Powered By Blogger

12 Aralık 2022 Pazartesi

 

GÜNEŞE YOLCULUK (1998) 


Senaryo ve Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu Görüntü Yönetmeni: Jacek Petryeki, Müzik: Vlatok Strefanovski, Yapım: İstisnai Filmler/Yeşim Ustaoğlu, Ezel Akay (TürkAlmanHollanda Ortay Yapımı) Yönetmen Yardımcısı: Kazım Öz, Tunç Davut, Kurgu: Nicolas Gester, Sanat Yönetmeni: Natali Yeres, Ses: Svetolik Mica Zajs, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Işık Şefi: Nezir Yücel, Kurgu: Nikolas Gaster, Yapım: Production İFR Dünya Hakları, Eurimages’in katkılarıyla

Oyuncular: Nevruz Bar (Mehmet), Nazmi Kırık (Berzan), Mizgin Kapazan (Arzu), Ara Gül (Süleyman Bey), Ercüment Balakoğlu, İsmail Yıldız

Konu: Şafak vakti, Eminönü'nde, Galata köprüsünde gün yeni başlarken, tatlı satıcısı Kürt bir genç, kaset satan arkadaşı Berzan'la selamlaşır. Bir müşteri Koma Ahmet'in kasetini sorar. Mehmet Kara adında bir gençle, orta yaşlı bir adam denizi gören sokaklardan birinde kazacakları yeri tespit etmeye çalışmaktadırlar. Sular idaresinde delik boruları tespit etmek için çalışan Mehmet, kız arkadaşıyla tramvay durağında buluşur. Elindeki dinleme cihazı gibi boruyu raylara dayayarak tramvayın gelmek üzere olduğunu kıza söyler. Mehmet, genç kızdan ayrıldıktan sonra hem kahve hem berber dükkanı olan bir mekana gelir. İçerisi kalabalıktır ve insanlar milli maç seyretmektedirler. Maçı Türkiye'nin kazanmasıyla kalabalık coşkuyla sokaklara fırlar. Kalabalık yoldan geçen bir arabayı durdurarak arabayı tahrip etmeye ve kendilerini engellemeye çalışanları da, Kürt oldukları için dövmeye kalkışır. Mehmet ve dövülmesine karşı çıktığı Berzan, bir apartmanın içine sığınırlar. Berzan ve Mehmet arkadaş olurlar. Mehmet, Berzan'a Tire'li olduğu söyler. Mehmet başka gençlerle paylaştığı odada televizyonunu tamir ederken, bozuk olan görüntü düzeldiğinde, ekrana bir cezaevi görüntüsü gelir. Tutuklular açlık grevi yapmaktadırlar. Polis, tutuklu yakınlarına ve göstericilere müdahale etmektedir. Mehmet göstericilerin arasında Berzan'ı görür. Mehmet, Berzan'la kaset sattığı Eminönü'nde buluşur. Berzan ona bir kaset hediye eder. Birlikte dolaşırlarken Berzan, Mehmet' e Zorduç' dan geldiğini söyler. Zorduç, Irak sınırına yakın bir yerdedir. Berzan'ın babasını, bir gün eve baskın yaparak götürmüşlerdir. Berzan o günden beri babasından heber alamamış ve sonra İstanbul'a gelmiştir. Berzan, sevgilisi Şirvan'ın fotoğrafını Mehmet'e gösterir. Mehmet'de sevgilisi Arzu'dan bahseder Arzu bir çamaşırhanede çalışmaktadır. Arzu ve çamaşırhanede çalışan Semra sürekli gazete kuponu biriktirmektedirler. Arzu ve Mehmet birlikte gezmeye gittikleri bir gün genç kız Mehmet'e, Almanya'da doğduğunu söyler. Mehmet, Arzu'dan ayrıldıktan sonra minibüsle dönerken, polisler kimlik kontrolü için aracı durdururlar. Daha önce Mehmet'in yanına oturan genç, polisleri uzaktan görünce minübüsü durdurarak inmiştir. Gencin koltukta bıraktığı çantanın içinde polis bir silah bulmuştur. Mehmet'i merkeze sorgulamaya götüren polisler su kaçaklarını dinlemede kullandığı tüvüt isimli borunun ne olduğunu anlamaya çalışırlar. Diğer yandan, kökenine ilişkin sorular sorarlar. Polisler Mehmet'in oldukça esmer olmasından dolayı, Tire'li olduğuna inanmamışlardır. Mehmet nezarete konulur. Polisler Berzan'ı da aramaya başlarlar. Bu arada Berzan, Arzu'yu bulur. İkisi birlikte Mehmet'in durumu hakkında araştırma yapmaya başlarlar. Mehmet içeride dövüldükten sonra serbest bırakılmıştır. Mehmet'in kaldığı odanın kapısına kocaman bir çarpı işareti çizilmiştir. Arkadaşlarına göre bu işaret, hepsinin başının belada olduğu anlamına gelmektedir. Mehmet odayı terk etmek zorunda kalır. Berzan, Urfa’ya giden bir otobüste muavin olarak çalışmaya başlamıştır. Mehmet ise, Sular İdaresi'ndeki işinden çıkarılır. Mehmet, Berzan'ı otogarda bulur ve birlikte kalmaya başlarlar. Mehmet, Berzan'ın yardımıyla bir otoparkda iş bulur.

Bu arada ölüm oruçlarının 65'nci gününde cezaevinde ölen Şafak Güney'in cenazesini amaya giden kalabalığın arasındaki Berzan, çıkan arbedede başına aldığı darbelerle beyin kanamasından ölür. Mehmet saçlarını sarıya boyayarak, Arzu'yla Berzan'ın cenazesini almaya gider. Morgdaki görevliyi rüşvetle karışık ikna ederler. Daha önce çalıştığı otoparktan bir kamyonet çalan Mehmet, cenazeyi Zorduç'a götürmek için yola çıkar. Mehmet yolda arabası bozulunca, bir minibüsle yola devam eder. Yolda bir kasabada otelde kalır. Uyandığında camdan dıışarı bakınca, caddelerdeki tankları görür. Mehmet yola trenle devam ederken, Tire'li olan ve askerliğini yapmakta olan bir gençle tanışır. Ona kendisini Zorguç'lu diye tanıştırır ve Tire'li Mehmet Kara isminde bir arkadaşı olduğunu söyler. Berzan'ın cesedini Zorduç'a getiren Mehmet, Zorduç'un sular altında kaldığını görür. Mehmet, Berzan'ın tabutunu suya bırakır. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf,188”

ÖDÜL

18. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (1999):

►"En iyi film" ve "en iyi yönetmen"

(Jüri Üyeleri:  Orhan Aksoy (Bşk.), Zafer Doğan, Tuna Erdem, Dan Fainaru, Gülsen Tuncer),

Sinema Eleştirmenleri Derneği (Fipresci)

►"En iyi film" ödülü

2. Ankara Film Festivali'nde (1999):

►"en iyi fIlm",

►"en iyi yönetmen",

►"en iyi senaryo"

►Mizgin Kapaza “Umut veren kadın oyuncu

(Jüri Üyeleri: Agah Özgüç, Ayla Kutlu, Memet Baydur, Cameron Bearson, Necmettin Varlı)

2. Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri (1999)
    ►Mizgin Kapazan "en iyi yardımcı kadın oyuncu

"44. Uluslararası Vallaloid Film Festivali"nde (1999):
  ► “Gerçeği kuvvetli bir sinema diliyle anlatabilme başarısı" gerekçesiyle "Jüri Özel Ödülü"

John Templeton Avrupa Film Ödülü (1999):

►"yüksek sanatsal değeri olan hem de seyredenleri sosyal değerler konusunda daha duyarlı olmaya yöneltmesi" gerekçesiyle" "en iyi Avrupa Filmi"

49. Uluslararası Berlin Film Festivali'nde (1999): "

►Mavi Melek ÖdüıÜ"

7. (Çasod) Çağdaş Sinema Oyuncuları Derrneği'nin 19992000 sezonu seçiminde:

►Mizgin Kapazan "en iyi yardımcı kadın oyunncu",

►Jacek Petrycki "en iyi görüntü yönetmeni" 

► Viatko Stefenovski "en iyi müzik  

2. Orhon Murat Arıburnu Ödülleri (1999) seçiminde:

►"Mahmut Tali Öngören Özel Jüri Film Ödülü"

& Güneşe Yolculuk" hiçbir etki altında kalmadan açıkça söyleyeyim, bana beklediğimi vermedi. "Sürü" ve "Yol" gibi filmlerden sonra bir "Güneşe Yolculuk" tatmin etmiyor insanı, Üstelik bu filmde Türk Kürt dostluğunun oldukça idealist bir biçimde ele alınması ve gerçekIere ters bir öykü anlatılması beni oldukça rahatsız etti. Bilmiyorum, İstanbul'da Kürtlerin oturduğu evlere kırmızı bir çaprazla (Hitlerin Yahudi evlerine yaptığı gibi) işaretleniyor mu? Ben duymadım, okumadım. Bir tarafın çok 'iyi', çok duygulu ve dost, diğer tarafın ise bu dostluğu ezmek, yok etmek isteyen 'düşman' olarak gösterilmesi bana çok yüzeysel geldi. "Güneşe Yolculuk" politik mesajı olan bir film. Kürtlere yapılan baskıları Türk Kürt dostluğuyla dile getirmek istiyor. Çok güzel. Ama film gerçekçi olamıyor ve yer yer romantik sahnelerle bu gerçek dışılığın kurbanı oluyor. Film Alman basınında büyük ilgi görmedi. (Güner Yüreklik (Berlin), Cumhuriyet G., 21 Şubat 1999)  'kardeşlik' mesajı falan vermiyor "Güneşe Yolculuk". Ezilenlerin hep birlikte 'en ezilen'in kimliğine bürünmesinden başka çözümün olmadığını savunuyor. 'Ben de zenciyim', 'Ben de çingeneyim', 'Ben de eşcinselim' gibi 'Ben de Kürdüm' denmesini öneriyor. Bu 'bilince' erişmemiş 'alt tabaka' ise sağa sola saldıran milliyetçi futbol fanatikleri ya da gözaltından çıkan Mehmet'i kovan oda arkadaşlarından ibaret gösteriliyor filmde. Kürtlerin kapılarına çekilen kırmızı çarpı işaretleri var bir de ... Yaşanan onca şey onca 'karıştırıcı parmağa' karşın, Türklerle Kürtlerin bir türlü boğaz boğaza getirilmediği düşünülürse, bu toprakların değil, yalnızca filmdeki vehametin sembolü olmaktan başka anlam taşımıyor bu işaretler ... Godard, 'Ne yapmalı?' başlıklı makalesinde 'Politik filmler yapmalıyız' ve 'Politik yöntemle filmler yapmalıyız' diyerek iki farklı önerme atar ortaya. 'Politik Film' yapmak, idealist ve metafizik bir dünya görüşüyle ilgilidir ve burjuvazinin safında kalmaktır ünlü yönetmene göre. 'Politik yöntemle yapılan filmi ise Marksizm ve diyalektikle ilgili olup emekçilerin yanında yer almaktır... Bence “Güneşe Yolculuk”, Godard'ın deyimiyle yallnızca iyi bir politik film olmaktan öteye gidemiyor. Örneğin Yılmaz Güney'in Yol'u arasındaki en büyük fark da bu. (Tunca Arslan, Radikal G., 07 Mart 2000)

4 Bir filmi unutulmaz kılan nedir? Bu soru çok sorulmuştur, ben de kendi kendime sormuşumdur. Genç yönetmen Yeşim Ustaoğlu'nun Güneşe Yolculuk'unu izledikten günler sonra etkisinden kurtulamadığımı ve üzerinde düşündüğümü fark ettim. Başarısı bir yana, film en azından unutulmazlar arasına girmişti, benim için... Acaba neden? Eminönü meydanında, sabahın köründe tüm çevreyi, adeta tüm İstanbul'u kaplayan (ve yönetmenin belgeci geçmişine tanıklık eden) görkemli bir başlangıçla açılan ve Doğu Anadolu' da kayıp bir yörede sulara verilen bir tabut gibi bir başka görkemli sinema bölümüyle noktalanan film, bu iki bölüm arasında neler neler anlatmıyordu ... Çağdaş İstanbul'un en yoksul ve şüpheli semtleri fonu önünde yaşanan olağanüstü bir arkadaşlığın öyküsüydü bu... Aşırı esmerliği nedeniyle Egeli olduğuna kimseyi inandıramayan Tireli Mehmet ile kayıp bir Doğu köyünden gelmiş Kürt genci Berzan'ın dostluğu ...

Bu dostluk, etnik ayrımcılığın bir ayrıkotu gibi insanların arasına sızdırıldığı bir ülkede, polisin, copun, sorgu sualin egemen olduğu bir baskı atmosferinde filizleniyor, farklı dünyalardan gelen, ama toplumun en alt kesimlerine itilmişlikte birleşen iki gencin kaderini aynı potada eritiyordu.

 Güneşe Yolculuk bir yol filmiydi aynı zamanda ... İki kahramanımız ülkenin en acı gerçeklerine doğru hüzünlü bir yolculuğu birlikte gerçekleştirirken, daha sonra bu, birinin öbürünü kendi toprağına teslim etmek üzere giriştiği daha da acı bir yolculuğa dönüşüyordu.

Güneşe Yolculuk, tıpkı bir rastlantı sonucu üst üste izlediğimiz Yol filmi gibi, seyircisinin yüzüne bir şamar gibi çarpan ülke gerçeklerini içeriyordu. Süre giden bir savaşın sillesini yiyen aslında sıradan insanlar, farklılıkları yüzlerine çarpılan şüpheli damgası yemiş bir ırk, bu ülkede yüzyıllarca birlikte yaşamış insanları düşman haline getiren basiretsiz politikaların ve gündelik uygulamaların acı sonuçları ... Ama, tıpkı yine Yol gibi, dayanılmaz bir insan sevgisi ve bundan fışkıran bir hümanizma içeriyordu film ... En acılı, en çaresiz anlarında bile birbirlerine destek olan arkadaşlar, sevginin gerçek anlamını hayatın örsünde sınayan gencecik aşıklar, sevgi ve dostluk için göze alınan inanılmaz özveriler... Yaşamı yaşamaya değer kılan her şey, kısacası. ..

Güneşe Yolculuk, kişilerini unutulmaz kılan, önemli şeyler söyleyen, ustaca anlatılmış bir fılm, Türkiye'nin bağrından yükselen çağdaş ve sanatsal b ir çığlık. "Güneşe Yolculuk" üzerine Ek Düşünceler :


Yeşim Ustaoğlu'nun Berlin 99'da resmi yarışmaya kabul edilip iki yan ödül kazanan, İstanbul 1999 Eczacıbaşı yarışmasında en iyi film ve yönetmen olarak ödül aldığı gibi, FIPRESCI ve Hürriyet gazetesi halk ödüllerini de alan ve sayısız festivalde gösterilen filmi Güneşe Yolculuk, sonunda (2000) ülkesinde gösterime giriyor. Artık zamanıydı! ...


Özel bir gösteride izledikten sonra Berlin' de de gördüğüm film için o zaman bir eleştiri yazmıştım. Bu yazımda kimi farklı noktalara değinmek istiyorum. Öncelikle sevgili Yeşim'in beni nasıl şaşırtttığını belirtmek isterim. Başarılı kısa filmlerinde ve ülkemizde gösterime girmeyen İZ adlı çok ilginç karafilm denemesinde genelde soyut bir anlatımı seçen Ustaoğlu, daha ikinci filminde nasıl olup da böylesine somut bir konunun, hem de değme erkek yönetmenin el atmaya cesaret edemediği, ülkemiz için yaşamsal bir konunun peşine düşmüş? Bravo ...


Ama küçük kadın Ustaoğlu, insanı şaşırtacak kadar yürekli olduğu gibi, şaşırtacak kadar da iyi yönetmen ... Daha ilk sekanslardan, bir şafak vakti Eminönü meydanındaki insan kargaşasına göz attığı sahnelerden başlayarak, belgecilik ve kısa filmcilik yapmış olmanın meyvelerini topluyor. Ve bize çok iyi bildiğimiz bir kenti, bir semti, onun küçük ve sıradan insanlarını çok farklı açılardan göstermeyi başarıyor.


Ülkemizi saran ve mutlaka dış güçlerden destek alan Güneydoğu ve Kürt sorununa dolaylı olarak siyasal yönden yaklaşıyor Yeşim... Ön planda dolaysız olarak gösterdiği ise, bir Türk ve bir Kürt gencinin İstanbul'un çetin yaşam koşullarında başlayıp Doğu'ya dek süren inanılmaz arkadaşlığı ve yolculuğu ...


Film belki senaryosundaki kimi naif yanlar için eleştirilebilir, Tireli Mehmet'i Zorduçlu Berzan'a bağlayan arkadaşlığın inandırıcılığı söz konusu edilebilir. Ya da olayların düşman haline getirdiği iki halk arasındaki ilişkilerin "Kürtlerin kapılarına işaret koymaya" dek varıp varmadığı tartışılabilir.

Ancak filmin genel düzeyi yanında bunlar ayrıntı gibi kalıyor. Ustaoğlu bize işlek ve akıcı bir sinemayla, ırklar ve halklar arasındaki dostluğu ve bunun önemini vurgulayan bir barış türküsü sunuyor. Genç ve amatör oyuncularından azami sonucu elde ederek, fılmine iddiialı olmayan, ama doğru ve haklı bir politik mesaj yükleyerek ...

Ama en önemlisi elbette sinema, sinema sanatı. Ve onun kendine özgü tadı. Bunlardan yoksun olan hangi film başarılı olabilir? Ustaoğlu da filminin tümüne sinmiş sinema duygusuyla, asıl' burada başarısını kanıtlıyor. Yine de, açılış bölümü ve finalde, Angelopoulos'un filmlerindeki o unutulmaz görselliği çağrıştıran sular altındaki köy bölümlerine özel birer bravo!...

Hoş geldin Güneşe Yolculuk. Seni bekliyorduk. Umarım Türk seyircisi de bu randevuya ilgi gösterir.


& Güneşe Yolculuk, ülkemizin kanayan sorunlarından biri üzerine, çok belirgin bir öykü anlatmadan, salt belli insanların yaşamları üzerine yoğunlaşmalarla yaptığı genel saptamalardan sonuca gitmeye çalışan bir film. Güneşe Yolculuk'u, angaje bir film olarak tanımlamak yanlış olmayacak. "Ülke gündemine neredeyse tek başına damgasını vuran Kürt meselesi, ilk kez bu kadar direkt olarak perdeye taşınıyor.

Kadın yönetmenlerimizden Yeşim Ustaoğlu, henüz ikinci filminde son derece cesur bir adım atıyor. Peki, cesaret tek başına bir filmi ayakta tutar mı? Bu, hepimizin bildiği üzere filmine göre değişir. Özellikle politik filmlerin, zamana direnirken en büyük kıstasları, sadece dönem koşullarına karşı olan başkaldırıları değildir ...Bu bağlamda Yılmaz Güney sineması bir örnektir. Güney'i ele alıp sahaya sürerken 'Umut'u, 'Duvar'ı ya da 'Yol'u sadece biçimsel tavırlarıyla değil, günümüzden bakıldığında bıraktığı tortularla değerlendiriyoruz. 'Güneşe Yolculuk' ise, ... 'cesaret' kriterinin dışında diğer sınavları geçecek düzeyde bir yapıt gibi görünmüyor. .. Ustaoğlu, iyi bir görüntü yönetmeniyle çalışarak temiz ve görselliğin ön plana çıktığı kadrajlar yakalamış. Ama aynı kadrajlar bir başka niyeti de açığa vuruyor: Bu film, kesinlikle dışarıya seslenen bir yapım. Türk izleyicinin çok iyi bildiği ve yakalanan estetik açıların yeeni bir şey söyleyemeyeceği kareler, dışarıdaki seyirciyi avlama derdinde. Gün ağarırken yapılan yolculuklar ve zorlama bir mekan seçimleri, bu yargıyı besliyor" (Uğur Vardan, Yeni Binyıl, 03.03.2000:18).

& Yeşim Ustaoğlu, çevrildiği zaman hayli ses getiren ve özellikle yabancı film festivallerinde pek çok ödül topladığı Güneşe Yolculuk filmini, dar bir kadro ve çoğunluğu amatörlerden oluşan bir oyuncu kadrosuyla gerçekleştirmiş. Film, bu yapısıyla aslında göze batmıyor. Film, kendi içinde daha lirik bir anlatımı gündeme getirip; Berzan, Mehmet gibi gençleri toplumun zencileri gibi lanse etmek yerine, bilinen şablonların ötesinde bir yaklaşımla öyküsünü ele alabilirdi. Ustaoğlu, ülkemizde tabu sayılan ve genellikle üzerine gidildiğinde sorun yaşanılan bir konuyu ele alırken, önce de yinelediğimiz gibi şablonlara dayandırsa da; öyküsüyle toplumun sosyal bir kesitini oluşturan bir grup dışında, aslında ülkemizin geri kalmışlığından kaynaklanan ceberrutluğu, insan kıyımı ve genel yoksulluk koşulları bağlamında pek çok kimsenin sorunu olan bir duruma kamerasını çevirmiş oluyor. "Bir dostluk, kardeşlik ve sevgi üçgeninde son yılların hayatımıza taşıdığı yüksek gerilimden kötülük payını alan genç ve iyi insanların trajedisini anlatmış Yeşim Ustaoğlu. Film, durgun bir su yüzeyinde yansıyan olağanüstü bir görüntüyle başlıyor. Daha ilk karelerde işini anlamış, düşünen bir sinemacının elinde olduğunuzu duyumsuyorsunuz" (Baydur, Cumhuriyet. 13.05.1999). Diğer yandan ele alınan temanın kendi içindeki bıçak sırtı durumlarından dolayı, senaryosunu çok açık bir şekilde kuramıyor Ustaoğlu. Berzan'ın polisten kaçmak için çalışmaya başladığı otobüs firmasında, polisten koruduğu genç kızın ilişkileri, niyeti hissediliyor ama tam anlaşılmıyor. Ayrıca kimlik kontrolü yapan askerlerin kimlikleri saymadan göstermelik kimlik taraması yapar gibi görünmesi, belki Ustaoğlu'nun amacına hizmet ediyor ama filme hizmet ettirmiyor. Türk sineması uzun yıllar detay eksikliği, detayların önemsenmemesi gibi sorunları yaşamıştır. Açıkçası bu sorunları yaşamasının asıl nedeni ise, film yapan kişiler için bunların aşılması gereken Sorun olarak algılanmamasından kaynaklanmaktaydı. Bu bağlamda genç neslin, kendi öykülerini anlatmada iddialı sinemacılarının, yukarıda değindiğimiz detayları ele almada daha çok özen göstermeleri beklenebilir. Ustaoğlu, Güneşe Yolculuk filmiyle, özellikle profesyonel olmayan oyuncuları ve neredeyse belgesel film kokan anlatım üslubuyla dikkat çekiyor ve ele aldığı konuyu destekleme de, özellikle müziği başarıyla kullanıyor. "Makedon besteci Stefanosvki'nin Koma Amed, Civan Haco şarkılarıyla bezeli, Sultaniyegahlı müziğin, Polonyalı kameraman Petrycki'nin güzelim görüntülerinin ve Makedon Gaster'ın akıcı montajının da başarısına katkıda bulunduğu bu ayrıksı film, öncelikle müthiş inandırıcılığıyla, mevsimin gişe patlaması yapan öteki yerli yapımlarından ayrılıyor... Nevruz Baz, Nazmi Kırık, Mizgin Kapazan adlı pırıl pırıl üç genç oyuncusuyla seyirciyi ele geçiriyor... Resmi tarihin alternatifi niteliğindeki hikayesinden... yalın gerçekçiliğine kadar... 'Güneşe Yolculuk', İtalyan neorealismo yeni gerçekçilik akımının da çağdaş bir uzantısı sayılabilir aslında" (Çapan, Cumhuriyet, 03.03.2000).

FİLMİ İZLE 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder