Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

DANSÖZ (2000)


Senaryo ve Yönetmen Savaş Ay Görüntü Yönetmeni Veli Kuzlu Müzik: Balık Ayhan, Ulaş Can Ay Yapım Saat Film/Savaş Ay Sanat Yönetmeni: Yaşar Kartoğlu, Yönetmen Yardımcıları: Serap Sevgen, Figen Ermek Özçorlu, Reji Asistanları: Senem Morgül, Beste Alasya, Devamlılık: Hatice Yakar, 1. Kamera Asistanı: Ahmet Kasapoğlu, 2. Kamera Ast: Sinan Deviren, 3. Kamera Asist: Engin Özkaya, Kurgu: Kıvanç Baruönü, Prodüksiyon: Hasan Cihan Alpay, Muharrem Bayraktar, İlhan Aydın, Akın Eraslan, Bülent Çolak, Sanat Grubu: İdil Ayvalıklı, Murat Şengül, Cengiz Güven, Montaj Ast: Senem Morgül, Kostüm Grubu: Saadet Başgöze, Özlem Artun, Özlem Özan, Işık Şefi: Nezir Yücel (Işık Evi), Işık Grubu: Hamit Paksoy, Abit Eriş, Yaşar Uyanık, Emrah Yıldırım, Yılmaz Paksoy, Kostüm Asistanları: Aslı Akgün, Aslıhan Türel, Nazan Atar, Prodüksiyon Asistanları: Gürol Tufan, Merve Girgin, Onur Akgün, Ses Operatörü: Serkan Akar, Dooly ve Jeep Asist: Yasin Uzun, 2. Kamera Grubu: {1. Kamera Ast: Vedat Demir, 2. Kamera Asist: Türksoy Gölebeyi, 3. Kamera Grubu: Okan Zengin}, Makyaj: Fakta Kardeş, Kuaför: Yüksel Altun, Makyaj Asist: Candan Güzel Çiçek, Kuaför Asist: Fırat Kanalıcı, Set Amiri: Godzilla S. Geçgel, Set Ekibi: Bayram Kayık, Selma Kazgöz, Erol Potur, Sonay Dökmeci, Ahmet Topal, Fedai Erdilenler, Kamera Belgesel: Ali Öksüz, Jenerik: Özkan Sevinç, Grafik: Evşen Yiğit, Ses Kurgu: Erkan Aktaş, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, Tuncay Koçtürk, Osman Yıldız, Renk Operatörü: Adnan Şahin, Afiş Uygulama: Renk Ofset, Set Fotoğrafçısı: Mehtap Yücel, Ertan Uca, Basın Halkla İlişkiler: Emine Derin, Yapım Koordinatörü: Gamze Batlaş,(FONO Film Laboratuarlarında Hazırlanmıştır)

Oyuncular: Fikret Kuşkan (İsa), Mustafa Altıoklar (1.Çingene), Fedon (2.Çingene), Birol Beray, Nigar İsen (Tarla Ana), Nuran Çokçalışkan (Zarife), İlknur Soydaş, Şıvga, Savaş Ay (Nemci), İlknur Soydaş (Kanarya Hayriye), Şıvga,Kerem Alışık, Çolpan İlhan (Kobra), Nilüfer Açıkalın, Aslı Bütül (Beyhan), Birgül Güngör, Yeliz Yeşilmen, Yusuf Azuz, Panter Emel, Pelin İşcan, Atacan Arsever, Taarruz Yılmaz, Fatih Altın, Göksenin İleri, Nevzat Şenol, Uygar Tamer, Beyaz (Taksi Şoförü), Sadri Alışık, Ertekin, Şükran Ay, Erkan Petekkaya, Yıldo, Asım Can Gündüz, Balık Ayhan, Nesrin İşçiş, Beyaz, Vedat Yenerer (Jüri), Engin Koç (Jüri), Ulaş Canay (1. Çingene), Teo (2. Çingene), Matheu (3. Çingene), Güneş Özyiğit 1. Çingene Kız), Melek Yargıcı (2. Çingene Kız), Binnur Gülbey (3. Çingene Kız), Saadet Başgöze (Fakir Çingene)

Konu: Dansöz, çingene mitolojisindeki bir bölümden esintiyle başlar: "Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiği çivileri çingeneler yaptı! ... Bundan böyle lanetlenmiştir çingene ırkı, lanet çözülene kadar. Yani tam 2000 yıl yeryüzünde dolaşıp dursunIar". Geceledikleri bir yerde ikinci kez konaklamasınlar." Su içtikleri bir kaynaktan bir daha içemesinler. Aynı yıl içinde, aynı nehirden, bir daha geçemesinler. Kendisine kaynaklık eden çingene mitolojisindeki bu bölüme gönderme yapacak şekilde, Hz.İsa'nın çarmıha gerilme sahneleriyle başlayan Dansöz filmi, gösteri sanatlarına gönül vermiş çingenelerin yaşamlarını, adetlerini geleneklerini ve Beyaz'larla ilişkilerini, çelişkilerini, oryantal dansın inceliklerini, ayrıntıların hüzünle neşenin içiçe geçtiği bir biçimle anlatır. Yönetmen Savaş Ay, filmini kendine emziren çingeneye adamış. Titanik ananın dansöz kızları, bir fasılda müşterileri eğlendirmektedir. Fasıl sonrasında, dansözlerin fedaisi Zoro gelir. Zora, Zarife'ye vurgundur. Fakat annesi Zarife'nin, Zoro'yla evlenmesini istemez. Zarife'de Zoro'dan hoşlanmaktadır ve efendi olmadığı için ailesinin onunla evlenmesine izin vermediğinden dert yanar Hayriye'ye. Kobra lakaplı eski bir dansöz olan Necla, dans dersi alan kadınlar arasında efsanedir. Necla, gençliğinde dans ederken vurulmuş ve sakat kalmıştır. Necla'ya ölen eşinden bir holding ve yüklüce bir para kalmıştır. Necla'nın başı kızı Emira ile derttedir. Emira çocukluğunda annesiyle sağlıklı bir ilişki yaşayamamış ve ona duyduğu hınç ve öfkeden dolayı onun istediği bir yaşam sürmek yerine, bir çeşit intikam duygusuyla dansöz olmak istemektedir. Emira'nın babasının, onun dansöz olmaması için vasiyeti vardır. Bu yüzden anne kız arasında sık sık çatışma yaşanmaktadır. Emira, annesinin gölgesinde olmaktan, sürekli Kobra'nın kızı diye tanıtılmaktan bıkmıştır. Hayriye, yağmurlu bir havada annesi çamaşırcı Dekoraya parasız kaldıklarından dert yanarak, tabelacı Yunus'un çamaşırlarını götürmek ister. Hasta olan yaşlı kadın izin vermese de Hayriye (Kanarya), annesinin uyumasını fırsat bilerek Yunus'a gider. Yunus, Kanarya'ya tecavüz etmeye yeltendiğinde, Zora ile içmekten dönen Necmi kızın sesini duyarak onu Yunus'un elinden kurtarır. Birlikte Necmi 'nin kaldığı metruk minibüse giderler. Kanarya, Necmi'den hoşlanmaktadır ve onu baştan çıkarır. Dekora, Kanarya'nın Necmi'yle evleneceğini söylemesi üzerine deliye dönmüştür ve bu yüzden kızını döver. Necmi, Kanarya'ya görkemli bir çingene düğünü yapar. Necmi bir Arnavut delikanlısı olarak düğündeki romanlara, onlara layık bir damat olmak için söz verir. Dekora, Necmi 'nin kızıyla evlenmelerinin üzerinden yedi ay geçmesine karşın eve tek kuruş getirmemesinden yakınmaktadır. Bu arada Kanarya, kız kardeşinden oryantal dans yarışması açıldığını öğrenir. Kazanana ev, araba gibi hediyeler verilecektir. Kanarya, Necla'nın evine giderek ondan dans dersi almak istediğini söyler. Kadın, yardımcı olamayacağını belirtir. Kanarya giderken elindeki maskot Necla'nın dikkatini çeker. Maskot yıllar önce Necla'ya Necmi tarafından verilmiştir. Necmi'de Necla'nın vurulduğu gece aynı kişi tarafından dizinden vurularak sakat kalmıştır. Necla, Kanarya'yı alarak Necmi'yi görmeye gider. İkisi görüşmeyeli yirmi yıl olmuştur. Necmi onun için bestelediği şarkıyı söyler. Necla çok duygulanmıştır. Necla, Kanarya'yı himayesine alarak onu dans yarışmasına hazırlamaya başlar. Emira ise, gelişmelere çok sinirlenmiştir. Kanarya yarışmaya hazırlanmak için Necla'nın evinde kalmaya başlar. Zora, Zarife'nin yarışmaya katılmasına sinirlenir ve onu bir samanlığa kapatarak kendisi için oynamasını ister. Bu arada Emira, Kobra'dan nefret eden ve dans dersleri veren Neptün'e kendisini yarışma için Almanya'dan gelmiş biri gibi tanıtarak ders almak için başvurur. Necla, oryantal yarışmasında finale kalmıştır. Zora ve Necmi, Kanarya'yı almak için Necla'nın evine giderler. Necmi, karısıyla evine döner. Oryantal dans yarışmasının final gecesini televizyonda Necmi'yle seyreden Necla, Neptün'ün kızıyla ilgili duyuru yapması üzerine yarışmanın yapıldığı salona gider. Kobra Necla, yarışmanın arasında sahneye çııkarak konuşma yapar. O sırada Necla'nın arkasında beklemekte olan Neptün, Kobra Necla'ya hakaret eder. Kobra'yla yarışmaya gelen ve müzisyenlerle birlikte çalan Necmi, Kobra'nın yanına gelerek onu destekleyen bir konuşma yapar. Sırası geldiği için sahneye çıkan Emira, Neptün'ü tersleyerek annesine sevgi gösterisinde bulunur. Çok sinirlenen Neptün, sahneden ayrılarak balkona gider. takıp Emira'ya ateş etmek üzereyken bir kobra yılanı tarafından sokulur. Neptün, sevgilisinden kendisini Necla'nın yanına götürmesini ister. Neptün, Necla'yı ve Necmi'yi yıllar önce vuranın kendisi olduğunu itiraf eder. Oryantal Dans Finali Neptün'ün ölümüyle son bulmuştur. Bu esnada Necla, dansın yarışması olamayacağını, dansın şöleni olduğunu söyler. Necmi ve Kanarya'nın bir bebeği olur ve adını Zeytin koyarlar. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 266

&  Sinemayı ne kadar çok seviyorlar... Hepsi de sözbirliği etmişcesine aynı şeyi söylüyorlar: Sinemayı çok seviyoruz. en büyük arzumuz bir yapabilmek. Kimler mi bunlar, ? Kimler değil ki ... Aralarında, reklamcılar var, televizyon yapımcı –yönetmenleri, talkshow ünlüleri, mizah ve köşe yazarları var, Mankenler var şarkıcıtürkücüler var, gece kulübü sahipleri, model tasarımcıları·ve daha kimler kimler var..

İşte yapılan kimi filmler ortada. En son örneği Dansöz olanı... Bu film de uzun zaman sinema yapmak arzusunda olan Savaş Ay’ın elinden çıktı. Peki ama Savaş Ay’ın sevdiğim biri olması, "sokak çocuğu" kimlik ve kişiliğinin bana sıcak gelmesi ve ayrıca elbette her isteyenin, her sevenin, her gönül yapmaya hakkı olduğunu savunacak ve de hep savunmuş bir demokratik kafa yapısına sahip olmam, Dansöz'ün ne kadar kötü bir film olduğunu söylememe engel olacak mı? Kuşkusuz olmayacak. ..

Dansöz’ün hikayesi, içerdiği yoğun melodisine karşın ya da o malzeme yüzünden hiç de kötü bir hikaye değil. Kibar adıyla roman denen Çingene kültürüne yaslanması beni hiç rahatsız etmedi. Tersine, farklı ve marjinal kültürlere, toplumumuzu oluşturan değişik yaşam, gelenek ve folklor birikimlerine hep büyük sempatiyle bakmışımdır. etnik farklılıklarımız ve özelliklerimiz farklı filmlerde perdeye yansısa Peki, Dansöz'ün bozgunu nereden kaynaklanıyor? Öncelikle çok yanlış bir 'casting' olayından ... Çolpan tlhan, "20 yıl önce dansı bırakmış ünlü dansöz Kobra" için biraz yaşlı. Çok değil: 20 yıl kadar! ... Ne yazık ki kamera bağışlamayan bir aygıt. Ve o 20 yılın her biri rolün inanılırlığından bir parça alıp götürüyor . Elbette aynı şey Savaş Ay için de söylenebilir. O da rolü için 20 kilo kadar fazla ağır!... Elbette Metin Akpınar'ın İbrahim Tatlıses'in karizmasını ve popülerliğini taşıyan Abuzer için 20 de değil, 30 kilo fazla olduğu ve bunu seyircinin kabul etmesinin beklendiği bir ülkede, bu doğal sayılmalı diyeceksiniz. Ama işte olmuyor, olmadığı anda da dram komediye, hatta farsa dönüşüyor.

Bakınız, sanatçıların yaşından ya da kilolarından söz etmek nazik bir şey değil. Sanatçı kaç yaşında ve kaç kilo olursa olsun sanatçıdır ve her türlü fiziksel durumda, oynayacak rolü vardır. Evet, ama fiziksel kondisyon da onu sınırlar, sınırlamalıdır. Herkes bir film için 20 kilo alıp sonradan veren Robert de Niro değil. Yönetmen de, oyuncu da kendi kapasitesini ve sınırlarını bilmeli, Batı'da apayrı bir alan sayılan 'casting' olayı çok ciddiye alınmalı ve aslında sevdiğimiz sanatçılar yanlış rollere çıkıp kendilerini gülünç etmekten vazgeçmeli.

Dansöz'ün temel sorunu elbette 'casting'le sınırlı kalmıyor. Bu filmde özellikle ikinci yarıda ve tüm final bölümünde belirliği gibi, en küçük bir sinema dili araştırması, hikayenin nasıl görselleşeceği, nasıl filme alınacağı konusunda en küçük bir düşünce ve eylem çabasına rastlanmıyor. Tüm final bölümü, Sinepop sinemasının o daracık duvarları arasına ve dar soyutlu sahnesine yerleşmek zorunda kalmış. Bu zaten filmi ve onun dramatik olanaklarını sınırlayan bir durum.

Ama biraz becerisi olan bir yönetmen, kamerayı doğru yerlere yerleştirerek ve kamera açılarını iyi saptayarak, o dar mekanı genişletebilir, en azından onun darlığını seyirciye böylesine duyumsatmazdı. Kamera hemen her sahnede olması gerektiği yerde değil, tam olmaması gerektiği yerde. Geniş açılı bir çekim bekliyorsunuz, yakın plan geliyor. Oyuncuların yüzünün önem taşıdığı bir sahnede yakın plan bekliyorsunuz, genel plan geliyor.

Ve tüm çözümlerin üst üste yığıldığı tüm fi nal bölümü, tam bir müsamere havasında ... Bir "dansözler yarışması" yapılıyor, sahne arkasında karşılaşan Kobra ve kızı, tek bir figüranın, evet, tek bir figüranın bile geçmediği sanki bir ıssız çöl ortamında dakikalarca konuşuyorlar. Kobra'nın rakibesi olan eski dansözü sözüm ona yılan sokuyor, bu dramatik sahnede ne olup bittiği bile anlaşılmıyor. Ölüm halindeki kadın sahneye getiriliyor ve yıllar önce Kobra'yı vurdurttuğunu açıklıyor, ama en küçük bir dramaturji çalışması, bu sahnenin nasıl çekileceği üzerine en küçük bir zihin jimnastiği yapılmadığı ve kurgu da da sanki rastgele makas vurulduğu için, ortaya dramatik bir bölüm değil, bir ilkokul temsili kargaşası çıkıyor.

Ve her şeyin ötesinde, oryantal dans ya da göbek dansı dediğimiz şeyi temel alan filmde, bu dansın güzelliğine, erotizmine ve estetiğine değinen, onu dışa vuran tek bir çekim bile yok. Bizler ki bu ülkede yaşımız gereği Aysel Tanju'dan Özcan Tekgül'e, Semiramis'ten Zennube'ye, Ayla Can' dan Birsen Ayda'ya onca dansözü nefesimizi tutarak izlemiş bir kuşaktanız. Bu filmde tere batmış göbek yakın planlarından başka oryantalin güzelliğini veren tek plan görmedik. Zaten filmin birçok sahnesi estetik açıdan son derece itici, kaba ve çirkin olmayı adeta marifet sayan bir anlayışla çekilmiş ...

Ama işte bu Dansöz filmi, bir aydır televizyonlarda görülmemiş bir reklam kampanyasıyla tanıtılıp duruyor. Savaş Ay ve ekibi, kendi programlarından çıkıp başka programlara katılıyorlar, bitmez tükenmez Dansöz muhabbetleri yapıyorlar. Hatta, bir kanalda gördüm, "Dansöz ekibi esnafla el ele," diyerek, son ekonomik bunalımdan dertli ve eylem halindeki esnafa sarkılıyor, Filmin dansöz ve model oyuncuları esnafın içine giriyor ve el ele tutuşuyor. Maksat elbette esnafa yardım filan değil, Dansöz'ün reklamı ve promosyonu Eee, sevgili halk çocuğu Savaş Ay kardeşim Millet can derdindeyken, acaba bu kadarı da ayıp olmuyor mu? Ve bu fırsatçı reklam anlayışı, gerçek halk dostluğuyla, gerçek sokakların çocuğu kimliğiyle bağdaşıyor mu?

Sinema öyle kolay bir iş değil. Ha deyince ortaya iyi bir film çıkmıyor. Orson Welles'in ilk filmiyle aşılmamış bir katıksız başyapıt üretmesi efsanesi kimseyi yanıltmasın. Yurttaş Kane'in arkasında Welles'in çocuk yaştan itibaren sinemaya duyduğu büyük ilgi ve tutku, tam bir sinema kuşu olması gerçeği yatıyor. Welles'in yalnızca Hitchcock'un Bir Kadın Kayboldu'sunu 67 kez izlediğini bilmem biiliyor musunuz? Sahi, Savaş Ay acaba hangi film klasiklerini izleyerek üzerlerinde düşndü? Acaba hiç Yurttaş Kane'i izledi mi örneğin? Bilmek isterdim. Ve de bir genel ricada bulunmak isterdim: sinemayı bu denli sevmekten vazgeçin, ne olur! ...

Elbette işler tam anlamıyla düzeysizleşmeye doğru gidiyor. Televole kültürüyle yapılan filmler, sonunda televole anlayışıyla ve o türden programlar aracılığıyla reklam edilip duruyor. Zaten Dansöz'ü son dönemin bu mantıkla yapılıp bu mantıkla pazarlanan kimi filmlerine tipik bir örnek olduğu için ele alıp böyle yerden yere vuruyorum!... Biraz da bu olaya tarih düşürmek ve bu mantığı sergilemek için ... Bizde demir dövücünün hınk deyicisi diye eski bir deyim vardı. Tıpkı onun gibi, bu filmleri beğenen ve öven kimi ünlülerden de inciler bulunup özenle derleniyor ve gazetelerdeki reklamlarda kullanılıyor. Örneğin Dansöz için Memoli, İzzet Öz, Tayfun Taliboğlu gibi konunun uzmanlarının değerli görüşleri kullanılıyor. Ha, bir de, herhalde Çolpan İIhan'a olan hayranlığı nedeniyle filmi övmek zorunda kalan Selim İIeri'den bir cümle ... Çolpan İIhan'a ben de hayranlık düzeyinde bir sevgiyle bağlıyım, ama kimse kusura bakmasın, bu, filmi övmem için yeterli değil. “Atilla Dorsay, “Sinemamızsa Çöküş ve Rönesans Yılları”

& Dansöz", gösteri sanatlarına gönül vermiş çingenelerin yaşamlarını, adetlerini geleneklerini ve beyazlarla ilişkilerini, çelişkilerini, oryantal dansın inceliklerini, ayrıntılarını, hüzünle neşenin iç içe geçtiği bir biçimle anlatmayı amaçlıyor. Yönetmen Savaş Ay, filmini kendini emziren çingeneye adamış. Savaş fotoğrafçısı olarak bilinen Savaş Ay, uzun süredir medyada televizyon programları ve köşe yazarlığıyla göze çarpıyor. Yaptığı programlar ve köşesine konu aldığı yazılar onun bir çeşit Marko Paşa tarzına dikkat çekiyor. Bu bağlamda Savaş Ay'ı besleyen malzemeler, güncel ve geniş kitlelerin ilgisini çekebilecek konulardan seçiliyor. Aslında zaman zaman televizyon dizilerine, nadiren de sinemaaya konuk olsalar da, şu sıralar Çingeneler ve yaşamları hakkında popüler ilişkiler gündemin ön sıralarını işgal etmiş görünmüyor.

Savaş Ay, ilk uzun metrajlı film yönetmenliği denemesinde başlangıçta ilgi çekici bir biçim oluşturmuş. Neredeyse Hz. İsa'nın çarmıha gerilme sahnelerini içeren bir filmden ödünç alınmış gibi duran çekimler ve çingene mitolojisine ilişkin göndermeler ilgi çekici tanımlamasını güçlendiriyor. Fakat sepya renklerin hakim olduğu bu bölümün bitmesi ve sinei millete dönülmesiyle, başlangıçtaki çingene mitolojisi ve sonrasında filmin gelişen bölümleri arasındaki ilişkiyi kavramada zorlanmaya başlıyorsunuz. Daha iyi bir ifade şekli ise, Yeşilçam sinemasının cilalanmış bir versiyonuyla karşı karşıya kalmaya başlıyorsunuz şeklinde olabilir. Şüphesiz Savaş Ay; filmini o her zamanki "samimi olma" tarzı içinde ve anlatmak istediklerine sinemanın karşılık oluşturabileceği düşüncesiyle yola çıkarak yapmayı amaçlamış. Fakat olasılıkla televizyonculuğunun etkisinden sıyrılamadığı için eklektik bir çalışmaya imza atmış. Bu yargıda bulunurken çalışmanın bütününde bir yapaylık hakimmiş ve geçişler arasında bağlantısızlıklar dikkat çekiciymiş gibi algılanmamalı. Öncelikle Savaş Ay, hem gerçek çingeneleri filmine katarak, hem de onların dünyasına çok uzaktan bakarak, yorum yapmaya çalışmadan atmosfer yaratma açısından belli bir düzeyi tutturuyor. Üsküdar'ın 'şen mahallesi' Selamsız'da doğan Savaş Ay'ın bildiği bir dünyayı anlattığı 'Çingene masalı' hakkında filmin başrol oyuncusu Çolpan İlhan, "Savaş Ay'ın o hayatı bilmesi senaryoyu çok gerçekçi kılmış. Okur okumaz bu samimiyet bana geçti. İzleyiciye de geçeceğine inanıyorum" demiş Ama bu düzeyde de film, bazı Yeşilçam sineması örneklerini, anlatmak istediği dünyayı sığlaştırma alışkanlığının dışına taşamıyor. Örneğin Emir Custirica'nın 'Çingeneler Zamanı' filminde, gerçek ve gerçek üstü bir dünyanın, çingenelerin dünyasına karşılık gelen bir öz ve biçimin, atmosfer yaratma ve oyunculuk başarısının filmi alıp sürüklediğini anımsıyorsunuz. Halbuki iyi niyetli Ay'ın filminde, öykünün temeline egemen olan iki göbek dansı ustasının aralarında oluşan düşmanlıktan, Kobra Necla'nın kızıyla arasında oluşan İletişimsizliğe ve bu duyguları yansıtma açısından oyunculuk becerisinin göz doldurmadığı yönünde iddialarda bulunmak abartılı olmayacaktır. Diğer yandan anlamadığımız nedenlerle Savaş Ay'ın filminin içine sanki video klip çekercesine eklediği bölümler, örneğin; Zorro'nun sevgilisi Zarife'yi hoşlanmadığı şekilde davranması yüzünden samanlığa kapatması, onu samanlığa ilişkin her türlü aksesuarı içeren bir fonda çıplak kalacak şekilde dans ettirmesi ve sevişmeleri söyleyebilecek şeylerin tükendiği bir duruma karşılık oluşturuyor. Hele de kadının adının Halime değil Zarife olduğunu bildiğinizde ...

Aslında Savaş Ay, toplumun geniş katmanlarıyla kurduğu ilişkilerle yaşama global boyutlarda bakabilecek biri gibi görünmesine karşın, çoğu zaman televizyon programlarında da yaptığı gibi, filmini gariban babalığına adamış ve bundan da mutlu görünüyor. Ay'ın filminde kazanan insanlar yok. Filmdeki tüm iyi ve kötü insanlar bir şekilde hep yaşamın darbelerini yiyorlar. Bu bağlamda, en büyük düşmanı Neptün tarafından vurularak sakat kalan Kobra Necla, ona aşık olan ve yıllardır peşinden koşan bir Mısır'lı prensin aşkını yarım bir insan mantığıyla geri çevirmezken ve yaşama sımsıkı tutunurken, vurmalı sazıyla ona eşlik eden ve aslında bir devlet kurumunda çalışan Necmi'nin de Neptün tarafından vurulması ve topal kalmasından sonra yaşama küsmesinin, çingenelerin yaşamına karışmasının bağlantıları, Necmi'nin yaşadığı travmanın derinlikleri hisedilmiyar ve son derece yüzeysel olarak geçiliyor. Daha önce vurguladığımız, Kobra ve kızının arasındaki ilişkinin derinliklerinin hissedilememesi gibi. Filmin içindeki olumlu yanlar bazı sinematografik anlatım unsurlarını başarıyla kullanması olarak belirtilebilir. Örneğin; filmin başında sonradan Kobra olduğunu anladığımız dansözü vuran silahla, filmin sonunda Kobranın kızı Emira'yı vurmaya çalışan silahın aynı olması ve Kanarya'nın elindeki maskottan Kobra Necla'nın Necmi 'yi anımsaması gibi. Ama öncelikle, sinema sanatının görüntülerle bir öykü anlatma işi olduğunu düşündüğünüzde, böylesi arayışların da eşyanın tabiatı gereği var olması gereken unsurlar olduğunu düşünüyorsunuz. Belki de filmdeki en gerçek tipler, bazı çingene figürler, Dekora, Zarife gibi; biraz da ruhen yakın durduğu için Kerem Alışık ve yılların oyuncusu Çolpan İlhan'ın oyunculukta göz doldurduğu söylenebilir. Diğer oyuncular açısından ne yazık ki söylenebilecek olumlu şeyler görünmüyor. 'Gora' filminin de görüntü yönetmenliğini yapan Veli Kuzlu'nun görüntüleri ise, Dansöz filminin en olumlu unsurlarından biri olarak akılda kalıyor. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 268

FİLMİ İZLE 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder