Powered By Blogger

2 Kasım 2022 Çarşamba

 

SOĞUKTU VE YAĞMUR ÇİSELİYORDU (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Engin Ayça Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Müzik: Melih Kibar Yapım: Erka Film/Erhan Erzurumlu, Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Şarkılar: Semra İnanç, Ekrem Bora, Söz Yazarı: Gülsen Tuncer, (Fono Film Laboratuarında hazırlnmıştır).

Oyuncular: Türkân Şoray, Ekrem Bora, Gülsen Tuncer, Alev Koral, Tunca Yönder, Bülent Ufuk, Yılmaz Uyar, Erol Özkök, Sevim Çalışgir, Nejat Çetinok, Şahine Hatipoğlu, Yılmaz Uğur, Mehmet Atak, Murat Ersan, Ayten Uncuoğlu, Lâle Ulutepe, Selim İleri, Hami Çağdaş, A. Metin Yönder,

Konu: Cemal Bey da sevgisini her geçen gün' büyütür de karşısındakine söyleyemez. Bir musiki grubunun assolisti Leyla, yıllardır kendisini gizliden seven Cemal Bey'in ölümünden sonra onun bu sırrını öğrenir. Leyla ölümle birlikte Cemal Bey'in tarihe, sanata, topluma karşı duyarlı zengin dünyası ve derin aşkıyla tanışır. O andan itibaren geçmişe dönerek Cemal Bey'le yaşadıklarını düşünmeye başlar. Cemal Bey'le onun düşüncelerini bilmeden geçirdiği günlerin acısını hisseder. Cemal bey zamanın onlar için artık çok geç olduğunu düşündüğü için aşkını açıklayamamıştır. Cemal Bey'in zengin kişiliğini tek anlayan ise ölümden sonra onu anlamaya çalışan Leyla olmuştur, Sonuçta açıklanmayan sevgi önce Cemal Bey'i sonra Leyla hanımı derinden yaralamıştır. “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”

& Türk sinemasının salon sorunu tüm ciddiyetiyle sürüyor. En ünlü yıldızların oynadığı en iddialı kimi filmler bile salon bulamıyor. Ve yapımcının bekleme direnci azaldığı ölçüde, video piyasasında çıkış artıyor. Bez Bebek'in yönetmeni Engin Ayça'nın yeni filmi için de öyle oldu. Ve Türkan Şoray'ın bu son filmi, sinema bulamadığından videoya verildi. Kaseti şu günlerde videoculara dağıtılan bu filmi, daha önce özel bir gösteride izlemiş olduğumuzdan eleştirisini veriyoruz. Bu durumda, eleştiri mekanizmasının ve çabasının da kendisine yeni yollar araması gerekiyor sanıyorum.

Engin Ayça, o belki de "Yeşilçam romantizmi" denebilecek şeye hep ilgiyle, yakınlıkla baka gelmiştir. Türk sinemasının bir dönemde geniş seyirci kitleleriyle kura geldiği ilişki, filmlerimizin sanatın genelde önemsenmediği, giderek dışlandığı bir toplumda seyirciye ulaşmaaki benzersiz başarıları, birçok kişi için olduğu gibi, yazar/yönetmen Engin Ayça için de üzerinde durulması araştırılması, incelenmesi gereken bir olgudur. Ve Bez Bebek'ten sonraki ikinci filmi Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu'da yönetmen, o eski duyarlılıklara sanki bir selam yollamakta ve sanki bilinçli bir melodram, hüzünle örülmüş bir "imkansız aşk" öyküsü anlatmaktadır bize ..Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu ya da diğer adıyla Udi, Leyla adlı ünlü bir "ses yıldızı"nın öyküsüdür. Bu ünlü gazino sanatçısı, tanınmış "assolist", şimdilerde TV aracılığıyla da ülke çapında yaygınlaşan ünü içinde aslında yalnız, mutsuz bir insandır. Hep ve sürekli "neşeli bebek" maskesiyle dolaşan, apaçık bir boyutsuzluğu, yüzeyselliği sanki doğal davranışlarının kaçınılmaz bir gereği gibi benimsemiş, varlıklı bir erkekle "birlikte olan" (ama evlilik ve çolukçocuk yoktur ortalarda)... Ve sonra birden bir gün Leyla'nın yıllardır baş müzisyeni, "udisi" olan Cemal Bey'in ölüm haberi gelir.

O Cemal Bey ki gazinodan turnelerdeki sefil otel odalarına, Leyla'nın hep yanı başında olmuştur: pek önemsenmeden, ciddiye alınmadan, yerliyersiz şakalarla diyalog kurulmaya çalışılan, varlığı sadık bir gölgeden ileri geçmemiş... O Cemal Bey'dir ki hem "alaturka musikimiz hakkındaki fikirleri, hem de eski İstanbul’dan antika eşya üzerine görüşleri, tam bir alçakgönüllülük duvarının bile saklayamadığı bir değer ve bilgi hazinesinden süzülüp gelmiştir… Leyla, geç de olsa birden ona ilgi duyacak, onun kişiliğiyle, çevresiyle, meraklarıyla daha yakından tanışmaya çalışacaktır ...

Udi, bizim sinemamızda pek görülmemiş bir tür "yaşanmamış aşk" öyküsünü, kahramanları illa da genç ve güzel kişiler olmayan bir tür yaşanmamış aşk serüvenini anlatıyor. Engin Ayça, eski Yeşilçam'dan, yalnız ondan mı, alaturkadan, geçmiş müzik, kültür ve yaşamımızdan izler taşıyan, sanki bize özgü tüm duyarlılıkların bir bileşkesini oluşturan bu filmde, eski Yeşilçam'a yolladığı selamı, öte yandan bilinçli bir sinemayla, sağlam bir görsellik tabanına oturtuyor. Filmin hızlı kurgu, gereksiz kamera hareketleri, "zoom" vb. numaralardan tümüyle arındırılmış, uzun planlara ve plan sekanslara dayalı olgun bir sinema dili var. Çekimleri uzattığı, oyuncuları yorduğu kesin olan bu yöntem, fimin birçok bölümüne açık bir "devamlılık" ve yaşanmışlık/yaşanırlık duygusu katıyor. Ayça'nın filmle ilgili belki temel kusuru, sinemamızın hep ele alır gibi gözüküp aslında hiç ele alamadığı "gazino" olayına, bir "assolist"in sahneye çıkışıyla birlikte yaşanan toplu histeriye benzer olaya, o garip ve alışılmadık sanatçı/seyirci ilişkisine değinme fırsatını elden kaçırmış olması. Ancak tümüyle hüzünle örülü bu içedönük film, bu tür bir amacın ötesinde, sağlam sineması ve incelikli yapısıyla gönüllerimize seslenen bir semai, bir hüzzam peşrev, bir eski İstanbul sokağı, bir eski ve güzel biblo gibi geliyor karşımıza... Ve kim bilir, belki de kimi "genç" yazar veya seyircinin "uyuşukluk" diye niteleyebileceği bir duygusallığı, özellikle bizim gibi, yönetmenin anlattıklarını yaşamış ve paylaşmış olanlarca izlenmesi gerekli bir deneyim haline getiriyor.

Filmin görüntü çalışmasını, müziğini ve başta Türkan Şoray, Gülsen Tuncer ve perdeye bu "olgun" dönüşü gerçek bir kazanç olan Ekrem Bora olmak üzere tüm oyuncu kadrosunu da bu ilginç filme olan katkıları nedeniyle övmek gerekir. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 136”


FİLMİ İZLE 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder