AŞK ÖLÜMDEN SOĞUKTUR (1994)
Senaryo ve Yönetmen: Canan
Gerede, Görüntü Yönetmeni: Jurgen
Jurgens, Müzik: Fuat
Güner, Sanat Yönetmeni: Gül
Oğuz, Yapım: UPF/Eliane
Stutterheim Faruk Aksoy, Canan Gerede Montaj:
Albert
Jurgenson, Şarkı yorumcusu: Şebnem Gördem, Yapım yönetmeni : Bahadır
Atay, Ses: J. F Adora, Montaj; Albert Jurgenson, Negatif
Kurgu: Tamer Eşkazan, Film Baskı: Uğur Orbay, Gaffer: Ali
Salim Yaşar, Bestboy: Durmuş Demirezen İmaj: Jürgen Jürges, Prodüksiyon
Müdürü: Bahadır Atay,
Oyuncular: Kadir İnanır (Ali), Bennu Gerede (Belgin), Ayşegül Ünsal
(Fatma), Umur Turagay (Osman), Engin İnal, Tuncel Kurtiz (Dursun), Ersin
Pertan, Ayşe Emel Mesçi, Faruk Aksoy, Kemal İnci, Kutay Köktürk, Mehmet Yankır,
İlhan Arkan,
Konu:
“Aşk Ölümden Soğuktur, şarkıcı Bergen'in gerçek yaşamından esinlenerek yapılan
bir film. İstanbul'un varoşlarında bir Çingene mahallesinde annesiyle birlikte
yaşayan, müziğe ve dansa tutkun genç bir kız olan Belgin, bir klüpte dans
ederek para kazanmaktadır. Yaşlandığı için müşterilerden rağbet görmeyen
annesi, Belgin'i, içinde bulundukları zor koşullardan kurtulmanın tek aracı
olarak görmektedir. Çalıştıkları kulübün polis baskınına uğraması, güçlü bir
kişiliği olan kumarhane işletmecisi Ali ile tanışmalarını sağlar. Anne ve kız,
bu güce sığınırlar. Ali de Belgin'i çok beğenmiştir. Toplumun kenarında
yaşamaya alışmış bu iki insan arasında tutkulu bir aşk doğar ve evlenirler.
Belgin hamile kalır, ancak borçlarını ödeyemeyen Ali'nin dükkanına el
konulması, ilişkilerinde gerginliğe yol açar, yaşanan şiddet yüzünden, Belgin
çocuğunu düşürür, Ali, Belgin'i terk eder. Belgin, biraz da annesinin
zorlamasıyla müzik yapımcısı Yaşar'ın teklifini kabul eder, müzik kariyeri
hızla ilerlemeye başlar, ünlü olur. Ancak Ali'yle ilişkisi tehlikeli bir boyut
kazanmıştır. Sevdiği kadından ayrılmaya dayanamayan Ali, Belgin'in yüzüne
kezzap atar, sonra da bıçaklar.
Ödül:
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde (1995)
►Canan
Gerede “En İyi Yönetmen,
►Jurgen
Jurgens “En İiy Görüntü Yönetmeni”
►Kültür Bakanlığı Özel Ödülü
”Aşk Ölümden Soğuktur
*
"Bennu Gerede 'nin epeyi çabaladığı hatta yer yer akça pakça, mevzun bir
'sarışın dilberin masumiyetiyle karışık cazibesinin yüksek enerjisini yaydığı
ve cinsel obje olarak fiziğiyle perdeyi doldurduğu ileri sürülebilirse de, bir
konuşmaya başladığında Amerikalı bir şarkıcı çingene kızına dönüştüğü de açıkça
ortada, son tahlilde. Keşke dublaj yapılsaymış ona. Fasbinder Wenders gibi ünlü
yönetmenlerin namlı, Alman kameramanı Jürgen Jürges'in usta işi çerçevelerine
ve görüntülerinde Beyoğlu'nun izbe, karanlık, arka sokaklarının müdavimleri
(konsomatrisler, dönmeler, uyuşturucu satıcıları, kadın tellalları, falcı
kadınlar, leş kargası medyacılar, paparazzi basını vb.) adeta resmi geçit
yapıyorlar. Tabii göbek danssız ve şarkısız da olunmuyor bilindiği gibi. Gerede'nin
kimi zaman Atıf Yılmaz'ı çağrıştırırcasına, pavyon, bar vb. iç mekanları iyi
değerlendirerek kullandığı, belgesele selam sarkıtan, yalın ve nesnel bir üslup
tutturduğu kimi sekanslara da sahip, alışılmış duyarlıklar üstüne oturtulmuş
film, İnanır'ın da bayağı riskli başrolü üstlendiği katmerli bir melodram
sonuçta" (Çapan, Cumhuriyet, 15.12.1995). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç
Dr. Bülent Vardar, “20. Yüzyılın Türk Sineması ”
* Canan Gerede, ikinci konulu filminde ünlü “acıların kadını”
şarkıcı Bergen’in öyküsünü anlatıyor. Hani şu kocası tarafından yüzüne kezzap
atılarak bir gözü kör edilen, daha sonra da vurularak öldürülen ünlü arabesk
şarkıcısı... Yakın zaman Türkiye'sinin en ilginç adliye ve cinayet olaylarından
biri, ardında yalnızca ölümcül bir tutkuyu değil, tüm bir çağdaş Türkiye
sosyolojisini de barındıran çarpıcı öykü.
Ancak
Gerede bu gerçek drama çok farklı biçimde yaklaşmayı seçiyor. Ateşli ve arabesk
hüznüyle örülü bir melodramı da itiyor, tümüyle toplum bilimsel gözlemlere
yaslanan bir yansızlığı da... Onun seçtiği tarz en çok Fassbinder' e yaklaşan
ve yakışan bir tutum: melodramı küçümsemeden, tersine önemseyip yücelterek, ama
ona mesafeli ve soğukkanlı, hatta basbayağı soğuk biçimde yaklaşma ve onun
kendisini değilse de özünü yakalama çabası...
Zaten
bu Fassbinder “” tutkusu, hem filmin isminde (Fassbinder'in de ilk filminin adı
buydu), hem de filmin bir yerinde Bergen/Belgin'in "zaten hepsinin adı
Ali'dir," diyerek bir başka Fassbinder filmine göndermede bulunmasıyla da
açıkça belirginleşiyor...
Böylece
ortaya ilginç, garip ve oldukça yadırgatıcı bir film çıkıyor. Çok kesin bir
devamlılık içermeyen, barındırdığı melodram öğelerini tam anlamıyla
değerlendirmeden kullanan, birçok sahnenin sanki kendi içinde bütünlenen
tablolar gibi belli bir bağımsızlık içinde yaratıldığı bir film...
Filmin asıl yadırgatıcılığı, kuşkusuz bizim seyircimiz
için... Çünkü bir yandan filmin şarkıları gerçek bir arabesk gırtlağa ve
duyarlılığa dayanmıyor, aklılar. Bergen'in ününe de hiç yakışmıyor.
Hele
şarkıcının bir aralar "devrimci müziğe" ve bilinçli parça seçimine
ağırlık vermesi gibi bir tuhaflık oldukça şaşırtıcı!... Öte yandan bu rolü
üstlenen ve kendisine özgü tazeliği ve sezgisiyle bence olağanüstü biçimde
altından kalkan Bennu Gerede'nin yanlış Türkçe tonlamaları da, filmin gerçeklik
duygusunu zedeliyor. Seyircinin beklediği melodram patlamasının bir türlü
gelmemesi de ayrı bir sorun...
Ne
var ki film yine de ilgiye değer bir yapım. Gerede, birçok sahnede gerçek bir
sinema duygusuna sahip olduğunu kanıtlıyor ve bu "mesafeli melodram"
operasyonundan oldukça başarıyla çıkıyor. İstanbul'un gece görüntüleri, yer yer
de olsa filme yansıyan lumpen duyarlılığı ve oyuncuların başarısı buna katkıda
bulunuyor. Kuşkusuz önemli bir keşif olan Bennu Gerede'nin yanı sıra, ilginç
tiplemesiyle Kadir İnanır ve yan oyuncular da çok iyi.. .
Bir
Türk yönetmenin bir büyük ve çağdaş yabancı yönetmenden nasıl esinlendiğini ve
çok bize özgü şeylerden nasıl farklı ve evrensele uzanan bir film çıkarabildiğini
merak edenler, bu filmi görmeli. . (Kyn: Manyatizma Aylık Popüler Kültür
Dergisi)
* Bir
Türk filmiyle, şu koşullarda karşılaşmak ne acı: "Aşk ölümden
Soğuktur", daha ilk günün ardından, Fitaş'ın orta boy salonlarından
birinden en küçük salonuna geçti ve ne yazık ki, gişe görevlisinden
"Sizden başka seyirci yok, film oynamayacak cümlesini duyup iki kez geri
döndükten sonra, ancak üçüncü denememde filmi izleyebildim. Türk sinemasının
yıllardır tartışılan sorunları ortadayken, bir seans boyunca tek bir seyirciyi
bile çekememenin, gösterinin ilk gününde yalnızca 4,5 milyon lira hasılat
yapmanın sorumluluğu, gayet ağır olsa gerek.
"Aşk Ölümden Soğuktur" filminde seyirciyi
ilgilendiren hiçbir şey yok mu acaba? Bu gün salonları dolduran genç seyirci
kitlesinin, filmde adı Belgin olarak geçse de şarkıcı Bergen'in trajik
yaşamıyla ilgilenmediğini, bu ilgisizliğini, Gerede’nin konuya yaklaşımına da
yansıttığını söylemek mümkün. Kimse kusura bakmasın ama, filmi izledikten
sonra, daha ilk baştan filme gitmeyi reddeden seyirciyi eleştirecek bir şey
bulamadım ben. Açıkçası, bu filmi görmemekte çok Gerede'nin filmi, sinemada
örneğine ender rastlanır bir "başarı"yı gerçekleştiriyor.
Bunca
dramatik malzeme içeren bir öyküden yola çıkıp, dramatik açıdan bu kadar
etkisiz bir film yapmak, her babayiğidin harcı değil. Tabii ki bunun altında da
senaryo sorunu yatıyor. Gerede'nin, birinci filmi "Robert's MovieRobert'ın
Filmi"nde yaptığı gibi yine kendisinin kaleme aldığı senaryo, Bergen'in yaşamından
daha trajik bir düzeyde. Gereken hiçbir noktada durmadan, gereken hiçbir yerde
derinleşmeden, ayrıntıya girmeden öyküyü anlatıp geçmiş Gerede, aynen 1970'lere
kadar gelen Yeşilçam filmlerinde yapıldığı gibi ...
Yüzeysel kişilikler
Örneğin, önemli sorunlardan biri, Ali'nin kişiliğinin
yüzeysel, Belgin'e duyduğu tutkunun tanımsız bırakılmış olması. Bir adam,
evlendiği kadına neden bunca nefret duyar, yüzüne kezzap atmak, bıçaklamak gibi
yollara neden başvurur bir türlü anlayamıyoruz filmde. Çünkü anlamamız için,
derinlemesine bir kişilik çözümlemesi yapılması gerekiyor ve tek başına
kıskançlık, bunca eylemi açıklamak için yetersiz kalıyor. Böylece Gerede, Ali
gibi çok ilginç ve dramatik açıdan yoğun bir malzemeyi heba etmiş oluyor. Aynı
biçimde, filmin dramatik etki taşıyabilmesi için, çoktan keşfedilip binlerce
filmde uygulanmış dramatik anlatım öğelerinin belli bir mantıkla dizilmesi,
inişlerçıkışlar, durgunluklarpatlamalar olması gerekiyor, tabii karşımızdaki,
bu yapıyı tümüyle reddeden, kendi içinde tutarlı bir deneysel çalışma değilse
Gerede'nin filmleri, deneysellik gibi bir iddiası olmadığına göre, dramatik
gelişim bakımından çağdaş sinemaya daha paralel olmasını beklemek çok doğal,
Ama ne yazık ki, bu beklenti karşılanmıyor, garip bir biçimde başlayan film,
aynı gariplikle, adeta küt diye bitiyor.
Gerede'nin,
alt kültürlere, yaygın yaşam biçimlerinin dışında kalan insanlara,
"tutunamayanlara" belli bir sempati duyduğunu ilk filminden de
biliyoruz. Bunda bir sorun yok; problem, ilgi duyduğu, ele aldığı kültür ve o
kültüre ait insanları, hiç tanımıyormuş gibi anlatması. Eğer o çevreleri iyi
tanıyorsa, çok kötü anlatıyor demektir. Tanınmıyorsa da, anlatmaya sıvanmadan
önce, araştırma yapması gerekirdi. Çünkü, tecimsel filmler gibi belli
şablonlara uygun olmayan yapıtları kotarmak, sanıldığı kadar kolay değildir.
İlk filminde belli bir başarısızlığa uğrayan Gerede'nin, bunu anlamış,
hatalarından ders çıkarmış ve bu kez çok daha iyi hazırlanmış olması gerekirdi
...
Bunca çaba niçin? ..
Geçen haftaki Sinema Gazetesi'nden birkaç satır alıntılamak
istiyorum: " ... "Aşk Ölümden Soğuktur"un çekimleri İstanbul'da
yapılmış ve 6 hafta sürmüş. Postprodüksiyon iş lemleri içirı ise 6 ay boyunca
Fransa'da ve İsviçre'de çalışılmış. Eurimages'dan ve Kültür Bakanlığı'ndan
destek alan filmin bütçesi ise 3.000.000 Fransız Frangı'nı (yaklaşık 33 milyar
Türk Lirası) bulmuş.. Bu satırları okuyup da yazıklanmamak mümkün değil ... Tüm
bu çabalar, bu emek, bunca para, bu film için mi harcanmış? .. Hemen tüm
oyuncular (belki klip yönetmeni olan Umur Turagay biraz müstesna) çok kötüler,
özellikle başrol oyuncusu Bennu Gerede, bazen çok abartılı, bazense çok
ifadesiz kalıyor, velhasıl, yönetmenin oyuncu yönetiminden haberdar olduğunu
söylemek mümkün değil. Üstelik bir de, sesli çekimden kaynaklanan diksiyon
sorunları var. Bennu Gerede, Türkçe'yi uzun yıllar yurtdışında kalmış kimi pop
şarkıcılarımız gibi tonluyor, fena halde Amerikan 'şivesi var. Diğer kimi
oyuncularda da diksiyon sorunu olunca, başlı başına bu bile, filmden kopmanız, o
filmi izlemeye geldiğiniz için kendinize lanet okumanız için yeterli oluyor.
Ne ticaret, ne sanat ....
Bunca
emek ve para bu film için mi harcanmış? ... Peki niye? Gerede'nin bu filmi
yönetmesinin ne gibi bir nedeni olabilir? Para için deseniz, filmin asıl
müşterisi olabilecek arabesk kültürle yetişen kenar mahalleli insanlar ortada
zaten yoklar. Birinci haftadaki gösteriminde iptal edilen seanslar, böyle bir
filmden para kazanılamayacağını, acı biçimde kanıtlıyor. Sahi, bu film ne için
çekilmiş? Sanat adına deseniz, ortada sanat yok; bir bireyin yaşamı özelinde,
Türkiye'nin sosyal sorunlarını irdeleme amacı deseniz, böyle bir hedef
güdüldüğüne ilişkin en küçük bir ipucuna rastlanmıyor ...
Sahi Canan Gerede bu filmi niye çekmiş? .. Niye çekmiş olursa
olsun, sonuçta "çok kötü" ifadesini rahatlıkla kullanabileceğimiz bir
film var. "8. Saat"i izledikten sonra, "Bundan daha kötüsü
yapılamaz," diye düşünmüştüm ... Şimdi ise, emin değilim ... Allahtan,
Livaneli filmlerinde ve Robert'ın Filmi"nde olduğu gibi filmin görüntü
yönetmenliğini Jurgen Jurgens üstlenmiş de, hiç olmazsa görüntüleri izleyebiliyorsunuz
... Yoksa? ..
Yoksa
geriye yalnızca, gerçek yaşamların ve kişilerin, kötü bir filmde, sinemasal
meze olarak kullanılması kalacak. .. İnsana derin bir hüzün veren bu durum,
umarım, Gerede'nin . de vicdanını sızlatıyordur. .. (Tamer Baran Antrakt, Ocak
1996 )
* Arabeskin patlama yaptığı dönemin,
beylik deyişle, gerçekten hayatı roman denilebilecek, en popüler piyasa
şarkıcılarından Bergen'in trajik yaşam öyküsünden esinlenen Canan Gerede'nin
"Robert's MovieRobert'ın Filmi"nden sonraki ikinci filmi "B.Aşk
Ölümden Soğuktur", İstanbul'un kısaca mahalle diye tabir edilen malum
semtinde, pavyonlarda çalışan annesiyle (Ayşegül Ünsal) birlikte yaşayan, ufak
ufak göbekler ataraktan sahneye ayak basıp mikrofonu eline geçiren, Belgin
adındaki güzel bir genç kızın melodramını anlatıyor. Artık yılların ve zorlu
hayat mücadelesinin iyice yıprattığı, yaşlanmış annesinin biricik umududur
Belgin (Bennu Gerede). Filmin başındaki pavyon baskınında derdest edilerek
polisin eline düşen bu taze kenarın dilberiyle annesini beladan, kumarhane işletmecisi,
klüpçü bitirim Ali (Kadir İnanır) kurtarır ve on anda Belgin'in filenmesini
önler. Ayak yıkamakla gösterilen minnet, annesinin de çanak rutmasıyla Ali'yle
Belgin'in aşkına dönüür. Ye "Seni yıldız yapacağım" diyerek kulübünde
şarkı öylettiği ve kem gözlerden sakındığı Belgin'le, klarnetli, kanunlu,
darbukalı, enlikli bir mahalle düğünüyle evlenir Ali. Belgin'in sesini beğenen
"Sen Maksimlere layıksın" diyen bir menajerin (Engin İnal) devreye
girmesiyle kafası karışan toy ve saf genç kızımız çocuğunu düşürünce, zaten
işleri de kötü giden Ali, kumarhane patronu, fena halde maço ve feleğin
çemberinden geçmiş, bıçkın Tuncel Kurtiz ağabeyimizin "Bırak ulan bu
uğursuz karıyı!" yollu dolduruşlarına iyice gelerek genç karısını terk
eder. ...
Locarno Film Festivali'nin yarışma bölümünde gösterilmiş,
Antalya'da en iyi yönetmen ve görüntü yönetmeni Qurgen ]urges) ödüllerini
kazanmış "Aşk Ölümden Soğuktur", belirgin bir "Deja vu"
duygusu uyandıran, şarkılıçalgılı, beylik bir arabesk melodramdan daha öteye
gidemeyen bir film kanımızca. Son yıllarda özellikle ekranlar parsellenmiş,
otantik Çingene kültürünü, habire yozlaştırıp sömürerek sözüm ona seyredeni
güldüren, TV eğlence programlarının iyice ayağa düşürdüğü arabesk muhabbetine
ilişkin düzeysizliklerin düzeyine düşmese de bu tür biyografik melodramların
alışılmış kalıplarını yinelemekten geri durmayan film, Adanalı Bergen'in Belgin
olarak İstanbul'a uyarlanmış versiyonu. Neredeyse herkesin ağzına sakız olmuş
çılgın aşk temasıyla karışık trajik bir yaşam öyküsünü görüntülemeye sıvanan
Gerede'nin yazıp yönetiği film, anlatımı ve görsellik açısından olumlu not
alıyorsa da, Belgin'imizin sarı peruklu, gözü bantlı bir punk kraliçesi ya da
takmış takıştırmış bir rockpop ilahesi gibi sahne alarak Aya İrini'de filan
konserler verdiği son bölümlerde iyice sarkarak grotesk bir hal alıyor, darbuka
ritimlerinin eşliğinde. Hele şarkılar hiç çekilmiyor. Belgin'le belalısı
arasındaki ölüme varacak sadomazoşist ilişkiyi, çeşitli nedenlerle oldukça
yumuşatan Gerede, doğrusu pek bilmediği sulara açılmakla iyi etmemiş bizce.
İkinci filmiyle efsaneye dönüşmüş, klinik bir arabesk vakasını derinlemesine
duyumsatmakta yaya kalmış, ancak bildik klişelere dayanarak kotarılmış vasat
bir stil alıştırması) ortaya koymuş. Gerede'nin anlatmaya giriştiği, bol acılı
trajiğin tüm yapay büyüsünü bozan bir başka hatası da BelginBennu Gerede'nin
belirgin Amerikan aksanı, genelde "taze yetenek" Bennu Gerede'nin
epeyi çabaladığı, hatta yer yer akça pakça, mevzun bir sarışın dilberin
masumiyetiyle karışık cazibesinin yüksek enerjisini yaydığı ve cinsel obje
olarak fiziğiyle perdeyi doldurduğu ileri sürülebilirse de, bir konuşmaya
başladığında, Amerikalı bir şarkıcı Çingene kızına dönüştüğü de açıkça ortada,
son tahlilde. Keşke dublaj yapılsaymış ona. Fassbinder, Wenders gibi ünlü
yönetmenlerin namlı, Alman kameramanı Jürgen Jurges'in usta işi çerçeveleme ve
görüntülerinde, Beyoğlu'nun izbe, karanlık arka sokaklarının müdavimleri
konsomatrisler, dönmeler, uyuşturucu satıcıları, kadın tellalları, falcı
kadınlar, leş kargası medyacılar, paparazzi basını, vb.) adeta resmi geçit yapıyorlar.
Tabii göbek danssız ve şarkısız da olunmuyor bilindiği gibi. Gerede'nin kimi
zaman Atıf Yılmaz'ı çağrıştırırcasına, pavyon, bar, vb. iç mekanları iyi
değerlendirerek kullandığı, belgesele selam sarkıtan, yalın ve nesnel bir üslup
tutturduğu kimi sekanslara da sahip, alışılmış duyarlılıklar üstüne oturtulmuş
film, İnanır'ın da bayağı riskli başrolü üstlendiği, katmerli bir melodram
sonuçta. Bunca emek ve çaba akıntıya gitmiş ne yazık ki. (Sungu Çapan
Cumhuriyet, 15 Aralık 1995
FİLMİ İZLE