artık Harbiye’den mezun olup yakışıklı bir subay olmuştur. Kılıcını kuşanıp, şıngırtılar içerisinde Çamlıca’ya, evine gelir. İlk olarak babası Muhip Azmi Bey’in ellerinden öper.


Nalan da O’nu beklemektedir. O’nunda hemen leylak kokulu yumuşacık ellerine sarılır ve doyasıya öper. Artık Kenan’ın gideceği kıt’a da belli olmuştur. Gideceği yer İstanbul’a çok uzakta olduğu için başta Nalan olmak üzere evdeki herkes üzülür. Artık sadece mektuplarla haberleşeceklerdir. Ancak Nalan Kenan’dan O’na kardeşiymiş gibi mektup yazmasını ister ve Kenan’da bunu kabul etmek zorunda kalır.


Nalan çok hastadır ve günden güne eriyip gitmektedir ve O da bunun farkındadır. Bundan dolayı Kenan’ı bir daha göreme-yeceğinden korkmaktadır. Kenan artık bir kıt’a subayıdır. Görev hayatında başarılı ve arkadaşları tarafından sevilen bir insandır. O da hayatından çok memnundur ancak sadece Nalan’ın yokluğunu çok fazla hisseder. Nalan ve babasına her fırsatta mektup yazar. Ancak bir gün hayatının hatasını yapar ve efkarlı olduğu bir günde Nalan’a karşı olan bütün duygularını yazdığı bir kağıdı farkında olmadan Nalan’a gönderir. Bu hatayı anladıktan sonra üst üste birçok telafi mektubu yazar ama aylarca cevap gelmez. Endişelenmeye başlar ve komutanından izin ister ama seferberlik olduğu için komutanı izin vermez. En sonunda bir telgraf alır: “(D.R.) süvari alayı, sekizinci bölük komutanı Kenan ZİYA Bey’e: Ölüyorum çabuk gel !..Nalan” Bu telgraftan sonra Kenan komutanına koşar ve ona bu telgrafı gösterip izin ister ve alır. Atına atlar ve onaltı günlük uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşır. Ancak bir gece önce Nalan gözlerini hayata yummuştur.


Bir an için Kenan da kendisini O’nunla beraber ölmüş gibi hisseder ve olduğu yere yığılıp kalır. Kendine geldiği zaman ilk işi, Nalan’ın mezarına gidip toprağına kapanmak olur. Eve döndüğü zaman Vesime, o sadık ve iyi kalpli kadın, elinde bir paketle Kenan’ı beklemektedir. Elindeki paketi Nalan’ın O’na bıraktığını söyler ve O’na uzatır. Kenan paketi heyecan içinde alır ve odasına çekilir. Pakette 18 yaşına girdiği zaman Handan’a verilmesi gerektiğini yazan bir mektup ile Nalan’ın kendi el yazısıyla yazılmış yedi sayfa vardır. Bu kağıtlarda Nalanartık Kenan’a karşı olan aşkını gizlemez ve bütün duygularını döker Ayrıca Kenan’ın yanlışlıkla gönderdiği kağıdı kocasının okuduktan sonra yaptığı işkenceler, kızı Handan’ı bu yüzden ölünceye kadar göremediği de yazar. Bu kağıtları okuduktan sonra Kenan iyice yıkılır. Bir süre sonra Doktor İlhami Bey ile salonda karşılaşırlar. Tartışmaya başlarlar ve Kenan her şeyi bütün açıklığıyla anlatır ancak kendisine bir türlü inandıramaz. En sonunda Nalan’ın Kenan’a yazdığı kağıtları gösterir. Doktor İlhami Bey artık pişmandır ama bu pişmanlık Nalan’ın ölümüne çare değildir. Muhip Azmi Bey ile barışır ve Handan’ı da annesinin evine geri getirir. İzini biten Kenan tekrar kıtasına döner.


Balkan Harbi biter, Cihan Harbi başlar. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 6 Ekim 1923’te İstanbul’a giren Türk ordusu arasında Kenan da bulunur. Artık otuz otuzbeş yaşlarında bir subaydır. Eve dönünce herkes O’nuneşe ile karşılar. Bu arada Handan da içeriye girer ve Kenan’ı şaşkınlık içinde bırakır çünkü O artık 18 yaşında bir genç kızdır daha da ilginç olanı, annesi Nalan’ın bir ikizi olmuştur.Kenan her gün Nalan’ın mezarına gider. Bir süre sonra Handan da O’na eşlik etmeye başlar. Annesinin O’na bıraktığı mektubu bir süre sonra Kenan’dan almıştır. Yine beraber gittikleri mezardan dönerken Handan annesinin O’na bıraktığı mektuptan bahseder. Annesinin kendisinden gerçekten sevdiği birisiyle evlenip, hayatını O’nun gibi mahvetmemesini istediğinden ve evleneceği kişinin de sarışın ve uzun boylu bir subay sürdürenolursa çok bahtiyar olacağını yazdığından bahseder. Daha sonra ekler “Nalan’ın ağlattığını ancak O’nun kızı güldürebilir!” Kenan şaşırmış ve aynı zamanda da mutlu olmuştur. Handan’ı kollarıyla kavrar ve bir daha da asla bırakmaz. “www.gramerimiz.com/hickirik1.htm”



FİLMDEKİ KARAKTERLER:


Kenan Ziya: Yedi yaşında annesini kaybettikten sonra üvey anne ve babasının elinde kaldığı sürece büyük acılar ve işkenceler içinde yaşamıştır. Bu acılardan kurtularak İstanbul’a gelmiştir; fakat burada daha büyük bir acıyla karşılaşacağından haberdar değildi. Kendinden büyük Nalan isminde bir kıza aşık olur; fakat Nalan’ın ağlattığını kızı Handan Nalan: Evin tek çocuğu olan Nalan’ın her isteği yerine getirilmiştir ve özel hocalardan ders alarak iyi bir eğitim almıştır. Çelimsizliğine rağmen çok hareketli ve neşeli bir çocukluk yaşamıştır; fakat küçük yaşlarda yakalandığı zatüre illeti onu mutlu edemeden öldürmüştür. Doktor İlhami Beyden Handan isminde bir kızı vardır.

Susamzade Safi Bey: Kenan’ın üvey babasıdır. İlk zamanlarda Kenan’a iyi davranan Safi Bey, eşinin ölümünden sonra başka bir kadınla evlenmiştir ve ikisi de Kenan’a karşı çok kötü davranmışlardır. Safi Bey zengin, çalışkan ve azimli bir esnaftır.

Muhip Azmi Bey: Sarışın, yeşil gözlü mabeynde çalışan çalışkan ve varlıklı bir devlet adamıdır. Nalan isminde bir kızı vardır. Karısının ölümünden sonra kendini kızına vermiştir ve kızının zatüreye yakalanıp günden güne erimesi O’nu mahvetmiştir. Sekiz yaşındaki Kenan adında bir çocuğu evlatlık almıştır ve onu öz kızından ayırt etmemiştir.

Emekli Yarbay: Bu emekli subay Osmanlı’nın son zamanlarında emekli olduktan sonra kendini doğaya adayan, sakin bir yaşam doğayı seven, cana yakın, sevecen ve merhametli bir kişiliğe sahiptir. Kısa sürede Binbaşı Kenan ile iyi bir dostluk kurmuştur.

Doktor İlhami Bey: İlk başta doktor olarak geldiği köşkün daha sonra damadı olmuştur. Nalan’ın kocasıdır ve de Handan’ın babasıdır. Nalan ilk başlarda duyduğu aşkı günden güne azalmıştır ve ilgisiz
kişiliği ortaya çıkmıştır.

Vesime: Muhip Azmi Beyin evlatlığı Nesime evlenmemiştir ve ölünceye kadar konak da hizmetli olarak çalışmıştır. Oldukça iyi bir kişiliğe sahip olan Nesime özellikle Kenan ve Nalan aşklarını bir sır gibi saklamıştır.

Şeyh Kudsi Efendi: Nalan ve Kenan’ın sevdikleri ve saydıkları, müzikten iyi anlayan, özellikle çaldığı ney ile onları büyüleyen veaşık eden bir insandır. Küçük, şirin bir kulübede oturan adamı onlar devamlı ziyaret ederler. (www.gramerimiz.com/hickirik1.htm)

► Erman Film Hıçkırık romanını Lütfi Akad denetiminde çekmeye karar verir, sonradan yönetmen olarak Sezer Sezin düşünü-lürse de başlayan hazırlık sonuç vermez, film ancak 1953 de Atıf Yılmaz tarafından çekilir Senaryoyu da yazan Atıf Yılmaz'ın Hıçkırık'ı, Kerime Nadir tarafından yine ülkede yerli film sanayinin ilk büyük ürünü Süper film, her sınıf halk tarafından beğenilen, gişede hasılat rekorları kıran bir film olarak anılır. Yalnız, Kerime Nadir senaryonun esere sadık kalmadığından yakınırken, mizansenlerin daha gerçekçi, bazı oyuncuların daha az yapmacık1ı yorumun daha inandırıcı olması gerektiğini ileri sürmekten geri kalmaz. Atıf Yılmaz versiyonunda "doktoru ile evlenip, sonunda çocukluk yıllarından beri sevdiği erkeğin kollarında ölen acılı bir kadının öyküsünü süper film olarak niteledikten sonra esere sadakatsizlikle eleştiren Kerime Nadir, Hamdi Değirmencioğlu'nun senaryosu ile Orhan Aksoy tarafından 1965 de yapılan ikinci versiyon (yıllar sonra bu renkli) için, "bazı eleştirmenler tarafından yerli malı dekorlarla işlenmiş gözyaşına bürünmüş bir salon filmi' olarak nitelendirilir ise de, "tarafsız bir görüşle varılan kanı odur ki, yerli filmler arasında o güne dek 'ondan daha güzeli yapılamamış şeklinde değerlendiriliyordu. Fakat romana yine sadık kalınmadığını artık yazarın fikrini sormak modasının geçmesine bağlıyordu. “Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye” syf, 70 “


HALICI KIZ (1953)


Senaryo ve Yönetmen Muhsin Ertuğrul
Senaryo Mebrure Alevok
Kamera Cezmi Ar
Yapım Doğan Kardeş Yayınları A.Ş (Bavaria-Filmkunst’da kopya edilmiştir.)


Eser: Vedat Nedim Tör ,Müzik ve Kanun Soloları: Ferid Alnar , Dekorlar: K. Hallegger


Oyuncular : Heyecan Başaran (Gül), Asuman Korad (Hasan), Müfit Kiper (Recep), Handan Uran (Leyla), Agah Hün (Dağlı), Neriman Esen (Ayşe), İbrahim Delideniz (Mehmet), Viktoria Haçikyan, Mehdi Yeşildeniz (Mehmet), Kemal Tözem, Kadri Ögelman, Münir Özkul (Bahçevan), Sadri Alışık (Kemal), Şükran Güngör (İrfan), Kamuran Yüce, Ertuğrul Bilda (Tahsin), Suat Taner (Asım), Altan Karındaş (Sevda), Sadri Alışık, Suna Pekuysal (Hacer), Aysel Gürel.

KONU: Uşak'ta bir köyde dul annesi ile ve köyde yaygın olan halı dokumacılığı yapan Gülizar Hasan’ı sevmektedir. Babası ise oğlu Hasan'ı zengin fakat çirkin Esma ile evlendirrnek istemektedir. Gülizar'ın annesinın tedavi için Uşak'a gitmesini fırsat bilenler. Gülizar'ın orada evlendiğini söyleyerek Hasan'ın fikrini çelip Esma ile evlenmesini sağlarlar. Düğün günü Gülizar gelir, dedikodular yüzünden annesi ölmüştür. elindeki çifte ile Esma'yı vurmak ister -daha önce boynunda ki beşi biyerdeyi Esma'nın babası Recep'in ayakları dibine atar- ateş edilirken Hasan Esma'nın önüne geçer ve vurulur. Gülizar'ı jandarmalar götürür, Gülizar cezaevinde halı dokur. Bir gün ateş etmesi sonucu gözleri kör olan Hasan ziyaretine gelir, karşılıklı 'özür diler' ve birbirlerini beklemeye karar verirler. Senaryo, Alevok tarafından yazılırken hayli değiştirilir; Tör, yazılan senaryonun oyunu ile ilgisi olmadığını söyler.


Alevok'un senaryosu şöyledir: Isparta da halı atölyelerinde çalışan Gül, güzelliği ile kadınları kıskandırır, erkeklerin başını döndürür. Patronun oğlu Hasan da Gül ile ilgilenir. Babası oğlunu başka birisi ile evlendirmek istediği için Gül'ü bahane ile atölyeden uzaklaştırır. Gül gidince Hasan başkalarıyla da gönül eğlendirir Hasan'ın babası Gül'e sataşmak ister. Yüz bulamayınca evde çalıştığı tezgahını kaldırarak işsiz bırakır. Gül ile evlenmek isteyen bir zengin çiftçi vardır.


Fakat Gül gönlünün istediğine varacaktır. Dedikodular yüzünden annesi ölür. Gül komşusu ile İstanbul'a gelir fakat çalışmak için girdiği her evde güzelliği nedeni ile rahatsız edilerek hiçbir yerde tutunamaz. Son olarak baktığı hasta kadının yanında da tutunamayınca, dağ başındaki kulübesinde yalnız yaşayan genç bir adamdan ummadığı bir sevecenlik görür. Bu arada kusurunu anlayıp peşinden gelen Hasan’la yeni ilişkisini tercih eder ve iki yeni sevgili birbirlerinin kollarına atılır.'" “Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye”, syf55

GİZLİ YARA (1953)


Senaryo ve Yönetmen Sami Ayanoğlu
Kamera Aram Hügasyan
Yapım Ceylan Film / Nubar Hamparsun


Oyuncular: Suavi Tedü, Suavi Tedü, Gül Gülgün, Atıf Avcı, Aziz Basmacı, Hadi Hün, Atıf Kaptan, Faik Coşkun, Şayeste Ayanoğlu.


Konu: Kan davalı iki ailenin çocukları olan Güllü ile Ahmet’in aşkları.

EĞLENCE BÜLBÜLLERİ (1953)


Senaryo ve Yönetmen Seyfi Havaeri
Operatör Cezmi Ar
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay


Oyuncular: Salih Tozan, Toto Karaca, Nevzat Okçugil, Atıf Kaptan, Ali Korkut, Celal Sururi, Nimet Alp


Konu: Uçarı ve çapkın bir damadın, tutucu bir aile içindeki serüveninin güldürülü öyküsü

DRAKULA İSTANBUL'DA (1953)


Yönetmen Mehmet Muhtar
Senaryo Ümit Deniz, Turgut Demirağ, Mehmet Muhtar
Fotoğraf Direktörü Özen Sermet
Eser Ali Rıza Seyfioğlu’nun “Kazıklı Voyvoda” adlı romanından
Müzik Yani Vella
Yapım And Film/  Turgut Demirağ

(And Film Stüdyosunda çevrilmiş Erman Film stüdyosunda seslendirilmiştir.)

Fon Müziğ: Turgut Demirağ, Orkestra Şefi: Karlo Kopoçelli, Dansları Hazırlayan: Jak Biçaçi, Prodüksiyon Menejeri: Mehdi Özgürel, Ses Mühendisi: Rauf Tözüm, Asistan Direktör: Nişan Hançer, Operatör Asistanı: Orhan Çağman, Dekoratör: Sohban Koloğlu, Işıklandırma: Şevket Kıymaz, Aksesuar: Osman Çıplak, Necdet İnce, Montaj: Özen Sermet,

Oyuncular: Atıf Kaptan (Kont Drakula), Anie Ball, Ayfer Feray (Şadan), Bülent Oran (Vampir avcısı Azmi), Annie Ball (Güzin), Cahit Irgat (Turan), Münir Ceyhan, Kemal Emin Bora, Osman Alyanak, Eser Tezcan, Danyal Topatan (Mezarlık Bekçisi), Kadri Ögelman,


KONU: Avukat Azmi trenle Bistriç kasabasına gider. Azmi kaldığı otelde kontun şatosunu sorduğunda korku dolu tepkiler alır, bir araba jle şatoya gider. Yemeği kontla beraber yerler, her şey esrarengizdir Kont gündüzleri kaybolur, geceleri ortaya çıkar; İstanbul'a yerleşmeyi düşünmektedir. Azmi, şatoda vampir bir kadınla karşılaşır, öpüşmeleri sırasında kont gelerek müdahale eder. Azmi okuduğu kitaplardan hareketle Drakula'nın sırrını çözer; girdiği bir gizli kapı arkasında Drakula'yı tabut içinde yatar bulur, tabut diğer tabutlarla birlikte İstanbul'a gönderiiecek şekilde hazırlanmıştır.


Azmi duvardan sızan duman etkisi ile uyuyacak iken, kontun kambur uşağı yardım eder, gelen kont, uşağı öldürür. İstanbul'a gelinmiştir, Azmi'nin eşi Güzin sahnede dans gösterisi yapar. Azmi'den bir mektup gelir, Edirne'de bir hastanededir. Güzin oraya gider. Güzin'in kardeşi Şadan hem uyurgezer hem vampirdir. Drakula ile buluşur. Bu arada da tedavi görmektedir, doktoru ve nışanlıs 'Turan şaşkın durumdadır. Dr. Naci ile tedavi ederler ama geç kalınmıştır. öldürülür.


Şadan'ın vampir olduğu anlaşılmıştır. ölen Şadan geceleri tabutunu terk etmektedir, bu fark edilince gündüz kalbine kazık çakılmak öldürülür.
Drakula Güzin'in peşine düşer, gazinoda ipnotizma ederek dans ettıirir o dans ederken piyano kendi başına çalmaktadır. Drakula, Güzin'e sarılmak üzere iken Azmi gelir, Drakula kaçar, Kasımpaşa mezarlığındaki tabutuna saklanır, peşinden gelen Azmi, kalbine kazık çakarak ve sarımsak kullanarak Drakula'yı öldürür.


► Drakula İstanbul'da sinemamızın ender denediği korku türü filmlerdendir, gerçi filmlerimizin bir çoğunda korku öğesi vardır, ama türün özelliklerini pek taşımayacak biçimde ya filmin içinde küçük bir bölüm olarak yer alırlar veya bir sömürü unsuru olarak iyice abartılırlar. Drakula İstanbul'da tür'ün özelliklerini taşıdığı gibi bunca yıl sonra bile yurt dışında ilgi görmekte, türü konu alan kitaplara girmektedir. (Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye)
Filmin dekor ve efektlerini hazırlayan Sohban Koloğlu film hakkında bakın ne diyor :


Filmin dekorlarını yapmadan önce herhangi bir Drakula filmi seyretmemiştim. Yönetmen de dahil. O zaman filmlerin çoğu platoda çekilirdi. Dekorda hem şatonun dehlizlerini ve mezarlığı hem de tiyatroyu inşa ettik. Bir istisna olarak Annie Ball'in yatak odası sahnelerini Turgut Demirağ'ın köşkünde çektik.
Azmi'nin Drakula'nın Şatosuna gelişini bir ormanda çektik. Şatonun geneli için de bir maket hazırladık. Özel efektlerde oldukça zorlandım. Genelde tüm efektler, en basitleri bile sorun yarattılar. Örneğin, mezarlık sahnesi için sise ihtiyacımız vardı. Bir duman tabakasına ihtiyaç vardı. Bunun içinde ekipte bulunan 30-40 kişiyi yere yatırdık, her birinin ağzında üç-dört sigara, dumanı üfleyip püflemeye başladılar.


ÖDÜL:
1. Türk Filmleri Festivalinde (1953)”Türk Film Dostları Derneği’nce”
►Drakula İstanbul’da” filmi “Kanun Namına”, “İki Süngü Arasında”, “Kanlı Para” ve “Efelerin Efesi” ile birlikte “En Başarılı Film”
►“Özen Sermet” ile beraber, “Kriton İlyadis”, “Enver Burçkin”, “İlhan Arakon” ve “Şadan Kamil” “En Başarılı
► “Ümit Deniz” ile beraber; “Adnan Fuat Ural”, “Orhan M. Arıburnu”, ve “Osman F. Seden” “En başarılı Senaryo yazarı”
► “Atıf Kaptan” ile beraber; “Turan Seyfioğlu”, “Orhan Murat Arıburnu”, ve “Ayhan Işık” “En Başarılı Erkek Oyuncu”


(Jüri Üyeleri: Burhan Arpad, Max Minecke, Semih Tuğrul, Hüsamettin Bozok, Azra Erhat, Mina Urgan, Orhan Hançerlioğlu, Nevzat Üstün, Zeki Faik izer, Asude Zeybekoğlu

ÇİFTE KAVRULMUŞ (1953)

Senaryo ve Yönetmen: Şinasi Özonuk
Kamera Aram Hugosyan
Yapım Işık Film / Agop Fındıkyan


Oyuncular: Aziz Basmacı, Melahat İçli, Gülderen Ece, Vehdi Ersin, Rauf Ulukat, Salih Tozan, Suat Sim, Kamer Sadık (Kamer Baba), Faik Coşkun


Konu: Gezginci bir operet topluluğunun öyküsü
.

ÇETO SALAK MİLYONER (1953)


Senaryo ve Yönetmen Orhan Erçin
Kameraman Hayreettinn Işık
Yapım Barboros Film / Nedim Otyam


Oyuncular: Orhan Erçin, Hayri Esin, Rana Şıvga, Ayten Çankaya, Sadri Karan, Gazanfer Özcan, Mürvet Sim, Danslar: Nimet Alp


Konu: Adı üstünde son derece salak bir zengin adamın güldürüsü

CİNCİ HOCA (1953)


Yönetmen Suavi Tedü
Senaryo Melih Başar
Kamera Cezmi Ar
Müzik Baki Çallıoğlu
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay


Oyuncular: Suzan Yakar “Rutkay”, Perihan Tedü (Çakıl), Muhterem Nur, Talat Artemel, Suavi Tedü, Atıf Kaptan, Cahit Irgat, Bülent Ufuk, Feridun Çölgeçen, Ali Korkut, Nevzat Okçugil, Hüseyin Güler, Sadri Karan, Mümtaz Ener

Konu: Padişah Deli İbrahim döneminde geçen tarihsel bir fantezi.

BU NASIL AŞK (1953)

Senaryo ve Yönetmen Hüseyin Peyda
Foto Direktörü Orhan Çağman
Yapım Örmen Film/ Hüseyin Peyda


Oyuncular: Hüseyin Peyda, Cihan Işık, Muhterem Nur, Ay Can, Hikmet Soydan, Dursine Şirin, Ali Seyhan, Sevim Kınran, Ali Seyhan, Turgut Pasiner, Mustafa Dişli, Hikmet Saydam, Meri Aycan, Yıldız Erdem


Konu: Birbirinin benzeri olan iki gençle, aşık oldukları kadının öyküsü

BU KADIN BENİMDİR / ZAVALLI NECDET (1953)


Senaryo ve Yönetmen Vedat Örfi Bengü
Kameraman Onnik Kalustyan
Yapım Elektra Film / Yorgo Sarris


Oyuncular: Abdurrahman Palay, Fatma Belgen, Nebile Teker, Aziz Basmacı, Talat Artamel, Ayfer Feray, Cihan Işık, İnci Tamay, Memduh Karakaş, Feridun Çölgeçen, Vuslat Tamer, Ziya Aygen, Efdal Çakmakidis


Konu: Önce annesine sonra kız kardeşine aşık olan Necdet’in dramatik öyküsü.

BEYOĞLU GÜZELİ “I Oreu tu Peran” (1953)


Senaryo ve Yönetmen Orestis Lasko , Vedat Örfi Bengü
Operatör Manasi Filmeridis
Müzik Yani Vella
Yapım Yeni Film Namık Kılıçoğlu, Türk Yunan Ortak yapımı


Oyuncular: Katya Linda, Suha Doğan, Mu-azzez Arçay, Mesut Sürmeli, MuazzezDoğan, Lilian Giris, Reno Vretago, E. Çakmak


Konu: Beyoğlu ve gece yaşamına dair ka-dın gözüyle çekilmiş bir film.

BEKLENEN ŞARKI (1953)


Yönetmen Cahide Sonku,Sami Ayanoğlu, Orhan Murat Arıburnu
Senaryo Sadık Şendil
Filmi Çeken Kriton İliadis
Müzik Sadi Işılay
Yapım Sonku Film / Cahide Sonku 

Ses Film Stüdyosunda Çevrilmiş ve seslendirilmiştir.

Ses: Yorgo İlyadis, Dekor Tasarım ve Makyaj: Müfit Kiper, Möble: Haraccı Kardeşler, Negatif Montaj: Turgut Kuzu, Sezai Elmaskaya, Işıklar: Orhan Okdemir, Ses Kayıt: Yorgo İlyadis, Senkron, Montaj: Turgut İnangiray, Danslar: Jak Biçaçi, Besteler Koro: Dede Efendi, Bimen Şen “Al Sazım”, Zeki Müren “Zehretme Hayatı”, Musa Süreyya “Sen Sanki Baharın” , İbrahim Efendi “Seni Sevda Çiçeğim”, Sadi Işılay “Bir Kır Çiçeği”, Itri “Tut-i Mucise Gûyam”, İstanbul Türküsü “Bende Hicran Yarası”, Zeki Müren “Bir Yaz Yağmuru”, “Beklenen Şarkı” Nevres Paşa “Şehnaz Divan”,
Saz Sanatkarları: Sadfi Işılay, Cevdet Çağla, Emin Ongan, Haluk Recai, Vecdi Seyhun, Fevzi Aslangil, Vecihe Daryal, İzzettin Ökte, Yorgo Bacanoz, Fikret Kutluğ, Hüsnü Coşar, Burhanettin Ökte, ve Üniversite Korosu


Oyuncular: Zeki Müren (Zeki),  Cahide Sonku (Seniha Hanım), Sami Ayanoğlu (Gazino Patronu), Ceyan Ayral (Türkân), Bedia Muvahhit (Z.Müren’in annesi) Mühip Arcıman, Refik Kemal Arduman (Radyo Müdürü), Rıza Tüzün, Abdurrahman Palay, Rıza Tüzün, Faik Coşkun, Kemal Tözem, Talât Artemel, Hadi Hün (Türkan’ın babası), Melahat İçli (Makbule), Neci Oy (Makbule’nin kocası), İbrahim Delideniz,


Konu: Zengin ve sanata düşkün bir kadının teşvikiyle şöhrete kavuşan bir temizlik işçisinin öyküsü


Beklenen Şarkı (tıklayın)

Gözlerinin içine başka hayal girmesin
Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin
Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin
İstersen yum gözlerini
Tıpkı düşünür gibi
Benden evvel başkası
Sakın seni görmesin
Benden evvel başkası
Seni görüp sevmesin
Kıskanırdım seni ben
Kendi gözümden bile
Nasıl verirdim seni
Bir gün yabancı ele

BALIKÇI GÜZELİ / BİNİKİNCİ GECE (1953)


Yönetmen Baha Gelenbevi
Senaryo Nazım Hikmet (İhsan Koza takma adıyla)
Kamera Turgut Ören
Müzik Mesut Cemil Tel
Yapım İpek Film / İpekçi Kardeşler


OYUNCULAR: Cüneyt Gökçer, Ayten Çankaya, Münir Özkul, Nezihe Becerikli, Neşe Yulaç, Ertuğrul Bilda, Hayri Esen, Kadri Ögelman, Orhan Boran, Gülderen Ece, Ferudun Çölgeçen


Semih Tuğrul, bu filmi eleştirirken sinema sektörünün önemli bir ayağı olan ıthalatçı ve yapımcı şirketlerin tutumuna da değinmektedir:


Bol miktarda yabancı film ithal eden büyük şirketlerimizin burada çevirdikleri Türk filmlerinde hemen her zaman bir özenti havası, büyük mizansenli film yapmak, seyirciyi hayrete düşürerek avlamak endişesi seziliyor. Bu şirketler dort başı mamur diye kabullendikleri vasat yabancı filmleri örnek alıp bunlarla yarış etmeye, bunlara benzer filmler çevirmeye hevesleniyorlar. Böyle yersiz iddialarla ortaya konan Türk filmleri her zaman fiyasko ile sonuçlanıyorlar. Balıkçı Güzeli de bu fiyaskolara bir yenisini ilave etmekten başka bir şeye yaramayacak. Bir kere Türk filmciliğini bugün içinde bulunduğu teknik imkansızlıklarla bu çeşit iddialı filmler çevirmeye kalkışmak büyük bir hatadır.

Dikkat edilecek olursa yine bu büyük ithalatçı şirketler Türk filmciliğinin her şeyden önce konu bakımından biçim bakımından kendi öz kaynakları ile şekil bulacağına bir türlü inanmıyorlar. (Semih Tuğrul, “Balıkçı Güzeli”, Dünya, 21 Ocak 1954) “Okan Ormanlı. “Türk Sinemasında Eleştiri” syf49”


AŞK ISTIRAPTIR (1953)


Senaryo ve Yönetmen Atıf Yılmaz
Filmi Çeken Mike Rafelyan
Yapım Erman Film / Hürrem Erman


Eser: Oğuz Özdeş, Kurgu: Orhan Atadeniz, Ar Direktör: Sohban Koloğlu, Dekor : Danyal Topatan, Reji Asistanı: Nurhan Nur, Kamera Asistanı: Orhan Çağman, Laboratuar Şefi: Semih Peköz, Işık Operatörü: Konstantin Psaras, Işık Asistanı: Orhan Özerler, Ses Kayıt: Rauf Tözüm, Montaj: Orhan Atadeniz, Senkron: Yılmaz Atadeniz. Prodüksiyon Amiri: Kerim Pamukoğlu Prodüktör Asistanı: Orhan Çağman, Prodüktör: Temel Karamahmut, Müzik Adaptoasyonu: Faruk Yener, Keman Soloları: Sadi Işılay, 

(Erman stüdyolarında çekilmiş ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Muzaffer Tema (Haluk), Ayten Alpman (Nermin), Turhan Ün (Dr. Kemal Suha), Temel Karamahmut (Cemil), Nurhan Nur (Türkan), Cahit Irgat (Necdet), Muazzez Arçay (Anne), Sadettin Erbil, Feridun Çölgeçen (Pavyoncu), Settar Körmükçü (Hizmetkar), Aliye Çakır (Hizmetçi Ayşe), Merih Kaya, Aliye Çakar, Danslar: Luira Nuır, Küçük Yıldız: Merih Kaya)


► Atıf Yılmaz, 1953 yılında “Aşk Izdıraptır” isimli üçüncü filmini çekmek üzere Fenerbahçe’de bulunan tarihi Belvü Oteli lobisinde tüm ekip buluşur. Filmin ismini alan senaryo tarihsel serüven romanları yazan Oğuz Özdeş’in bir aşk romanıdır. 1939 yılında yazılan bu roman “Bir genç kızın aşk uğruna çektiği acıların” öyküsünü anlatılıyor.


Bu filmde önce Fikret Hakan’ın adı geçer, henüz 19 yaşında olan yakışıklı oyuncunun çok genç olması nedeniyle, yerine 34 yaşında olan gene yakışıklı bir orta yaşlı adam Muzaffer Tema seçilir. İsabetli de olmuştur kanımca… Henüz 23 yaşında olan bir genç kızın kendinden küçük ve aşkı henüz doğru dürüst tanıyamayan 19’undaki adama neden aşık olsun ki! Oysa diğer tarafta bir Muzaffer Tema vardır, hem yaşça büyük hem de yaşının icabı aşkı bilen tadan ve tanıyandır. Eh böyle olunca da, kanımca Nurhan Nur, Muzaffer Tema’ya aşık olup acı çekecek ve bu aşk onda bir ızdırap halini alacaktır.


Nurhan Nur bu tarihte Atıf Yılmaz’la evli ve hem de hamiledir, Karısı olması nedeniyle herhalde başrol kadın oyunculuğu da Nurhan Nur alacaktır. Gerek Nur ve gerekse Alpman 23 yaşında tazececik ve körpececik iki genç kızdır. Bu durumda Orta yaşlı Muzaffer Tema kimi tercih etmiştir bilinmez. Rol gereği de olsa Ayten Alpman’ı pek tercih etmediği apaçık ortada. Oyuncu Temel Karamahmut, Alpman’ın eski nişanlısı, ama aynı zamanda Ayten Alpman’da henüz çiçeği burnunda taze gelin. İlham Gencer’le evli. Koca kıskanç mı kıskanç, çekimler boyunca her daim sette, karısını kontrol altında tutuyor... Nurhan Nur çekimlerin devam ettiği sırada, geçirdiği rahatsızlık sonunda çocuğunu aldırmak zorunda kalır
.

ALTI ÖLÜ VAR (1953)

“İpsala Cinayeti“ 

Yönetmen Lütfi Ömer Akad
Senaryo: Orhan Hançerlioğlu Lütfi Ömer Akad Orhan Kemal (1945 yılında İpsala’da geçen ve Dünya Kriminoloji Kongresi’nde ilginçliği nedeniyle “ikinciliği” kazanan bir olaydan),
Görüntü Yönetmeni Aram Hügasyan, 

Müzik Baki Çallıoğlu
Yapım Duru Film / Naci Duru


Oyuncular: Cahit Irgat, Lale Oraloğlu, Turan Seyfioğlu, Nevin AYapımar, Settar Körmükçü, Muazzez Arçay, Şevki Artun, Feri-dun Çölgeçen


KONU: Ali Rıza (Cahit Irgat), adlı bir makine ustasıyla evli olan Yanola'nın (Lale Oraloğlu) öyküsü anlatılır. Karı-koca Adana'ya giderken trende bir orman memuru olan Muhittin (Turan Seyfioğlu) ile tanışıp onu Adana'daki evlerine davet ederler. Daha sonra Muhittin ile Yanola arasında bir ilişki başlar. Ancak ev sahiplerinin kızı Fatma da (Nevin AYapımar) Muhittin'e aşıktır. Yanola, Muhittin'den hamile kalınca mahallede dedikodular başlar. Ali Rıza Malatya'ya tayinini ister. Malatya'da Yanola Muhittin'den olan ikinci çocuğunu dünyaya getirir. Muhittin ise Fatma ile yaşamaya başlamıştır, fakat beraberlikleri fazla sürmez ve ayrılırlar. Zaman geçer, Fatma ve Ali Rıza , Malatya'da bir barda karşılaşırlar, Fatma bütün olayları Ali Rıza'ya anlatır. Cinnet geçiren Ali Rıza, karısını ve çocuklarını öldürür ve intihar eder.


AFFET BENİ ALLAHIM (1953)


Senaryo ve Yönetmen Şinasi Özonuk
Görüntü Yönetmeni Manasi Filmeridis
Yapım Işık Film/ Agop Fındıkyan


Şarkılar: Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Ekrem Kongar.


Oyuncular: Eşref Kolçak, Neriman Köksal, Talat Artemel, Rena Vlahopulo, Jale Seven, Abdurrahman Palay, Kemal Emin Bara, İbrahim Delideniz, Feridun Çölgeçen, Saime Arcıman, Kadir Savun


Konu: Bir zamanlar adının karıştığı kirli işlerden kendini temize çıkarmaya çalışırken, tekrar kirli işlere sürüklenen bir gencin öyküsü

ZORAKİ KAHRAMAN (1952)


Senaryo ve Yönetmen Semih Evin
Foto Direktörü Coni Kurteşoğlu
Yapım Seneka Film / Semih Evin


Oyuncular: Orhan Erçin, Üftade Kimi, Mine Çoşkun, Renan Fosforoğlu, Ahmet Tarık Tekçe, Gülderen Ece, Nermin Ruhsever, Ferhan Tanseli


Konu: Müzikal bir güldürü

ZEHİR KAÇAKLARI (1952)


Senaryo ve Yönetmen Hicri Akbaşlı
Foto Direktörü Pauker, Kriton İlyadis
Yapım Adalı Film / Handan Adalı


Oyuncular: Handan Adalı, Bülent Oran, Mu-zaffer Arslan, Turhan Göker, Sırrı Gültekin, Ahmet Tarık Tekçe, Hamdi Şanlıgil, Nimet Alp


Konu: Eroin kaçakçılığı yapan bir şebekenin polisle olan çatışmalarının öyküsü

YURDA DÖNÜŞ (1952)



Senaryo ve Yönetmen: V. Nedim Otyam, Foto Direktörü: İlhan Arakon, Müzik: Nedim Otyam, Yapım: Atlas Film/Nazif Duru 

OYUNCULAR: Nevin Aypar, Sedat Ergin, Suat Taner, Hakkı Ruşen, Faik Coşkun, Aysel Gürel

Konu: Kore savaşlarına katılan ve köyünde bıraktığı kızın aşk hikayesi.

YILDIZLAR REVÜSÜ (1952)


Senaryo ve Yönetmen Zeki Alpan
Operatör Lazar Yazıcıoğlu Cezmi Ar
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay


Oyuncular: Zeki Alpan, Suzan Yakar, Safiye Ayla, Sabite Tur, Perihan Altındağ Sözeri, Hamiyet Yüceses, İsmail Dümbüllü, Cihan Işık, Osman Alyanak, Salih Tozan, Muhterem Nur, Dursune Şirin


Konu: Amerika’dan İstanbul’a artist götürmek için gelen bir komedyenin, Gazino yıldızlarıyla geçirdiği serüvenlerin öyküsü

YILDIRIM BEYAZIT VE TİMURLENK “*” (1952)


Senaryo ve Yönetmen Münir Hayri Egeli
Operatör Pauker, Kenan Ar
Yapım Reks Film / Vasil Anastas


Oyuncular: Orhan Boran, Cahit Irgat, Lale Oraloğlu, Pola Morelli, Daizy, Atıf Kaptan, Şadıman Ayşın, Feridun Çölgeçen, Mücap Ofluoğlu, Vahi Öz


Konu: Yıldırım Beyazıt ve Timurlen konusunu işleyen tarihi bir film


Yıldırım Beyazit osmanlı develtının sultanı Timur ise Cengiz hanın torunu kendi adıyla anılan devletın hükümdarıdır. Biri doğuda biri batıda İslam Dunyasının iderliğini alma-ya calışıyor. Bu rakiplerden Yıldırım Beyazit'ın sol gözü az gördüğü için ona hasımları ''kör'' Timur'un da tek bacağı kısa olduğu için de ona hasımları''lenk'' yani aksak ,yada ''Timurlenk'' diyor. Bu iki hakan birbirleriyle sert mektuplaşıyorlar “74” ve birbirlerine ağır küfürler ediyorlar Timur bunun üzerine Orta asyadan harekete geçiyor ve Ankara’da Çubuk ovasındaki iki ordu karşılaşıyorlar. Timur'' Gökyüzünde nasıl bir tek tanrı varsa yer yüzünde de bir tek hükümdar olmalı'' diyordu. Çatışma giderek büyümüştü. Timur galip çıktı. Anadoluyu bir harabeye cevirdi. Ordusu dağılan Yıldırım, esir edilince Timur huzuruna getirildi. Yaralı bir arslan gibi başına geleceği beklıyordu. Timur onu görünce gülmeye baslamıs, bu gulüş Yıldırım'ı çileden cıkarmısti. Bre zalim dedi. Allah'ın bedbaht ettigi ile istihza ne fenadir. Sana değil ,Tanrının bu dunyayı senın gibi bir kör ile benım gibi bir topala bıraktığına gülüyorum Daha sonra yıldırım yüzüğündeki saklı olan zehri içerek intihar eder.


_______________________________________

“*” Yıldırım Beyazıt ile Timur’un mektuplaşmaları: Ankara savaşı öncesi, dönemin islam dünyasının en önemli iki hükümdarı arasında geçen ateşli yazışmalardır. karşılıklı olarak dört mektup gönderilmiş, 
orjinal metinlerde arapça ve farsça kullanılmıştır.

mektup 1
Timur, Beyazıt'tan Kara Yusuf ve Bağdat Sultan'ı Ahmed Celayir'in sınırdışı edilmesini, öldürülmesini ya da kendisine iadesini ister. Beyazıt’ın cevabı: ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kâfirsin. mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. osmanlı sultanlarını, acem padişahlarına benzetme  osmanlı askerleri de, ne kıpçak ülkesi tatarı gibi sıradan insanlar, ne de hint toplulukları gibi başı boş, sere serpe avare kalabalıklar değildirler. osmanlı askerleri, ırak ve horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. yine sen, osmanlı askerlerini şam ve haleb (memlûk) askerlerine de benzetmeyesin. bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun.


mektup 2
Timur: sen kendini allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan döken bir kâfir ve beni yeni yetme bir savaşçı saymışsın. bil ki, ben kırk yıla yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. bu cihatlar sonunda kaleler ve ülkeler feth ederek, beldeleri kurtarmakla meşgulüm. kaldı ki bu halim, dünden daha açık ve kesindir. bu mücadeleler esnasında, çok sayıda kişi bize itaat etmiş ve yolumuzda canlarını feda etmiştir. siz niçin bize hizmet etmek-ten kaçıyor, sevgi göster miyorsunuz? hem yaşça da senden büyük durumdayım. bu güne kadar hangi tarafa gittiysem, kısa sürede orayı ele geçirdim. sivas’ı da kısa zamanda elde ettim. sen malatya’yı muhasara ettin, dört ay elde edemedin ve geri dönmek zorunda kaldın. sinop kale’sini ne zamandan beridir elde edemedin. mektubundaki gibi tehdit ve gurura kapılma, akıl yolundan uzak sözlere cesaret etme. kaldı ki sivas’ta ele geçirdiğim adamları-nızdan durumunu anlamış haldeyim. dolayısıyla pek çok müslümanı rencide etmek, han ve mallarını harab etmek uygun görülmemiştir. bu sebeptendir ki, güzel cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil, ülkeni harap etmekten kurtarmış olursun. bizimle anlaşma yoluna döner, özür dileyen bir ifade ile cevap verirsen, aramızda dostluk ve sevgi olur. böylece frenk kâfirine fırsat vermemiş olur, biz de, sivas’tan çekilerek geri döneriz. bizim niyetimiz ve meylimiz sizi zayıf düşürerek meşgul etmek, böylece kefere dinine yardım etmek değildir. bizi ve askerimizi kâfir, dinsiz, sapık itikatlı mezhep sahibi ve çirkin âdetleri bulunmakla itham etme. bizim askerimiz babadan ataya müslüman ve müslüman çocuklarıdır. niçin hidayete layık olmasınlar?


Kaldı ki, osmanlı’nın askerleri çoğunlukla kâfirlerden devşirme olduğu açıktır. davamız cihangirlik olup, saltanatımız adına hutbeler okunmaktadır, sikkeler basılıdır. müslümanların ûlü’l-emri olduğumuzda şüphe yoktur. bizim soyumuz, ilhân-ı alişân’a ulaş-maktadır. eğer samimi selâmınızla beraber iyi ifadeler içeren mektubunuz gelirse, her iki taraf arasında yumuşama ve sevgi peyda olur. aksi halde kılıç ortaya çıkınca, kaleme yer kalmaz ve’s-selâm.Beyazıt'ın cevabı: zamanın cihan sultanı olan timur-i köregen, sivas’ gelip yerleşmeyi, bizim tebrîz’e yöneldiğimize benzeterek tuhaf kıyasla-mada bulunmuşsun. kaldı ki biz, kefe’den şirvan’a varıp, o ülkeye asker çıkarsak, kim mani olabilir? kıpçak halkı sizden bıkıp usandığı için bizimle beraber olmayı tercih etmektedir. malatya ve sinop hususundaki iddianız da doğru değildir. bazı sebeplerden dolayı muhasaradan vazgeçilmiştir. yoksa bizim askerimizin azlığı veya sizin askerinizin çokluğundan dolayı olmamıştır. kastamonu ve karaman hakimlerinin inat-ları ve o sırada fırsat bulup, bazı vilâyetlerimize saldırmaları, bizim Malatya ve sinop’taki muhasarayı kaldırmamızı zaruri kılmıştır.iyi bil ki, atam ertuğrul han üç yüz kadar gazisiyle beraber, hülâgû tatar’ından onbin tatar’a vurup, alâeddin keykubât’a galip gelenleri mağlup etmiş-tir. bundan sonra devlet idâre etme şerefine nâil olmuş, hil‘at kendisine verilerek, allâh’ın lutfu ile al-i selçûk’un yerine idareyi elde tutması isyân ve baş kaldırma ile olmamıştır. osman bey’in ilk culûsundan itibaren, dört tarafında bulunan kâfirlerle gece-gündüz iki yüzbinden fazla askeriyle cihat etmiştir. bu saltanat yıldızımız bugün dördüncü tabakaya erişmiş ve şimdiye kadar fethettiğimiz kale ve kasabaların sayısı geçmiş sultanların hayalinden geçmesi dahi mümkün olmamıştır. bizim nazarımızda; dünya ve içindekilerin kıymeti, allah yolunda cihat etme-nin yanında saman çöpü kadar değeri yoktur. osmanlı askerine abdullâh oğlu demekten fazlasıyla zevk duyarız. çünkü bütün sahâbe-i kirâmın ataları kâfir iken, kendileri müslüman oldular. böyle müslüman olanlar, insafı olmayan müslüman-zâdelerden çok çok üstündürler. siz sivas’ı harap idüp, ehl-i islâm’ın ırzını pâyimâl etdükten sonra ne denilebilir ki! siz, ilk suçlamayı kendinizden gidermeye
arapça ve farsça gelen mektuplarınızda sertlik, kabalık, kibir ve gururdan başka bir nesne yoktu. al-i osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir. mektuplarımız akıllı devlet erkânımızla yapılan istişâreler sonrası yazılmıştır.


mektup 3
Timur: senin, şimdi mısır vâlisi olan kimseye oğlumuzdur demeni uygun görmedik. onu sultânu’l-harameyn elkâbıyla anmanız doğru olmaz. belki mücâvirü’l-harameyn demeye lâyık değillerdir. bize dost olmayanı, kendinize yakın ve sevdiklerinize dahil etmeyiniz. saltanat işleri nezâkete bağlıdır. dikkat edilecek yönleri çoktur. ahmed celâyir şimdi bağdat yakınlarına gelmiş, biz de oraya asker göndermişiz. tekrar size taraf kaçar gelirse sahip çıkmayıp, bilâkis yakalayıp bize teslim etmeniz sizden isteğimizdir. erzincan’a varıp, yerleri tahrip için şimdilik serhadda durularak elçilerinizin gelmesini beklemekteyiz. Beyazıt'ıncevabı: mısır hakimi ile aranızda geçen olaylardan dolayı bizim niyyetimizi doğru anlamamışsınız. biz arzu etsek mısır’ı feth etmeye her zaman kadiriz. ahmet celâyir tekrar geri osmanlı topraklarına gelirse, kara yusuf ile birlikte ikisini size teslim etmemi istemişsiniz. biliyorsunuz ki hûlâgu dârü’s-selâm’ı alıp iran’ın çoğunu eline geçirdiği sırada, halifenin amcası çocuklarından bir iki kişi mısır’a kâhire vâlisi baybars’a sığındılar ve onun himayesine girdiler. hülâgu’nun bağdat vâlisi olan karaboğa noyan, baybars’la cenk ettiler. halifenin amcasını mısır askeri sanıp, orada şehit ettiler. kaçanlar şimdiye kadar kâhire’de kaldı ve hülâgû han onları geri istemedi ve takip de etmedi. imdi bu dostunuz feleğin tokadını yemiş bir iki kişiyi himaye etmekle hatırınızı kıracak bir durum olamaz. zira hülâgû böylesine cüz’i şeylerden vaz geçmiştir. muradımız sivas ve çevresinden elinizi çekmenizdir. bunu yerine getirmeniz güzel bir işaretinizin gereği olduğu anlaşılacaktır. ancak her hâlde allah’ın takdirinden kaçılmaz ve bizim kimseden korkumuz yoktur.


Mektup4
Timur: şimdiye kadar sulh için çalıştım ve nihayet sivas’a gelmem söz konusu oldu. kâfire fırsat vermemek, islam diyarlarını harap etmekten endişe edip, şam tarafına giderek mısır azizinden intikamımızı aldık. sizin hasta olduğunuz hususu ağızlarda dolaşırken, biz bunu fırsat bilip dikkate almadık. ancak siz fırsat bulunca bize bağlı olan Erzincan’a gelip valimizi rencide ettiniz. adamımız olan taharten (muttaharten) sulhu sağlamak için sizin pişman olduğunuzu bize yazmıştır. biz de güvendik ve sulh için antlaşmaya varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. ama siz gittikçe artan bir katı tutum içerisinde oldunuz. tâ ki biz ve askerimiz için kâfir ve kâfirden daha eşed kâfirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. elçileriniz olan sungur ve ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. islamlığımızı ve inancımızı biliyorlar. hedefimiz kefe ve kırım yönüne iken, şirvan’dan geri dönüp tekrar erzincan’dan o tarafa varmak icap etti. semerkand’da bulunan oğlum muîneddin muhammed sultan bahadırda askeri ile birlikte bana katılacaktır. isteğimiz erzincan’a varmadan ve askerimiz şehirlerinize girmeden önce sivas, malatya, elbistan, erzincan ve kemâh’ın bize bırakıldığını sağlam bir ahitnâme ile bildirmenizdir. sulha muhalif değilim ve bağlıyım. bu sulhun bir sûretini mekke-i mükerreme’de bâbü’l-harâm’da kapalı muhafaza olunsun ki, kimin bu sulha uyup uymadığı ortaya çıksın. bu mektup sungur, ahmed ve hacı bayezid ile gönderildi.



Beyazıt'ın cevabı: timûr-i köregen hazretleri, ilgi uyandıran antlaşmaya dair mektubunuz, ben sivas’a geldikten sonra ulaştı. ben bu sırada antlaşma hazırlığı içerisinde bulunuyordum ki; nâgâh (vakitsiz saatte) sulha muhalif bir başka mektup karaman fesatları elinden orduyu humâyûnumuza erişti ve antlaşmanın gecikmesine sebep oldu. devlet erkânımızdan akıllı kişiler bu durumu şöyle değerlendirdiler. ikinci mektup ilk karışık dönem sürecinde yazılarak elçi ile gönderildi. karaman topluluğu ki eskiden beri ocağımızın düşmanı olmuşlardır, bunlar elçimizi öldürüp, fitne iyice ayyuka çıkıncaya kadar mektubu sakladılar. musâlaha olacağı ihtimâlini görünce, bu kez bazı rezilleri üzerimize gönderip bizi şüpheye düşürmüşlerdir. rezillerin eline düşen mektubun gecikmesinin sebebi dahi biz olmadığımız hususu malumunuzdur. bu durumu yaltaklanma olarak görürseniz hayır, asla düşmandan yüz çevirmek âdetimizden değildir. sulh ve cengin cezası ve mükâfatı buna sebep olan tarafa aittir. eğer bir kimse fitneye sebep olursa, allah’u teâlâ onun cezasını versin. (kaynak: Abdurrahman Daş)



YAVUZ SULTAN SELİM AĞLIYOR (1952)


Senaryo ve Yönetmen Sami Ayanoğlu
Eser Feridun Fazıl Tülbentçi “*”
Resim Operatörü Kriton İlyadis
Yapım Lale Film / Sabahat Filmer


Montaj: İsak Dilman, Ses Operatörü: Lâmi Kamil, Laboratuar: Mihal İskarpetis, Işık: Necati İltaç, Müzik: Sadettin Kaynak, Mehter: Hasan Tahsin Patrsadan, Okuyan: Mustafa Çağlar,Ar Direktörler: S. Nahit Bilge, Müfdit Kiper, Suavi Tedü, Asistan: Mustafa Savaşkan, Dekor: Nikola Perof, Kostümler: Naciye Bölükbaşı, Karakuş Deligavur, Danslar: Nimet Alp, Nermin Ersin, (Necip Erses İstnanbul Film ve Lale Stüdyolarında çekilmiş, Atlas Stüdyosunda Seslendirilmiştir.)


Oyuncular: Sami Ayanoğlu, Heyecan Başaran, Suavi Tedü, Lale Oraloğlu, Sadri Alışık, Cahit Irgat, Reşit Gürzap, Altan Karındaş, Berrin Aydan, Behzat Butak, Neşe Yulaç, Atıf Kaptan, Refik Kemal Arduman, Kemal Tözem, Şakir Arseven, Atıf Avcı, Talat Artamel, Hüseyin Kemal Gürmen, Kani Kıpçak, Şaziye Moral, Mehmet Karaca, İbrahim Delideniz, Hadi Hün, Turan Göker, Müfit Kiper, Neşet Berküren, Asuman Korad,Sadi Yaşmaklı, Şakir Arseven, Vahi Öz, Renan Fosforoğlu, Boğadır Ayanoğlu, Cem Salur, Kemal Emin Bara, Hasan Ceylan, Turhan GÖker, Hakkı Ruşen,


► 700 yıl, üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun dokuzuncu padişahı olan Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışından ölünceye kadar geçen olayları anlatmaktadır.


…1505 yılında Şehzade Selim Trabzonda sancak beyi idi. Mayıs ayında İstanbul’dan eski arkadaşı Yakup ve iki kişi İstanbul’dan Ferhat Bey’in gönderdiği bir nameyi getirdiler. Namenin içeriği şöyle idi: yeniçeriler artık padişaha itiat etmiyor Vezirazam Hadım Ali Paşa Şehzade Ahmeti tahta çıkarmak için binbir türlü oyunlar yaptığı yazıyordu. Yeniçeri ocağı Selim’i sevdiği için özellikle selime karşı cephe almıştı. Bu arada Trabzon’dan Leonidas adında bir Rum İstanbul’a Selim aleyhine haberler iletiyordu. Bunu anlayan Selim Leonidas ve vezirazamın adamı Şahin Bey’i yakalatıp idama mahkum etti. Fakat Yakup’un önerisi Serbest bırakmasında Leonidas kızı Aspasiya’nında payı vardı. Aspasiya saraya gitmiş şehzadenin ayaklarına kapanıp babasını serbest bırakması için yalvarmıştı. Selim,bu güzel kızı kıramamış üstelik yıldırım aşkı ile kıza vurulmuştu. Bu arada sultan sohbet toplantıları yapıyor, hiç sefere çıkmıyordu. Bu durum yeniçeri ocağında huzursuzluk yaratıyodu.


Selimin oğlu Süleyman’da büyümüş, sancak beyliği yapacak yaşa gelmişti. Fakat Ali Paşa bunu istemediği için, padişahı olumsuz yönde etkiliyordu.
Padişah da Selim’i sinirlendirmek istemediği için Süleymanı Kefe’ye sancak beyliğine atadı. Süleyman Kefe’ye gidince oğlunu ziyaret maksadıyla Selim Kefe’ye gitti. Bu durum Osmanlıda başkaldırmaktı. Bunu öğrenen padişah, Selim’e Trabzon’a dönmesi için haber gönderdi. Fakat bunu Selim kabul etmedi. Durumu anlayan padişah olayı tatlıya bağlamak, kan akmasını istemediği için Selim’e Rumeli’de sancak beyliği önerdi. Rumeli başkente yakın olduğu için ve Selim’in her an ayaklanarak tahtı oturabileceğini düşünen Ali Paşa ve diğer şehzadeler, duruma hoş bakmıyorlardı. Selim adamlarından birkaçını Rumeli Beylerbeyi’ne göndererek yakında Rumeli’ye geleceğini ve kan akmasını istemediğini bildirdi.Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa duruma razı oldu.Selim Edirne’ye doğru yola çıkmıştı.Fakat Hasan Paşa, durumu Ali Paşa’ya bildirdi. Ali Paşa bir ordu hazırlattı. Padişah,kan akmasını istemediği için Selim’i,Rumeli’de Semendire’ye atadı. Fakat Selim Edirne’ye girme arzusuna kapılmıştı. Günlerce yürüyüşten sonra bunu başarmıştı. Buradan İstanbul’a dönmeye karar verdi. Her ne kadar lalası Selim’i bu düşüncesinden vazgeçirmeye çalışsa da bunu başaramadı. Selim, İstanbul yakınlarında, Çorlu’da padişahın ordusuyla karşılaştı. Padişahın ordusu daha güçlüydü. Sonuç da Selim’in aleyhineydi. Selim Kırım’a, kayınbabası Megli Giray’ın yanına gitmek zorunda kaldı.


Bu sırada Anadolu’da Şah İsmail’in desteklediği Şii çeteleri halkın huzurunu kaçırıyordu. Bu durumu çözüme kavuşturmak isteyen Anadolu Beylerbeyi, çeteler tarafından mağlup edildi. . Fakat Korkut kısa sürede yakalandı ve Tüm bu olaylar olurken Selim’in İstanbul’a geleceğini duyan Aspasiya, Selim’i görebilmek için saatlerce sokakta beklemiş ve sonunda büyük bir aşkla sevdiği şehzadeyi görebilmişti.

Vezirazam Ali Paşa’nın İstanbul’a döner dönmez ilk işi Anadolu’daki ayaklanmayı bastırmak oldu. Selim Kırım’da bulunduğu zaman, İstanbul’a adamlar göndermişti. Bunlar ,Yakup ve Osman başkası değildi. Görevleri ise, İstanbul’da şehzade taraftarlarını toplamaktı. Bu görevi başarıyla icra ediyorlardı. Saraydan, Sinan Paşa gibi yüksek rütbeli kişileri Selim taraftarı yapmışlardı. Görevlerini tamamlayan Yakup ve arkadaşları Selim’in yanına gittiler. Bu sırada Kefe’de bulunan Selim, haberleri sevinçle alıyordu. En çok sevindiği haber ise Aspasiya’nın hayatta olmasıydı. Selim’in artık sarayda da adamları vardı. Zaten yeniçeriler de Selim’in tahta çıkmasını istiyordu. Tüm bu olumlu gelişmeler üzerine Selim, İstnbul’a doğru yola çıktı. Selim’in İstanbul’a girişi, çok büyük bir ihtişamla karşılandı. Toplanan kalabalığa karşı hiç bir şey yapamayacağını anlayan Beyazıt, tahtı Selim’e devretti ve istirahata çekildi. Selim, hemen yönetici kadrosunu değiştirdi. Daha sonra büyük bir aşkla sevdiği Aspasiya’yı ziyaret ederek, aşkını alevlendirdi. Selim tahta çıkar çıkmaz, Şehzade Ahmet tahta oturma planları yapamaya başlamıştı bile. Bunu öğrenen Şehzade Korkut da tahta geçmek için faaliyete geçti. Tahta oturan Selim’in, devletin geleceği için tahtı tehdit eden şehzadeleri ortadan kaldırması gerekiyordu padişah tarafından saraya davet edildi. Burada Korkut’un hayatına son verildi. Bu durum padişahı çok etkilemişti ve ağlamasına sebep olmuştu. Selim Korkut’lan uğraşırken Ahmet büyük bir ordu toplamıştı. İki ordunun karşılaşması sonucu Selim galip gelmişti. Ahmet de esir düşmüştü. Padişah Bunun üzerine Selim, Şehzade Ahmet’in üzerine, bilgi toplatmak için, adamlarını yolladı. Selim av bahanesiyle Manisa’ya gitti. Bunu öğrenen Korkut Manisa’dan kaçarak bir mağaraya sığınmıştı çok kan akmasına sebep olan Ahmet’i idam ettirdi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi yeniçeriler arasında ayaklanmalar çıkaranlar tespit edildi. Bunlar da gereken cezalarını alıyorlardı. Ülke içerisinde düzeni sağlayan Selim, doğuda Şah İsmail’i, devleti için büyük bir tehlike olarak görüyordu. Bu yüzden adamlarını, Tebriz’e, bilgi toplaması için gönderdi. Aynı zamanda da İstanbul’da sefer hazırlıkları başlatılmıştı. Padişah tarafından saraya davet edildi. Burada Korkut’un hayatına son verildi. Bu durum padişahı çok etkilemişti ve ağlamasına sebep olmuştu. Selim Korkut’lan uğraşırken Ahmet büyük bir ordu toplamıştı. Bütün bunları yaparken bir .yandan da büyük aşkı Aspasiya’yı ihmal etmemeye çalışıyordu İki ordu Mercidabık Ovası’nda karşılaştı. 25 Ağustos 1516’da iki ordunun çarpışmaları başladı. Selim bu savaştan da parlak bir zaferle çıktı. Selim sefere devam etmek istiyordu fakat ,sarayın ileri gelenleri buna karşı çıkıyorlardı. Çünkü geçilmesi gereken bir çöl vardı. Üstüne üstlük ordunun yorgun olduğunu iddia ediyorlardı. Fakat Selim kararlıydı. Vazgeçmeyi hiç düşünmüyordu. Mısırlılar da Selim’in Tih Çölü’nü geçebileceğini zannetmiyordu. Selim kesin kararını vermişti ve 16 Ocak 1517’de Nil sahillerine ulaşıldı. Bir kaç gün istirahat ettikten sonra Ridaniye’ye geldi. İki ordu burda karşılaştı ve Selim yine muvaffak olmuştu. Kahire’de artık Osmanlı topraklarına katılmıştı. Fakat bu savaşta Selim çok sevdiği büyük yardımcısı Veziriazam Sinan Paşayı kaybetti.  Bir müddet fethettiği yerlerde düzeni sağlamak için ikamet eden Selim İstanbul’a döndü. Tüm olaylar sırasında çok sevdiği Aspasiya hasta yataklarına düşmüş, her geçen gün durumu ağırlaşmaktaydı. Selim’i sayıklayarak ahirete intikal etmişti. Bunu öğrenen Selim, saf bir aşkla sevdiği Aspasiya’nın ölümü karşısında gözyaşlarına engel olamamıştı.


.Doğuda sükuneti sağlayan Selim Avrupa’ya yönelmeye karar vermişti. İlk seferi Macaristan’a düzenleyecekti fakat iki omuz küreği arasında çıkan ham bir çıbanı sıkıştırması sonucu çok ağır hastalanmış ve artık ayağa kalkacak hali kalmamıştı. Her geçen gün durumu ağırlaşıyordu. Eylül 1520’de bir cihangir yıkıldı. (kyn: frmtr.com/kitap-ozetleri/4851700-yavuz-sultan-selim-agliyor-kitap-ozeti.html


________________________________

“*” Feridun Fazıl Tülbentçi, 1912 yılında İstanbulda doğdu. Vefa Lisesini, Yüksek Ticaret Okulunu bitirdi. Ardından basın hayatına atıldı. Ulus. Vatan, Cumhuriyet, Hürriyet gazetelerinde yazarlık yaptı. Daha sonra İstanbul Radyosunda görev aldı. Edebiyata şiirle başladı. Tülbentçi, radyoda "Geçmişte Bugün" adlı programı hazırladı. Tarihi romanlar yazdı. 1982 yılında vefat etti. (kyn: ansiklopedi.bibilgi.com)




YANIK ÖMER (1952)


Senaryo ve Yönetmen Muharrem Gürses
Operatör Cezmi Ar
Yapım Day Film / Rasim Day


Oyuncular: Saltuk Kaplangı, Deniz Tanyeli, Ahmet Tarık Tekçe, Halide Pişkin


Konu: Aşkı uğruna çile çeken bir gencin dramı.

TOPRAK (1952)


Yönetmen V. Nedim Otyam
Senaryo Fikret Otyam
Foto Direktörü Hayrettin Işık 

Müzik V. Nedim Otyam
Yapım Barboros Film / Nedim Otkam


Oyuncular: Nevin Aypar, Sedat Ergin, Rana Şıvga, Faik Coşkun, Nusret Otyam, Mürüvvet Tekmen, Ahmet Mutlu, Mehmet Hamzakadı


Konu: Sevdiği kız uğruna mücadele eden ve evlendikten sonra eşini yitiren bir gencin öyküsü


Film, geçimlerini topraktan sağlayan yoksul bir Anadolu ailesinin dramatik öyküsünü anlatır. İlk gerçekçi köy filmlerimizden olan “Toprak” “Kara öküzün çektiği sabanla sürülen kıraç toprakları, tezekten yapılmış barınakları, çarıklı köylüleri gösterdiğiiçin sansüre takılmış ve başarısızlığa uğramıştır”

TARZAN İSTANBUL'DA (1952)


Senaryo ve Yönetmen Orhan Atadeniz
Eser Kunt Tulgar (Edgar R. Burroughs'un "Tarzan" romanından)
Filmi Çeken Sabahattin Tulgar
Yapım Milli Film / Sabahatdin Tulgar


Kamera Asistanı: Vasıf Güröney, Montaj: Yılmaz Atadeniz, Teknik Kısmı: Yıldırım Karaaslan, Ali Küçük, Kurgu: Orhan Atadeniz


Oyuncular: Tamer (Tomo) Balcı, Hayri Esen, Necla Aygül, Aziz Basmacı, Cemil Demirel, İsmail Kara, Ziya Aygen, Hayri Kuloğlu, H. Karaaslan, Nejat Özer, Çetin Savaş, Celalettin Yönalp, Selahaddin Topdağ, Sadullah Enuysal Bomba: Yaşar İzgi


KONU: Bir Afrika yolculuğuna çıkan gazeteci Tekin (Hayri Esen) ve rehberi Kunto (Cemil Demirel) ormanda bir iskeletin yanında mektup bulurlar. Mektup, Afrika'da eşi ve küçük oğluyla birlikte yaşarken vahşiler tarafından öldürülen birine aittir ve İstanbu'da yaşayan tüccar Kamil Karazincir'e teslim edilmesi istenilmektedir. Sonunda temas kurulur ve hep beraber hazineyi bulmak üzere yola konulur. Binbir güçlükle hazine bulunur. Fakat Kunto ve küçük kafileyi izleyen iki arkadaşı hazineye göz dikmiştir. Hazineyi almak üzere iken vahşi Gabonilerin saldırılarına uğrarlar. Vahşiler Kunto ve arkadaşlarını timsahlara yedirirler. Tekin kaçarken bir mızrakla öldürülür.

ŞABAN ÇİNGENELER ARASINDA (1952)



Senaryo ve Yönetmen: Semih Evin,
Operatör: Vedat Akdikmen
Yapım: Senaka Film/Semih Evin



Oyuncular: Renan Fosforoğlu, Turgut Özatay, Meral Körmükçü, Vahi Öz, Mürüvvet Sim, Nimet Alp, Orhan Erçin



Konu: Şaban’ın Çingene kızıyla olan aşkının konu edildiği güldürü.