Powered By Blogger

4 Kasım 2022 Cuma

 

MAVİ SÜRGÜN (1992)


Yönetmen: Erden Kral, Senaryo: Erden Kral, Kenan Ormanlar, Elie Schellerer, Eser: Halikarnas Balıkçısı, (Cevat Şakir Kabaağaçlı) Görüntü Yönetmeni: Kenan Ormanlar, Müzik: Timur Selçuk, Yapım: Kentel Film/Erden Kral, Kenan Ormanlar Türk – Alman – Yunan Ortak yapımı Yönetmen Yardımcısı: Güliz Kucur, Steadycam Operatörü: Ercan Yılmaz, (Eurimages, TRT ve Kültür Bakanlığının katkılarıyla).

Oyuncular: Can Togay, Özay Fecht, Ayşe Romey, Hanna Schygulla, Tattian Papamaoushou, Halil Ergün, Ali Sürmeli, Menderes Samancılar, Kürşat Alnıaçık, Mevlüt Demiryay, Can Kolukısa, Altan Erkekli, Cezmi Baskın, Meltem Savcı, Sabriye Kara, Mehmet Çepiç, İlhan Kilimci, Levent Ülgen, Suavi Eren, Fatih Özses, Ali Düşenkalkar, Ali Çakalgöz


Konu
: Yıl 1925. Cevat Şakir'in Resimli Ay dergisinde, asker kaçaklarının soruşturma yapılmadan idama mahkum edilmelerine karşı çıkan bir yazısı yayınlanır. Cevat Şakir ve derginin yazı işleri müdürü Zekeriya Sertel tutuklanıp Ankara istiklal Mahkemesi'nde yargılanırlar. Cezaları üç yıllık sürgündür. Cevat Şakir, Bodrum'a, Zekeriya Sertel ise Sinop'a gönderilir. Ankara'dan Bodrum'a tutuklu olarak bir buçuk ayda giden yazar, bu tren yolculuğu boyunca ilginç olaylar yaşar. Ve geçmişiyle de hesaplaşan Cevat Şakir, trende ona annesini hatırlatan bir kadınla, gezginci bir tiyatro topluluğunun baş oyuncusu Marie'yle tanışır. Daha sonra Bodrum'da tanıdığı köylü kızı Hatice'yle evlenir. Sürgün yaşamı büyük bir mutlulukla sürüp gider.

ÖDÜL:

30. Antalya Altın Portakal Film FestivaIi'nde (1993)
     ► "En İyi Film" ve "En iyi Yönetmen"

(Jüri Üyeleri: Orhan Aksoy, Tunç Başaran, Hülya Koçyiğit, Engin Cezzar, Atilla Dorsay, Nedim Otyam, Müfit Kayacan, Prof.Dr. Oğuz Onaran, Doç.Dr. Naci Güçhan

6. Uluslararası Ankara Film Festivali'nde (1994)

► Can Tolgay "En İyi Erkek Oyuncu",

►Timur Selçuk "En İyi Özgün Müzik"

► Kenan Ormanlar "En İyi Görüntü Yönetmeni

13. Uluslararası Istanbul Film Festivali'nde (1994)

► Mavi Sürgün "AItınLale Ödülü",

 

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1994)

► "En Iyi Film", "En İyi Yönetmen",

►Can Tolgay "En İyi Erkek Oyuncu"

► Özay Fecht "En İyi Kadın Oyuncu",

►Kenan Ormanlar "En İyi Görüntü Yönetmeni

► Timur Selçuk "En İyi Özgün Müzik"

 (Jüri Üyeleri:  Atilla Dorsay, Agah Özgüç, Sungu Çapan, Turan Aksoy, Sevin Okyay. Ali Ulvi Uyanık, Kamil Suveren, Coşkun Çokyiğit, Hayri Caner, Sadi Çiiingir, Saim Yavuz, Mehmet Açar, Tunca Arslan, Necati Sönmez, Uğur Vardan. Murat Özer, Gülenay Börekçi, Hülya Arslanbay, Uygar Şirin, Rekin Teksoy, Cumhur Canbazoğlu)

8. Adana Film Festivali'nde (1994)

► Mavi Sürgün "En İyi 3. Film"

►Yüreğir Belediyesi Özel Ödülü.

►Timur Selçu "En İyi Özgün Müzik Ödülü",

Kültür Bakanlığı (1994)

►"Sinema Başaarı Ödüıü",

Çasod (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği) seçiminde (1994)

►Can Togay "En İyi Erkek Oyuncu".

& Sarı Tebessüm fırtınasının hemen ardından Erden Kral'ın son filmi Mavi Sürgün'ü özel bir gösterimde izleme olanağı bulduk. Mavi Sürgün de Sarı Tebessüm gibi "devlet" güdümlü filmlerden biri. Dahası filme TRT bile ortak. Yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın namı diğer Halikarnas Balıkçısı'nın yaşamından bir kesiti perdeye getiren Mavi Sürgün'ün en önemli özelliği 20 küsur milyarı aştığı söylenen bütçesi. Ancak, gelin görün ki, filme "20 milyarlık film" demek mümkün değil. Bir dönem filmi olması açısından belki "ekstra" masrafları olabilir ama yine de filmin bütünü ele alındığında "20 milyarın biraz "şişirilmiş" bir rakam olduğu "açık" ve "net" bir şekilde belli oluyor.

Kullanılan negatif filmin miktarı, yapılan "sesli" çekimlerin masrafı, yurt dışındaki "laboratuar" hizmetleri de göz önüne alınsa yine de 20 milyara ulaşmak biraz güç gibi görünüyor. Şimdi bazı çevreler Antalya'da ödül kazanan bu film hakkında böyle yazıyoruz diye bize cephe alabilirler ama "görünen köyün kılavuz istemediği" de bir gerçek.


Bu noktada hemen bir kıyaslama yapmakta fayda var. Sinan Çetin geçen yıl tamamını Almanya'da "sesli" olarak çektiği ve "yüzlerce" kutu negatif film harcadığı Berlin in Berlin'i yaklaşık 5 milyar liraya "mal" ederken, Ziya Öztan TRT adına iki yıldır uğraştığı Kemal'in Askerleri/Kurtuluş adlı diziyi, şehir ve kasaba dekorları kurarak, teknik işlemlerini yurt dışında yaparak 35 milyara "mal" ederken, Mavi Sürgün'ün nasıl oluyor da 20 küsur milyarlık bir film olduğu "bağıra, bağıra" söyleniyor? Bilemiyoruz.

Ama yapımcılar para olmadığından Kültür Bakanlığı, Euroimages ve TRT gibi kurumlar işe ortak edilerek maliyetin % 20'si garanti altına alınmış. Tabii söz konusu bu kurumlara verilen rapora göre filmin maliyeti 20 küsur milyar. Bu paranın büyük kısmının da döviz olduğunu düşünürseniz, buyurun % 20'sini siz hesap edin!..

Hepsi bu kadar da değil. Bir de filmin anlatım "sorunu" var. Hikaye Halikarnas Balıkçısı'nın yayınlanan bir yazısından dolayı Bodrum'a sürgün edilmesini konu ediniyor. Ana tema bu. Ama Bodrum filmde pek yok. Daha doğrusu film bir tür "yol" filmi. Cevat Şakir, Bodrum'a geliyor, film bitiyor. Filmin tamamı neredeyse TRT'nin sağladığı "kara tren"de geçiyor. Eee dedik ya TRT filme ortak.

Bütün dünya Cevat Şakir'i "Halikarnas Balıkçısı" olarak tanırken filmde bu lakabın nereden geldiği, kim tarafından verildiği ve ne zaman verildiği hakkında hiçbir bilgi yok. Ama en acısı Bodrum yok, Bodrum'daki Halikarnas Balıkçısı yok. Sadece Cevat Şakir var. Bir de "kartpostal" güzelliğinde görüntüler. Oysa hepsi birden olsaydı, daha iyi olmaz mıydı ? Şüphesiz, ama o zaman bu filmin maliyeti gerçekten "20 küsur milyar''ı bulurdu!.. (Nejat Çelik “Antrakt Sinema Dergisi” Haziran 1993 )


& Erden Kıral'ın temaları ve anlatım özellikleri açısından artık sinemamızın sayılı auteur'leri arasında olduğuna kuşku yok. Kıral, Halikarnas Balıkçısı'nın Mavi Sürgün adlı öz yaşamsal romanında, kendi temalarını bulmuş sanki: Fiziksel bir yer değiştirmeyle koşut bir iç yolculuk, yabancı ve aykırı bir çevrede kimlik arayışı, ilkel davranışlar ardında belki de asıl "uygarlık" olan bir yaşam biçimi ...


Osmanlı'nın son yıllarında tam bir aristokrat olarak yetişen, yüzyılın en büyük dönüşümlerinden biri önünde kendi kişisel öyküsünü ya şayan, annesine aşırı tutkusu ile babasına inanılmaz nefreti arasında bölünmüş ve sonunda "baba katili" olmaya dek gitmiş bir sorunlu kişilik Cevat Şakir... "Cumhuriyet düşmanı" bulunan bir yazısından sonra yargılanıp sürgüne mahkum edilmiş ve nazlı bir gül gibi yetiştiği İstanbul ortamından kopartılıp kendi halinde bir Ege kıyı kasabasına gönderilmiş.. Orada doğasıyla, insanıyla, arkeolojisiyle, tarihiyle gerçek Ege'yi keşfetmiş. Kendisini doğaya ve denize adamış sade insan yaşamlarının özünü kavramış ... Ve bu daha basit, daha yalın, daha "ilkel" olanı benimseyerek kendini aşmayı, kendini yüceltmeyi, "süblimasyon"a ([1])  erişmeyi denemiş ...

Film, Cevat Şakir'in bir zamanlar girdiği bir tarikattaki "çile"sinden bir görüntüyle açılıyor. Ve benzer bir görüntüyle kapanıyor. Balıkçı, öykünün sonunda artık "çile"nin sonuna gelmiş, kişiliğini değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Aradaki tüm olup bitenler ise, bunun öyküsüdür.

Erden Kıral, bu öyküyü bir ölçüde serbest biçimde uyarlarken, en uygun sinemasal karşılıklarla görselleştirmeyi başarıyor. İstiklal mahkemelerinin ortalığa saldığı korku, yıllardır süren savaşlardan yorgun, bezgin bir halk, radikal değişimlerin kaçınılmaz sancıları... Tüm bunlar, ekonomik, ama özlü sahnelerle ustaca veriliyor. Odak noktasında, öğrenmeye açık meraklı kişiliğiyle genç Cevat Şakir duruyor. Itır çiçeğinin özelliklerini öğrenirken, jandarmaların gerçek halk çocuğu yüzlerini keşfederken veya trendeki kumpanyanın geçkin Levanten oyuncusunda, annesine onca benzemesine karşın (belki de onca benzediği için) geçici bir sevdanın lezzetini bulurken, onu da gerçek ve ilginç kişiliğiyle tanıyoruz.

Ancak ikinci yarıda işler biraz bozuluyor. Çünkü bu bölümde, Türk toplumunun çağdaş nostaljilerinden birini oluşturan Bodrum söz konusudur. Cevat Şakir, kendi kendisini Ege uygarlıklarının iz sürücüsü ve bu uygarlıkların devam çizgisinin amansız avcısı Halikarnas Balıkçısı'na dönüştürürken, sürgün yeri Halikarnas'ı da Türk aydınının Ege uygarlıklarını ve Ege usulü yaşamı keşfedeceği "tatil kenti" Bodrum'a dönüştürecektir. Ve Türk aydını, bu filmde, elbette ki bu serüvenin en azından temellerinin atılmasını görmek isteyecektir.

İşte filmde bu dönüşüm yok... Veya çok çabuk geçiştiriliyor. Balıkçı'nın Bodrum'la ve oranın insanıyla tüm ilişkisi, neredeyse yalnızca Emine ve Hatice'yle ilişkilerine indirgeniyor: Balıkçı, "veresiye Emine"yi, tüm düşkünlüğü içinde insan olarak kabul ediyor, ona yardım etmeye çalışıyor. Hatice'yi, bu temiz, saf ve güzel köylü kızını ise eş olarak seçiyor. Bu ilişkiler, incelikle, oya gibi verilmiş. Ama seyircide Bodrum'un oluşumuna değin merakı tam olarak doyurmuyor. Yine de, sonuç olarak Mavi Sürgün, Türk siinemasının son yıllardaki en başarılı filmlerinden biri... Erden Kıral'ın görüntülere egemenliği, psikolojik bir filmle bir "dönem filmi"ni, bir tür "destan" tarzını belli bir bireşime ulaştırmadaki başarısı açık. Orhan Oğuz'un görüntüleri ve Timur Selçuk'un, yer yer Vivaldi esintileri taşısa da, kendi başına bir müzik olayı sayılması gereken ve filme müthiş katkıda bulunan çalışması, son derece usta işi. Ve de, kuşkusuz, oyuncular. Tüm roller, küçüğünden büyüğüne çok iyi seçilmiş, oynanmış ve yönetilmiş. Ama özellikle Can Togay'ın görkemli Cevat Şakir kompozisyonundan, Almanya'da yaşayan Türk oyuncular Ozay Fecht ve Ayşe Romey'in oyunlarından söz etmek gerekir.

Türk sinemasının günümüzde hangi düzeye ulaştığını, artık "hangi kulvarda yarıştığını" merak edenler, Mavi Sürgün'ü mutlaka görmeli. “tilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 115”

& Ustası Yılmaz Güney'in ve döneme damgasını vuran toplumcu gerçekçi sinemanın etkisinde çektiği ilk filmlerinden bu yana, bağımsızlığını korumaya özen göstermiş, yalnızca inandığı, kişisel bağlar kurduğu hikayeleri anlatmayı seçmiş bir sinemacı Erden Kıral. "Kanal" (1978) ve "Bereketli Topraklar Üzerinde" (1979) gibi, kırsal kesim insanlarının hikayelerine odaklanan filmler çektiği kariyerinin ilk döneminden, daha felsefi, daha kavramsal ve daha içe dönük bir sinemaya yöneldiği ikinci dönemine dek bütün filmlerinde en gerçekçi, en basit, en sade ve en estetik anlatırma ulaşmaya çalıştığını açıkça görüyoruz. 1993'de çektiği "Mavi Sürgün" ise, yönetmenin üslup arayışlarına, iç hesaplaşmaların, felsefi tartışmaların ağırlık kazandığı filmlerle devam ettiği ikinci dönemine ait. 1982'de çektiği "Hakkari'de Bir Mevsim"den sonra yönetmen, 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı malum koşullar nedeniyle iki filmi yasaklanmıştı. Türkiye' den ayrılmak zorunda kalmış ve bir tür sürgün hayatı yaşamıştı. Bu filminde de hepimizin çok iyi tanıdığı ünlü bir sürgünün hikayesini anlatıyor: Resimli Hafta dergisinde yayımlanan bir yazısı sebebiyle İstiklal Mahkemesi'nde yargılanarak Bodrum'a sürgüne gönderilen Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın hikayesi. Cevat Şakir'in kendi yaşam öyküsünü kaleme aldığı "Mavi Sürgün" romanını temel alan film, yazarın İstanbul'dan Bodrum'a uzanan yolculuğuna koşut ilerleyen trajik bir iç yolculuğun hikayesi. Romanı okuyanlar ya da Cevat Şakir'in yaşamına bir şekilde aşina olanlar için içine girmesi daha kolay bir film olduğunu söylemek lazım.

Cevat Bey, köklü bir aileden gelen, iyi eğitim görmüş genç bir yazardır. Kurtuluş Savaşı'nın devam ettiği günlerde, idam edilen asker kaçaklarından biriyle ilgili yazısı nedeniyle İstiklal Mahkemesi'nde yargılanarak Bodrum' da kalebenliğe mahkum edilir ve sürgün yerine varmak üzere yola çıkar. Sisler ardından çıkagelen anıların, düşlerin, kabusların ve gerçeğin iç içe geçtiği bu uzun yolculuk sırasında Cevat Bey'in kişiliğine ve geçmişine dair önemli ipuçları edinir ve hissettiği ağır suçluluk duygusunun asıl sebebini öğreniriz. Genç adam, karısıyla ilişkisi olduğunu öğrendiği babasını kendi elleriyle vurmuştur. Film boyunca ağzından tek söz çıkmayan ancak donuk, otoriter bakışlarından bu büyük trajediyi yaratan sürecin başlıca sorumlusu olduğunu hissettiğimiz baba, oğlunun tabancasından çıkan kurşunla ölmüştür. Oğulsa, ömür boyu bu suçun ağırlığını taşıyarak yaşamaya mahkum olmuş ve kendini yaşamdan sürgün etmiştir adeta. Yeniden hayata tutunabilmesi, ruhunu bu sürgünden kurtarabilmesiyle mümkündür ancak Hiç yaşanmamış olmasını dilediği geçmişini geride bırakmak ve hayatla yeni bir ilişki kurmak için bir fırsat olarak değerlendirdiği Bodrum sürgünü, ceza olmaktan çıkar ve nihayet ruhunu huzura kavuşturmanın yolunu bulmasını sağlayan bir ödüle dönüşür.

Erden Kıral, Cevat Şakir gibi eğitimli, hümanist, ince ruhlu bir adamın böyle bir cinayet işlemiş olmasını ve bu korkunç suçun böyle bir insanın ruhunda yarattığı çelişkiyi çok ilgi çekici bulduğu için çekmiş filmi. Buna karşılık film, Cevat Şakir gibi bir adamın nasıl olup da babasını öldürmüş olabileceğine dair çok tatmin edici bir açıklama getirmiyor açıkçası. Ancak bu genç adamın yaşadığı suçluluk duygusunu ve ruhunu yeniden ışığa ve özgürlüğe kavuşturabilmek için verdiği olağanüstü mücadeleyi etkileyici bir dille anlatıyor. Cinayeti işleyen o olmasına rağmen Cevat Şakir'i cellattan ziyade, onu bu noktaya getiren olayların ve kişilerin şekillendirdiği bir kaderin kurbanı olarak sunan film bu tezinde gayet ikna edici. (Senem Erdine İşmen) “SİYAD 40 Yılın Serüveni”



[1]  Bir maddenin katı fazdan sıvı faza geçmeden doğrudan gaz fazına geçmesine süblimleşme (süblimasyon) denir!


FİLMİ İZLE



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder