Powered By Blogger

18 Ekim 2024 Cuma

GÖZÜMÜN NURU (2013)

 

 Senaryo ve Yönetmen Melik Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş Kurgu Ali Aga

Oyuncular: Melik Saraçoğlu (Melik), Bilgin Saraçoğlu (Anne), İsmail Saraçoğlu (Baba), Öykü Altuntaş (Öykü), Orhan Saraçoğlu (Büyükbaba), Hakkı Kurtuluş ( Hakkı), Ahmet Saraçoğlu ( Erkek Kardeş),

Konu: Lyon ve Viyana üniversitelerinde aldığı sinema eğitiminin ardından arkadaşı Hakkı Kurtuluş ile sinema dünyasına atılan Melik Saraçoğlu, Bergmanya’ya Yolculuk’un ardından bu sefer sıra dışı bir konu ve çekim planlarına sahip filmi ‘Gözümün Nuru’ ile seyirci karşısına çıktı. Genç yönetmen, Hakkı Kurtuluş ile birlikte yazıp yönettiği sinema filminde, çocukluğundan itibaren başlayan ve ailesinde de genetik bir hastalık olarak göze çarpan ‘retina dekolmanı’ hastalığını ve tedavi günlerini komik bir dille anlattı.

Üniversite yıllarında ardı ardına geçirdiği iki retina dekolmanının ardından kör olmanın kıyısından dönen ve kırk gün boyunca gözleri bandajlı bir şekilde yüzükoyun yatmak zorunda kalan Saraçoğlu, bu süreci tiye alan filminde, annesini, babasını ve abisini de kamera karşısına ge çirdi. Saraçoğlu’nun tedavi günlerinin geçtiği kendi evinde çekilen ve senaryodaki özgünlüğü ile sıra dışı kurgusuyla dikkat çeken yapımın galası, 20. Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştirildi. Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması’nın en güçlü adaylarından birisi olan film, Cinemaximum Adana’daki gösteriminde ayakta alkışlandı. Gösterimin ardından, teknik ekip ve aralarında anne, babası ve abisinin de olduğu oyuncu kadrosu ile sahneye çıkan Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş ile seyircilerin sorularını yanıtladı.

Ödüller

20. Adana Altın Koza Film Şenliği2013

► En iyi film

► SİYAD en iyi film ödülü 

► En iyi senaryo

► En iyi kurgu

 
O KADAR İÇTEN Kİ ‘DEĞİL’ (Kaan Karsan 18 Ekim 2013)

Yerli sinemamız dâhilinde yeni bir damara ihtiyaç duyduğumuz ortada. Zira minimalist yönelimin ödül bazında ‘her şey’e dönüştüğü bir kısır döngüde ‘yaratıcılık’ beklemek ikinci ya da üçüncü plana atılmış gibi görünüyor. Oysaki sıklıkla mizahıyla övünen ve sıradan bir insanın yaşamını sürdürebilmesi adına bile ‘yaratıcılık’ talep eden bu topraklardan tazeleyici bir sinema beklemek ‘tuhaf’ olarak addedilemeyecektir. Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş’un ikinci uzun metrajlı filmi Gözümün Nuru, ‘yaratıcı’ fikirlerle yola çıkan ve yaşamın satır arasındaki kimi mevzulara temas eden, tespitçi ve otobiyografik bir deneme… Ne kadar iyi yahut kötü olduğu tartışılır ancak en azından sinemamız dâhilinde yeni bir şeyler vadettiği tartışılmaz.

Gözümün Nuru, filmin iki yönetmeninden biri olan Melik Saraçoğlu’nun hayat kesitine odaklanıyor; Saraçoğlu’nun gözüyle/görme duyusuyla ilgili yaşadığı kimi sıkıntılar üzerinden bir sinemacının kâbusunu mesele ediyor. Bu sıkıntılı hal, filme hem ‘görme’ duyusunun sağladığı geniş bir alan tanıyor hem de meseleyi hem absürt hem de duygusal bir şekilde ele alabilmesi adına fırsat tanıyor. Melik’in yaşadığı depresif süreç, iki yönetmenin öğrencilik hayatından başlayarak ailevi dünyasına kadar varan bir yeniden canlandırmanın fitilini ateşliyor ve izleyeni yeniden yorumlanan bir gerçekliğe/absürtlüğe şahit ediyor.

Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş’un işin içine kendilerini de katarak bina ettikleri dünyanın, kaba tabirle, kafası oldukça rahat. Kendileriyle ve temas ettikleriyle dalga geçerek ellerindeki malzemenin içeriğinde bolca bulunan dramayı hafifleştiren ikili, sinemamızda pek de rastlamadığımız türden bir lezzetin peşine düşüyorlar. Bunun fikirsel aşamada oldukça takdire şayan olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Zira kesinlikle ‘herkese göre’ olmayan mizah bir bölüm seyirci nezdinde işliyor ve bu sayede yönetmenlerin amacı belirgin hale geliyor. İkiye bölünen seyirci farklı kulvarlarda seyahat ediyor. Zira tam bu aşamada bir soru, kendi kendine ortalıkta gezinmeye başlıyor. Aynı filmden ‘otobiyografik’ tınıları attığımızda; gerçeklik bir an için yok farz edildiğinde geriye ne kalıyor?

Gözümün Nuru, kalkıştığı işin içerdiği riskin farkında olduğu için ilk anından itibaren kendini samimi kılmak adına çabalıyor. Gözünü kaybetmek üzere olan yönetmenin ‘sömürü’ potansiyeli taşıyan hikâyesi, türlü ‘şebeklikler’ ile ‘ciddi’ olmaktan kaçınıyor. Bu esnada da sürekli olarak filmin ‘amatör’ ruhunu destekler hamlelerde bulunuyor; görselliğini sınırlıyor ve küçük kalmayı yeğliyor. ‘Sinema sevgisi’ ve ‘sinema yapmanın sevgisi’ filmin her izleyene cazip gelebilecek damarını oluşturuyorlar. Uzun lafın kısası, film kendini sevdirebilmek adına çok fazla gülümsüyor ve samimi olduğunu vurgulama arzusu, asıl peşinde olduğu kavramı, yani, ‘samimiyetini’ zedeliyor.

Sinema sevgisi mevzusu, uzaktan bir ‘sinefil filmi’ olarak yansıyan Gözümün Nuru’nun itici kuvveti şüphesiz. Lakin filmin bu derin deryadan da dikkat çekici bir yaratıcılıkla çıktığını söylemek zor. Lumiere’den Pelin Esmer’e değin varan referanslar bir türlü doygunluğa ulaşamıyor; hep sığ sularda kalıyorlar. Bütün bu sorunlara ek olarak, filmin kendine güvenini sesli bir şekilde ifade eden ‘dış ses’ hem dramatik hem de mizahi yapıyı anbean zedeliyor. Kısa sürede filmin ‘doğal’ komikliğinin frenleyeni haline gelen dış ses kullanımı, sinemayla ifade edilmesi gereken duyguların özetleyeni niteliğinde…

Ne kadar iyi yahut kötü olduğu, bir yazı üzerinden değil; filmle kurulan bağ üzerinden değerlendirilebilecek Gözümün Nuru’nun tüm eksiklerine rağmen belli ölçülerde ilgiyi hak eden bir çaba olduğunu da görünür kılmak gerek. Zira Melik Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş ikilisinin bu eforunun sinemamızda bir emsali yok. Sadece bu açıdan bile Gözümün Nuru’nu umudun kendisi haline gelmese de umut veren bir iş olarak niteleyebiliriz. Sinemamızın kendisiyle dalga geçen, izleyiciyle arasına duvarlar örmeyen, ‘açık’ yönetmenlere ihtiyacı var.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder