Powered By Blogger

12 Aralık 2022 Pazartesi

 

YARA (1997) 


Senaryo ve Yönetmen:
Yılmaz Arslan Görüntü Yönetmeni: Jürgen Jürges, Müzik: Rabih Abu Khalıl, Kurgu: Andre Bendocht Alves, Yapım: Günizi Film/Murat Kadıoğlu, Ali Yaylı, (Eurimages ve Kültür Bakanlığının katkılarıyla

Oyuncular: Yelda Kaymakçı Reynaud, Halil Ergün, Nur Sürer, Füsun Demirel, Mustafa Suphi, Hikmet Karagöz, Settar Tanrıöven, Necmettin Çobanoğlu, Hülya Karakaş, Mürsel Yaylalı, Yüksel Arıcı, Ali Karagöz

Konu: Hülya'nın yakın arkadaşı Neriman, bir gece onu görmek için evine gider. Fakat babası, Hülya'nın hasta olduğu gerekçesiyle Neriman'la görüşmesini engeller. Babası Hülya'yı dinlenmesi, iyileşmesi için Türkiye'ye, amcası Kemal Aziz'in yanına göndermiştir. Hülya, amcasına ve karısı Gönül'e tavır almış onlarla hiç konuşmamaktadır. Gönül, geçim sıkıntısı yüzünden Hülyanın yanlarında kalmasından şikayet etmektedir. Hülya Almanya'ya dönmek istemekte fakat amcası geri dönmesine karşı çıkmaktadır. Hülya'nın annesi, babasını başka biriyle aldatmıştır ve amcası bu durumu kendisine yedirememektedir. Hülya, yengesinin zaafını kullanarak onu odasına kilitler ve cüzdanından paralarını alarak evden kaçar. Telefon açmak için yeterli jeton alamayınca, Almanya'yla Türkiye arasında çalışan bir kamyonun arkasına gizlice biner. Hülya, şoförün fark etmesi üzerine kamyondan kaçar. Yolda giderken bayılan Hülya'yı traktörle gitmekte olan bir grup köylü bularak, köye götürürler. Köyde pek çok kişi bu yabancıyı görmeye gelir. Kıza yardımcısı olması için yaşlı bir adamı çağırırlar. Yaşlı adam okuyup üflediği bir suyu Hülya'ya içirir. Kendisine gelen Hülya, köyden teşekkür bile etmeden kaçar. Yolda durdurduğu bir minibüsle Aksaray'a gider. Kendisine sadece minibüsteki bir kuklacı yakınlık gösterir. Hülya yolculuk sonrası annesinin evine gelir. Annesi Hülya'yı, kayınvalidesine yeğeni olarak tanıtır. Hülya annesini yaşamını yalancı bir dünya üzerine kurmakla suçlayarak evden ayrılır. Bir durakta otururken iki genç Hülya'ya sarkıntılık ederler. Çevredeki küfeci küçük çocukların gençlere saldırmasıyla kurtulur. Hülya'ya yardım eden çocuklar mevsimlik işçidirler. Hülya raylarda otururken çocuklardan biri onu son anda gelmekte olan trenden kurtarır. Olay yerine gelen polisler onu kelepçeleyerek minibüse bindirip karakola götürürler. Nezarette karakolun küçük çaycısı Nuri, Hülya'ya yakınlık gösterir. Kadın polis bu insani yakınlığa müdahale eder. Hülya bileklerini keserek intihar girişiminde bulunur ve hastaneye kaldırılır. Doktorlar Hülya'ya neden Almanca konuştuğunu sorarlar. Genç kız tedavi sonrasında bir akıl hastanesine kapatılır. Burası cehennem gibi bir mekandır. Her çeşit gariban nitelikte insan mevcuttur. Bir başka hasta Ayşe, Hülya'ya yardımcı olmaktadır. Hastanede vizite günü doktor hastaları kontrole gelir. Genç kız, bir haftadır amcası Kemal Aziz tarafından aranmaktadır. Hülya'nın babası Almanya'da, annesi ise Türkiye'de yaşamaktadır. Doktor, kızın kullandığı bir ilacın yüksek dozda alınmasının tehlikeli olduğunu kendisine söyler. Hemşire Hülya'nın saçlarını keser. Hülya'yı görmek için yengesi hastaneye gelir. Yanında Hülya'nın yakın arkadaşı Neriman'ı da getirmiştir. Hülya'nın kendisini hastaneden çıkarma isteğine yengesi, bunun mümkün olmadığını sadece amcası Kemal'in kendisini çıkarabileceğini söyler. Taşkınlık yapmaya başlayan Hülya'yı kontrol altında tutmak için hemşireler ilaçla uyuşturur. Hülya çizdiği desenleri, erkek olan doktora hediye eder ve ondan telefon etmek için izin ister. Hülya'yı görmeye yengesi ile birlikte amcası Kemal' de gelir. Bu arada onlarla aynı anda Hülya'nın annesi de gelmiştir. Amcası Hülya'yı hastaneden çıkarır. Hülya'yla iyi arkadaş olan Ayşe, onun hastaneden çıkmasından etkilenmiştir. Dışarı çıkan Hülya, hastanenin karşısındaki köfteciden Ayşe'ye köfte alır ve ona bileğindeki kolyeyi hediye eder. Neriman'la birlikte Almanya'ya geri dönen Hülya'yı orada da başka türlü uyumsuzluk problemleri, "öteki" muamelesi beklemektedir. "AImanya’daki finalde, yakın arkadaşının annesine ait incik boncukları takmış takıştırmış, sürüp sürüştürmüş, dershaneye yaraşmayan haltavır içinde, iyice parçalanmış' bir halde görüyoruz geç kaldığı okulda"... (Sungun Çapan, Cumhuriyet, 11.Şubat.2000)

ÖDÜL:

SİYAD (Sinema Oyuncuları Derneği” seçiminde (19992000):

►"En İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud

35. Antalya Altın Portakal Film Festivali (1998)

► "En İyi Film",

► "En İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud

18. Uluslararası İstanbul Film Festivali (1999)

►"Jüri Özel Ödülü" (Yılmaz Arslan)

6. ÇASOD seçiminde (1999)

►"En İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud.

& Yılmaz Aslan'ın yönettiği ve vizyona girdiği dönemde gösterilen ilgisizliği affetmeyen bir film olan "Yara", Akademi İstanbul'da gösterildiği seanslarda neredeyse 510 seyirci tarafından izlenmişti. Yara 25 yıl kadar önce sağlık nedenleriyle gittiği Almanya'da kalan Yılmaz Arslan'ın yönettiği bir film. "Önceleri tiyatroyla ilgilenip sahne oyunları yazdıktan sonra 1993'te 16 mm olarak çektiği ilk filmi 'Geçitler'le San Sebastian festivalinde en iyi film ödülünü kazanmış, 'Almancı sinemacılar' kuşağından, Yılmaz Arslan, kendini yetiştirmiş, :duyarlı, dikkatli izlemeye değer bir yönetmen" (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 11,02.2000).

4 Film, Almanya'da bir ara Türk düşmanlığının doruk noktalarına vardığı ve Türklerin evlerinin kundaklandığı bir döneme koşut olarak gerçekleştiriImiş. Ama filmin odak noktasını bu olgu değil, başka TürkAlman yönetmenlerin filmlerinden izlediğimiz iki dünyanın arasına sıkışmış insanların dramı oluşturuyor. Türkiye'de doğup küçük yaşta anababasıyla yolunu tuttuğu Almanya'da büyümüş ve iki kültür arasında gide gele başı dönmüş, annesinin başka kocaya kaçmasıyla iyice bağnaz, cahil babasının bakımına kalmış, zaten psikolojik sorunları olan, Hülya adındaki uyumsuz genç kızın (Yelda Reynaud) dramatik 'yolculuğunu' hikaye ediyor 'Yara'. Zaman zaman hırçın, sert tonlardan çalan fi1mde, Hülya'nın hem kendindeki arayışlarının hem de dışındaki zorlu, yıpratıcı yolculuğunu ve vaktiyle doğduğu ama yabancısı olduğu bir ülkede, oradan oraya savruluşunu izliyoruz" Filmin sonu, bir anlaşılmazlık içinde ve aceleye getirilmiş duygusu uyandırıyor. Yerine oturmamış simgeler ve filmin organik yapısıyla bağlantı eksikliği, bu duygunun oluşmasına neden oluyor. "Yönetmen Arslan'ın bundan böyle Hüllya'nın Almanya'da kendi ayakları üstünde dikilip dikilemeyeceğine ilişkin yoruma açık bir finalle noktaladığı 'Yara' kabaca üç ayrı bölümde gelişen hikayesi, kimi etkileyici sahneleri, Jürgen Jürges'in görüntüleri ve filmin motoru Yelda Reynaud'un harika oyunculuğuyla akılda kalıyor... Yer yer egzotik bir bakış öne çıksa da, ustalıklı çevremekan kullanımından görsel düzeyine kadar alt yapısı sağlam, gerçekçi olduğu kadar dokunaklı, sıcak bir film Yara"

Yara'da oyunculuk açısından önemli bir başarı düzeyi tutturan ve iki kültür arasında sıkışmış ve onların defolarını yaşamak zorunda bırakılmış Hülya karakterine ilişkin Yelda Reynaud ise şunları söylüyor: "Kendi hayatımla Hülya arasında benzerlikler kurdular, bu benim acayip gücüme gitti. Dedim ki, ya ben akıl hastanelik miyim? Deli olabilirim, ama öyle değil.

Bir kere ben evden kaçtım, filmdeki Hülya ise evden kaçmıyor eve kaçıyor Bu çok büyük bir fark. Ama şu benzerliğimiz var. Hülya bir yolculuğa çıkıyor; gidiyor gidiyor, pat düşüyor. Sonra kalkıyor, ya da kaldırıyorlar, yine trak düşüyor; yine kalkıyor, yine düşüyor. Ama sonra istediği yere varıyor ya, işte bu nefis bir şey ... Hülya inatçı olduğu için becerdi; bende de bu inat var" Yara diğer yandan toplumsal yapımızdaki çelişkileri, bize ilişkin kültürün ataerkil boyutlarını kavramamıza katkı sağlayan ve ülkemizin sağlık, emniyet vb. gibi alanlardaki duyarsızlığını ve yoksunluğunu gözler önüne seriyor. (Sönmez, Radikal, 06.02.2000),

4 Antalya 1998 yılında en iyi film seçilip iki ödül alan, çeşitli dünya festivallerinde de ödüller toplayan Yara filmi, yapımcsıyla yönetmeni arasındaki anlaşmazlık sonucu, neden sonra seyirci karşısına çıkabiliyor.

"Alamancı" yönetmen Yılmaz Arslan'ın filmi, bizlere iki kültür arasında kalmış Hülya'nın öyküsünü anlatıyor. İki arada bir derede olmak, Hülya'nın akıl dengesini bozmuş. Şaşkın ailesi, onu 'en iyi çare öz kültürümüze dönmektir' diyerek kırsal kesimde yaşayan amcasının yanına gönderiyor. Ama buradaki esir hayatı, Hülya'nın dayanacağı şey değil. Genç kız kaçıyor ve çağdaş Türkiye boyunca garip bir yolculuk serüveni yaşamaya koyuluyor.

Yara, hemen söyleyelim, ülkemizden bizi bile yabancılaştırıcı bir kesit getiren, son derece sağlam bir sinemayla anlatılmış önemli bir film. Türkiye'nin ve Türk halkının özellikleri, iyi ve kötü yanları, oldukça nesnel biçimde bakan, gereksiz ulusalcılığa olduğu kadar amansız eleştiriye de yüz vermeyen bir tavırla işlenmiş.

Filmin temel kusuru, ikinci yarıda çok uzatılan bir akıl hastanesi bölümüyle hikayenin ritmini bozmak ve sanki iki ayrı film sunmaya çalışmak ... Başta Fransız kocasının soyadını taşıyan ve Almanya'da yaşayan sanatçımız Yelda Reynaud olmak üzere çok iyi oynanmış bu film, Hülya'nın Almanya'ya dönmesiyle bile sorunların çözülmeyeceğini duyuran finaliyle tam bir hüzün şarkısına dönüşüyor. Ve tüm bir kuşağın dramını özlü biçimde saptıyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 149”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder