Powered By Blogger

15 Aralık 2022 Perşembe

 

İTİRAF (2001) 


Senaryo ve Yönetmen: Zeki Demirkubuz, Görüntü Yönetmeni: Zeki Demirkubuz, Yapım: Mavi Filmcilik Zeki Demirkubuz Sanat Yönetmeni: Bahar Evgin, Kurgu: Zeki Demirkubuz, Ses Kayıt: İsmail Karadaş, Mix: Erkan Aktaş, Işık: Zafer Saka, Set: Apo Demirkubuz, Görüntü Yön. Yrd.: Türksoy Gölebeyi, Yapım Sorumlusu: Filiz Pekşen, Yapım Koordinatörleri: Ahmet Boyacıoğlu, Başak Emre Negatif Kesim: Tuncay Koçtürk, Osman Yıldız, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Renk Uzmanı: Adnan Şahin, Baskı Zekeriya Şahin, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, Işık servisi: Can Film, (Fono Film laboratuarında hazırlanmıştır )

Oyuncular: Taner Birsel (Harun), Başak Köklükaya (Nilgün), İskender Altın (Süha), Miraç Eronat, (Ayşe) Gülgün Kutlu (Anne), Serdar Günaydın, Sinan Adıyaman, Apo Demirkubuz, Bal Ertürk, Tülay Koluçolak, Cafer Güngör

Konu: Harun (Taner Birsel), büyük bir inşaat şirketinde mühendis olarak çalışmaktadır. Süha, Harun'un iş arkadaşı ve dostudur. Harun'un karısı Nilgün (Başak Köklükaya) ile sorunları vardır. Harun uzun bir süredir Nilgün'ün kendisini aldattığını düşünmekte, fakat bunu ispatlayamamakta ve içi içini yemektedir. Bir iş gezisi için şehir dışına çıkan Harun, kaldığı otelden karısını arar. Aralarında mesafeli ve kaçamak cümlelerden oluşan bir konuşma geçer. Karar değiştiren Harun, eve erken dönmeye karar verir. Eve döndüğünde Nilgün'ü evde bulamaz. Uykusu kaçan Harun, huzursuz bir şekilde yatmaktadır. Nilgün gece geç saatlerde eve gelir. Yatak odasına gelen Nilgün'ü duymamış gibi yapan Harun, uyur gibi yapmaya devam eder. Bu arada Nilgün yatmadan önce biriyle telefonla konuşur. Nilgün, ertesi sabah Harun'un uyanmasını beklemeden erkenden evden çııkar. Harun telefonun hafızasında kalan numaradan Nilgün'ün aradığı yerin bir otel olduğunu öğrenir. İşine giden Harun, Nilgün'ü arayarak zamanından önce erken döndüğünü ve akşam birlikte dışarıya yemeğe çıkmak istediğini söyler. Harun ve Nilgün lüks bir lokantada yemeklerini yerken aralarındaki gerginlik ortama hakim olmaya başlar. Nilgün ilişkinin yürümediğini ve ayrılmak istediğini söylediğinde, Harun nezaketi bırakmış ve karısına karşı kabalaşmaya başlamıştır. Nilgün gitmeye yeltendiğinde ise Harun kendisini öldürmekle tehdit eder. Gözleri yaşlarla dolan kadın, korkusundan yerinden kalkamamıştır. Harun takıntı haline getirdiği, Nilgün'ün kendisini aldattığı fikrinden sıyrılamamaktadır. Ertesi gün evde karısını önceki gece kiminle telefonda konuştuğunu öğrenmek için sıkıştırır. Nilgün, konuştuğu kişinin arkadaşı Nermin olduğunu söylese de inandıramaz Harun'u. Aralarında başlayan tartışma kavgaya ve giderek şiddete dönüşür. Harun delirmiş gibidir. Yatak odasına kaçan Nilgün'ü yatağa yatırmış ve boğazını sıkmaktadır. Genç kadın ölmek üzereyken parmaklarını gevşeten Harun, katılarak ağlamaya başlar. Nilgün kendisini zorlukla banyoya atmıştır. Ağlarken, bir yandan da boğazına gargara yaparak yaşadığı şoku atlatmaya çalışmaktadır. Biraz kendine gelen genç kadından Harun özür dilemeye yeltense de Nilgün kabul etmez ve Harun'un evi terk etmesini ister. Harun evi terk etmek istemez, bunun üzerine eşyalarını toplayan Nilgün evi terk etmek istese de kendisini engellemeye çalışan Harun'u, Nilgün camdan atlamakla tehdit eder. Harun çaresiz kalarak Nilgün'ün gitmesini engelleyememiştir. Nilgün'ün ayrılışının üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra Harun, varoş semtlerinden birinde bir eve gelir. Ev kan kardeşi Taylan'ın evidir. Harun'u, Taylan'ın annesi ve kardeşi içeri alır. Harun evin duvarlarındaki Taylan'ın fotoğraflarına bakar. Bir süre içeride kalan Harun, arabasından bir şey almak için dışarı çıkar. Arkasından gelen Taylan'ın annesi ve erkek kardeşi yere çömelmiş ve ağlamakta olan Harun'dan hemen evi terketmesini isterler. Harun'a saldırmak üzere olan Taylan'ın erkek kardeşini ise zor zapt ederler. Harun, kan kardeşi Taylan'ın karısı olan Nilgün'le ilişki kurmuş ve sonra onunla evlenmiştir. Yaşadıklarını kaldıramayan Taylan ise intihar etmiştir. Harun, Nilgün'ün birlikte olduğu adamdan ayrıldığını ve hamile olarak bir gecekonduda tek başına yaşadığını öğrenmiştir. Harun bir gece Nilgün'ün oturduğu gecekonduya gider. Kapıyı açan Nilgün'e kendisini görmek istediğini söyler. İçeri giren Harun otururken Nilgün yemeğini yemektedir. Harun, Nilgün'e görüşmeyeli uzun zaman olduğunu ve kendisini özlediğini söyler.

 ÖDÜL:

21. Uluslararası İstanbul Film Festivali (2002)

►"En İyi Yönetmen" (Zeki Demirkubuz),

FIPRESSCI Uluslararası Film Eleştirmenleri seçiminde

► En İyi Film

SİYAD seçiminde (2003):

►"En iyi Senaryo" (Zeki Demirkubuz),

►"En iyi Erkek Oyuncu" (Taner Birsel).

 & Bir adam (Harun) ofis penceresinden dışarı bakarken kırmızı bir balon önünden uçarak havaya yükselir. Çalan telefonu cevaplamak için masasına döner. Eşi aramaktadır. Aralarındaki monoton ve hissiz konuşmalardan (adamın cansız ses tonu ve karşı taraftan gelen kadının sesi) bir şeylerin ters gittiğini anlamamıza rağmen ne olduğu konusunda bir fikrimiz yoktur. Harun aniden Ankara'ya dönmeye karar verir. Bir şeye canının sıkıldığı bellidir. Filmin başlangıç sahnesi ve Harun'un Ankara'ya gidişini uzun uzun verilmesi bu yolculuğun sonunda bir şey olacağının beklentisi içerisine girmemize neden olmaktadır. Harun'un arabası ve iyi döşenmiş dairesi maddi durumlarının iyi olduğunu göstermektedir. Yönetmenin diğer filmlerindeki gibi varoşta yaşayan insanlar olmadıkları daha ilk sahnelerden anlaşılmaktadır. Harun eve gittiğinde eşinin hala dönmediğini görür. Birkaç saat sonra ancak döner. Hemen birisini arayarak güvenle döndüğünü söyler. Harun'un yatakta yatarken. yüzünü yakından görürüz. Karısının evde çıkardığı sesleri dinlemektedir. Yüz ifadesi serttir ve onunla yüzleşmemek için bir kaçış yöntemi olarak uyuma numarasını tercih etmiştir.

Karanlık' Üzerine Öyküler" üçlemesinin ikinci filmi olan itiraf, aldatmayı, sadakatsizliği anlatan bir filmdir. Başarılı bir işadamı olan Harun, anlamadığımız bir nedenden dolayı eşi tarafından aldatılmaktadır ve buna tahammülü kalmamıştır. Karısının her hareketini takip ederek, sonuçlar çıkarmak yaşantısını dayanılmaz hale getirmiştir. Sonunda Nilgün'le büyük bir kavgaya tutuşur. Bu kavga ve Harun'un tutumu Nilgün'ü evi terk etmeye ve yeni bir hayata başlamaya zorlayacaktır. Başlangıçta Harun, aldatılan ve acı çeken taraf olduğu için izleyici olarak ona sempati duymamıza rağmen kavga sırasında öfkeyle söylenen sözler ve özellikle Nilgün'ün söyledikleri karakterlere bakışı değiştirmektedir. Üçüncü Sayfa'da Meryem'in bir anda suçlu pozisyonuna geçmesi gibi Harun'da suçu paylaşan taraf olmuştur. Harun'un eşine olan tavrı, küfürlü konuşması ve Nilgün'ün eskiden en yakın arkadaşının karısı olduğunu ve arkadaşının intihar ettiğini öğrenmemiz ona olan acıma duygularının azalmasına neden olmaktadır. Bu anlamda Nilgün, Harun'dan daha suçlu değildir. Zeki Demirkubuz'un karakterlerinin hepsinde iyi ve kötü yanların yan yana olduğunu görmek mümkündür.

Güvensizlik Harun için dayanılmaz noktaya geldiği zaman karısının ilişkisini itiraf etmesini istemiştir. Başlangıçtaki yalvarmaları şiddete döner. Ancak asıl öfkesi kendisinedir. Karıısının ihanetinde kendi arkadaşına yaptığı ihaneti görmüştür. Aldatılan kocanın öfkesinden ziyade karısının bir türlü ilişkisini itiraf etmemesi onu sinirlendirmiştir. Çünkü yıllar önce kendisi arkadaşına ihanetinin itirafını yapamamanın suçluluğunu yaşamaktadır. Bu nedenle katillerin cinayet mahalline dönüşleri gibi o da Taylan'ın ailesinin yanına giderek itirafını yapacaktır. Taylan'ın annesinin söyledikleri filmin de temel noktasını oluşturmaktadır: "Defol git, günahını başka yerde temizle."

 Evliliğin yasak ilişkiyle başlaması Harun'un karısına sürekli güven duymamasını getirmiştir. Sonuçta kocasını aldatan bir kadındır o da. Sürekli şüpheyle yaşamış ve korktuğu başına gelmiştir. Suçu paylaşsalar da, Nilgün ikinci kez kocasını aldattığı için daha suçlu gözükmektedir. Evden ayrılması, evli sevgilisinin yanında da mutlu olamaması, işini kaybetmesi ve hamile olarak ortada kalması ihanetinin cezası olmuştur. Harun itirafını yaparak rahatlayıp, hayatına normal seyrinde devam ederken; Nilgün normalden daha fazla acı çekmiştir.

Aldatmak her iki tarafa da yaramamıştır. Yıkılmış bir şeylerin üzerine tekrar bina inşa etmeye çalışmak mümkün olmamaktadır. Toplum tarafından da hoş görülmeyen bir davranıştır bu. Aldatmanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilen bedenler kendilerini toparlayamamaktadırlar. Filmin en çarpıcı bölümü olan kavga sahnesinde oyuncuların başarılı  oyunları sayesinde de konuşulmayanların konuşulmaya başlanmasıyla duyguların taşması aldatmanın suçluluğunu güzel yansıtmaktadır. Özellikle Harun, geçmişteki suçunun yükünü şimdi yine aynı suçu işleyen Nilgün'e yüklemeye çalışmıştır. Harun'un bütün ısrarına rağmen Nilgün aldattığını itiraf etmez. Film içerisinde de telefonla geldiğini bildirmesi dışında aldattığına dair bir şeylerle karşılaşmayız. Yönetmenin sinemasının özelliği olmaya başlayan hareketsiz kamera, durağan ve uzun planlar, TV'nin sürekli bir öğe olarak kullanılması, müziğin olmaması, sinema dilinin fazla kullanılmaması seyirciyi röntgenci pozisyonuna sokmaktadır. Diğer filmlerinde olduğu gibi flashback kullanmadan karakterlerine geçmişlerini anlattırmıştır. Harun'da arkadaşı Taylan'ın annesi ve kardeşine itirafta bulunurken; Nilgün'le evliliklerinin öncesini öğrenmiş oluruz. Filmdeki karakterlerin maddi durumlarının iyi oluşu suçun varoşta yaşamakla alakalı olmadığı mesajını vermektedir. Suç işleme ve kötülük insanın içindedir. Bu anlamda iyi ve kötü yanların aynı karakterlerde toplanması yönetmenin insan doğası konusundaki umutsuzluğunu yansıtmaktadır. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması, syf 95”

& Günümüz Türk sineması üzerine ne zaman bir tartışmaya girilse ilk konulardan biri üretimin ne kadar düştüğü olur. Bir türlü endüstri oluşturamamaktan, Türk filmlerini dağıtım ağına sokamamaktan şikayet edilir. İşte tüm bu koşullar altında Türkiye'de 90'lardan beri sürekli film üreten, ve bunu bağımsızca sürdürebilen, film üretim döngüsünü kendince yeniden tanımlayan ve Türk sinemasının son dönemde en yaratıcı örneklerini üreten bir isim var: Zeki Demirkubuz. 2001 yazında herkes kriz sebebiyle projelerini ertelerken Zeki Demirkubuz iki film birden çekti. Gezici Avrupa Filmleri Festivali'nde Zeki Demirkubuz: Aşk, Acı ve Merhamet Öyküleri ismi altında bir toplu gösterim yapılırken yönetmenin son iki filmi Yazgı ve İtiraf da gösterildi. Kasım ayında vizyona giren Yazgı, izleyiciden ne yazık ki hak ettiği ilgiyi göremedi. Oysa, Gezici Festival'de ve Altın Portakal'da her iki filmde merak ve heyecanla karşılanmıştı. Zeki Demirkubuz hayatta gördüğü, kendi içinde fark ettiği, ona rahatsızlık veren acı hissettiren şeylerle film yaparak hesaplaşan birisi. Sinemaya böyle bir yaklaşım da seyirciyi seyirlik bir izleyişin ötesinde daha aktif bir sürece sokmaya zorluyor. Yazgı'ya ve önceki filmlerine göre çok daha yavaş ama gerilimi yüksek bir anlatımda ilerleyen İtiraf bir evliliğin çöküşünün öyküsü. Taner Birsel'in ve Başak Köklükaya'nın izleyenin içini acıtan mükemmel oyunculuklarıyla İtiraf, aşkla, hüzünle, suçla, sırlarla, konuşamamayla hesaplaşmanın öyküsü. Demirkubuz'un 'Karanlık Üstüne Öyküler' üçlemesinin ikinci filmi İtiraf bu ayın kaçırılmaması gereken filmlerinden. “Kyn: Altyazı Mayıs 2002”

& Zeki Demirkubuz, art arda, neredeyse iç içe çektiği son iki filmi İtiraf ve Yazgı ile büyük bir başarı kazandı. Itiraf, 2002 Cannes Şenliği'ne katılan tek Türk filmi seçildi. Ardından Yazgı da programa alındı. Her iki film de Un Certain Regard  Belli Bir Bakış bölümünde sunuldu; yani yarışmadı ama festivalin resmi seçimi içinde yer aldı.

Ayrıca İstanbul Festivali'nde FIPRESCI Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu jürisi, hem ulusal, hem de uluslararası bölümdeki iki ödülünü birden Demirkubuz'a verdi:

İtiraf ve Yazgı için Jüri başkanı Macar yazar biraz duraksamış ve buna karşı çıkmıştı: çünkü iki ayrı bölümde aynı yönetmenin ödül alması FIPRESCI tarihinde görülmüş şey değildi!... Ama diğer dört üyenin bastırmasıyla bu gerçekleşti. Demirkubuz'un ayrıca Eczacıbaşı ödülü için yarışan yerli filmlerde en iyi filmi Ümit Ünal'ın Dokuz'una kaptırmakla birlikte, en iyi yönetmen seçildiğini ve festivalden böylece 30 bin dolar artı 25 milyar liralık ödül aldığını da belirtmeliyim. İşte böyle ... Kimi laf üretiyor, kimi film ...

 Ama tüm bu başarılar, Zeki'nin filmlerine büyük seyirci çekmeye yetmiyor. En fazla 2530 bin seyircisi var onun... Ama o, yapmak istediğinden ödün vermiyor, ancak yüreğinden gelen sesleri peliküle aktarıyor. Onun için sinema, sanki bir varoluş nedeni, istediği filmi yapmak ticari bir girişim değil, bir yaşama biçimi ... İtiraf üzerine yeni ne söyleyebilirim? Antalya ve Ankara festivallerinden sonra Sinema dergisinin şubat sayısında, onun son iki filmi üzerine düşündüklerimi geniş biçimde yazmıştım. Kısaca yineleyeyim.

 İtiraf filmi, bir kez daha sanatçının kaçınamadığı ve kurtulamadığı "suçluluk duygusu"nu dile getiriyor: kendi deyişiyle "suçlu olduğunu bilen bir insanın karanlığına bakıyor" sanatçı. .. Üçlü bir ilişkinin üçüncü ayağının, yakın arkadaşı Taylan'ın yıllar önce intiharına neden olan Harun, eşi Nilgün'ün de, kendisinin de yaşamını zehir ediyor. Çünkü hiçbir mutluluk, bir günahın ve ondan kaynaklanan pişmanlığın üzerine oturtulamaz elbette... Sonunda yollar ayrılacak ve herkes kendi kader çizgisine sürüklenecektir. Ama ne ıstıraplar pahasına ...

Demirkubuz, tüm filmlerinde olduğu gibi senaryoyu kendisi yazmış. Bu kez üstelik kameranın ardında da o var. Alabildiğine yalın ve ekonomik bir anlatımla, bizlere hayatın yüreğinden gelen bir çığlığı duyuruyor sanki. .. Son derece yaşayan kişilikler, sanki yanı başımızda ellerimizle dokunabileceğimiz karakterler yaratıyor. Sürekli çalan ve genelde açılmayan telefonlar, önünde en tepkisiz biçimde oturulan aptallaştırıcı televizyon ekranları, hep açık duran bilgisayarlar, sanki teknolojinin insan yaşamını daha da mutsuz ve anlamsız kılmak için yarattığı buluşlara dönüşüyorlar.

Sadece Harun'un gece gezilerinde duyulan müzik, yönetmenin yapaylıklara tümüyle uzak tavrını belgeliyor. Ve büyük kent görüntüleri, akıp duran trafik, sersemletici kent gürültüsü, bu içe dönük kırık aşk hikayesine döşeklik ediyor. Demirkubuz, son dönemde sinemamızın yetiştirdiği en kişisel, en içe dönük ve en özgün sanatçı. Filmleri akla Camus, Dostoyevski, Strinberg, Bresson, Antonioni gibi adları getiriyor. Ve o ölçüde de dünyadan ilgi topluyor. Onun sanatının bizde de hakettiği ilgiyi bulması umuduyla ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 97

 & Zeki Demirkubuz, sinemayla kendini ifade edişini her geçen gün son derece kişisel bir dünyanın dışa vurumu boyutunda ele alıyor. Demirkubuz sinemasında, başlangıcından günümüze belirgin bir değişim göze çarpıyor. Bu kitlesel ilgiyi üzerinde taşıyan bir sinema değil, diğer yandan son derece bizden ve evrensel olabilecek öykülerin de anlatıldığı bir sinema. Demirkubuz, C Blok'la başladığı sinema yürüyüşünde her geçen gün büyük ustaları anımsatan bir ivmeyle yoluna devam ediyor. Kendisini besleyen temel kaynaklar olarak sinemada Robert Bresson, Bergman, Kieslowski, Tarkovski ve Yasujiro Ozu'yu, edebiyatta ise Albert Camus ve Fyodor Dostoyevsky'yi referans kabul eden Demirkubuz'’un, sinemasında kişiselliğin ötesinde yalınlık her geçen aşamada öne çıkııyor. Bu bağlamda, Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan'ın sinema anlayışlarında kesişmeler dikkati çekiyor. İnsanın iç dünyasındaki sırların arayışı peşinden hareket eden Demirkubuz, İtiraf'da yalın bir öykü ve bir grup insanın dramına yoğunlaşıyor. "Hayatın bir yanında duran iş, para, yemek ve eğlence; diğer yanını tutan arkadaşlık, dostluk, aile ve öte dünya kavramlarının içinde ama çok uzağında bir yerlerde mevzilenmiş olan aşk, tüm bunları ve tabii ki bizi yöneten yegane kavram. Yönetirken çoğu zaman acımasızlığı seçen, yüreğimizi kimi zaman dört duvar arasına hapseden, bölüp parçalayan bu duygu, neden bu kadar güçlü ve neden bu kadar 'tanımlar üstü'? İşte tam da bu noktada duran bir film 'itiraf'; sorulara cevap vermekten çok, hayata dair tespitler yapan ve aşkın' gerginliğini' yansıtan" .. (Özer, Radikal, 30.04.2002:20).

Demirkubuz, özellikle son filmlerindeki sinema anlayışını minimalizm üzeerine temellendirmiş görünüyor. Demirkubuz filmlerinde, öz ve anlatımı öne çııkarırken, biçimsel unsurlara ikincil derece de önem veriyor. Bu bağlama, biçimi oluşturan temel unsur olan görüntüleri, derdini ifade etmeye dönük bir biçimde kullanıyor. Demirkubuz sinemasının özellikle son örnekleri, yönetmenin bir filmin oluşum süreçlerinin tümüne egemen olmaya çalıştığı bir yapıda gelişiyor. Örneğin itiraf, Yazgı ve Bekleme Odası gibi filmlerini yönetmekle kalmayıp görüntü yönetmenliğini de yapıyor. Bu tercihi ise Zeki Demirkubuz şöyle açıklıyor: "Aslında giderek özgürleştiğimi düşünüyorum ama bir taraftan da ne kadar yozlaştığımı gösteriyor bu durum bana. Yani ben hayat bilgimi, bugün çok fazla ciddiye alınmayan, aşağılanan, görmezlikten gelinen kimi kaynaklardan alıyorum. Ama yine ben, hayat bilgisini tam da bu sistemden, bugünün işleyişinden alan insanlarla iş yapmak zorunda kalıyorum. Burada insanların iyi olması, benim kötü olmam ya da tam tersi gibi bir mesele yok. Sinema deyince insanların kafasında bir bilgi var. Bir oyuncuyu, bir kameramanı, bir asistanı istediğin zaman, sahip oldukları bilgiyle bu işe katabiliyorsun. Fakat o bilgi benim işime yaramıyor. Ben başka bir bilginin peşindeyim ... Senaryo, kurgu, görüntübelki oynamak gibi birçok şeyi bizzat yapmak gibi bir sürecin içine sokuyor beni ... Yani bir insan düşünün, hayatında hiç pozometre kullanmayan ... Bu insan bir gün sahiden çekilen bir filmde kameranın başına geçip 180 derece pan yapmak zorunda kalıyorsa ('itiraf'ın görüntü yönetmeni de kendisi) bence burada trajik bir durum var" (Aktuğ, Radikal, 10.11.2001).

& Biçimin araç olarak sürdürüldüğü bir yaklaşım Demirkubuz'un filmlerine egemenmiş gibi görünse de, özellikle ses ve görüntünün kullanımındaki kimi olumsuzluklar, yönetmenin yukarıdaki görüşlerinden temel buluyor. Örneğin; itiraf filminde özellikle kadın karakteri oynayan Başak Köklükaya'nın sesleri zor anlaşılıyor. Ayrıca filmin bütününe egemen olan yetersiz bir ses dünyası, filmin gücünü zayıflatıyor. İtiraf'da sorgulanan aldatma/aldatılma olgularını yönetmen sanki inancı sorgularcasına deşiyor. "Her şeyi paylaştığınız en yakın arkadaşınızın karısına aşık olup ilişkiye girdiğinizi düşünün. Ve bu ihanetin sonucunda arkadaşınız intihar ediyor hem de size hiçbir suçlamada bulunmadan. Ama sevmişsiniz bir kere hemen arkadaşınızın karısıyla evleniyorsunuz ve aynı ihaneti bu sefer siz tadıyorsunuz. Karınız hiçbir şey olmamış gibi sessizliği oynayıp ve sizden ayrılmak istediğini belirtiyor. Ruhunuzu bir anda nefret ve eziklik duygusu sarıyor. Aldatılan sizsiniz ama terk etmemesi için eşinizin ayaklarına kapanıyorsunuz... Aşk ve aldatmanın bireylerde yarattığı çöküntü üzerinde yoğunlaşan usta yönetmen, yine bir çözüm arayışı içersinde değil" (Tezel, Hürriyet Pazar Vizyon, s.6) ...

& Son dönemde Türk sinemasından yetişen, gerçek anlamda iki 'yaratıcı yönetmen'den biri saydığımız Zeki Demirkubuz'un (öteki ruh kardeşimiz Nuri Bilge Ceylan) 'Karanlık Üstüne Öyküler' alt başlığını verdiği, Kieslowski'nin 'On Emir' dizisi filmlerini çağrıştıran üçlemesinin 'Yazgı' dan sonra gelen ikinci 'Opus’u’ 'itiraf', aşk, nefret, ihanet, şiddet sarmalına dolanarak unufak olup dağılan bir evlilik çıkmazı üstüne anlatılmış, usta işi bir film ... 'Hayatı boyunca yaşadığı suçluluk duygusunu, ayrıcalıklılara ve ayrıcalık isteyenlere karşı hissettiği nefreti' anlatmak istediğini belirten Demirkubuz'un 1993'ten günümüze ortaya koyduğu 5 film ('C Blok', 'Masumiyet', 'Üçüncü Sayfa', 'Yazgı', 'itiraf') sayesinde, bu 'auteur'un yalın, durağan, kendine özgü takıntılarını, temalarını içeren, her türlü süslemeden, efektten kaçınan, yalınlık, gerçekçilik, duruluk vb. gibi temel özellikler gösteren özgün sineması, artık meraklısınca tanınıyor diyebiliriz" (Çapan, Cumhuriyet, 10.05.2002:15). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 349”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder