Powered By Blogger

21 Ocak 2023 Cumartesi

 

KAĞIT (2008) 

Senaryo ve Yönetmen Sinan Çetin Görüntü Yönetmeni Kamil Çetin Müzik Fırat Yükselir Yapım Plato Film / Sinan Çetin Senaryo Danışmanı: Deren Şekerciler, Kurgu: Barış Denge, Sanat Yönetmeni: Gün Doğa Sarı, Uygulayıcı Yapımcı: Emrah Akkurt , Adil Oğuz Valizade, Yardımcı Yönetmen: Adil Oğuz Valizade, 3. Kamera Asistanı: Sercan Sert, Focus Puller: Barış Yiğit, Film Tarama: Çağlar Özlek, Dijital Restorasyon: Çağlar Özlek, Işık Şefi : Bilal Tanrıverdi, Kostüm Sorumlusu: Elçin Canbaz, Ses Kayıt: Baycan Akçayöz, Premix: Ömür Öztürk, Prodüksiyon Amiri : Murat Aytekin,

 Oyuncular : Asuman Dabak (Müzeyyen Hanım), Ahmet Mekin (Mehdi Bey), Ayşen Gruda (Şahane Hanım), Öner Erkan (Emrah), Irmak Ünal , Zeynep Beşerler, Melik Akkaya, Haki Biçici (Kemal), Tolga Baş, Gökçay Yıldız, Mazlum Çimen, Fatoş Seğmen, Bahar Sarah Sarak, Uğur Bilgin, Metin Cantimur,

 Konu: Genç, idealist bir yönetmen olan Emrah (Öner Erkan), ilk sinema filmini çekmeye çalışmaktadır. Emekli gümrük muhafaza müdürü olan babası Mehdi Bey (Ahmet Mekin) Emrahın eczacı olacağına inanıyordur. Arkadaşları ve annesi Şahane Hanımın (Ayşen Gruda) da desteğiyle yapımcılardan para bulan Emrahın karşısına bürokrasinin çarkları çıkar. Hayalleriyle Emrah arasında sansür kurulu başkanı Müzeyyen Hanımdan (Asuman Dabak) alacağı son bir imza kalmıştır. Ama bu düşündüğü kadar kolay olmayacaktır. İdeallerinin peşinde resmi otoritenin karşısına dikilen Emrahı hiç de hoş olmayan gelişmeler beklemektedir.

 Saçma bir kanunu kör bir inançla uygulayan bir küçük memur. Bu saçma kanun karşısında ilk defa tevekkülle boyun eğmeyen bir genç adam.  Kanunzedelerin yanlış kanunlar karşısında hakkını kim koruyacak

 BÜROKRASİNİN PARMAKLIKLARI KESKİN

Türkiye’nin bürokratik sorunlarını, modern bir sinema diliyle harmanlayarak, adeta yerel bir “Taksi Şoförü”nün içinde canlandıran bir eser. Yenilikçi duruşuyla Lars Von Trier, Andrei Tarkovsky, Coen Kardeşler, Brian De Palma gibi ustaların işlerini hatırlatan postmodern bir anlatıyla servis ediliyor “Kağıt”. Aslında bir bakıma Onur Ünlü’nün “Acı Aşk”ı ile başlayan ‘Yeşilçam melodramları’nı bozup yeniden inşa etme anlayışını, dönemin eskitilmiş estetiğini de benimseyerek kullanan gerçek anlamda politik açılımlı bir kara film denemesi. Bürokrasinin en basit objesi ‘kağıt’ın göstermelik ‘beyaz’ının sardığı bir adamın psikolojik ve iğneleyici yolculuğunun fark yaratan adresi aynı zamanda. Sinan Çetin’in en iyi filmi olarak anılabilecek “Kağıt”, kimi eksiklerine karşın bürokrasi ve Yeşilçam taşlaması üzerine kurduğu kurmaca dünyasıyla reddedilemeyecek bir sinema deneyimi sunuyor.

 Sinan Çetin’i nasıl bilirsiniz? Tartışmalı popüler filmleriyle, medyatik yüzüyle ve reklamlarıyla. Yani göz önünde bir isim kendisi. Ancak ‘sinema’ deyince hiç de akılda kalıcı bir şeyi yoktur doğrusunu söylemek gerekirse. “Komser Şekspir” (2001) ve “Romantik” (2007), sinema dili açısından; “Çiçek Abbas” (1982) ve “Berlin in Berlin” (1993) ise bütün olarak birazcık akılları kurcalayabilir.

 Sinan Çetin’in en iyi filmi dersek yanlış yapmış olmayız

Yönetmen ilginçtir son 10 senede çekmeye başladığı bütün filmleri ‘postprodüksiyon’ aşamasında bırakmış durumda. Böyle olunca da 2000’lerde ulusal sinemamızda yükselişe geçen ‘popüler sinema’ geleneğinin içinde herhangi bir şekilde yer alamadı. Sadece “Romantik”in onun biçimci yönetmenlik stiline geçip farklı şeyler yapacağının bir kanıdı olduğunu söyleyebiliriz Bu açıdan da bir milat anlamına geliyor kanımca. “Kağıt” da zaten esasen Onur Ünlü ekolü diye bahsettiğimiz o ‘postmodern eğilimli’ eserlerden biri yerli sinemanın içinde. Yani Çetin adına bir fark yaratma arayışı diyebiliriz bu yapıt için. Ancak bu noktada yönetmenin en iyi ve en çarpıcı eseri olduğunu da es geçmemek lazım eldeki toplamın.

 “Taksi Şoförü”nün yapısını kullanan kara film izleğini, “Acı Aşk”ın tavrıyla bütünlüyor

Öyle ki ‘Yeşilçam dokusunu bozup yeniden inşa etmesi’ ile “Acı Aşk” (2009), politik taşlama tarafındaki fantastiğe yakın açılımıyla ise “Osmanlı Cumhuriyeti”nin (2008) bir bileşimi olduğunu söylenebilir daha iyi anlaşılması açısından. Zira burada temelde 1970’lerin Yeşilçam dönemine dair sıradan bir hikaye var. Ancak onun anlatılış şekli hiç de alışık olduğumuz gibi değil. Böyle olunca da seyirci filmi deneyimlerken kendisini tekin hissedeceği bir hikaye anlatısının içinde bulamıyor. Aksine sürekli rahatsız ediliyor.

 Aslında “Kağıt”, en kısa tanımıyla bir ‘neonoir’ (renkli kara film) örneği olarak ele alınabilir. Zira Scorsese’nin “Taksi Şoförü” (“Taxi Driver”, 1976) ile geniş kitlelere hitap etmeye başlayıp “Dövüş Kulübü” (“Fight Club”, 1999) ile farklı bir noktaya gelen o ‘masum bir insanın suç işlemek, sistemden intikam almak durumunda kalması’ meselesinin izini sürüyor özünde.

 Temeli 70’lere bağlanan politik damarı sağlam bir öykü

Ancak buna ulaşırken yaptıkları hiç de alışık olduğumuz gibi değil. Öncelikle filmin, hikayesi itibariyle kimin eline düşerse düşsün bir politik damara sahip olacağını ekleyelim. Bunu da sürekli 1 Mayıs şarkısı ile süslemesi bu duruşu daha da sağlamlaştırıyor Zira burada Çetin’in elindeki öykünün özünde ‘Devrimcilerle ilgili film çekmek isteyen genç yönetmenin, devlet memurundan izin alamaması ve bürokratik kuralları geçememesi sonrası yaşadığı maddi çöküş’ gibi bir konu var. Olayın 1970’lerde cereyan edip Türk sinemasının seks filmleri furyasının göbeğine denk gelmesi ve 12 Eylül 1980’i de içine alması, bir politik amaç yüklüyor bu duruma. Ancak Yeşilçam ve sosyolojik olaylarla yakın bağ kurmasına karşın Çetin’in esas amacı bürokrasi eleştirisi yapan bir politik damardan seslenmek.

 ‘Kağıt’ın göstermelik beyazının üzerine giden yenilikçi bir sinema dili

Bunun için ise karşımıza ne minimalist sinemaya uygun dingin açılardan kurulmuş, ne de Amerikan hikaye anlatma sinemasının mantığını karşılayarak açıkarşı tekniğini benimseyen bir yapı getiriyor. Aksine bu bürokrasinin özünde yatan ‘Kağıt insanoğlunun canını alıyor’ ya da ‘Kağıt kılıçtan keskindir’ gibi cümlelerin, yani somut bir şey canlıdan daha değerlidir deyişinin üzerine gitmek.

 Bu doğrultuda da ‘kağıt’, modern bir sinema dilinin objesine dönüşmüş oluyor Çetin’in elinde. Öyle ki ‘kağıt’ın rengi olan beyazın tonları üzerinden, ana karakterin ruh haline göre akan bir görsel yapıyla ilerliyor perdedeki yapıt. Bu da okumasını yaptığımızda bariz bir şekilde ‘bürokrasinin sardığı insan hayatı ve hapsettiği bireyler’ konulu yenilikçi bir sinema dili getiriyor karşımıza. Üstüne üstlük postmodern bir duruş sergileyip, hafif yabancılaştırıcı noktalara gitmesi de yönetmenin kariyerinden çok farklı bir noktadan seslendiğini anlatıyor bizlere.

 Aslında en kısa tanımıyla 2011 yılının Türk sinemasında garip bir kağıt estetiğinin başlangıcı anlamına geleceğini söylersek herhalde yeridir. Zira dünya sinemasında böylesi denemeler olsa da ülkemizde “Nokta” (2008) haricinde az gördüğümüz bir duruşla yüzleştiğimizden, son derece çarpıcı bir işe soyunuyor “Kağıt”.

 Yeşilçamın yapay dokusunu HD yoluyla günümüzde canlandırmak istemiş

Bunu yaparken bir başka amacı da bu siyah ile beyaz arasında giden dünyada 70’lerin Yeşilçam filmlerinin o yapay estetiğini 16 mm’nin eskimiş ve birazcık parçalanmış, üzerinde izler olan pelikülleriyle geri getirmek. Böylece ‘demode doku’yu taşlamak. HD’nin “Hayat Var”dan (2008) beri en işlevsel kullanımını sunan Çetin de bu noktada dünya sinemasına ayak uydurmuş oluyor.

 Bu ikisinin bir araya gelmesiyle birlikte ise adeta bir renk cümbüşü izliyoruz. Öyle ki Tarkovsky, Trier gibi yönetmenlerin eserlerinde gördüğümüz böylesi denemelerin bir yenisini sunuyor burada yönetmen. Hem de bütün o ‘izleyici karşıtı’ durma riskini alaraktan. Bu noktada da sinema tarihinde gördüğümüz farklı estetikler yaratma ve belli dönemlerin dokusunu canlandırma geleneklerinin her ikisini iç içe geçirerek ulusal bir yorum çıkartmış oluyor karşımıza. Yani asla basit olanı yapıp kopya çekmiyor.

 Aslında böylesi yapay bir doku kurarken, bir başka önemli amacı da gerçek anlamda Yeşilçam melodramlarının dramatik yapısını bozmak. Öyle ki burada bir de ona uygun akan aile dramı olsa da bütün karakterlerin savruk ve absürd halleri sayesinde, hikayeye o açıdan bir giriş yapma şansı tanınmıyor bize. Aksine o noktaya gelince seyirciyi görsel müdahale, kurgusal hamle ya da dışa dönük (external) bir oyuncu performansı bekliyor.

 Çoktan seçmeli görsel yapısı, akla dünya sinemasındaki ‘retro estetik’ denemelerini getiriyor

Arşiv görüntüleri, siyahbeyaz pelikül, monokroma (Tarkovsky’nin sinemaya soktuğu özel pelikül çeşidi) meyleden renkler, 16 mm dokusu derken, “Kağıt”ı izlerken karşımıza seyircinin görmek istediği 35 mm görüntülerin yani net, sorunsuz ve derinlikli dokunun çok uzağında bir şey çıkıyor. Bu da aslında Çetin’in sinema evreninde 70’lerin Yeşilçam’ını kağıdın hapsettiği bir şekilde canlandırma arzunu ortaya koyuyor.

  Bunun ise Coen Kardeşler’in kara filmlerinden (Özellikle “Orada Olmayan Adam” ve “Barton Fink”) “Dead Men Don’t Wear Plaid” (1982), “Cennetten de Uzakta” (“Far From Heaven”, 2002), “İyi Alman” (“The Good German”, 2006), “Brand Upon Your Brain” (2006), “Cehennem Çiçeği” (“The Black Dahlia”, 2006), “Killer Inside Me” (2010) gibi dünyadaki örneklerine uzanan çok geniş bir alanda uygulandığını biliyoruz. Öyle ki bu eserler yeri geldiğinde belli dönemlerde var olan farklı türleri o zamanın estetikleri ile karşımıza getirmeye çabalamışlardı. Üstüne üstlük hepsi de gerçek anlamda ayrı metodlar izlemişlerdi.

 Bazı eksiklerine rağmen bürokrasiye ve Yeşilçam’a eleştiri oklarını yöneltmeyi beceriyor

Aslında bu açıdan bakınca “Kağıt”ı evrensel anlamda oriJinnal olarak görmek mümkün değil. Ancak Ankara’ya trenle gidişleri Darren Aronofsky’nin filmlerinde gördüğümüz hiphop kurgusuyla halledebilen bir başka Türk yönetmenden de bahsetmek söz konusu olamaz. Lafın özü eldeki eser, renkli kara filmin hikaye yapısıyla ilerleyen, bol politik soslu, zaman zaman saldırgan ve en önemlisi de Yeşilçam’ın yapaylığını görsel olarak bünyesinde bulunduran bir yapıta dönüşüyor.

 Bu noktaya doğru kayarken melodramdan kara filme transfer olması bir yana, bazı yerlerde fazla didaktik durmasını saymazsak, eleştiri oklarını bürokrasiye hakkıyla yönlendirebildiğini de söyleyebiliriz. Sadece birazcık ‘kişisel hayat hikayesi’ kokması ve sondaki ‘öncesindeki kurbanlar’ bakışının seyircinin kalbini hedeflemesiyle bu amacından şaşıyor. Genel anlamda ise Türk sineması için şart bir proje bu. Çetin’in ise bundan sonra bu yolda ilerlemesi en büyük dileğimiz.

 Türk sineması için gerçek ve uluslararası bir başarı

Öyle ki böylesi denemeler Brian De Palma, Lars Von Trier, Coen Kardeşler, Steven Soderbergh gibi ustalaşmış isimlerde görülebiliyor dünya sinemasında. Türkiye’den de niye bir yönetmen bu bakış açısını daha da ileri götürmesin? Reha Erdem, Derviş Zaim ve Onur Ünlü’nün yaptıklarının üzerine koymasın?

 Bunun olabileceğini filmin genel yapısındaki detaylı çalışmayla da gözlemlemek mümkün. Öyle ki açılış sahnesinde kağıtların arasında sıkışmış “Koleksiyoncu”vari (“The Collector”, 1965) bir suçlu tiplemesi tasvir etmesinden hikayenin aralarına sokulan ‘kağıt yüzünü kesti’ ara planlarına, beyazın en bürokratik anlarda daha baskın hale gelmesinden ‘reddedildi’yi temsil eden ‘kırmızı’nın ana karakterin kıyafetlerinde karşımıza çıkmasına kadar sayısız yönetmenlik numarası ve her türlü evrensel öğe var burada. Anlayacağınız üzerinde tepeden tırnağa düşünülmüş bir dokuyla çıkageliyor “Kağıt” ve bunun altını da dolduruyor. Çetin’in filmi hakkında kısaca Türk sineması için gerçek ve uluslararası bir başarı diyebiliriz. (Kerem Akça, haberturk.com internet sitesinde yayımlanmıştır.)


FİLMİ İZLE 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder