Powered By Blogger

15 Aralık 2022 Perşembe

 ABDÜLHAMİD DÜŞERKEN (2002) 


Senaryo ve Yönetmen: Ziya Öztan (Nahit Sırrı Örik’in “Sultan Hamit Düşerken” isimli romanından), Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier, Müzik: Timur Selçuk, Yapım: TRT/ Sinan Yaka, Mustafa Şen Yapım Sorumlusu: Selma Koçoğlu, Steady cam Operator: Ercan Yılmaz, Makyaj: Corci, Kurgu: Hasan Bektaş, Kostüm Tasarım (Sivil): Türkan Kafadar, Işık Şefi: Nezir Yücel, Kostüm Tasarım (Askeri): Yudum Yontan, Dekor/Fasat Tasarım Ve Uygulama: Mustafa Ziya Ülkenciler,

 Oyuncular: Halil Ergün (Talat Bey), Meltem Cumbul (Şahabettin Paşanın kızı Nimet), Tarık Akan (Mahmut Şevket Paşa), Memet Ali Alabora (Teğmen Arif), Haluk Kurtoğlu (Mehmet Şahabettin Paşa), Nur Sürer (İzzet Hanım), Müjdat Gezen (Karagöz Oynatan), Ali Poyrazoğlu (İslam Bey), Fikret Kuşkan (Enver Bey), Güven Kıraç (Cavit Bey), Serdar Orçin (Mustafa Kemal), Savaş Dinçel (Tevfik Paşa), İsmet Ay (Kamil Paşa), Nedim Saban (Şehzade Mehmet Abit), Kaan Girgin (Sedat Bey), Murat Karasu, Erdal Özyağcılar (İsmail Kemal), Mehmet Kurtuluş (Binbaşı Şefik Bey), Ceyda Düvenci (Zekiye),Hazım Körmükçü (Eyüp Sabri), Cüneyt Türel(Hüseyin Hilmi Paşa), Oktay Kaynarca (Hüseyin Cahit), Çetin Öner(Abdülhamit), Şebnem Sönmez (Çeşmifelek Kalfa), Bekir Aksoy (Resneli Niyazi), Mustafa Alabora (Hilmi Efendi), Kaya Akarsu, Gökhan Mete, Tarık Günersel(Mabeyn Başkatibi), Ali Cevat, Önder Alkım (Hüseyin Hüsnü Paşa), Veysel Diker (Binbaşı Naki Bey), Engin Cezzar(Sait Paşa), Kutay Köktürk (Ahmet Rıza), Mihrace Yeken (Fatma Pesend Hanım), Erol Keskin (Şeyhülislam Cemalettin), Can Kolukısa, Şahnaz Çakıralp, Cezmi Baskın (Ahmet Rasim), İpek Tenolcay (Başikbal Müşfike), Selin Demiratar (Ayşe Sultan), Deniz Akgüneş, Sinan Divrik, Alp Emre Kököz, Kosta Kortidis, Umut Demirdelen, Ahmet Bilgin. Gültekin Tepe, Erkan Horzum, Hakan Öztaş, İlkay Altıntaş, Barış Hayta, Cahit Kaşıkçılar, Ümit Olcay, Ayberk Pekcan (Katip Ali Şevki), Gökhan Seyhan, Ümit Belen (Fransız elçilik Memuru), Burcu Salihoğlu, Ender Tarhan, Mehmet Polat, Suat Güzey, Murat Ayaz, Vural Bingöl, Turan Çiçekci, Haluk Ayvazoğlu

KONU: Meşrutiyetin ilanı ile başlayan romanda gerçek kişilerin siyasal davranışlarına paralel olarak kurmaca kahramanların siyasal ve özel yaşamları ele alır. Mehmet Şahabettin Paşa, kızı Nimet Hanım ve üçüncü karısı İzzet Hanım... Meşrutiyetin ilanı ile Mehmet Şahabettin Paşa vükela heyetinden çıkarılınca, ölen erkek evladının yerine koyup özenle yetiştirdiği Kızı Nimet, diğer bir kısım kişilerin gözaltına alınması ve mallarının mülklerinin zarar görmemesi üzerine babasının böyle bir durum ile karşılaşmaması için ve bir gazetede de aleyhine bir yazılıp yayınlanması üzerine koruma istemi ile gazetede ki Cemiyet (İttihat ve Terakki) temsilcisine gider ve konuşması ile etkilediği binbaşı Şefik Bey'den istediği desteği alır. Bu yakınlaşma evlilikle sonuçlanacaktır, ama evlenme için Nimetin koşulları vardır: önce Şefik Bey siyasete atılıp meclise girecektir ve babasını yeni toplanacak olan meclisine seçtirecektir. Koşullar gerçekleşir ve evlenirler. Nimetin annesi İzzet Hanım kocasının ihmalleri ile kahya Hilmi efendi ile ilişkiye girmiştir, Nimet bunu bilmekte fakat kullanmamaktadır. Şefik'in siyasete atılması Cemiyet arkadaşları tarafından hoş görülse de Nimetin kışkırtması ile sadrazamdan nazırlık talep etmesi ve Dahiliye Nazırı olması aralarını soğuklaştırır. Mehmet Şahabettin Paşanın ölmesi Nimetin ulaşmak istediği hedefleri büyür: babası bütün malını zaten Nimet'e bırakmıştır annesine evlenmemesi karşılığı evde kalabileceğini söyler ve kahya Hilmi efendiyi koyar; toplumsal olayların hızla gelişmesi 31 Mart ayaklanmasının başlaması Nimetin kocası için sadrazamlık yanında Savunma ve Bahriye Nazırlıklarını da talep etmesine yol açar; fakat padişah II. Abdülhamit geri çevirecektir. Bu taleple ile Cemiyet ile ipleri iyice koparan Şefik İstanbul'a yaklaşmakta olan Hareket Ordusu'nun gelişine mani olmak için yaptığı bu talebin geri çevrilmesinden sonra hareketin başarılı olması olasılığı karşısında yine Nimet'in yol göstermesi ile Hareket Ordusuna katılmaya giderse de tutuklanır. Kocasının girişimin sonuçsuz kalma olasılığını düşünen Nimet ise Rus Elçiliğine sığınır Odesa'ya giden bir gemiye biner.

" Öztan'ın filmi romana oldukça bağlı kalarak eklenmiş detay motiflere yer veriyor. . Abdülhamit'in klasik müzik ile ilgisi ve opera dinlemesi ve hatta marangozluk uğraşı gibi; romanda olmayan kolağası Mustafa Kemal'in Hareket Ordusu kurmay başkanlığına atanması gibi... ve (filmde, Şefik'in tanımlaması ile 'ne kadar güzel ve mahvedici' olan) Nimet sığındığı Fransız elçiliğinden bir gemiye binerek ayrılır. (Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye” syf: 269)

" Her ülkenin tarihi zengindir. Her halkın geçmişi ilginçtir. Hele o halk Türk halkı, hele o devlet dört kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu ise... Bu tarihin içinde dünya edebiyatının en has kişiliklerine benzer karakterler, onların öykülerine koşut hikayeler vardır. Kendi adıma buna hep inandım. Ziya Öztan'ın belki şimdiye dek yaptığı en iyi film olan ve kadri bilinmemiş romancımız Nahit Sırrı Örik'in romanından uyarlanan Abdülhamid Düşerken’'i izlerken bunu düşündüm. 40 yıl devletine hizmet etmiş nazır Mehmet Şehabbetin paşanın hırslı ve doyumsuz kızı Nimet ile baştan çıkardığı, temiz Anadolu çocuğu İttihatçı Şefik binbaşının öyküsü (o kalabalık kişiler içinde gerçekte yaşamış olmayıp kurmaca olanlar sadece bu üçü!), bir modern Türk Macbeth'i değil midir? 33 yıldır süren iktidarını yine kendine özgü 'itidal' yöntemiyle korumaya çalışan Abdülhamit, 3. Richard'dan 16. Louis'ye Batı kültürü sayesinde ezbere bildiğimiz iktidar kahramanlarıyla inanılmaz benzerlikler içermez mi? Bu öyküde ve onun çöken bir imparatorluk, direnen bir 'der saadet' fonu önünde tam bir yağmadan pay kapmaya çalışan türlüçeşitli kişiliklerinde, tam anlamıyla Shakespeare kıvamı ve tadı yok mudur? Bizim tarihimiz niye bu düzeyde yapıtlara, bu çapta yaklaşımlara hep kapalı kalmıştır? saraydan beslenmeye alışık olanlar, kapıkulları, hizmetkarlar, casuslar ve köleler bir yandan, İttihat ve Terakki'nin kendi hırslarıyla gözleri körleşmiş ve kısa süre sonra imparatorluğu daha büAbdülhamid Düşerken'in kişilikleri, sanki hiç değişmeyen bir iktidar hırsının yönettiği bu kanlı oyundaki rollerini eksiksiz yerine getirirler. Saray mensupları, eski yeni nazırlar, yüzyıllardır yük felaketlere götürecek olan Talat, Enver vb. paşaları öte yandan... Arada, erkekleri koruyan ya da onlara ihanet eden, saadet ya da felaketlerimizin 'müsebbibi' kadınlar... Türlü eşitli entrikaların manevra alanı gibi uzanan, gafil, değişken, rüzgardaki başaklar gibi dalgalanan bir halk. .. Ve onun da izniyle kopan o değişmez oyun, "31 Mart Vakası" adıyla bilinen gerici yobaz ayaklanması…

Abdülhamid Düşerken, tüm bunları oldukça etkili biçimde ve belli ustalıklarla anlatıyor. Ziya Öztan'ın yer yer o müthiş bireysel kaderler üzerinde biraz daha çok oyalanmasını, diyelim ki Karagözcü'den Vatan Yahud Silistre oyuncusuna, filan paşadan falan mebusa, o bir görünüp bir kaybolan kişilere ya da Abdülhamit'in opera tutkusundan Sherlock Holmes okumalarına az bilinen özelliklerine biraz daha ışık tutmasını dilerdim.

Yine de, dekordan görüntüye, kalabalık sahnelerden karakter yaratmaya, müzikten seslendirmeye hemen tüm dallarda mükemmele yakın sonuçlar almış bu filmi, tarihe yaklaşan en iyi filmlerimizden biri ve de, tekrar edeyim, bir Shakespeare ya da Corneille tadı veren çok sayılı çabalardan biri olarak görmemek mümkün değil.

Film, oyuncularıyla Türk sinema ve tiyatrosu açısından sanki bir "Kim Kimdir?" sözlüğü. Kimler, kimler yok ki... Ama başrollerde ki Meltem Cumbul, Mehmet Kurtuluş ve Halil Ergün'ü, yardımcı rollerde de Haluk Kurdoğlu ve Çetin Öner'i özellikle kutlamak isterdim.

Bu filmi görün. Tarihin o görkemli çarkı ve bu ülkede sadece 90 yıl önce yaşanmış olan o büyük iktidar oyunu üzerinde bilgilenmek bile, bunun için yeterli bir neden...(” Atilla Dorsay “Sinemamızda çöküş ve Rönesans yılları” syf: 2930)

& Tarihimizin en ilginç, en karmaşık, bugünden bakıldığında "içinden çıkılması zor" gibi görünen bir dönemini öykülüyor "Abdülhamit Düşerken". İkinci Meşrutiyet'in ilanından 31 Mart ayaklanmasına, Hareket Ordusu'nun İstanbul'a gelişine ve Abdülhamit'in tahttan indirilişine kadar geçen dönem var karşımızda. İfadesini, en kısa, en net ve edebi biçimde "Mağrur olma Padişahım..."da bulan, bu büyük meydan okumanın bilincimize ve dilimize ince ince nakşedildiği bir dönem bu...

Ateşten Günler", "Kurtuluş", "Cumhuriyet" derken, "SinemaTarih" ilişkisi kapsamında, ülkemiz sinemasında çok özel bir yer edinen Ziya Öztan'ın yazarı ve yönetmen olarak imza attığı "Abdülhamit Düşerken", edebiyatımızın "daha fazla ilgi" hak eden yazarlarından Nahid Sırrı Örik'in (1895-1960), günümüzden 45 yıl önce yazdığı "Sultan Hamit Düşerken" adlı romanından uyarlama bilindiği gibi. Halide Edip'in "Sinekli Bakkal", Yakup Kadri'nin "Bir Sürgün" ve "Hüküm Gecesi", Mithat Cemal'in "Üç İstanbul", Kemal Tahir'in "Kurt Kanunu" gibi yapıtları düşünüldüğünde, döneme ve ele aldığı tarihi kişiliklere, farklı yaklaşımıyla dikkat çeken bir yazar Nahid Sırrı. Örneğin Fethi Naci, "Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme"de şu önemli yorumu yapıyor: "Nahid Sırrı Örik'in tutumu, İkinci Meşrutiyet'ten, ittihat ve Terakki'den, Sultan Hamid'den söz açan öteki romancıların tutumlarına hiç mi hiç benzemiyor: İttihat ve Terakki'nin zorbalığına karşı çıkıyorlardı o romancılar, ama hiçbirinin aklından 31 Mart'ı sevimli Sultan Hamid'i tutmak geçmiyordu; oysa Nahid Sırrı Örik'in gönlü de, kafası da Sultan Hamid'den yana. Ne var ki BaIzac'ın kralcı oluşu toplumsal gerçekliği nesnel gelişmesi içinde vermesine nasıl engel olmamışsa Nahid Sırrı'nin Sultan Hamid'den yana olması da toplumumuzun belirli bir tarihsel kesitini bütün gerçekliğiyle yansıtmasına engel olmamış." Romanın, Sander Yayınları'nca 1976'da gerçekleştirilen ikinci basımını 1980'lerin ortalarında okumuş, ilk basımdaki (1957) orijinal dilin sadeleştirilmesinin tüm "avantajlarını" kullanmıştım! "Müthiş bir görsellik vardı, sinemaya çok uygun olduğunu düşünmüş ve hep bugünü beklemiştim" diyecek halim yok elbette ki ama edebiyatımızdaki bu zengin malzemenin sinemacılarımız tarafından nihayet değerlendirilmiş olması gerçekten sevindirici.

Şu anda piyasada bulunan yeni basıma göz atamadım ama Ziya Öztan'ın Ssunda da kimi "sadeleştirmelere" gittiğini söylemek mümkün. Üstelik yalnızca "dil" bazında da değil; Öztan, Nahid Sırrı'nın kemiklerini asla sızlatmayacak "küçük dokunuşlarla" kimi değişikliklere gitmiş, romanın yapısını alt üst etmeden, gayet ustalıklı biçimde "günümüze uygun" kılmış. Çok da iyi yapmış! Öykünün ana gövdesi üç temel karakter etrafında biçimleniyor. Son dönem Osmanlı bürokrasinin tipik temsilcilerinden, mevki tutkunu, çıkarcı, zayıf kişilikli Mehmet Şahabettin Paşa... Paşa'nın, güzelliğini hırs bürümüş, gözü açık, "üstün kadın" niteliklerine sahip, giderek "bir Balzac ya da Dostoyevski tipine dönüşen" kızı Nimet Hanım... Nimet Hanım'a sevdalanıp evlenen, "teşkilatın" çekirdek kadrosunun en kararlı üyelerinden biriyken, ikbal peşinde koşup dönekleşen ve sonunda bir zamanlar savaş verdiği, çökmekte olan düzene eklemlenen Şefik Bey...

Paşa, Nimet Hanım ve Şefik Bey arasındaki ilişkilere ve bunun diğerlerine yansıma biçimlerine çok az müdahale etmiş Ziya Öztan. Ama örneğin Çetin Öner tarafından büyük başarıyla canlandırılan Abdülhamit'e yaklaşımı, Örik'in kiyle paralellik taşımıyor. En azından "gönlünün de, kafasının da" Abdülhamit'ten yana olmadığını gösteriyor Öztan kaldi ki yönetmenin son yıllarda yeniden tartışmalara konu olan 31 Mart olayına yaklaşımı da yazarınkinden çok farklı. Örik 31 Mart'ı, "Birkaç günlük taze ve mutlu bir hava" olarak görür, "İstanbul'da sükun geri gelmişti ve dökülmüş azıcık kan, bu ınkilap için ödenmesi kabul edilebilecek çok küçük bir sadakaydı" derken, Öztan, kaba bir şematizme düşmeden "gerici ayaklanma" yaklaşımına sadık kalıyor ve tavrını Hareket Ordusu'ndan, Mahmut Şevket Paşa'dan, Mustafa Kemal'den yana koyuyor. Belki şöyle de söylenebilir: Ele aldığı konuda son derece net bir bakış açısına sa hip bulunan Öztan, romandaki bazı "aşırılıkları" yontmakta sakınca görmemiş.

Son yıllarda orta kuşak sinemacılarımızdan çıkan en "dişe dokunur" örneklerden biri olarak nitelenebilir "Abdülhamit Düşerken". Ziya Öztan, "tezlitarih filmleri" çekmeyi ısrarla sürdürüyor ve sinemamızdaki büyük boşluğu adeta tek başına dolduruyor. Filmin TRT yapımı olmasının getirdiği tüm avantajlar da yerli yerli kullanılınca, yani onca para tek bir karede bile boşa gitmeyince, ortaya görsel açıdan son derece zengin, alabildiğine geniş oyuncu kadrosunun mükemmel performans gösterdiği, özenli, dönem atmosferini başarıyla yansıtan, iç ve dış mekanlarda gösterilen titizliğin dikkatlerden kaçmadığı bir film ortaya çıkmış.

Tarih kitaplarında yer bulan yaşanmışlıklarla kurmaca olay ve karakterleri buluşturmakta zorlanmayan, bu açıdan potansiyel dezavantajların üstesinden gelen bir film "Abdülhamİt Düşerken". Meltem Cumbul 'dan Halil Ergün'e, Mehmet Kurtuluş'tan Tarık Akan'a, Çetin Öner'den Haluk Kurdoğlu'na, Nur Sürer'den Engin Cezzar'a, Mehmet Ali Alabora'dan Serdar Orçin'e kadar, irili ufaklı rollerdeki tüm oyuncuların "tarihsel rollerinin" hakkını verdikleri de önemle vurgulanmalı. Calin Mounier'nin görüntü çalışması da atlanmamalı.

19081909'a başarılı bir "dönüş" yapıyor Ziya Öztan. Bugüne ve yakın geleceğe kimi vurgular da bırakarak, tarihin aslında bugünü anlamak ve aydınlatmak açısından da önemli olduğunu kanıtlıyor. (Tunca Arslan “SİNEMA D” Sayı 97)

& Öztan, II. Meşrutiyet dönemini anlattıkları filmin çekim sürecinde, çok karmaşık ve bazı bilinmeyen yönleriyle birçok olayı belirli bir süre içerisinde vermenin zorluğunu yaşadıklarını belirterek, olayları çarpıtmadan ve tarihi gerçeklerin dışına çıkmadan anlattıklarını kaydetti. Filmde anlatılan dönem üzerinde spekülasyon ve tartışmalar bulunduğunu hatırlatan Öztan, şöyle konuştu: “Türkiye’de bana göre resmi tarih tacirleri var, ama gayri resmi tarih tacirleri de var. Herkes kendi penceresinden olaylara bakıyor. Filmde de geçen 31 Mart Olayı, Selanik’ten getirilen askerlerin ayaklanmasıyla yaşanmıştır. Ama sadece askerler değil, başka güçler de ayaklanmaya karışmıştır. Bu tartışmalı bir dönem. Biz filmde gerçeklere bağlı kaldık. Başarılı bir film yaptığımızı düşünüyorum. Bu tarihsel bir film ve bu filmi popüler kaygılarla yapmadık. Bana göre tarihsel filmler dünün veya bugünün değil, yarının filmleridir. Benim için filmin bugün izlenip izlenmemesi değil, yarın izlenip izlenmeyeceği önemlidir.”

Filmde paşa kızı ‘Nimet Hanım’ rolünde oynayan Meltem Cumbul da böyle bir filmde oynamanın kendisine ayrı bir zevk ve heyecan verdiğini belirterek, filmi izledikten sonra, çeşitli tarihsel kitaplar okuyarak hazırlandığı rolünü tam olarak yerine getirdiğine inandığını söyledi. ‘Talat Paşa’ rolündeki Halil Ergün ise daha önce de çok ilgilendiği bir kişilik olan bu karakteri canlandırmanın kendisi açısından önemli olduğunu dile getirerek, filmdeki bütün oyuncuların başarılı olduklarını, başarılı bir filmin ortaya çıktığını kaydetti.

TRT Yapımı olan ve 1 milyon dolarlık bütçeyle çevrilen ‘Abdülhamid Düşerken’ filminin senaryosu, Nahit Sırrı Örik’in ‘Sultan Hamid Düşerken’ adlı romanından hareketle yazıldı. Filmde, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği dönemde yaşanan olaylar, bir aşk ilişkisi çerçevesinde anlatılıyor. Film, mesleğinde başarı kazanmış, Osmanlı İmparatorluğu’nun demokratikleşme mücadelesinde ön saflarda yer almış, İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticilerinden Binbaşı Şefik’in, bir nazır kızına ve iktidara sevdalanış öyküsü etrafında gelişiyor. İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet’in ilanı, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki demokratikleşme mücadelesi, Balkanlar’daki gelişmeler, 31 Mart Ayaklanması gibi Cumhuriyet’in kuruluş sürecini derinden etkilemiş olayları konu almakta film. (Kaynak: ntvmsnbc)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder