Powered By Blogger

16 Aralık 2022 Cuma

 

ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE (2002) 


Yönetmen: Levent Kırca, Senaryo: Yaşar Arak, Müfit Can Saçıntı, Görüntü Yönetmeni: Cengiz Tacer, Yapım: Hodri Meydan/Oya Başar Kurgu: Serter Erus, Sanat Yönetmeni: Feyza Şanalan, Saadet Parlak,

Oyuncular: Levent Kırca, Sezai Altekin, FatmaMurat, Selâhattin Taşdğen, Nilgün Belgün, A Demirel, Ferdi Akarnur, Tuluğ Çizgen, Okan Çivlik, Atilla Pakdemir, Teoman Mermutlu, Ayberk Pekcan, Çetin Altay, Hacı Ali Konuk

Konu: Normal koşullarda pek karşı karşıya gelmeyen farklı sınıflardan iki insanın trajik bir kazada kesişen yaşamlarını konu alıyor. Gecenin bir yarısında yol almakta olan son model bir otomobil, bir virajda motosikletli bir köylüye çarpar. Panik içinde otomobillerinden inen şehirli karı koca, yerde cansız yatan köylüye bakarlar. Reşo (Levent Kırca) adında bir köylüye aittir cansız beden Reşo'nun dünyasında insan hayatının değeri sudan ucuzdur. Yeni evlenmiş kardeşinin karısını eşkıyalar kaçırmış, öbür kardeşini kan davası yüzünden kaybetmiş, bir kardeşi de askerde şehit olmuştur. Hasta babasının ölümünü beklerken oğullarının acısına dayanamayan anası da (Fatma Murat) göçüp gitmiştir. Reşo, nesIini sürdürebilmek için dul bir kadınla evlenmiş ve hemen hamile bırakmıştır karısını. Yeni gelen hayat biraz daha önemlidir onlar için, bu yüzden doğum yapacak karısına kasabadan doktor getirmek üzere yola düşmüştür mobiletiyle. Yusuf (Levent Kırca) ise İstanbul'da büyük bir gazetenin genel yayın yönetmenidir. Mafyayla ve siyasilerle içli dışlıdır. Gazeteyi kendi çıkarları için kullanmaya alışmıştır. üstelik gözü daha da yükseklerdedir. Gazete yönetimindeki gücünü arttırabilmek için patronunun arkasından dolaplar çevirmekte ve bu arada karısı Jalezar Hanımı (Tuluğ Çizgen) da hoş tutmaktadır. Fakat ülkedeki dengelerin değişkenliği kimi zaman Yusuf'un entrikalarının ters tepmesine yol açmaktadır. Gazete büyük bir batağın içine düşmüştür. Savcılar, jandarma ve hatta mafya, şirketin üzerine yürümeye hazırlanırken gazetenin sahibi Alaettin (Sezai Alptekin), özel helikopteriyle yurt dışına kaçmaya hazırlanır. Ancak Yusuf bir şekilde onu gazetede kalmaya ikna eder, kendisi de karısını (Nilgün Belgin) alıp yurtdışına kaçmak üzere otomobiliyle yola çıkar. Gecenin bir yarısı, iki ayrı dünyadan gelen iki araç bir virajda çarpışır. Jandarma olaya el koyar ve şehirden gelen karı kocayı karakola götürür.

 

İlk filmden çıkan dersler

İşte bu sarsıcı çarpışma anından yola çıkarak Türkiye'nin doğusuyla batısı arasındaki büyük uçuruma ve iki tarafta birbirinden habersiz süren iki yaşam arasındaki çarpıcı farklılığa dikkat çekmek istemiş Kırca. Hikaye üretmek konusunda pek sıkıntı çekmediğini biliyoruz. Bu da, zihninin çekmecelerinden birinde yıllardır gün ışığına çıkmayı bekleyen onlarca hikayesinden biri. Yıllar önce, besteci bir arkadaşıyla birlikte doğuya bir yere, turneye giderken aklına düşmüş. "Uzun bir yoldu," diye anlatıyor. "Pencereden bakıyor, gördüklerimiz üzerine konuşuyorduk. Hep böyledir ya; toprakların arasında, uzakta üç beş tane ev görürsünüz. Klimalı arabanın içinde, istediğiniz güzel müziği dinleyerek giderken o ev, sizin için pencereden görünen manzaranın bir parça sıdır sadece ama birdenbire madalyonun öteki tarafını çevirdiğinizde orada birilerinin yaşadığını ama nasıl yaşadığını, sizinle ne kadar kopuk olduklarını, sizin için o insanların yaşamının pencerenizden geçen bir tablo olduğunu fark edersiniz. Burada müthiş bir yabancılaştırma efekti ile yüz yüze gelir insan. İşte böyle bir yerden yola çıktık biz de. Yolumuz uzundu, o gün arabada yüksek sesle arkadaşıma anlatarak kurdum hikayeyi."

Çarpma anından başlayarak geri dönüşlerle bir kırsal kesimdeki adamın bir de şehirdeki adamın hikayesini anlatan ve bu iki karakterin çarpışma anına kadarki yaşamlarını izleyen hikayeyi ilk filminin hikayesine göre çok daha sinematografik buluyor Kırca. "Dikkat ederseniz enteresan bir kurgusu var aynı zamanda" diyor. Gereğinden uzun bulunan ilk filminin seyirciye ulaşmayı başarmış bir film olmasına rağmen hataları olduğunu itiraf ediyor. Geçen yıl gösterime giren filmini büyük bir açık yüreklilikle eleştiren yönetmen" ilk filmden kendime göre çok büyük dersler çıkarttım" diyor. "Bir milyon kişi tarafından izlendi, seyircisi ve getirdiği para açısından önemli bir noktadır bu. Ayrıca büyük bir çaba ve enerji vardır içinde, bir şey anlatmaya çalışmaktadır. Ne var ki biraz uzundu. Benim ve arkadaşlarımın söylemek istediğimiz çok şey vardı. Bunları kafamızda derleyip toplayıp bir süzgeçten geçirememiş ve sade bir senaryoya dönüştürememiştik sanki. Biraz fazla yayılmıştık o filmin içinde. Yeni filmin, daha sinema tadında, daha özlü bir anlatımı var, komiği daha bol ama gene bir Levent Kırca lezzeti taşıyor."

İkinci filmde taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor gibi görünüyor. İlk filme yönelik eleştirilerin etkisiyle olsa gerek Levent Kırca her fırsatta bunun daha sinema tadında bir film olduğunu söylüyor. Komediyle trajedi yine bir arada, ama bu kez siyahla beyazın yan yana durması gibi sert değil de yönetmenin sözleriyle ifade edersek "daha içiçe geçmiş halde, sinema diline daha uygun, daha oturmuş bir biçimde." Kırca'ya sorarsanız zaten ikisi mutlaka bir arada olmalı, tıpkı hayatın kendi sinde olduğu gibi. "Sanat ya da sinema bizatihi hayatın kendisidir. Hayata baktığınız zaman da trajediyle komediyi iç içe görürsünüz. Sadece siyahla tablo yapamazsınız. Hayat önünüze bir renk skalası koymuştur. Doğanın kendisinde bu vardır."

Filmin farklı sınıftan iki adamı yüz yüze getirdiğini söylemiştik. Bir tarafta büyük bir gazetenin yöneticisi var. Yusuf, sistemin kuralları içinde at oynatan, kimi satın alması gerekiyorsa onu satın alabilen, gerektiğinde gazeteyi de kendi çıkarları için kullanan katakullici, menfaatçi bir adam. Kırca herhangi bir gazeteyi ya da tek başına basını hedef alan bir film çekmediğini özellikle vurguluyor. "Gökdelenler, burjuva yaşantısı, yerine göre savaş çıkartılabilen bir gazete idarehanesi" diye anlatıyor. "Ama biz burada herhangi bir gazeteden bahsetmiyoruz tabii. Basın halkın kaderini belirliyor belki ama sadece basın değil, büyük holdingler de belirlemiyor mu? Onların desteklediği adamlar iktidar olmuyor mu? Arkasını belli sermaye çevrelerine yaslamayan bir partinin iktidara gelmesi mümkün mü? Gazete çok göz önünde olan bir şey ama gözümüzle görmediğimiz nice büyük şirketler var ki gazetelerin bile kulağını çekiyorlar. Şunu samimiyetle söyleyeyim ki ben bir bütününü anlatmaya çalıştım.

Dolayısıyla gazete egemen sınıfın bir yansıması filmde. Gazetenin yöneticisi Yusuf ise sistemin yarattığı bir canavar adeta. "Kurt mudur tilki midir ne olduğu belirsiz, uzaylı gibi bir yaratık bu adam. Bertolt Brecht'in oyunu 'Puntila ve Uşağı Matti'deki Puntila Ağa böyle bir adamdır işte. Her felaketten bir yarar sağlamayı düşünen, sistemin ürettiği yaratıklardır bunlar. Bir süre sonra bunlara teslim olursunuz. Dağ bir şey doğurur yani."

Öte yandaysa ezilen sınıfı temsil eden Reşo'nun dünyasını görüyoruz; insan hayatının sudan ucuz olduğu, hastalıkların ve ölümün Allahtan bilindiği, yoksulluğun kol gezdiği insanların dünyası. "Bugün o kesimdeki insanlar sınıfsal olarak hiçbir değişime uğramadılar" diyor Kırca. "Hatta daha da kötü durumdalar. Yağmur yağdığında onların evini su basar, ikide bir terörist basar. Bedelli askerlik çıktığında şehirli parasını öder askerliğini yapmaz, vatan görevini de onlar yaparlar. Toprakları artık verimsiz olmuş, ağalık sistemine tam olarak teslim olmuşlardır. Göçler bu yüzden olur, gelir şehirde varoşları oluşturursunuz gelebiliyorsanız eğer. Yani o iki sınıf arasında müthiş bir uçurum, müthiş bir çelişki vardır. Onlar kendi hayatlarını yaşarlar havuzlu villalarında, onlar da orada kendi yaşamlarını yaşarlar. Eğer fazla da bilmiyorlarsa, daha iyisini görmemişlerse normal olan odur onlar için."

& Levent Kırca sinemayı sürdürüyor. Kırca'nın yazdığı bir öykünün senaryolaştırılmasına dayanan yeni film, Türkiye'nin en uç iki kesiminin oldukça kalın ve kaba çizgili tasvirlerinden ve de beklenmedik karşılaşmalarından oluşuyor. Bir Anadolu yolculuğunda, gece yarısı ıssız bir şosede mobiletiyle giden bir köylüye arabasıyla çarpan bir İstanbul gazetesinin genel yayın yönetmeni Yusuf, kazada ölen köylü Reşo'nun ailesini ve acılı Doğu gerçeklerini tanıyor.

Bu, gerçekten de aralarında çağlar bulunan iki dünyanın karşılaşmasıdır. Yusuf’un gazetesi, kitle gazetesi olmak uğruna olmadık tavizler veren, bir yandan politikacılarla, öte yanan mafyayla ilişkisi çığırından çıkmış, boğazına kadar pisliğe batmış bir yayın organıdır: Türkiye' de basının durumunun alabildiğine abartılı, kaba çizgili bir izdüşümü... Yusuf ise tam bir üç kağıtçı, patronun karısıyla yattığı gibi kadını öldürtmek için kiralık katil de tutabilen, yozlaşmanın tepesindeki bir eyyamcı, Batılı deyimiyle oportünistin tekidir.

Doğu ise kendi yoksulluk ve çağ dışılığını yaşar, Levent Kırca'nın yine abartılı yaklaşımıyla... Reşo, kalabalık ailesinin tüm bireylerini üst üste yitirir. Soyun devamı için fingirdek, tombiş bir kadınla evlenir. Doğum yaklaştığında, köyde doktor olmadığından mobiletine atlayıp en yakın kasabaya gitmek zorunda kalır. Bu unutulmuş Kürt topluluğu için rahat, mutluluk ve çağdaş bir yaşam, çok uzak bir düş gibidir. ..

Şeytan Bunun Neresinde?, Kırca'nın ilk filmi Son'un tüm kusur ve erdemlerini taşıyor. Ama sanki bu kez her şey daha bir aşırı gibi... Filmin en olumlu özelliği, gerçek bir mizah yazarının, giderek dehasının gücünü hissettirmesi. Özellikle ilk yarıda espriler yağmur gibi yağıyor ve film, Türk komedi sineması içinde metrekareye en çok yağmur, pardon espri düşen filmlerin en ön safına geçip yerleşiyor. Espri fakiri bir sinema için bu az şey değil.

Ama film, ilkindeki gibi, sonuç olarak biraz uzatılmış bir Levent Kırca Show (ya da 'Olacak O Kadar' programı) olduğu duygusunu vermekten kaçınamıyor. Tüm ilk bölüm, sanki Kırca'nın Kürt ve Doğulu aşiret ve köy yaşamı üzerine ustası olduğu skeçlerin bir toplamı gibi sanki... İş İstanbul'a, basın çevresine gelince, ne kadar gülseniz, ne kadar filanca tipi veya karakteri falanca tipe veya karaktere benzetseniz de, işin dozu tümüyle kaçıyor ve Kırca usulü abartı zirvelere çıkıyor. Evet, mizah zaten gerçeği abartmaktır, ama nereye dek, hangi ölçüde? Bu iki dünyanın belli bir yapaylık içinde gelip bir 'kaza'yla birbirine girmesiyse, en hoşgörülü komedi çerçevesi içinde bile aşırı kaçan bir durum.

Film, evet, güldürüyor. Dediğimiz gibi, esprileri bol. Oyunculuk düzeyi de elbette yiine TV parodisi çerçevesinde olmak üzere, çok iyi. Ama fılmin gerçek bir sinemasal yapıdan ve tüm o zengin mizah gücünü örtecek bir çatıdan yoksun olması, gerçekten de temel bir eksiklik ..

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder