Powered By Blogger

14 Nisan 2018 Cumartesi

DİLÂ HANIM (1977)


Yönetmen: Orhan Aksoy
Senaryo: Sefa Önal (Necati Cumalı'nın "Makedonya 1900" adlı öyküsünden)
Görüntü Yönetmeni:Kaya Ererez
Yapım: Akün Film / İrfan Üna

Kurgu İsmail kalkan, Yönetmen yardımcıları Şahin Gök ve Jan Brindizi, Müzik: Cahit Berkay, Neg. Kurgu: Mahmut Eskici, Laborantlar: Mahmut Doğan, Kamil Kutay, İsmet Tomaçgil, Hayrettin Çakmak, Renk Düz. Ast.: Hasan Örnek, İşık Şefi: Erol Batıbeki, Koray Hersek, Ses Kayıt: Necip Sarıcıoğlu ve Erkan Esenboğa, Set Ekibi: Şeref Yılmaz, Necmettin Çobanoğlu, Mansur Kırık ve İlyas Kürtün

Oyuncular: Türkan Şoray (Dila Hanım), Kadir İnanır (Karadağlı Rıza), Erol Taş (Kara Haydar), Kadir Savun (Rıza Beyin kâhyası), Hüseyin Peyda (Kocabey), Zerrin Egeliler (konuk oyuncu), Tarık Şimşek (Kâhya Ferhat), Meri Erman, Zeki Tüney (Kara Haydar’ın adamı), Hakkı Kıvanç (Dilâs hanımın adamı), Nevin Nuray (konuk oyuncu), Ferdi Akarnur (resepsiyonist), Ahmet Üstel, Nubar Terziyan (değirmenci Osman), Ekrem Dümer (Doktor), İsmail Hakkı Şen (Komutan), Yüksel Gözen (lokantacı), Oktar Durukan (İlyas), Osman Han, Ata Saka (Dilâ hanımın adamı), İbrahim Uğurlu, Tevfik Şen (Rıza Beyin adamı), Ahmet Karaca (Dilâ hanımın adamı), Cevdet Arıkan (Rıza beyin adamı), Er-han Dilligil (Rıza beyin arkadaşı), Yadi-gâr Dağdeviren (Kara Haydar’ın adamı), Abdi Akgül, İbrahim Kurt, Orhan Çoban (garson), İbrahim Uğurlu

Konu: Necati Cumalı'nın Sait Faik Ödülü kazanan Makedonya 1900 kitabında-ki bir öyküden Safa Ünal'ın senaryosuyla sinemaya aktarılan film, aşka dönüşen bir kan davası serüveni sunuyor.

Filmin başında cinayeti görmeyiz ama Karadağlı Rıza Bey, arazi anlaşmazlığı nedeniyle Barazoğlu İbrahim Bey'i vurmuş, suçu iki adamı üstlenmiş, Barazoğlu'nun karısı Dila Hanım intikam yemini etmiştir. İşi halletmesi için önce idamlık olduğu için dağa çıkmış,beşikteki bebeğe bile acımayan gaddar katil Kara Haydar'ı kiralar. Rıza Bey pusudan yaralı kurtulur. Bunun üzerine silahı eline alan Dila Hanım, yaralıyken bulduğu Rıza Bey'i tanımadığı için tedavi etmek üzere kendi konağına götürür. Durumun farkına varan genç adam, kimliğini gizler, kendisini değirmenci Yakup olarak tanıtır. İki düşman arasında yavaş yavaş sevgi bağı kurulur, birlikte değirmende çalışırlar. İkisi arasında şu tür konuşmalar geçer: "Öldürmen şart mı Rıza Beyi? / O öç yaşatıyor beni / Neden? / Can alanda can konur mu? / Ölen geri mi gele-cek? / Kocam yattığı yerde kabir azabı çekmeyecek, benim yere düşmüş al-nım yükselecek."

Değirmende bir gece yalnız kaldıklarında kendisiyle birlikte olmak isteyen Yakup'u reddetmesi ve adamın ısrar etmeyip uzaklaşması üzerine Türkan Şoray'm yalnızca "Sağol!" demesi, sinema tarihimizdeki en samimi teşekkür sahnelerinden biridir. Bunun gibi intikam peşindeyken Rıza Bey'in konağına gelen Dila Hanm'n atıyla birlikte camdan içeri dalışı da değme western filmlerine taş çıkartacak niteliktedir. Ama "Dila Hanım"ı bu denli sevilen kılan, sanırız ki tüm bir final sahnesidir. Orhan Aksoy, oldukça güzel, etkili biçimde kotardığı finalde Rıza Bey'e "Çal!" dedirtir ve düşman aşıkları enfes bir dansla baş başa bırakır. Gelenekler devreye girer, her ikisinin de adamları elleri bellerinde yavaş yavaş dans edenlere yaklaşır ve mutsuz sonla kucaklaşırız.
Atilla Dorsay'a göre özenle çekilmiş, temiz, göz doldurucu bir yapımdır "Dila Hanım". Usta eleştirmen şöyle der Sinemamızın Umut Yılları kitabında: "Görsel açıdan ve sinema dili açısından aksayan hemen hiçbir yanı yok. Orhan Aksoy yine sevdiği türden bir kara sevda öyküsünü, seven ve sevdikleri için ıstırap çeken, sevgilerini her zaman bir ikilemin karşısında feda edip etmemek durumunda kalan insanların öyküsünü, prodüksiyonun kendisine verdiği olanaklarla, bildiği, sevdiği gibi, özenle, benimseyerek anlatıyor." (TA.)

► ""Dila Hanım", özenle çekilmiş, temiz, göz doldurucu bir yapım. Görsel açıdan ve sinema dili açısından aksayan hemen hiçbir yanı yok. Orhan Aksoy, yine sevdiği türden bir "kara sevda" öyküsünü, seven ve sevdikleri için ıstırap çeken, sevgilerini her zaman bir ikilemin karşısına feda edip etmemek durumunda kalan insanların öyküsünü, prodüksiyo-nun kendisine verdiği olanaklara bildiği, sevdiği gibi, özenle, benimseyerek anlatıyor.

Ancak, diğer yandan da filmin sinema-mızdaki tüm kalıpları nasıl bir kez daha yinelediğini görmemek olanaksız. Kay-nak ve köken ne olursa olsun, ister Necati Cumalı'nın veya başka bir Türk yazarının eseri, ister yabancı bir filmin kopyalanması, isterse Safa Önal veya Bülent Oran'ın özgün bir senaryo çalışması olsun, Türk sineması yine belli kalıpların, klişelerin içinde dönenip duruyor. Türkan Şoray/Kadir İnanır ikilisini bir arada görür-seniz konuyu bile hemen çıkarabilirsiniz Şoray, kuşkusuz yine mağrur, kendinden emin kadını oynayacak, Kadir'e istemeden aşık olacak: sonunda ise boyun eğecektir. Kadir İnanır ise yine gururlu, kendini beğenmiş erkek olacak. kasım kasım kasılacak, ama o da kalbini teslim etmekte gecikmeyecektir.
"Dila Hanım" bir kez daha, aşkları ve görevleri gururları arasında duraksayan kişilerin, fotoroman edebiyatının bu bitip tükenmez hazinesinin kalıntılarını getiriyor karşımıza... 1900'ların Makedonya'sından günümüz Ürgüp 'yöresine nakledilen öykü, bilinen dekorların (Sait Halim Paşa yalısı, Ürgüp yöresindeki Kaya Oteli, ve aynı yörenin peri bacaları) önünde, sinemamıza özgü bunalımlar yaşayıp sinemamıza özgü büyük laflar eden kişileri bir kez daha karşımıza getiriyor.

Kaya Ererez'in bol zoom'lu çalışmasının, Cahit Berkay'ın gösterişli müziğinin de etkisiyle, her şeyin abartılı boyutlarda barok bir sinema duygusuyla verildiği foto-roman aşkıyla İtalyan westerni kırması bir film geliyor karşımıza. Bu açıdan Türk sineması cephesinde yeni bir şey yok...

Bir de final var... Asıl öykünün finalini bilmiyorum, ama filmde belli ki aranmış, düşünülmüş, etkili olması istenmiş bir final var. Güzel bir final aslında; öyle ki, son ayların filmlerini de düşünerek, "sinemamız bir final sineması olmak yolunda diyebilirsiniz. Ne var ki asıl güzel final, insanca, adamca olan asıl final, yine kim bilir kimi (seyirciyi) memnun. etmek isteyen bir görüşün işe karışmasıyla kana bulanıveriyor, filmin yere yıkılan kahramanlarıyla birlikte gerçek-ten güzel ve insancıl bir final yapmak, seyirciye çağdaş bir bildiri sunmak fırsatı da yere yıkılıveriyor ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 186 ”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder