Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

LEOPARIN KUYRUĞU (1998) 


Senaryo ve Yönetmen:
Turgut Yasalar, Görüntü Yönetmeni: Y. Deniz Güven, Müzik: Cengiz Onural Yapım: Planet Film/ Turgut Yasalar, Ahmet Somuncuoğlu Sanat Yönetmeni: Bülent Çakırer, Kurgu: Nevzat Dişiaçık,

Oyuncular: Yetkin Dikinciler, Devrim Has, Hakan Pişkin, Tardu Flordun, Ümit Çırak, Lamık Blake, Murat Karasu, Evren Duyal

Konu: "Leoparın kuyruğunu asla tutma tutarsan asla bırakma". Filmin jeneriğinde ki bu Afrika atasözü dikkat çekici ve filmin içeriği hakkında ipucu vericidir. 1970'lerin başıdır. Beş adam ve gözlerini bağladıkları Amerikalı zenci bir asker arabayla bir yere gitmektedirler. Larry isimli zenci asker adamlar tarafından rehine alınmıştır. Larry, adamlardan kendisini vurarak öldürmelerini ister. Adamlardan Vural "biz katil değiliz" diye yanıtlar zenciyi. Önde oturan ve adamların lideri olduğu anlaşılan Rıfat, zenciyle muhatap olmamalarını ister. Larry'nin yanında oturan kişi ise "komite öldürün derse seni öldürürüz" der. Liderleri dışında hepsi bu laf üzerine gülerler. Larry adamlara onlar için kötü olacağını, kendisinin bir Amerikan vatandaşı olduğunu söyler. Ateş, ablasının yanına Zonguldak'a tatile gitme bahanesiyle kömür gemisiyle İtalya'ya nasıl kaçmak istediğini anlatmaktadır. Arkadaşları Ateş'e Güzel Sanatlar Fakültesi sınavlarına giriş hikayesini de anlatırlar. Arkada zencinin sağında oturan Veysel'in laf atması üzerine biraz tartışırlar. Tuvalet ihtiyaçlarını giderdikten sonra direksiyona Serdar geçmiştir. Marş söyleyerek giderlerken radyoda yapılan sıkıyönetim anonsu üzerine susarlar. Uruguay'da Tupamaros (NationalLiberation Movementmaros)'lar bir elçi kaçırdığında polis ev ev arama yapmıştır. Radyodaki bildiri üzerine adamlardan biri bu örneği verir. Bu arada patikamsı bir yola saparak arabayı park ederler. Arkadaki kutuları alarak vadide bir dere kenarındaki kulübeye doğru ilerlerler. Kulübe eskiden kasabanın elektriğini sağlayan küçük bir trafodur aslında. Ömer yola çıkmadan önce pek çok şeyi kantinden gasp etmiştir. Bu arada liderleri, Ömer'in kendi parasıyla aldığı kirazlara tepki gösterir. Serdar sigarayla ilgili şakalar yapan Ateş'e doğrulttuğu silahı aniden ateşleyerek arkadaşını başından vurur. Serdar olayın şokundan kurtulunca, delirmiş gibi sağa sola saldırır. Ateş, Serdar'ın ilkokuldan arkadaşıdır. Dört gün sonra Ateş'in doğum günüdür. Ateş, aynı zamanda Serdar'ın en yakın arkadaşıdır. Liderleri bir kaza olduğunu ve durumu olduğu gibi kabul etmeleri gerektiğini söyler ve içlerinden Vural'ın görüşünü sorar. Larry'yi idam edilecek üç arkadaşlarını kurtamak için kaçırmışlardır. Liderleri Ömer' in arkadaşlarına haber vermeye gitmesini önerir. Vural sıkışan Larry'yi tuvalete götürdüğünde Serdar kendisini vurmaya kalkar. Vural durumu anlamak için kulübeye döndüğünde Larry kaçar. Vural ve liderleri Rıfat, Larry'nin peşine düşerler. Rıfat, Larry'yi bacağından vurarak yakalar. O sırada bir orman bekçisi ortaya çıkar ve durumu anlayarak Rıfat ve Vural'a silahını doğrultur. Rıfat'ı vuran bekçiyi Vural öldürür. Bu arada haber vermeye giden Ömer, askerlerin bir kontrol noktasında durmadan kaçar. Rıfat'ı kulübeye taşırlar, bekçinin cesedini ise gizlerler. Serdar korkmaya başladığını ve bulundukları mekandan gitmek istediğini söyler. Rıfat, Serdar'a kaçıp kurtulmak istediğini söyler. Askerler ise Ömer'i yakalamış sorguya çekmektedirler. Vural tuvalet ihtiyacı olan Larry'yi dışarı çıkarır ve onu neden kaçırdıkları, Amerika ve Türkiye hakkında sohbet eder. Rıfat, Serdar'a yaptıkları eylemin haklı olduğunu ve ikinci kurtuluş savaşı yaptıklarını anlatmaya başlar. Bu sohbet sanki bir bakıma günah çıkarma gibidir. Konuşmalarında Mustafa Kemal'in de yaptıklarından örnekler verir. Bu durumun Che'nin durumuna benzediğini, ” onun da Küba'da bakanlığı bırakıp savaşmaya başka ülkelere gittiğini söyler. Vural ve Rıfat kulübeyi ter kederler. Bu arada askerler trafonun yerini öğrenmişlerdir. Vural ve Rıfat mola verdikleri bir kasabada bekçilerin dikkatini çekerler. Kaçarlarken Vural vurulur. Bekçilerden kurtulan Serdar, bir mezarlığa gelir. Yolda giderken yanında bir askeri araç durur. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Askerlere annesinin hasta olduğunu söyleyen Serdar'ı askerler arabaya alarak gideceği yere götürürler. Gelişigüzel bir evin kapısını çalarak içerdeki kadını silah zoruyla tehdit eden Serdar, arka kapıdan kaçar. Bulduğu kazma kürekle arkadaşlarını gömmek için trafoya gelir. Kulübede kimse yoktur ve geçmiş gözleri önünde canlanır. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, syf: 155”

& 1970'lerin başında geçmesine ve kahramanlarının 68'li olmasına rağmen "Leoparın Kuyruğu", gerçek bir hikayeyi ele almıyor. Ancak, filmin senaryo yazarı ve yönetmeninin iddiası o ki, anlatılanların tamamı yaşandı. "Leoparın Kuyruğu", Turgut Yasalar'ın ilk uzun metrajlı filmi... Çekimlere İstanbul'da 22 Mayıs 1998 gecesi filmin başındaki otomobil sahnesiyle başlandı. TEM Stüdyoları'ndan kiralanan treyler üzerinde yapılan çekim sadece bir gece sürdü ve hemen o sabah ekip Susurluk'a hareket etti. Filmin ana mekanı olan terk edilmiş jeneratör binası, çevresindeki ormanlık bölge ile final sahnesindeki sokak çekimleri, Susurluk'ta yapıldı. İki hafta süren Susurluk'taki çekimlerden sonra İstanbul'a dönüldü. İki gün aradan sonra jandarma karakolu sahneleri de, Yeni Sinemacıların bürosundaki bir odada yapıldı

Leoparın Kuyruğu, Türk sineması içinde pek sorgulanmamış bir dönemi, 12 Mart'ın koşullarını ve daha iyi bir dünya özlemiyle var olan koşullara direnen 68 kuşağından bir gurup arkadaşın (yoldaşın) ilişkileri üzerine yoğunlaşıyor. Aslında bu yoğunlaşma, dönemin sosyal ve toplumsal koşulları üzerine sosyolojik irdelemeler yapmayı denemekten çok, dönemin en önemli figürleri olan ve genç olmanın etkisiyle de yaşadıkları ülkede daha iyi, adil bir düzen kurabileceklerine inanan 68 kuşağına mensup bir gurup gencin bireysel irdelemelerini yapıyor. Bu süreçte de, ele aldığı irdeleme yöntemiyle aslında büyük davalara soyunan insanların da, belli zayıflıkları, zaafları olduğu yönünde saptamalar yapıyor. Bu saptamaların, oluşturulan tipler aracılığıyla yapılan yansıtmaların dönemi algılamamıza ve doğru değerlendirmemize yaptığı katkı ise tartışmalı görünüyor. Nitekim filmin döneme ilişkin yansıtmalarına gazeteci Tuğrul Eryılmaz "Yönetmenin ve ekibinin hem doğrudan sol bir izleyici kitlesini hedefleyip hem de onları. Filmin kahramanları gibi, eblehler sınıfına sokma pervasızlığı inanılır gibi değil" derken, Kızıldere Operasyonu'ndan sağ kurtulan tek kişi olan Ertuğrul Kürkçü ise, "Filmin merkezine yerleşen 'kör şiddet' de nedensiz ve bir açıklamadan yoksun, çünkü, bu filmin devrimcilerinin bir karşıtı yok. Karşıtları kendileri yalnızca.... Yasalar, yakın dönem sol tarihini titizlikle araştırmış olsa, on binlerce, hatta belki de yüz binlerce insanın bunları meşru görmüş olduklarını, dolayısıyla tartışmanın zıvanadan çıkmış üçbeş meczubun manasız sözleri ve kendilerini yok eden şiddeti içinde değil, kitlesel ölçekte ve toplumun bütün alanlarında süregittiğini görmez miydi?" diyerek film hakkındaki görüşlerini belirtmişler. Diğer yandan filmin yönetmeni Turgut yasalar ise filme yönelik eleştiriler karşısında "Bir tepki toplayacağını biliyordum ama, böyle algılanacağını kestiremedim. Karşıdevrimciliğe kadar varacağını hesaplamadım" demektedir (Tözer, Hürriyet Cumartesi, 09.01.1999:4).

&  Başlangıçta bir hedef doğrultusunda yol almaya başlayan film, süreç içinde kişilerin iç dünyası ve sebep oldukları olaylar üzerine yoğunlaşarak bir çeşit avcı ilişkisine dönüşüyor. İlk uzun metrajlı filminde Turgut Yasalar, belirgin bir öykü anlatmanın dışında kişisel tahlillerden yola çıkarak bir sinematografik anlatım tutturma çabasında başarılı görünmüyor. Dönemin olayları, genç insanın bu olaylar içinde merkez konuma getiren koşullar filmde pek anlaşılmıyor. Bu açıdan bakıldığında günümüzün tüketim koşullarını ana değer haline getirmiş ve filmde ele alınan dönem hakkında en küçük bir bilgisi dahi bulunmayan gençler için bu sunum katkı sağlayıcı görünmüyor. Şüphesiz filmin yaratıcısı Turgut Yasalar'ın kendi anlatmak istediği dünyanın, yukarıda eleştirdiği koşullarla çakışması gerekmiyor. Diğer yandan ise Yasalar'ın aslında hem dönem irdelemesi hem de döneme ilişkin kişilerin tahlillerinin yapılabilmesinde en güçlü sanat formlarından olan sinemanın verdiği şansı ıskaladığı görünüyor Ağırlıkla diyaloglara yüklenen filmin açılımı, önceleri konunun gereği gibi görünse de, belli bir süre sonra izlenmesi zor bir durum yaratıyor. Aslında büyük davalara soyunmuş kişilerin bilinçaltının irdelenmesi, gençliğe ilişkin yaşanmamış hayallerin dışa vurulması ve belki de çoğunlukla bizim ülkemiz insanına ilişkin gurup çalışmalarında hemen bir çatlamanın oluşması ve birbirine düşme gibi durumların ele alınışı açısından, Leoparın Kuyruğu belli bir başarıyı tutturuyor.

"Sıçradığı kırsal kesimin labirentlerinde çırpına çırpına tükenen devrimcinin dramını, 12 Mart'ın yönünü değiştirdiği 1970'lerin Türkiye’si fonuna  erleştiren Leoparın Kuyruğu etkileyici bölümleri ve filmin bütününe sinmiş içtenliğiyle ilgiyle izleniyor, genelde naif yapısına, başıboş bırakılmış, yetersiz oyunculuğuna ve ilk filme özgü zaaflarına karşın nesnel yaklaşımı, gerilimli bir atmosfer sağlayan anlatımı, müzik ve görüntüleriyle belirgin bir düzeyi tutturan filmde aceleye getirilmiş, başarılamamış sahneler de var, tirada dönüşen, uzun, kitabi diyaloglar da. Bu arada yanlarına rehine olarak aldıkları Amerika'lı askerle geldikleri trafoda, Serdar'ın silahıyla oynarken çocukluk arkadaşı ve en yakın dostu Ateş'i vurarak öldürmesi filmin içinde yerine oturmuyor, yapay kalıyor. Sanki kazayla işlenen bu cinayet, filmin ilerliyebilmesi ve olayların çorap söküğü gibi gelişebilmesi için alternatifleri düşünülmeden yerleştirilmiş duygusu veriyor. Ayrıca gençlerin içinden tek İngilizce bilen Vural'ın, Larry'yi tuvalete götürmek için dışarı çıkardığında onunla tutturduğu bir çeşit bilgilendirici sohbet, Amerika'nın yarattığı yıkımlar üzerine atılan nutuklar, içinde bulunduğu tutsaklık koşullarını ve yarasını unutarak Vural'la heyecanlı bir tartışmaya giren Larry'nin konuşmaları, filmde daha inceltilmiş olarak işlenebilirdi duygusunu uyandırıyor. "Leoparın Kuyruğu, tüm zaafları ve vaatleriyle bir ilk film. İçten gelen bir sinema sevgisi, hümanist bir bakış açısını yansıtması, doğru düzgün yazılmış bir senaryoyla yola çıkması ve slogancı olmayan yaklaşımıyla takdiri hak ediyor" (Taşçıyan, Milliyet, 01.01.1999).

&  Yeni, sinemacılar geliyor. Kendilerine bu adı verdiklerine göre isterseniz büyük harfle yazalım. Yeni Sinemacılar geliyor. Yıllardır fotoroman çalışmalarından gazeteciliğine sürekli Yeşilçam sokaklarında rastlayıp durduğumuz ve doğrusu kendisinden pek bir şeyler de ummadığımız Turgut Yasalar da onlardan biri. Ve ilk filmi Leoparın Kuyruğu olumlu yanları ağır basan hoş bir sürpriz ...

Üzerinde yeterince konuşulduğu ve artık sağır sultan da duyduğu için konuyu özetlemeye kalkınıyorum. Ancak 12 Mart'ın en hızlı günlerinde, bir yanıyla dünyada yaşanan '68 Olayları'nın geç kalmış bir uzantısı, öte yandan kamplara bölünmüş bir toplum yapısının ve tümüyle tökezlemiş bir siyasal yaşamın sonucu olarak yaşanan anarşik olaylardan biri anlatılıyor. Hatta belki birkaç olayın bir tür karması denebilir. Ancak anlatılan ve yönetmenin ustaca bir manevrayla, "Bu gerçek bir hikaye değildir. Ancak anlatılanların tümü yaşanmıştır," dediği öykünün en çok Mahir çayan ve arkadaşlarının bir eylemini yansıttığı da açık...  Bu açıdan bakıldığında günümüzün tüketim koşullarını ana değer haline getirmiş ve filmde ele alınan dönem hakkında en küçük bir bilgisi dahi bulunmayan gençler için bu sunum katkı sağlayıcı görünmüyor. Şüphesiz filmin yaratıcısı Turgut Yasalar'ın kendi anlatmak istediği dünyanın, yukarıda eleştirdiği koşullarla çakışması gerekmiyor. Diğer yandan ise Yasalar'ın aslında hem dönem irdelemesi hem de döneme ilişkin kişilerin tahlillerinin yapılabilmesinde en güçlü sanat formlarından olan sinemanın verdiği şansı ıskaladığı görünüyor Ağırlıkla diyaloglara yüklenen filmin açılımı, önceleri konunun gereği gibi görünse de, belli bir süre sonra izlenmesi zor bir durum yaratıyor. Aslında büyük davalara soyunmuş kişilerin bilinçaltının irdelenmesi, gençliğe ilişkin yaşanmamış hayaallerin dışa vurulması ve belki de çoğunlukla bizim ülkemiz insanına ilişkin gurup çalışmalarında hemen bir çatlamanın oluşması ve birbirine düşme gibi durumların ele alınışı açısından, Leoparın Kuyruğu belli bir başarıyı tutturuyor.

" Sıçradığı kırsal kesimin labirentlerinde çırpına çırpına tükenen devrimcinin dramını, 12 Mart'ın yönünü değiştirdiği 1970'lerin Türkiye’si fonuna erleştiren Leoparın Kuyruğu etkileyici bölümleri ve filmin bütününe sinmiş içtenliğiyle ilgiyle izleniyor, genelde naif yapısına, başıboş bırakılmış, yetersiz oyunculuğuna ve ilk filme özgü zaaflarına karşın nesnel yaklaşımı, gerilimli bir atmosfer sağlayan anlatımı, müzik ve görüntüleriyle belirgin bir düzeyi tutturan filmde aceleye getirilmiş, başarılamamış sahneler de var, tirada dönüşen, uzun, kitabi diyaloglar da. Bu arada yanlarına rehine olarak aldıkları Amerika'lı askerle geldikleri trafoda, Serdar'ın silahıyla oynarken çocukluk arkadaşı ve en yakın dostu Ateş'i vurarak öldürmesi filmin içinde yerine oturmuyor, yapay kalıyor. Sanki kazayla işlenen bu cinayet, filmin ilerliyebilmesi ve olayların çorap söküğü gibi gelişebilmesi için alternatifleri düşünülmeden yerleştirilmiş duygusu veriyor. Ayrıca gençlerin içinden tek İngilizce bilen Vural'ın, Larry'yi tuvalete götürmek için dışarı çıkardığında onunla tutturduğu bir çeşit bilgilendirici sohbet, Amerika'nın yarattığı yıkımlar üzerine atılan nutuklar, içinde bulunduğu tutsaklık koşullarını ve yarasını unutarak Vural'la heyecanlı bir tartışmaya giren Larry'nin konuşmaları, filmde daha inceltilmiş olarak işlenebilirdi duygusunu uyandırıyor. "Leoparın Kuyruğu, tüm zaafları ve vaatleriyle bir ilk film. İçten gelen bir sinema sevgisi, hümanist bir bakış açısını yansıtması, doğru düzgün yazılmış bir senaryoyla yola çıkması ve slogancı olmayan yaklaşımıyla takdiri hak ediyor" (Taşçıyan, Milliyet, 01.01.1999).

&  Yeni, sinemacılar geliyor. Kendilerine bu adı verdiklerine göre isterseniz büyük harfle yazalım. Yeni Sinemacılar geliyor. Yıllardır fotoroman çalışmalarından gazeteciliğine sürekli Yeşilçam sokaklarında rastlayıp durduğumuz ve doğrusu kendisinden pek bir şeyler de ummadığımız Turgut Yasalar da onlardan biri. Ve ilk filmi Leoparın Kuyruğu, olumlu yanları ağır basan hoş bir sürpriz ...

Üzerinde yeterince konuşulduğu ve artık sağır sultan da duyduğu için konuyu özetlemeye kalkınıyorum. Ancak 12 Mart'ın en hızlı günlerinde, bir yanıyla dünyada yaşanan '68 Olayları'nın geç kalmış bir uzantısı, öte yandan kamplara bölünmüş bir toplum yapısının ve tümüyle tökezlemiş bir siyasal yaşamın sonucu olarak yaşanan anarşik olaylardan biri anlatılıyor. Hatta belki birkaç olayın bir tür karması denebilir. Ancak anlatılan ve yönetmenin ustaca bir manevrayla, "Bu gerçek bir hikaye değildir. Ancak anlatılanların tümü yaşanmıştır," dediği öykünün en çok Mahir çayan ve arkadaşlarının bir eylemini yansıtıığı da açık ...

Bu filme elbette iki türlü (hatta birçok türrlü) yaklaşmak kabil. Eğer fonda belli bir yakın tarih gerçeğinin belli belirsiz olarak var olduğu, ama düş gücüne de özgür yoruma da alabildiğine açık bir tür psikolojikaksiyon filmi diye bakarsanız, filmin yadsınamayacak erdemIeri var. Yasalar, geveze, ama boş olmayan sağlam bir senaryoyla yola çıkıyor. Yer yer son derece başarılı mizansenler yaratmayı biliyor: silah tutkunu Serdar'ın arkadaşı Ateş'i kazayla vurduğu sahne ve tüm sonrası ya da finale doğru kahramanlarımızdan birinin bir kadının evine girdiği bölüm, evrensel standartlarda çekilmiş.

Peki, eksiklikler ne? Tüm genç yaratıcılarına sempatiyle baktığımız bu önemli deneyimde, belki oyunculuk çabasının hep aynı düzeyde olmadığı, yer yer biraz naif, hatta müsamere havasında kalmış bölümlerin var olduğu söylenebilir belki de... Ama tüm bunları bir ilk film için belli ölçüde hoşgörüyle karşılamak, hatta oyunculardan en azından iki üçünün oldukça başarılı olduğunu yadsımak mümkün mü?

Ve bir de, elbette, o temel sorun... Yani olayları 'bizzat' yaşamışların, eski eylemci solcuların onayını alma, üstatlardan fetva çıkarma çabası... "Ne dersiniz sevgili ağabeylerimiz, film gerçeklere uygun mu, olaylar böyle mi olmuştu, Mahir ve arkadaşları ya da Denizler anlatıldığı gibi miydi?" Daha da önemlisi, o kafamızdaki efsane (ya da şablon) devrimci tipine uygunluk ya da uygunsuzluğun araştırılması: 'Devrimciler' böyle mi yapardı, onlar böyle mi yapmıştı, vs., vs.

ValIahi ben, o dönemi bizzat yaşayan, kan ve ateşin içinde yer alan tüm kişilere sonsuz saygıma karşın, genç sinemacıların illa da böyle onaylar peşinde koşmaları gerektiğini düşünmüyorum. Onlar kendi filmlerini yapıyor ve bu yakın tarih kahramanlarına kendi yorumlarını getiriyorlar. "O dönemi yaşayanlar" yıllar yılı bir şeyler yapmadıklarına ve artık pek de yapamayacaklarına göre, gençliğin tüm yaratıcı enerjisiyle donanmış, inatçı ve gözü pek sanatçıların yaptıklarını da sonsuz bir hoşgörüyle karşılamalı ve yollarına ayrıca engeller çıkarmamalıyız diye düşünüyorum. Kısacası, siz bu leopar hikayesini izleyin. Sanırım seversınız ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf 11”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder