Powered By Blogger

15 Aralık 2022 Perşembe

 

HİÇBİR YERDE (2001)  


Senaryo ve Yönetmen: Tayfun Pirselamoğlu, Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier, Yapım: Mine Film/ Kadri Yurdatap, Zeynep Ozbatur, Gudrun Ruuzlckova Steiner  Co Production ve Almanya (Luna Film ortak yapımı )Sanat Yönetmeni: Natali Yeres, Yönetmen Yardımcısı: Nur Arık, Ceyda Demir, Kamera Asistanı: Hakan Dinçkuyucu, Focus Puller: Ercan Özkan, Işık Şefi: Nezir Yücel, Işık Asistanı: Berzan Yücel, Ses Kayıt: Nuh Mete Deniz, Boom Operatörü: Onur Yavuz, Kurgu: Şevket Uysal, Hamdi Deniz, PostProdüksiyon Danışmanı: Serkan Temiz, Hukuk Danışmanı: Erdem Turkekul, PostProdüksiyon Danışmanı: Serkan Semiz, Eurimages'in katkılarıyla. (Fono film Laboratuarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Zuhal Olcay (Şükran), Parkan Özturan (Ahmet), Meral Okay (Melek), Ruhi Sarı (Veysel), Cezmi Baskın, Devin Özgür Çınar (Şule), Sehsuvar Aktaş, Selçuk Uluergüven, Erdinç Dinçer, Uğurtan Sayıner, Nazlı Tosunoğlu, HaliI Kumova (Derviş Ağa), Muhammed Cangören, Nedim Doğan, Sermet Yeşil, Mustafa Turan, Yücel Kambur, Sermiyan Midyat, Kaan Çakır, Yıldırım Şimşek, Bülent İnal, Sefa Zengin, İsmail Hacıoğlu, Adnan Acar, Aydın Erel, Engin Günay, Alper Yakıcı, Murat Günvardar, Faruk Akgören, Fikret Urucu, Kâmil Gençtürk, Şahabettin Dağ, Bülent İnal, Gezmiş Satıcı, Emin Yalçınkaya, Şehsuvar Aktaş, Kamil Gençtürk, Zafer Özbilici, Ayhan Gümüş, Suat Alpaslan, Ercan Özdal, Miraz Bezar ve misafir oyuncu: Michael Mendl, (Gerhard)

Konu: İstasyon'da bilet satış memuru olarak çalışan Şükran'ın oğlu Veysel bir süredir kayıptır. Şükran oğlunu bulabilmek için polis nezaretinde, morgda üç ayrı cesede bakmıştır. Son baktığı, yüzü parçalanmış cesedi gördüğünde bayılır. Şükran işine geri döndüğünde kendisini şefin görmek istediğini söylerler. Şef, Şükran'ın ölmüş olan kocası Kadir'le de çalışmış, Şükran'ı grevlerde filmler çeken kocası Kadir'in emaneti olarak görmektedir. Şef buna karşın, Şükran'ı işe geliş gidişlerine dikkat etmesi yönünde uyarır. Şükran işten çıkarken berber Ahmet ve aşçı Melek yanına gelip durumu sorar. Şükran morgda yaşadıklarını anlatırken yeniden bayılır. Şükran evine döndüğünde Veysel'i bulamaz. Onun eşyaları kaaının yeniden duygulanmasına neden olmuştur. Şükran sürekli polis merkezine uğramakta ve oğlunun durumunu sormaktadır. Ayrıca Kayıplar Derneğine de sık sık uğrayarak bilgi almaya çalışmaktadır. Şükran bir gün bilet satarken, kalabalığın arasında Veysel'i gördüğünü zanneder. Hemen müşterilerin beklediği bölüme koşan kadın, Veysel'i bulamaz. Eve döndüğünde Veysel'in sevgilisi Şule'yi kendisini beklerken bulur. Şule, Veysel'in öldüğünü söylese de Şükran kabul etmek istemez. Şule yüzü parçalanmış cesedin Veysel olduğunu söyler. Şükran, tomacı Rıfat efendiye uğrar. Adam sinirlidir, Veysel'in yüzünden karakolda sorguya çekilmekten rahatsız olduğunu söyler. Bu arada Rıfat'ın yanında çalışan çocuklardan biri, Halil isminde birinden bahseder ve babasının yerini tarif eder. Şükran istasyonda kanepelerde otururken Melek yanına gelir. Kocasının da Zonguldak'ta göçük altında öldüğünü ve bir daha gelmediğini ısrarla söyler. Şükran evdeyken cevapsız telefonlar almaktadır. Şükran seks filmleri oynatan bir sinemanın makinistine, Veysel'le aynı yerde çalışan oğlu Halil'i sorar. Adam Şükran'a tepki gösterir ve başından savar. İşe döndüğünde, Şule'yi kendisini beklerken bulur. Şule, Şükran'ı bir varoş semtinde, bir kadının evine götürür. Kadının oğlu Hüseyin kaybolmuş ve sonra öldürülmüştür. Berber Ahmet sabah saatlerinde Şükran'a uğrayarak, bir gün önce kendisine uğrayan ve yakını olan polisin anlattığı öyküden bahseder. Polis Cezmi'ye göre, Veysel adında biri nakil sırasında araba kaza yapınca kaçmıştır. Ahmet, Şükran'ı Cezmi'ye götürür. Polis, Ahmet'in olaydan Şükran'a bahsetmesinden rahatsız olmuştur. Şükran, Cezmiye Veysel'in fotoğrafını gösterir. Cezmi kaçan kişinin Veysel olabileceğini ve onun Mardin civarında görüldüğünü söyler. Şükran trenle Diyarbakır'a, oradan minübüsle Mardin'e gider. Yolda askerler kimlik kontrolü yaparlar. Şükran Mardin' e geldiğinde bir otele yerleşir. Emniyete ve jandarmaya giden Şükran, müspet bir yanıt alamaz. Valilikte vali yardımcısı Şükran'a dilekçe vermesini söyler. Bir kahveye çay içmek için oturan kadının yanına gelen bir adam, yanında olan bir Alman gazetecinin onunla konuşmak istediğini söyler. Alman gazeteci Şükran'ı bir süredir takip etmektedir. Duruma sinirlenen Şükran, masadan kalkar. Şükran' ın kaldığı otelde kalan Alman gazeteci gece odasının kapısını çalarak yeniden onunla görüşmek ister. İsteği reddeden Şükran, gazetecinin odasından gelen sesler üzerine sabah odasına bakar. Oda darmadağınıktır ve adam yoktur. Şükran yemek yerken oğlu hakkında konuşmak isteyen bir adam, medresenin oraya gelmesini oğlunu tanıyan birini getireceğini söyler. Medreseye gittiğinde lokantada gördüğü adam, daha fazla paraya gereksinme olduğunu söyler. Şükran parayı vermesine karşın kimse gelmez, dolandırılmıştır. Şükran kendisine bahsedilen Derviş ağaya gider. Adam Veysel'in fotoğrafını görünce ona geri dönmesini söyler. Şükran yolda yürürken onu Halil bulur ve Veysel'e ne olduğunu anlatmak üzereyken arkadaşı vurulan Halil kaçar. Otele dönen Şükran'a lobide oturmakta olan bir adam, yanlışlıkla alındığını söylediği parasını ve bileziğini geri verir. Bu arada Şükran'ı arayan iki adam, ona otelden ayrılmamasını onu Veysel'e götüreceklerini söyler. Adamlar Şükran'a otel katibi aracılığıyla haber gönderirler. Kadını kullanılmayan bir gardan alarak bir köye götürürler. Şükran gittiği evde oğlu Veysel Aksu yerine başka bir Veysel'le karşılaşır. Adamlar kadını şehre bırakırlar. Ertesi gün Şükran kahvede otururken gelen iki polis, onu merkeze götürerek merkezin bodrumundaki odada, bir ceset gösterirler. Ceset, oğlu olmayan diğer Veysel'e ait olmasına karşın, polislere onun oğlu olduğunu söyler ve cenazesine katıldıktan sonra her şeyi, valizini bile geride bırakarak İstanbul'a döner.

" Tayfun Pirselimoğlu'nun ilk uzun metrajlı sinema filmi, gösterim sonrası denetleme kurulu tarafından yasaklandıysa da bir süre sonra serbest bırakıldı.

 

ÖDÜL:

21. Uluslararası Film Festivali'nde (1328 Nisan 2002)

► Zuhal Olcay "en iyi kadın oyuncu"

Radikal Gazetesinin seçiminde (22 Ağustos02 Eylül 2002)
     ►"Jüri büyük özel ödülü

Montpelier (Fransa) Film Festivali Genç Halk Jürisi (2002) ödülü

SiYAD  Sinema Yazarlaan Dernegi'nin seçiminde (2003)

► Zuhal Olcay "en iyi kadn oyuncu",

►Meral Okay "en iyi yardımcı kadın oyuncu" Ruhi Sarı "en iyi yardimci erkek oyuncu"

10.ASOD Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği'nin seçimlerinde (2003)

►Zuhal Oleay "en iyi kadm oyunncu"

Montreal jüri özel büyük ödülü 2002

6. Gokçeada Film Festivali'nde

Zuhal Olcay en iyi kadın oyuncu


& Çok yönlü sanatsal ilgileri (ressam, romancı) olan metalurji mühendisi Tayfun Pirselimoğlu'nun, ilk uzun metrajlı filmi "Hiçbir Yerde", ülkemizin gündemini yakın geçmişten başlayarak, oldukça işgal eden kayıp insanlar sorunu üzerine yoğunlaşan bir film. Pirselimoğlu bir aydın olarak, çevresindeki duyarlı her insanı rahatsız edecek bir olguya, filminde kayıp insanların ve yakınlarının dramı üzerinden yaklaşmayı tercih etmiş. Pirselimoğlu'nun üzerinde yoğunlaştığı kayıplar salt sıradan nedenlerle ortadan yok olan insanlar değil; onlar yok edilen, kaybettirilen insanlar.

Aslında Hiçbir Yerde, bir ilk film olmasına karşın, rahat işleyen sinema diliyle dikkati çekiyor. Yönetmen bir durumun sunumunu, irdelemesini yapmaktan öte, bu durumla bizleri de karşı karşıya bırakarak durumun birinci dereceden tarafı olan insanların yaşadığı çaresizliği hissetmemizi istiyor. Çok kısa planlarla gördüğümüz Veysel'e, fotoğraflarından bir yakınlık duyuyor ve bir empatiyle başına gelenleri merak ediyoruz. Bu salt bir merak ve üzüntü olarak tecelli bulmuyor, sonrasındaki gelişmeler "neden" sorusunu insanın zihnine asıyor. Pirselimoğlu, tercihini siyasal bir olaydan yana kullanarak kaybolan bir kişinin kaybolma nedenlerini işlerken, onun kaybolmasına veya kaybettirilmesine neden teşkil edebilecek siyasal ve sosyologlar, yaşam tarzları ve koşullar üzerinde kamerasını gezdiriyor. Diğer yandan Pirselimoğlu" doğal olarak politik ortamın içine oturuyor film. Bu anlamda politik. Ama politik film denilince akla gelecek kaygıların ötesinde kaygı taşıyor bu film" derken kendisi için filmin politik olmanın ötesindeki anlamını ise "Bir anneoğul ilişkisi. Ana eksende bu var. İnkar ve takip teması var. Bu ikisinin filmin omurgasını oluşturan ögeler olması bana cazip geliyor. Filmi çekmemin nedeni bu" diyerek açıklıyor (Aktuğ, Radiikal, 9.10.2002).

& Bu ilişkiyi ise kendi inançları ve yanlış bulduğu şeyler hakkında sloganlar üretmek yerine, bir annenin, annelerin acıları üzerine yoğunlaşmayı tercih ederek işliyor. Pirselimoğlu'nun filmindeki kayıplar, yaşama hakkı ellerinden alınan kişiler sorununu gündeme taşırken, filmin satır aralarında özellikle belli bir grubun üzerine yoğunlaşılmış duygusu yaratıyor; bu duygu ise farklı açılımlarla benzerlik taşıyabilecek kişilerin durumunun görülmemesine neden oluyor. Daha açık ifade etmek gerekirse Pirselimoğlu, uzun bir süredir ülkemizin gündemini işgal eden PKK ayrılıkçı terörüne katılma girişiminde bulunan insanların kaybettirilmesi olgusu üzerinde filminin odak noktasını oluşturuyor. Pirselimoğlu'ndan önce ve sonra başka sinemacıların da ilgi alanına giren PKK terörü ve nedenleri hakkında yapılmış diğer film örnekleri de canlılığını henüz koruyorlar. Altını çizdiğimiz olgu bağlamında oluşan kayıpların dramını anlatan film, diğer siyasi talepleri derin devlet tarafından tehlikeli bulunan kişiler üzerine de eğilebilseydi belki de insanların yaşama hakkının elinden alınmasında bir toplumun kendi iç çelişkilerinden oluşan durumların altını çizmede daha etkili olabilir ve daha objektif bir başarı oluşturabilirdi. Pirselimoğlu filminde, Şükran isimli sıradan bir annenin kaybolan oğlunu bulmak için verdiği mücadelenin öyküsünü anlatıyor. Bu süreçte özellikle Zuhal Olcay nedenlerin kendisini kısmen ilgilendirdiği acılı bir annenin dramını yansıtmakta oldukça başarılı bir oyunculuk düzeyi tutturuyor. Başarılı oyuncu Zuhal Olcay ise, film ve rolü hakkında şunları söylüyor: "Rolümün etkisinden kurtulamadım. Sonuçta 40 gün süren bir çekim süreci. Filmin ilk karesinden son karesine kadar kamera üzerimdeydi. Acılı bir konu, hassas bir mesele. Sahicilik dozunu yakalamak için çok güç sarfettim, çünkü başka türlüsünü bence kaldırmazdı bu film. Yani kamera bu kadar burnunuzun dibindeyken onu kandıramazsınız. Dolayısıyla psikolojik olarak filmin her anında bütün ruhumla içindeydim. Bu her filmde olması gereken, olan bir şey olmayabilir. Benim yıllar sonra gerçekten bu kadar benliğimle içinde olduğum özel bir film Hiçbir Yerde" (Aktuğ, Raadikal, 21.09.2002). Aslında Hiçbir Yerde, neredeyse tek kişilik bir film gibi görünüyor. Zuhal Olcay dışındaki diğer oyuncuların tümü, onun yaşadığı dram ve yansıtılmak istenilen olgunun açılımına hizmet eden unsurlar olarak filmde yerlerini almışlar. Haydarpaşa garının görkemli mekanları dışında filmin Mardinde geçen bölümleri, Pirselimoğlu'nun filminin öyküsünün gereksindiği atmosferi başarıyla yansıtırken, diğer yandan doğu atmosferinin koşullarına ilişkin de sinematografik açılımlar yaratıyor. Pirselimoğlu, "filmin iki rengi var. İstanbul...Soğuk yani mavi. Mardin ... Orasının rengi kızıl. Şu bir gerçek, doğuya doğru açılınca her anlamda daha sıcak atmosfere giriyoruz" diyerek filminde biçimin taşıdığı önemi vurguluyor (Aktuğ, Radikal, 9.10.2002).

"Bresson'vari bir acı, katlanma, inancı yitirme temalarını ileterek seyirciyi bir yüzleşme hesaplaşma faslına sokan filmde anlatılan öykünün sıcaklığı el yakıyor. Pirselimoğlu, tip yaratma mekandan yararlanma, diyalog ve oyuncu yönetimi bakımından geçerli notu alıyor anlatımıyla ... Fazla derinleştirilememiş ve sonunda aramaktan vazgeçen ana karakter (anne) rolüne oturmuş Zuhal Olcay, alışılmış bakışlarını, mimiklerini çokça tekrarlasa da Kaybolanın ardından umutla ya da umutsuz, yapılabilecek pek bir şey olmadığının altını çizerek insanın boğazına düğümlenen filmin kadrosunda yer alan, gerçek hayatta çocukları kaybolmuş iki anne de kendilerini oynuyor. İnsanların 'derin devlet'in dişlilerinde sürekli öğütülüp kaybedildiği ve aslında kimsenin de bunu algılamadığı genel tepkisizliğin de gitgide kemikleştiği ülkemizde böylesi bir konuya el atma yürekliliğiyle baştan sempatiyi hak ediyor Hiçbir Yerde" (Çapan, Cumhuriyet, 20.09.2002: 15).

& Hiçbir Yerde'nin, oyunculuk ve sinema dili açısından tutturduğu başarıyı, özellikle görüntü yönetimi açısından da sağlayabildiğini iddia etmek zor görünüyor. Özellikle Şükran'ın evine geldiği her zaman içersi pırıl pırıl aydınlıkken, holdeki ışığı yakması mantıksal anlamda tutarsız görünüyor. Yönetmen kadının içinde yaşadığı karanlıktan kurtulabilmek için bu eylemi bir simge gibi kullanmış olsa bile, filmin öyküsünün ilerlemesine paralel olarak sıradan bir eylem gibi yapılan işlemin bir gereksinmeyle buluşmaması aydınlatma hatası gibi algılanmasına neden oluyor. Ayrıca apartman içi aydınlatmalarıyla, yer yer Şükran'ın ev içi aydınlatmalarındaki göze ciddi şekilde batan aydınlatma tasarımındaki hataların altını çizmekte fayda var . “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 345


&  Yitip giden bir varlığın yarattığı boşluk... Oğul, sevgili, eş, anne, baba ya da kardeş... 'Hiçbir Yerde', bu toplam içinde oğlunu kaybeden bir annenin öyküsünü anlatıyor. Şükran, Haydarpaşa Garı'nın gişesinde çalışan 40 yaşlarında bir kadındır. Politik olaylara karışan eşi, vefat etmiştir. Elinde, hayata dair tek tutunma noktası olarak oğlu Veysel kalmıştır. Ama günün birinde Veysel de sahneden çekilir. Şükran kaybolma gerekçesi bilinmeyen Veysel'i her yerde aramaktadır. Yönetmen Tayfun Pirselimoğlu, ilk filmi 'Hiçbir Yerde'de kendine, Costa Gavras'ın 'Missing'iyle Nanni Moretti'nin 'Oğul Odası' arasında bir yer tanımlamış. Film bir arayış süreci etrafında ilerliyor. Ama öte yandan ön planda bir annenin dramı ve çaresizce de olsa, süreci bitirmeme çabası var.


Tayfun Pirselimoğlu, belki ilk filmini çekiyor ama onu kimi kısa filmleri ve senaryoları itibarıyla tanıyoruz. Özellikle 'İz'deki (Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu) kapanan ve finalde sürprizler içeren senaryosuyla... Pirselimoğlu, 'Hiçbir Yerde' de benzer bir yol izlemiş ve hoş bir finalle çemberi noktalamış. Film sade bir anlatımla ilerliyor ve öykü, bir noktadan sonra İstanbul'dan Mardin'e taşınıyor.

'Camdan Kalp'le başlayan, seyirciyi Doğu'nun gerçekleriyle yüzleştirme çabasına son dönem filmlerinde daha çok şahit oluyoruz. 'Güneşe Yolculuk', 'Melekler Evi', 'Deli Yürek' ve nihayetinde 'Hiçbir Yerde'. Dört film de, arka fonda ülkenin siyasi manzarasından kesitler sunuyor ve bir anlamda, yaşananlara tanıklık etme görevini de üstleniyor. Ama 'Hiçbir Yerde'de fondaki politik meseleler sanki birer hatırlatma. Çünkü filmin ana derdi kayboluşun nedeninden çok öznesinin peşinden koşan bir anne. Zaten Şükran da arayışını legal platformlarda sürdürüyor ve karakollara ya da valiliklere girip çıkmaktan gocunmuyor.

Ya sinemasal meseleler? 'Hiçbir Yerde'de sarkan, mantık hataları içeren bölümler yok. Bir ilk filmin içerebileceği acemiliklere de rastlanmıyor. Sadece tercihler var. Yönetmenin yer yer durağan anlatımı, handikap oluşturmuş ve sanki bütün bunlar, daha kısa sürede anlatılabilirmiş gibi bir his uyandırmış. Belki belgesele yakın tatlar elde etme isteği böylesi bir tercihe yöneltmiş Pirselimoğlu'nu ama, bütün bu çabalar, akılda kalacak sahneler yaratma konusunda 'Hiçbir Yerde'yi yetersiz kılmış. (Uğur Vardan, Radikal G. 20 Eylül 2002)

& Bu film, ortadan kaybolan ve günlerce, aylarca annesi tarafından her yerde aranırken, Türkiye gerçeklerinin içinden süzülerek gelen "nerede" sorusunun çengeline yanıtıyla takılmasını umut ettigimiz genç adamın kayboluşuyla ilgili ...

Bir kayboluş öyküsü olmanm ötesinde de anne olmanın ne demek olduğuna dair sessiz hıçkırıklarla yüreğinizi ele geçiren bir güçlü yapıt. Bir kadının, bir annenin odaında bu ülke insanlarının içinden geçip giderken, giderek, kaybetme acısının saf sevgiye üstün gelemeyeceğini de hissediyorsunuz... Duru, akıcı her ayrıntısının olması gerektiği gibi ele alındığı bir senaryo; çok güçlü bir baş kadın oyuncu; tümü yönetmenle aynı dalga boyunda buluşmuş yardımcı oyuncular. Bu ülkenin içinde bulunduğu kahredici durumlardan siz de çok hicap duyuyorsanız, gidin ve paylaşın o annenin duygularını (Ali U1vi Uyanık, Haftalık Antrakt Sinema g. S.: 4,0110 Ekim 2002)

& Hiçbir Yerde, o keyif ve haz tutkunu, sinemayı yalnızca bir eğlencelik olarak gören seyirci için olmayabilir. Ama bir yandan sinemayı ciddiye alan ve çağın en büyük anlatım ve hikayeleme sanatı olarak görenler, öte yandan sinemaya başlarda sahip olduğu ve sonları biraz unutur gibi olduğu yağma ve toplumuna tanıklık etme ve yanına kalacak sosyolojik belgeler oluşturma işlevini yakıştıranlar, bu filmi çok sevecek. Ben kendi adıma çok sevdim.

Film kabaca koyu diktatörlük veya siyasal baskı dönemlerinde ya da bizde daha çok olduğu gibi insan hayatına genel bir değer vermeme tavrının toplumsal bir hastalık gibi ortalarda gezindiği ilkelerde sıkça rastlanan bir olaya, ortadan kaybolan kişilere dair. 20 yaşında, üstelik bilindiği kadarıyla siyasal işlere bulaşmamış oğlu Veysel birden ortadan kaybolan Haydarpaşa gar memuresi, kocasını da yıllar önce yitirmiş Şükran, inatla, ısrarla, tutkuyla oğlunun peşine düşer. Bu artık onun için bir saplantı, bir inat, bir yaşama nedenidir. Morgdaki cesetlerden hiçbirini ona yakıştıramaz, hiçbir kötü deneyim veya anı oğlunun ölümünü ona kabul ettiremez. Bir söylentinin peşinde kalkıp Doğu'ya, Mardin' e gider. Ama kayıp Veysel'ler tek bir tane değildir ki ...

Hiçbir Yerde, sinemamızda az gördüğümüz düzeyde sakin, haykırmadan, sesini yükseltmeden anlatılmış bir toplumsal, hatta siyasal film denemesi. Bir ilk film olmanın tüm handikaplarını aşıp son derece sade ve olgun bir sinemaya, yalınlığı içinde büyüyen bir sinemaya imzasını koymuş Tayfun Pirselimoğlu. Filmde sanki hiçbir fazlalık, hiçbir abartma, gerçeklerden hiçbir sapma yok. İstanbul'un bildik dekoru da, Mardin'in herkes için Şaşırtıcı efsanelerden süzülüp gelmişe benzeyen mekanları da hiçbir anlamda hikayenin önüne çıkmadan, ona hizmet ediyor. Hafif kararmalarla sağlanan geçişler filme çağdaş, ama aym zamanda klasik bir tempo sağlıyor.

Tüm yardımcı oyuncuların yanı sıra, baş roldeki sevgili Zuhal Olcay bir güneş gibi parlıyor. Bu, bir oyuncunun karşısına ömründe bir iki kez çıkan rollerden... Tüm hikaye Şükran'ın, dolayısıyla tüm film Zuhal'in üzerinde duruyor. "Zuhal Olcay iyi oynuyor," demenin artık bir anlamı yok. 0 sanki gerçekten de oğlunu, herkes için cennet olamamış bu cennet vatanda yitiren bir anne, hayatta tek sevdiği varlığın ölümünü kabullenemeyen gişe memuresi Şükran... Ona bu rolü için sonsuz hayranlığımı sunmak istiyorum.

Elbette herkes bu filme farklı bakacak. Özellikle 12 Mart 1971'den sona siyasal konularda toplumda oluşan farklr görüşleri, diyelim ki Deniz Gezmiş ve arkadaşları için ülkeyi gerilla savaşıyla kana byamak isteyip layığını bulmuş zibidiler" ile "haksrz yere hayatlarına el konmuş taze fidanlar" diyenler arasındaki derin çelişkiyi unutmayalım. En azından Türkiye'de bu kadar 'kayıp' olmadığını, filmin tam da AB'ye girmek üzere olduğumuz şu sıralarda ülke aleyhine propaganda fırsatı verdiğini falan sananlar olacak. Ama bu aydın işi, sade ve etkili film, tıpkı benzer temalara değinen Arjantin filmi Resmi Tarih ya da Amerikan filmi Kayıp gibi, siyasal sinemanın dünya yaşamdaki başyapıtları arasındaki yerini alacak. Kim ne derse desin ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları, Syf: 87”


FİLMİ İZLE 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder