Powered By Blogger

21 Ocak 2023 Cumartesi

 

YENGEÇ OYUNU (2008) 

Senaryo ve yönetmen Ali Özgentürk örüntü Yönetmeni Marton Miklazic Müzik: Tuna Hizmetli Yapım: Asya Film/Ali Özgentürk Müzik Danışman: Burak Erol, Kurgu: Aylin Zoitiner, Sanat Yönetmeni: Burhan Türk, Yapım Koordinatörü: Murat Yaman, Yusuf Burakı Ergün, Hakan Mataracı, Yapım Danışmanı: Sabahattin Şenyüz, Yardımcı Yönetmen: Ali Kıvırcık, Ekin Eralp, Senaryo Asistanı: Gülsüm Öz, Yönetmen Yardımcısı: Hüseyin Sezgin, Post Prodüksiyon Sorumlusu: Buket Topalakçı, Renk Düzenleme: Bülent Tanoba, Işık Şefi: Şehmuz Gencan, Sanat Yönetmeni Yardımcısı: Eren Karayiğit, İrfan Toprak, Kostüm Sorumlusu: Nihan Yavaş, Makyaj: Begüm Esen, Ses Kayıt: Boris Trayanov, Final Miks Ulaş Ağçe, Prodüksiyon Asistanı: Koray Ünder, Hidayet Çakır, Set Amiri: Bestami Büyük,

 Oyuncular: Özcan Varaylı (Yengeç İdris), Ayça İnci (Asya), Ayşe Köklü (Anne), Ensar Kılıçl (Enver Bey, Elif Melda Yılmaz (Nuriye), Sevgi Onat (Sadiye), Burcu Tutkun Oruç (Tülay), Pelin Acar, Devrim Özder Akın (Hasan), Şafak Ersözlü (Gündağ), Simtel Demirkol (Nesrin), Berk Kırlak (Kemal), Hakan Atalay (Hakan), Çiğdem Altuğ (Gülcem), Zeynep Mataracı (Esra), Levent Çimen (Dursun), Elif Yıldız (Zeynep), Pelin Acar (Zeynep), Abdulkadir Tulun (Abdullah), Berkay Akın (Yengeç Salih), Tolga İzgit (Orkun), Gizem Kaçar (İpek)

 Konu: Küçük bir kentin ayakta kalmaya çalışan büyük kahramanlarının, özellikle kadınların hikayesini anlatmakta… İstanbul üniversitelerinde tarih asistanlığı yapan Asya (Ayça İnci), yanına beş yaşındaki kızı İpek'i de alarak, kendine yeni bir hayat kurma umuduyla doğduğu şehre gelir. Kısa sürede üniversitede iş bulan Asya, öğrencileriyle birlikte, hepsinin hayatlarını değiştirecek sıra dışı bir projenin içinde bulur kendisini.

 Eski Osmanlı mahkemelerinin belgelerini inceledikleri sırada, herkesin ilgisini çeken bir cinayet vakasıyla karşılaşırlar. Osmanlı döneminde namus cinayeti kisvesi altında işlenen ve beraat kararı çıkmış bir cinayet davasıdır bu.

 Asya ve öğrencileri günümüzde de benzerlerine sıkça rastlanan cinayetin asıl sebebini araştırırlarken, davanın hâlâ hayatta olan taraflarından gelen zorluklarla birlikte, kendi hayatlarında yaşadıkları kişisel sorunları da çözmek için mücadele ederler.

 Yavuz Sezer 01.04.2009

“Yengeç Oyunu”, küçük bir kentin ayakta kalmaya çalışan büyük kahramanlarının, özellikle kadınların hikâyesini anlatmakta. İstanbul üniversitelerinde tarih asistanlığı yapan Asya [Ayça İnci], yanına beş yaşındaki kızı İpek’i de alarak, kendine yeni bir hayat kurma umuduyla doğduğu şehre gelir. Kısa sürede üniversitede iş bulan Asya, öğrencileriyle birlikte, hepsinin hayatlarını değiştirecek sıra dışı bir projenin içinde bulur kendisini.

 Eski Osmanlı mahkemelerinin belgelerini inceledikleri sırada, herkesin ilgisini çeken bir cinayet vakasıyla karşılaşırlar. Osmanlı döneminde namus cinayeti kisvesi altında işlenen ve beraat kararı çıkmış bir cinayet davasıdır bu. Asya ve öğrencileri günümüzde de benzerlerine sıkça rastlanan cinayetin asıl sebebini araştırırlarken, davanın hâlâ hayatta olan taraflarından gelen zorluklarla birlikte, kendi hayatlarında yaşadıkları kişisel sorunları da çözmek için mücadele ederler. Yengeçlerle dolu bir toplumda ayakta kalma mücadelesini anlatmakta “Yengeç Oyunu”.

 Filmin yönetmeni Ali Özgentürk, bu filmin esin kaynağı bir gazete haberi diyor. “ Tarihçi Halil İnalcık, Sabancı Üniversitesi'nde öğrencileriyle birlikte 15'nci yüzyılda gerçekleşen Osmanlı mahkemelerinin kayıtlarını inceleyerek bir çalışma başlattı. O zaman yaşayan insanların neden cinayet işlediğini, ne tür cezaların neden verildiğini inceleyen bir araştırmanın haberiydi bu. Ben filmimde olayları 20'nci yüzyılın başına taşıdım. Küçük bir olaydan yola çıkarak üniversite öğrencileriyle o olay arasında bir bağ kurmaya çalıştım.”

 Yönetmen Ali Özgentürk, kadınlar üzerinden anlatmış hep anlatacaklarını...Trende kondüktörlük yapan bir kadın ve üç kızı... Kızların hepsinin kendilerine göre sorunları var.

Büyük kız Asya, üniversitede ders vermekte... Öğrencilerinin arasındaki kızlardan birinin babasıyla, gördüğü eğitimin şekli nedeniyle sorunları var. Filmin içinde anlatılan ve filmin aksını oluşturan hikayede ise bir ebe ve onun bir kabadayı tarafından öldürülüşü var.

 Ortanca kız kardeşin kocası evlenip çalışmak için Çin’e gitmiş. Uzun zamandır orada olmasının getirdiği geniş anlamdaki iletişim ve diğer sorunlarıyla boğuşuyor. Küçük kız kardeş ise, hercai tabiatının neticesinde karşılaştığı hamileliği; doğuracağım bu benim bebeğim diye aldırmak isteyen anneye dayatıyor…

 Gördüğünüz gibi çatışma çok...Hatta bunların dışında da çatışmalar var filmde. Ancak bu çatışmaların odağında kadın var. Ve bu odakların çokluğundan olsa gerek, dramatik yapı ve anlatım yeteri kadar seyirciye geçmiyor. Biz her gün okuduğumuz gazete ve televizyonlarda bu tür haberleri görüyoruz. Bunların ardına geçemiyoruz…

 “Yengeç Oyunu” da bu dramatik kurguda eksik, daha doğrusu kopuk ve derinliksiz kalıyor.. Hâlbuki Ali Özgentürk, özellikle bu konularda yetkin bir sinemacı...Senaryo aşamasında yeterli gelmiş olacak bu dramatik kurgu ki, filmi böyle çekmişler. Ancak gel gör ki, film çok güzel bir konuyu irdelemesine rağmen, sinemadan çıkarken bir ağırlık bırakmıyor. Bu filmden çıkarken yüreğimde bir daralma, koltuğumdan kalkmakta zorlanma gibi bir his duymak isterdim... Açık söyleyeyim bu düşünceyle girmiştim salona... Belki de bu beklenti nedeniyle düş kırıklığım biraz fazla oldu…

Ancak yine de eline sağlık Ali Özgentürk’ün..

 Böyle bir konuyu işlediği için... Bir de söylemeden geçemeyeceğim; Pek çok çatışma yerine Asya’nın iç ve dış çatışmalarını işleseydi sadece... Film mızrak gibi yüreğimize saplanırdı. (Yavuz Sezer, ekolay.net)


 

YAĞMURDAN SONRA (2008) 

Senaryo ve Yönetmen: Görkem Turgut, Müzik: Cahit BerkayGamze Emiroğlu, Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak, Yapım: Uzman Filmcilik/ Kadir Turgut, Ferit Turgut Eser: Osman Şahin, Sanat Yönetmeni: Koray Fındıkçıoğlu, Yapım Yönetmeni: Fikret Ertuğrul, Yapım Asistanları: Resul Hakverdi, Gamze Emiroğlu, Hüseyin Soylu, Kostüm Seden Tunçer, Kameraman: Volkan Ardabak, Kamera Asistanı: Barış Sengelli, Hakan Gencan, Yönetmen Yardımcıları: Filiz Özkan, Nursel Doğan, Ekin Turgut, Senem Yılgör, Sanat Asistanları: Yalçın Alagöz, Seden Tuncer, Yasemin Çetik, Panther Operatörü : Ersin Karaman, Negatif Kurgu: Kadir Burç, Renk Düzenleme Tolga Girici, Işık Şefi: Metin Devrim, Işık Asistanları: Müslüm Şeker, Okan Aslan, Uğur Karahan, Uğur Ekinci, Set Ekibi: Tarık Karakulak, Murat Cankoç, Ferdi Saraç, Sanat Asistanı: Yasemin Erakalın, Ses Teknisyeni: Emrah Yıldırım , Boom Operatörü: Görkem Barçın, DS Nitris: Sencer Yalçın Makyöz: Gökçe Çulcu, Asistan: Seda Atik, Kuaför: Ahmet Karasu, Doğan Özdemir, Stüdyo Koordinatörü: Serkan Üstün, Negatif Film Yıkama: Özkan Sevinç, Film Yıkama: Arif Şengül, Kadir Burç, Rıdvan Kara, Tayfun Yüksek, Ali Kılınç, Renk Düzeltme: Uğur Orbay, Film Baskı: Uğur Orbay, İlker Şen, Şafak Deveci, Bülent Şahin,

 Oyuncular: Serhan Yavaş (Nuri)), Pelin Batu (Sumru), Turan Özdemir (Halim), Demir Karahan (Kadir Çavuş), Nilgün Belgün (Madam Eleni), Umut Temiztaş (Cemil), Mustafa Turan (Başgardiyan), Ahenk Demir (Yurdanur), Serhan Erberk (Metin), Başak Koyuncuoğlu (Zekeriya), Güray Görkem (Tahsin), Ahmet Fırat (Tuncay), Uğurtan Sayıner (Vladikov), Hale Akınlı (Evdoksia), Vehbi Arslan (İhsan), Demet İyigün (Nilgün), Dora Çağlar (Taso), Mehmet Tokat (Suat), Köksal Damlıca (Necati), Necdet Kökeş (İsmail), Metin Büktel, Beyza İpek (Kıvılcım)

 Konu: 12 Eylül asker darbesinin hemen ardından, fikirlerinden ötürü tutuklanan Nuri İlker (Serhan Yavaş) isimli yazar, ülkenin o dönemde içinden geçtiği talihsiz ve 'hoyrat' günlerden fazlasıyla nasibini almış, ağır işkenceli sorgularda kalmış ve pek çok kapalı cezaevinde yıllarını geçirmek durumunda kalmıştır. Cezasını tamamlamasına 9 (dokuz) ay kala ise, 'iyi halinden' dolayı Gökçeada Yarı Açık Cezaevine sevk edilmiştir. Bu durum, görünüşte onun için olumlu bir gelişme olsa da, Gökçeada onun yaşamının son derece önemli bir yer olacaktır.

 Cezaevinin 'yarı açık' yapısı nedeniyle alışmadığı kadar farklı bir yaşama başlayan Nuri, kısa zamanda bu yeni duruma ayak uydurmaya başlasa da, cezaevinin siyasal olarak karşıt görüşlü müdürü Halim Özay (Turan Özdemir) ile ilk anlardan itibaren başlayan gerginlik, öykünün sonunda onu nasıl bir yol itecektir. Ancak bu yol, onun tek başına yürüyeceği bir yol değildir. Zira yaşamında belki de ilk kez tattığı bir duyguyla, üzüm bağlarındaki çalışmalar sırasında tanışıp aşık olduğu Sumru Özay (Pelin Batu) da ona eşlik edecektir!

 Halim ile yaklaşık 8 (sekiz) yıldır evli olan Sumru'nun dramı da Nuri'ninkine benzeştir. Çünkü Sumru hiçbir zaman kocasını sevememiş, onunla dünyaları ve fikirleri ile yaşamı yorumlayışları hep apayrı olmuştur. Aralarındaki yaş farkı ve bir de bunun üzerine, Halim'in iktidarsızlığı ile çocuksuz kalışları eklenince evlilik Sumru için bir 'angarya' olmuşken, Halim'in durumu ise farklıdır.

 Zira Halim ilk günden beri Sumru'ya tutkuyla bağlı ve ama ona hiçbir zaman erişememenin acısını yaşamaktadır. Mesleği gereği yaşamında, etrafındaki herkesin ona biat etmesine alışmış olan Halim, Sumru'ya giden yolu ise bir türlü keşfedememiştir. Geçen uzun yıllar içinde Sumru onun için tam bir 'zaaf' haline gelmiş, artık Sumru'yu 'keşif' umudu çok kuvvetli biçimde değildir. Ancak yine de Sumru'nun yakınlarında olması, resmi bir bağ ile ona bağlı olması onu yaşama bağlayan tek gerçektir.

 

VİCDAN (2008) 

Yönetmen: Erden Kıral, Senaryo: Raşit Çelikezer,Hasan Özkılıç’ın “Güzel günler için” ve “Bir yanı yaralı” adlı öykülerinden” Görüntü Yönetmeni: Zekeriya T. Kurtuluş, Müzik: Zülfü Livaneli, Yapım: Deniz Film /Erden Kral , Fono Film/ Turan Tökel Uygulayıcı Yapımcı: U.S.T.A Sanat Yönetmeni: Nazlı Başeskioğlu, Sanat Asistanı: Beyhan Selçuk, Uygulayıcı Yapımcı: Cem Özer, Yardımcı Yönetmen: Muharrem Özabat, Yönetmen Asistanı: Tuncay Erol, Cenk Ertürk, Işıl Türkfiliz, Kurgu: Mustafa Preseva, Focus Puller: Muammer Ulakçı, Kamera Arkası: Emrah Taştan, Prodüksiyon Amiri: Tuğtekin Yeşilçay, Erdal Akalın, Prodüksiyon Asistanı: Gonca Bahadır, 2. Kamera Operatörü: Berkan Özytırak, 2. kamera Asistanı: Caner Şen, Melik Uslu, Set Amiri: Metin Albal, Set: Çetin Oğlakçı, İsmail Vural, Işık Şefi: Gökhan Özgül, Işık: Bülent Sancaklı, Işık Asistanları: Erdem Helvacı, Eser Turan, Ses: Mehmet Kılıçel, Ses Teknisyeni: Gürkan Özkaya, Boom Operatörü: Togay Acar, Kostüm sorumlusu: Ezo Ayaz, Kostüm Asistanı: Elif Ayaz, Makyör: Derya Argun, Makyöz: Besey Üstel, Kuaför: Taşkın Ayaz, Laboratuar Sorumlusu: Erkan Aktaş, Kopya Baskı: Zekeriya Şahin, Osman Yıldız, Çağlar Özlek, Film Yıkama: Yahya Öztürk, M.Mustafa Koç, Mustafa Şahin, Ali Komaz, Tuncay Koçtürk, Sona Kaymakçı

 Oyuncular: Nurgül Yeşilçay (Aydanuır), Murat Han (Mahmut), Tülin Özen (Songül), Nazan Kesal (Fatma), Mustafa Üstündağ, Nihan Okutucu (Renmziye), Rıza Sönmez (Dursun), Murat Gürvardar (Semet), Şener Kökkaya (Pavyoncu), Atilla Akarsu (Salih), Emine Sivri (Sultan), Hacer Yeşilçay (Hanım), Tuğtekin Yeşilçay (Evsel), Sinan Demirewr (Şoför), Buse Çelik (Gelin), Burak Aydın (Damat), Sibel kaya ()1. kadın), Elif İskender (2. kadın)

 Konu: Songül, Aydanur ve Mahmut çocuk yaşlardan beri birbirlerini tanıyorlardır. Mahmut, Songül'le evlenir ve onu alıp uzaklara gider. Mahmut'u tutkuyla seven Aydanur, ortada kalmıştır. Yıllar sonra, Aydanur Mahmut'la karşılaşır. İkilinin ertelenmiş duyguları yeniden su yüzüne çıkar. Songül kocasını yeniden kazanmak için kapısına dayandığında, Aydanur vicdanının yükünü taşıyamaz haldedir. Songül, kocasını geri alabilmek için aldatılan kadın tepkisiyle davranmaz. Sessiz bir strateji kurar; Aydanur'la birlikte yaşayacak ve kocasının ilgisini kendisine çekecektir. Ancak zamanla Songül, tüm masumiyetiyle Aydanur'a bağlanır ve yaşadıkları durumun sorumlusunun kocası olduğunu fark eder.

(kyn:.wikipedia.org/wiki/Veysel_Karani)

 # Vicdan'la ilgili en büyük sorun, tam da bu cümlelerde bahsedilen alanlara denk geliyor. Kıral'ın filminin arkasında bir değil pek çok fikir, bir değil pek çok görüntü var. Bir kiremit fabrikasındaki işçilerin görüntüsü. Bir pavyonun görüntüsü. Yorganın altına girip birbirine sokularak, aynı erkeğe ve aynı kasabaya öfke duyan iki kadının görüntüsü Konsomatris Nurgül Yeşilçay görüntüsü. Türbanlı Nurgül Yeşilçay görüntüsü. Tutkusunun peşinden oradan oraya sürüklenen bir bar fedaisinin görüntüsü ... Vicdan, tüm bu görüntülerden oluşan bir potpuri (ya da daha çok bir kakafoni). Kıral, film için ona ilham veren görüntü ve fikirleri aynı kazanın içinde yoğurmaya çalışırken işin kontrolü biraz elden yitmiş gibi gözüküyor. Her biri tek başına ayrı bir filmin konusu olabilecek tüm bu görüntüler (pavyondan "kurtarılıp" imam nikahı basılan Nurgül Yeşilçay ve onun türbanlı görüntüsünden bir film çıkmaz mı?) bir türlü ortak bir doku kuramıyorlar ve filmin içine yeni yeni fikir tohumları atıp, daha o tohumlar yeşermeden filmi terk edip gidiyorlar.

 Kıral'ın ilk dönem filmleri Kanal (1978) ve Bereketli Toprakları Üzerinde'yi (1979) hatırlatan türden fabrika ve işçi görüntüleriyle açılan, Bereketli Topraklar Üzerinde' de kolu kopan Pehlivan Ali'ye atıfta bulunurcasına, makineye kolunu kaptıran bir işçi görüntüsünü bu açılış sekansının arasına sıkıştıran Vicdan'ı sırf buraya kadar izlesek bambaşka bir film tahayyül ederdik herhalde ...

 Kıral'ın kendi filmograisine hızlandırılmış bir selam çaktığı ve filmin geri kalanıyla bir türlü ilişkilendirilemeyen bu girizgahın ardından, karıkoca ve Nurgül Yeşilçay'dan oluşan üçlünün uçlarda gezinen hikayesi, aralara serpiştirilen Murat Han'ın yağız ve yağlı bedeninin görüntüleri ve kasabadaki diğer kadınların hep bir şekilde yarım kalan bağımsız yan öykücükleriyle filmin içinde yolumuzu iyice kaybediyoruz. Filme eklenen her yeni fikirle! öyküyle birlikte rotamızı şaşırıyoruz.

 Tüm bu görüntü fazlasının arasında, Kıral'ın filmde anlattığını söylediği "ekonomik zorluklar içinde yaşayan, zor şartlarda çalışan, morallsiz, hayattan beklediği fazla şey olmayan, yorgun insanlar"ın öyküsüne dair elle tutulur bir şey ortaya çıkmıyor. O şartların, o kasabanın, o kiremit fabrikasının bu insanlar üzerindeki etkisine dair bir resim kafamızda oluşmuyor.

 Açılış sahnesinde gördüğümüz işçi görüntülerinin içi bir türlü doldurulamıyor. Ellerinde biralarla tren yoluna çıkıp yaşadıkları yere sövüp sayan Aydanur ve Songül'ün kasabaya karşı olan nefretleri bir türlü temellendirilemiyor. Film, ne o kasabanın ve kiremit fabrikasının insanlarını anlatabiliyor ne de Aydanur ve Mahmut arasındaki "hastalıklı" ilişkinin üzerine gidebiliyor. Film boyunca dinmek bilmeyen görüntü cümbüşünün arasında, olan Tülin Özen ve Nurgül Yeşilçay'ın, etraflarındaki bu hikaye fazlalığına rağmen başarıyla canlandırdığı Songül ve Aydanur arasındaki ilişkiye oluyor. Aldatılan kadın ve onun kocasının metresi arasında gelişen bu tanımlanması zor ilişki, başlı başına bir filme yetecek kadar çok malzeme sunuyor. Songül'ün, Aydanur'u arabada kocasının altında yakaladıktan sonra Aydanur'un evine ziyarete gidip ona beraber çekilmiş çocukluk resimlerini göstermesiyle başlayan (bu karmaşanın içinde, filme ismini veren 'vicdan'ı hatırladığımız nadir yerlerden biridir bu), Mahmut'la birlikte üçü aynı masada yemek yerken birden ikisinin beraberce aynı arabeskfantezi şarkıyı söylemesiyle gelişen, "Sen de gel" diyen erkeğe yönelen ortak bir öfkeyle pekişen, dans ederlerken tuhaf, libidiinal bir enerji şeklinde tecessüm eden bu filmin kalabalığının içinden sıyrılıp ilginen hissiyat bırakarak ve biraz da apansızca bitiyor. Aydanur'un çığlıkları ve Songül'ün alnından akan kanlarla biten bu ilişkiyle birlikte, filmin görüntü yığınının arasından tutunulabilecek tek şeyi de yitirmiş oluyoruz. Ardından gelen ve pek de inandırıcı olmayan, bol "tutkulu", kanlı, silahlı, küfürlü, pavyonlu epizod ise, karşısında kasım kasım kasılan ve (istemeden de olsa) bir erkeklik parodisine dönüşen adama en içten haliyle "Vermicem ulan sana, vermicem!" diyen Nurgül Yeşilçay'ın performansı dışında pek de akılda yer etmeden, filmdeki fikirler ve görüntüler silsilesine bir de Kadervari bir hikaye ekleyip, baştan sona zikzaklar çizen filmi başladığı noktadan çok uzağa düşürerek sonlanıyor. (Abbas Bozkurt)

 · Melodramın ateşlisi erotizmin zevklisi...

Yönetmenlerin esini nasıl raslantılara bağlıdır... Tüm sanatçılar gibi. Erden Kıral da bu film için esinini Menemen yolundaki bir kiremit fabrikasından almış... Sonra bir cinayet haberi, daha sonra eski bir kiremit işçisi olan Hasan Özkılıç'ın kendi yaşamından izler taşıyan Orada Yollarda kitabı Can Yayınları). Ve oradaki iki hikâye... İşte bir filmin doğuş macerası.

 Kıral'ın kendi filmografisine hızlandırılmış bir selam çaktığı ve filmin geri kalanıyla bir türlü ilişkilendirilemeyen bu girizgahın ardından, karıkoca ve Nurgül Yeşilçay'dan oluşan üçlünün uçlarda gezinen hikayesi, aralara serpiştirilen Murat Han'ın yağız ve yağlı bedeninin görüntüleri ve kasabadaki diğer kadınların hep bir şekilde yarım kalan bağımsız yan öykücükleriyle filmin içinde yolumuzu iyice kaybediyoruz. Filme eklenen her yeni fikirle! öyküyle birlikte rotamızı şaşırıyoruz.

 Tüm bu görüntü fazlasının arasında, Kıral'ın filmde anlattığını söylediği ekonomik zorluklar içinde yaşayan, zor şartlarda çalışan, morallsiz, hayattan beklediği fazla şey olmayan, yorgun insanlar"ın öyküsüne dair elle tutulur bir şey ortaya çıkmıyor. O şartların, o kasabanın, o kiremit fabrikasının bu insanlar üzerindeki etkisine dair bir resim kafamızda oluşmuyor.

 Açılış sahnesinde gördüğümüz işçi görüntülerinin içi bir türlü doldurulamıyor. Ellerinde biralarla tren yoluna çıkıp yaşadıkları yere sövüp sayan Aydanur ve Songül'ün kasabaya karşı olan nefretleri bir türlü temellendirilemiyor. Film, ne o kasabanın ve kiremit fabrikasının insanlarını anlatabiliyor ne de Aydanur ve Mahmut arasındaki "hastalıklı" ilişkinin üzerine gidebiliyor. Film boyunca dinmek bilmeyen görüntü cümbüşünün arasında, olan Tülin Özen ve Nurgül Yeşilçay'ın, etraflarındaki bu hikaye fazlalığına rağmen başarıyla canlandırdığı Songül ve Aydanur arasındaki ilişkiye oluyor. Aldatılan kadın ve onun kocasının metresi arasında gelişen bu tanımlanması zor ilişki, başlı başına bir filme yetecek kadar çok malzeme sunuyor. Songül'ün, Aydanur'u arabada kocasının altında yakaladıktan sonra Aydanur'un evine ziyarete gidip ona beraber çekilmiş çocukluk resimlerini göstermesiyle başlayan (bu karmaşanın içinde, filme ismini veren 'vicdan'ı hatırladığımız nadir yerlerden biridir bu), Mahmut'la birlikte üçü aynı masada yemek yerken birden ikisinin beraberce aynı arabeskfantezi şarkıyı söylemesiyle gelişen, "Sen de gel" diyen erkeğe yönelen ortak bir öfkeyle pekişen, dans ederlerken tuhaf,


 VESAİRE VESAİRE (2008) 

Yönetmen: Tunç Başaran, Görüntü Yönetmeni: Alper Derli, Yapımcı: Tunç Başaran Focus Puller: Altuğ Özan, Işık Asistanı: Özgür Şeker, Namık Sarıtaş, Hasan Özçelik, Eyüp Devecioğlu, Bahadır Tümayman, Işık Şefi: Uğur Kaplan, Kamera Asistanı: Tolga Sert, Müge Alper, Bora Kasırga, Kostüm Sorumlusu: Seda Sualp, Melek Seven, Kuaför: Serkan Er, Makyaj: Mehtap Saltık, Prodüksiyon Asistanı: Yavuz Çakıcı, Niyazi Turgut, Sanat Asistanı: Musa Alkan, İsmail Doğan, Sanat Yönetmeni: Aylin Alptekin, Ses Asistanı: Orkan Bayram, Gürkan Özkaya, Ses Kayıt: Mehmet Kılıçe, Set Amiri: Sonay Kanat, Osman Camgöz, Oğuz Kaplan, Gökhan Çamcan, Birol Budak, Set Fotografçısı: Samet Akman, Mustafa Dişli, Uygulayıcı Yapımcı: Berna Akpınar, Yapım Koordinatörü: Serçin Asutay, Yardımcı Yönetmen: İnci Balabanoğlu Ahıska, Yönetmen Yardımcısı: Nezih Helvacıoğlu, Yasemin Varlık,

 Oyuncular: Rutkay Aziz (Arda), Roksen Lülü (Eda), Aliye Uzunatağan (Canan), Taner Barlas (Rıfkı), Eser Ali Yıldırım (Kazım), Bülent Kayabaş (Vesaire), Zeliha Sunal (Firdevs), Özgür Bolkan (Nilay), Cengiz Sezici (Bekir), Zuhal Krom (Berna), Öykü Peksel (Genç Berna), Nihat Alptekin (Taksici), Murat Kılıç (Taksici), Melis Can Güler (Eda Anne), Nil Ayday (5 Yaş Eda), Bora Balyemez (Genç Arda), Alper Alp (Çocuk Arda), Melek Yel (Eda Hoca), Levent Akkök (Ozan)

 Konu: Sağlığı bozulan ünlü yazar Arda Başar içinde bulunduğu koşullardan sıkılıp bir anda yaşadığı şehri değiştirme kararı alır. Nereye gideceği konusunda hiçbir fikri olmadan eşyalarını toplar ve kendisini güney sahillerimizden Marmaris’te bulur..

 

Bu küçük sahil kasabasında tesadüf sonucu peşpeşe tanıştığı sevimli bir köpek, genç bir kız ve bilge bir ayyaş Arda’nın hayatının akışını beklenmedik bir şekilde değiştirirler. Kahramanımıza ise bu yeni hayatına şaşkınlık içinde ayak uydurmak düşerken Arda’nın bu değişimine gizlice şahit olan sevimli komşusu Rıfkı’nın da hayatı en az onun kadar renklenmiştir


 

VALİ (2008) 

Yönetmen: M. Çağatay Tosun,Senaryo: M. ÇağatayTosun, Batur, Emin Akyel,   Müzik: Cem Tuncer, Nail Yurtsever,Engin Arslan,Görüntü Yönetmeni: Ferhan Akgün,Yapım: Koliba Film/Ata TürkoğluSanat Yönetmeni: Buket Kalyoncu, Yönetmen Yardımcısı: Erkan Nurhan, Yardımcı Yönetmen: Batur Emin Akyel, Ergül Çelik, Yapım Sorumlusu: Gökhan Ömürat, Emrah Çiçek, Oğuzhan Sakaoğlu, Koordinasyon: Uğur Akça, Dekor Uygulama: Cenk Yüksel, Ses Teknisyeni: Onur Yavuz, Boom Operatörü: Seçkin Akyıldız, Kurgu: Ufuk Özenateş, Nurcan Çelik, Işık Şefi: Ata Kayumuz, Ses Teknisyenleri: Onutr Yavuz, Kaan Karlık, Boom Operatörleri: Seçkin Akyıldız, Tolga Yelekçi, Sonat Hançer, Özkan Coşkun, Set Asistanları: Deniz Kaya, Emin Yıldırımer, Reji Asitanları: Uğur Akça, Erkan Nurhan, Murat Aksu, Ergül Çelik, Burçak Yavuz, Kameraman: Vedat Balta, Kamera Asistanları: Erdem Yılmaz, Okan Zengin, Yapım Asistanları: Volkan Tektaş Serkan Kök, Murat Kurukoç, Mustafa Uslubaş, Burçin Akyel, Recep Yanak, Samet Güler, Sanat Asistanları: Fatih Yargı, Elif Eroğujz, Mehmet Eker, Ömer Amasyalı, Set Amiri: Hüseyin Omay, Işık Asistanları: Sedat Kibar, Serkan Tanrıverdi, Serdar Erner, Deniz Polat, Gökhan Çamcan, Salih Seyrekoğlu, Set Asistanları: Recai Öztek, Selçuk Şahin, Hüseyin Pastal, İbrahim Özek, Koray Çakır

 Oyuncular: Erdal Beşikçioğlu (Vali Faruk Yazıcı), Şebnem Dönmez (Ceyda Aydın), Uğur Polat (Ömer Uçar), İsmail Hacıoğlu (Sarp Uçar), Ayşegül Ünsal (Melek Yazıcı), Şemsi İnkaya (Remzi Uçar), Özgür Çevik (Levent), Hakan Gerçek (Komiser Tahir), Gökhan Soylu (Veysel Güler), Orhan Aydın (Denizli Emn. Md.), Sinan Pekinton (Ender Okutan), Burak Dur (Polis), Hakan Boyav (Korcan), Hakan Pişkin (Kâmil Eruz), Türkü Hazar (Ayşe), Yüksel Yalova, Ahmet Somers,

 # Recep Yazıcıoğlu’nun yaşamından ekranlara uyarlanan ve rating rekorları kıran Köprü dizisinin ardından, Süper Valinin yaşamından yola çıkarak Türkiye’de yaşanan sorunlar ve ardındaki gizli odakları Beyazperdeye yansıtacak Vali Faruk Yazıcı'nın en son görev yeri Denizli merkezli olacak filmin ana eksenine ise yine bir dünya ve Türkiye meselesi olan enerji konusu oturuyor. Bilindiği gibi Yeniçağ dünyasında gizli ve açık bir biçimde sergilenen politik oyunlar komplolar ve uluslararası ilişkilerin çıkar noktasında enerji meselesi bulunuyor. Filmde, özellikle bu konuda Türkiye'nin ve Türk insanının içine çekilmeye çalışıldığı bir komploya tanık olacağız. Vali'de enerjiye konu olan madde ise uranyum maden Türkiye'nin çok zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olduğu halde enerji bakımından nasıl yoksul ve yoksun bırakılarak dışa bağımlı, kendine yetemez bir hale getirilişine, bu oyunun aktörleri ile bu oyunu bozmak isteyen vatansever karakterlerin mücadelesine tanık olacağız. Filmde, akıllarda soru işareti bırakarak hayata veda eden devlet adamlarının şüpheli ölümleri, faili meçhul cinayetlere de gönderme yapılarak bu eksende kurulmuş bir komplo düzenine parmak basılacak. Vali Faruk Yazıcı'nın neredeyse çocukluktan beri arkadaşı olan MTA Mühendisi Ömer Uçar ve mühendis arkadaşlarının, bölgedeki zengin uranyum madeni yatağıyla ilgili elde ettikleri bilgi üzerine başlayan şüpheli ölümler. Birbiri ardına kaybedilen pırıl pırıl, vatansever, fedakar bilim adamlarımız, mühendisler. Ve bu düzenin sürmesini isteyen sermayenin ardındaki gizli ve açık güçler. Kısacası Vali, Türkiye çıkarlarını koruyup ülke insanlarının menfaati için elini taşın altına koyanlarla, taşları yukarıdan üstümüze yağdıran çıkar grupları arasındaki çekişmenin hikayesini anlatıyor. Karakteri, güçlü iradesi, sıra dışı fikirleri ve enerjisiyle halkın güvenini kazanmış bir devlet adamı olan Vali Recep Yazıcıoğlu’nun, en son görev yaptığı Denizli ilinde başından geçen ilginç olayların anlatıldığı filmde; ucu uluslararası örgütlere ve gizli servislere dayanan esrarengiz olaylar beyazperdeye yansıyacak. Dört gözle vizyona girmesini beklediğim filmlerinden bir tanesi . Köprü dizisinin tamamını izlemek nasip olmadı ama birkaç kere izledim. Ülkemizin bu tarz, yani Türkiye'nin su üstüne çıkmamış gerçeklerini ele alan, filmlere ihtiyacı var. Yapım açısından değerlendirecek olur isek gerçekten olumsuzluklar var, eleştiri yapmamız gerekir. Birbirine aşina, yine genç yaşına rağmen İsmail Hacıoğlu gerçekten mantık hataları yok değil iki bilim adamı kuyuya iniyor da başında kimse bulunmaz mı kardeşim. Bu senaryo başka şekilde yansıtılabilirmiş, bence çok basit olmuş yine önemli evraklarla bir valinin tek başına Türkiye şartlarında yola çıkması gerçekten bir intihar. Yanında ona eşlik eden bir araç daha olmalı mantiken, diyeceksiniz şimdi kardeşim Türkiye Cumhuriyeti valisi tek başına yola çıkmayacak mı diye. Bu ülkede zor kardeşim, acı gerçek ayrıca valinin şehrine yapmış olduğu bir hizmet olarak barların kapatılması yansıtılmış, bence başka hizmetlerde araya serpiştirilmeliydi.



 

ÜÇ MAYMUN (2008) 



Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan, Senaryo: Ebru Ceylan, Ercan Kesal, Nuri Bige Ceylan, Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki, Yapım: Zeyno Film/Zeynep Özbatur, Pyramide Productions (Fransa), Bim Distribuzione (İtalya) Türk-İtalyan-Fransız Ortak yapımı. Sanat Yönetmeni: Ebru Ceylan, Çekim Sesleri: Murat Şenürkmez, Renk Düzenleme: Bora Gökşingöl, Ses Kurgu: Umut Şenyol, Miksaj: Oliver Goinard, Efekt: Bora Gökşingöl , Kurgu: Nuri Bilge Ceylan, Bora Gökşingöl, Ayhan Ergürsel, Yapım Ekibi: Nuri Bilge Ceylan, Cemal Noyan, Ortak Yapımcılar: Fabienne Vonier, Valerio de Paolis, Cemal Noyan, Nuri Bilge Ceylan,

 

Oyuncular: Yavuz Bingöl (Eyüp), Hatice Aslan (Hacer), Ahmet Rıfat Şungar (İsmail), Ercan Kesal (Servet), Cafer Köse (Bayram), Gürkan Aydın (Çocuk)

 

Konu: Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek her şeye rağmen bir arada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiriyle “Üç Maymun”u oynamak, onun var olduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı?

 

ÖDÜL:

61. Uluslararası Cannes Film Festivali’nde Nuri Bilge Ceylan “En İyi Yönetmen”

 Jüri Üyeleri: Sean Penn (Başkan), Sergio Castellitto, Natalie Portman, Alfonso Cuaron, Apichatpong Weerasethakul, Alexandra Maria Lara, Rachid Ceylan’ın rakipleri arasında Changeling (Clint Eastwood), The Palermo Shooting (Wim Wenders), Adoration (Atom Egoyan) gibi güçlü isimler yer almaktaydı. .

 # Üç Maymun karanlık öyküsüne, filmin adının perdede belirdiği anda kopan bir gök gürültüsüyle, anlatacağı hikayenin şiddetini duyurarak açılıyor. Filmin görsel tercihlerinin de habercisi olduğu üzere bu dünya karanlık çelişkilerin dünyasıdır; gerçekçi olamayacak kadar "keskin", ancak karakterlerin iç dünyasının yansıması olabilecek kadar "yapay" bir dünya ...

Film, karanlık ve ıssız bir yoldaki trafik kazasıyla başlar; kazanın sonucunda birisi ölmüştür. Yüzünü görmediğimiz, kim olduğunu bilmediğimiz bu kurban, filmin bütün karakterlerinin öyküsünü şekillendirir. Kazayı yapan politikacı, şoförü Eyüp'ten, para karşılığında suçu üstlenmesini ister. Eyüp kabul eder ve cezaevine girer. Böylece, suçun cezasını bulmadığı bu başlangıç noktası, "suç"un ve suçluluğun" bütün karakterlere bir şekilde bulaştığı gerilimli bir dünyaya doğru ilerler.

 Üç Maymun, öyküsünü somut bilgilerle ayrıntılandırmaz. Hikaye akışı üzerinden bakıldığında oldukça basit bir öykü, çok derinleştirilmeden aktarılıyor gibidir. Film boyunca karakterlere dair neredeyse hiçbir arka plan bilgisine sahip değilizdir, aynı şekilde Eyüp, Hacer ve oğulları İsmail' den oluşan bu ailenin ilişkilerine dair bilgimiz de yoktur. Mesela Eyüp cezaevine girmeden önce onu karısıyla yan yana gördüğümüz tek bir sahne vardır, bu sahnede de Hacer uyumaktadır ...

Dolayısıyla Hacer'in kocasını aldatmasına şahit olmamızdan önce, ne Hacer ne Eyüp tanıtılmıştır bize; ne de birbirleriyle nasıl bir ilişkileri olduğu aktarılmıştır. Ancak buna rağmen film, "herhangi bir karıkoca"nın, "herhangi bir babaoğul"un, "herhangi bir anneoğul"un hikayesi haline gelmez; filmin karakterleri birtakım bilgi parçalarıyla değil, ruh hallerini görünür kılan anlar toplamıyla kurulur. Basit bir hikayeyi, şiddet dozu yüksek bir anlatıya dönüştüren de budur.

 Film, "bilinmeyen ama hissedilen şeyler" üzerinden ilerler, bu yüzden de tekinsiz bir atmosfere sahiptir. Birbiriyle iletişim kuramayan karakterler için de, izleyici için de, bilgiye dönüşmemiş olanı aktarılabilir hale getiren şey bazen ayrıntı planlardır; bazen ses öğeleri, bazen de ağır çekimler. Herkesin konuşulmayanı duymaya, karanlıkta kalanı görmeye çalıştığı kapalı kutular deposudur bütün hikaye. O yüzden izleyici için de film izleme deneyimi, küçük mimikleri, anlık sessizlikleri, bir an donan yüz ifadelerini takip etmeye dönüşür.

 Film boyunca karakterlere olan mesafemiz iki uçta salınır; hem çok uzağızdır onlara hem de çok yakın. Bütün karakterler, filmin kendisi gibi son derece ketumdur; o anda ne hissettiklerine dair sözler neredeyse hiç çıkmaz ağızlarından. Geçmişlerine dair bir şey bilmediğimiz gibi, o anda neyi niye yaptıklarını, olanlardan nasıl etkilendiklerini de bilemeyiz. Aramızda hep eksik bilgiden doğan bir mesafe ve bu mesafeden doğan bir huzursuzluk vardır. Ancak diğer yandan, ter damlalarını tek tek görebildiğimiz kadar yakın planlarla bakarız onlara, beden sıvılarını görürüz, bir gerilim anında gözlerinin içine uzun uzun bakarız. Karakterlerle ilişkimizde sık sık öykü akışından kopup onların anına odaklanırız; odaklanma mesafesi ve süresi içsel deneyimi dışarıdan görülür hale getirmeye çalışır. Bir anın zaman akışını bölüp önünde arkasında bir şey aranamayacak hale geldiği, bir yüzün mekansızlaşıp, kadraj dışını unutturup "görülecek her şey" haline geldiği; o anda o görülenin bütün dünya haline geldiği sahnelerle doludur film. Sonuçta, izleyicinin bilgi düzeyinin bu kadar sınırlı olduğu bir yapıda karakterleri biçimlendiren de öyküyü kuran da bu anların toplamıdır.

 Trenlerin gürültüyle geçtiği, şimşeklerin çaktığı, esen rüzgarın gürültüyle pencereyi açıp bir bıçağı harekete geçirdiği bu anlatı, görsel ve işitsel bütün öğeleri tek bir merkeze toplar. O anda geçen trenin sesi bile sanki karakterlerin iç dünyasını dışa vuran bir şeymiş gibi algılanır. Görülen, duyulan her şey o an içinde bulunulan ruh halinin bir parçası olarak işler. Aldatmaya, kıskançlığa, suça, suçluluğa dair karanlığa bastırılmış olan ne varsa ayrıntı planların şiddetinde, zamansızlığın geriliminde gürültüyle patlar. (Ayça Çiftçi) “Altyazı Aylık Sinema Degisi Sayı, 78”

 Üç kişi, bir dünya, bir sinemasal zirve

Nuri Bilge beşinci filminde yeni sulara açılıyor. Onun bilinen dünyasına uzak, hatta yabancı olacağı düşünülebilecek klasik bir hikâyeye, bir aile dramına ve çok genel çizgileriyle bir melodrama yaslanıyor. Ama kişiselliğinden ve kendine özgü sinemasından ödün vermeden… Tersine, bu yeni içeriği sinemasına yeni katmanlar eklemek amacıyla kullanarak.

 Hikâyenin çıkış noktası sanki Yılmaz Güney'in Baba filmi (1972). Belediye başkanlığı için adaylığını koymuş işadamı Servet, bir gece yolda kaza yapar ve bir adamın ölümüne neden olur. İçeri girme korkusuyla dehşete düşünce, güvenilir adamı olan şoförü Eyüp'ün yardımına sığınır ve ondan, para ve gelecek karşılığı suçu yüklenmesini ister. Eyüp kabul eder ve hapse girer. Bu arada, Servet onun güzel karısı Hacer'le ilişki kurar. Durumu fark eden genç oğul İsmail, önce kanlı bir intikam tasarlar, ama bundan vazgeçer. Bir süre sonra Eyüp de hapisten çıkar ve evine döner.

 Güney'in filmi de böyle başlamış, ama sonra şiddet ve melodram yüklü bir anlatımı yeğlemişti. Oysa ilk kez içine daldığı bu tipik 'karafilm' öyküsü, Nuri Bilge için kendi dünyasını kurmanın yeni bir fırsatıdır Karakterler, kendilerini uzun konuşmalarla değil, küçük hareketler, kırık dökük sözler ve yoğun bakışlarla ele verirler. Kocanın çaresizliği ve kıskançlığına gem vurma çabası kadar, tatminsiz genç kadının aslında hayli çirkin bir adamda bulduğu geç kalmış mutluluk da iç burucudur. İsmail'inse tam bir serseri mayın halinden gelip, olasılıkla çıkar amaçlı bir sakinliği ve edilgin bir tanıklığı seçmesi, filmin adını açıklamaya yardım eder; yani, biri görmeyen, öbürü duymayan, diğeri ise ağzını açmayan üç maymun efsanesi... Ama nereye, hangi noktaya kadar?

 SİNEMAMIZ İÇİN PARLAK VE BÜYÜK BİR ADIM Nuri Bilge, asgariye indirgenmiş konuşmalarına karşın bizlere sapasağlam karakterler sunar, hepsi ilk kez sinemayı deneyen oyuncularından ise beklenmedik bir başarı elde eder. Her anıyla düşünülmüş, her sahnesi estetik bir değer taşıyan bir sinemadır karşımıza gelen... Ürkünç fırtına bulutlarına teslim olmuş bir İstanbul, Bizans surlarıyla sahil yolu arasına sıkışmış küçük apartman, sıradanlığı içinde sanki bir Yunan trajedisine sahne olan o minik daire, yönetmenin mimariyi ve coğrafyayı olduğu kadar, doğayı da kullanma ve sinemasının parçası yapma yeteneğine tanıklık eder.

Film çeşitli görsel/işitsel ipuçları ve leitmotiflerle yüklüdür. Evin yanı başından geçen trenin veya Hacer'in bir Yıldız Tilbe şarkısıyla çalıp duran telefonunun seslerine görsel planda, evin küçük yaşta boğulup ölen oğlunun hayali ve de doğa görüntüleri eşlik eder. Hele o başlı başına bir tehdit ögesi gibi duran kapkaranlık gökyüzü ve de hep oynak deniz…

 Belki bu noktada Ceylan'ın o son derece zengin, çok katmanlı ve sanatsal plastik dünyasına yeniden vurgu yapma gereği vardır.

 Onun Antalya'da sergilenen fotoğraflarına bakarken de aynı şeyi düşündüm: o fotoğrafçılığı, biraz da resimlerin üzerinde oynayarak öylesine estetik bir aleme dönüştürüyor ki! Siyahbeyaz veya renkli demeden, yalnızca gerçeği tüm ayrıntılarıyla, gözün bile göremediği boyutlarla kavramakla kalmıyor. Gerçeği biçimselliğin gözleriyle zenginleştiriyor, hatta güzelleştiriyor. Elbette bunu bir ölçüde eleştirmek ve onun bu 'estetize etme' çabasını aşırı bulmak da mümkün. Bakış açısına bağlı olarak…

 Aynı şey bu filmde de var. Ceylan bir kez daha, tüm sinema dünyasında dijital yönteme en hakim ve bu teknolojiyi adeta sınırsız bir estetiğe dönüştüren yönetmen olarak beliriyor. Ve bunu bu kez bir hikâyeye yediriyor, onun aracı kılıyor. Bu nedenle, film ayrıca önemli. Ve bu olgunluk filmin ufaktefek eksikliklerini, örneğin kadın karakterinin biraz ham ve muğlak bırakılmışlığını unutturuyor. Allah'tan bu, Hatice Aslan'ın çok nüanslı oyunuyla büyük ölçüde giderilmiş. Kuşku yok ki önemli bir film karşısındayız. Bu, Nuri Bilge Ceylan için parlak ve büyük bir adım. Elbette sinemamız için de... (ATİLLA DORSAY 24.10.2008 Sabah)


 

UZAK İHTİMAL (2008) 

Yönetmen: Mahmut Fazıl Coşkun, Senaryo: Tarık Tufan, Görkem Yeltan, İsmail Kılıçarslan, Bektaş Topaloğlu Görüntü Yönetmeni: Refik Çakar, Müzik: Rahman Altı, Yapım: Tülin Soyaslan, İsmail Kılıçarslan Kurgu: Çiçek Kahraman, Kostüm tasarım: Hale İşsever, Sanat Yönetmeni: Selda Çiçek, Yardımcı Yönetmen: Ayhan Özen, Müge Uğurlar, Focus Puller: Özgür Gür, Sanat Yön. Yrd: Davut Kanmaz, Ruhan Ünlüer, Kostüm Asistanı: Meral Aktan, Yapım: Tülin Çetinkol Soyarslan, İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan, Mahmut Fazıl Coşkun

 Oyuncular: Görkem Yeltan (Clara), Nadir Sarıbacak (Musa), Ersan Uysa (Yakup)l, Murat Ergün, Can Kolukısa, Adem Yavuz Özata (Polis)

 Konu: İstanbul’a resmi tayini çıkan Musa, müezzin olarak Galata’da küçük bir camiye yerleşir. Caminin müezzin lojmanı olarak kullandığı daireye yerleşen Musa, karşı dairede yaşayan Clara ile karşılaştığında hayatında neler değişebileceğinden habersizdir.

 İstanbul’un aristokrat ailelerinden birine mensup olan ve şimdilerde sahaflık yapan Yakup Demir, yıllar önce birlikte yaşadığı Anita’ dan doğan kızını aramaktadır. Rahibe adayı Clara, müezzin Musa ve Sahaf Yakup Demir’in hayatları Galata’da kesişir. Üç farklı hayat, üç farklı insanlık durumu kesiştiğinde ortaya sıcak, kimi zaman neşeli, kimi zaman da hüzünlü bir öykü çıkar. Müezzin Musa’nın gün geçtikçe Clara’ya aşık olması ve fakat ifade edememesi bir başka hüzünlü hikayenin başlamasına neden olur. Musa bir yandan Clara ile yakınlaşmaya çalışırken diğer yandan da sahaf Yakup Demir’in dünyasına girmektedir. Bu süreç Musa’yı bambaşka dünyalara yakınlaştırırken, hayata bakışında da değişik kapılar açmaktadır. Musa artık İstanbul’a geldiği günden farklı bir kimlik olarak karşımızdadır. Yakup Demir’in yaşam öyküsünde ortaya çıkan büyük bir sürpriz bütün kahramanlarımızın hayatlarını alt üst eder. Bu yeni durumda Musa’nın bir karar vermesi gerekmektedir. Musa’nın kararı çok kolay olmayacaktır. Üç Mesele; üç farklı insanın hayatını gerçek bir dille anlatırken, sıradışı bir aşkın insani sıcaklığını taşıyor

 ÖDÜLLLER:

Avrupa’nın en prestijli film festivallerinden biri olan Rotterdam Film Festivali’nde Türk sineması büyük bir başarı elde etti. Mahmut Fazıl Coşkun’un yönetmenliğini yaptığı Uzak İhtimal / Wrong Rosary filmi Rotterdam Film Festivali’nde Tiger ödülüne lâyık görüldü.

Toplam 14 filmin yarıştığı festivalde verilen üç Tiger ödüllerinden biri, yarışmaya katılan ilk Türk filmi olan Uzak İhtimal / Wrong Rosary’nin oldu.

 Mahmut Fazıl Coşkun’un da ilk filmi olan Uzak İhtimal / Wrong Rosary, Rotterdam’da büyük ilgiyle karşılandı. Jüri filmin dili ve duygusuyla hikâyesini oldukça iyi aktardığı düşüncesiyle filmi büyük ödüle layık gördü.

 İlk kez bir Türk filminin yarıştığı festivalde Uzak İhtimal filminin konusu da oldukça dikkat çekiciydi. Bir müezzin ile rahibe olmak isteyen kız arasındaki aşkı anlatan film bu aşkın arka planında İstanbul’un eşsiz atmosferini izleyiciye aktarıyor.

 Festival boyunca gerçekleşen tüm gösterimler izleyicilerin yoğun ilgisiyle karşılaşınca biletler önceden tükendi. Özellikle farklı kültür ve dinlerin küçük insan hayatlarındaki izlerini samimi bir dille anlatan Uzak İhtimal, ülkemizi pek çok önemli festivalde temsil etmek üzere davetler aldı.

 Hüzündür bu kente en çok yakışan

Uzak İhtimalin en cazip yanı, bunun belki ancak yalnız İstanbul'da geçebilecek bir hikâye olması. Gerçi farklı dinlerden kişiler arasında, özellikle inançlarının imkânsız kıldığı aşkları anlatan filmler yapılmıştır. Ama bu film kadar coğrafyasına, maddi çevresine oturan bir hikâye pek görülmemiştir. Öyle ki, filmi sanki doğal dekoru olan Galata'dan çekip alın, gücü hayli azalacaktır. Böylece, Tophane'deki bir küçük camiye müezzin olarak gelen Musa'yı tanırız. Anadolu'dan İstanbul'a atanan Musa, bu büyük kentte kaybolmuş gibidir. Galata'daki eski apartmanda komşusu, sessizsedasız bir kızdır: Sonradan bir İtalyan annenin kızı olduğunu öğrendiğimiz Clara. Clara bir küçük kilisede çalışır, ölüm döşeğindeki yaşlı rahibe Anna'ya bakar ve bilemediğimiz uzak hayaller kurar. Musa'nın gönlü ona kayar gibi olur. Ama birleşmeleri için, uzak da olsa bir ihtimal var mıdır? Filmin bir gücü, son derece sade ve sakin yapısında. Konuşmalar asgariye indirgenmiş, dramatik gerilim sanki frenlenmiş. Ama bu sıkıcı bir film de değil. Çünkü, bir yandan son derece gerçekçi olması, birçok sahneyi birer yaşam tablosu haline getiriyor. Ayrıca kimi sürpriz gelişmeler, hikâyeye beklenmedik bir gerilim katıyor. Buna üstün oyunculuklar da ekleniyor. Nadir Sarıbacak, hele ezan okurken, gerçek bir müezzin sanki... Görkem Yeltan ise bir ikon güzelliği taşıyor. Onların yanı sıra, yaşlı sahafta Ersan Uysal da mükemmel. Belki bir temel sorun, ayrıntıların eksikliği. İki başkişiyi daha iyi tanımak, onların hikâyesini daha iyi bilmek istiyoruz. Örneğin müezzinin inançla ilişkisi, Clara'nın bir heykel görünümü ardında yatan gerçek... Ama olmuyor, bunları öğrenemiyoruz. Bir de o iletişimsizlik duygusu... Ki finali neredeyse bıçak gibi keskin hale getiriyor. Ama bu toplum böyle değil ki... Bu sanki bir Kuzey Avrupa ya da Antonioni filmi iletişimsizliği. Açılamayan yürekler, itiraf edilemeyen sırlar... Ama biz pek böyle değiliz sanıyorum. Ancak bu küçük eleştirilerin dışında, bu sakin filmin yadsınamaz bir içsel gücü var. Bu 'bin kocadan arda kalan bakire' kentin ruhuna eldiven gibi uyuyor ve onun yüzyıllık hüznünü taşıyor. Görülmeye değer...(ATİLLA DORSAY 10.10.2009 SABAH)

 FİLMİ İZLE 


  

USTA (2008)

 Yönetmen: Bahadır Karataş, Senaryo: Bahadır Karataş, Ayfer Tunç, Görüntü Yönetmeni: Mirsat Herovic, Yapımcı: Filmpark /Mete Ozok, Cenk Varcan Öykü; Şehsuvar Aktaş, Bahadır Karataş, Sanat Yönetmeni: Zeynep Turan, Yapım Sorumlusu: Sertan Özcan, Oğuz Ongun, Yönetmen Yardımcıları: Osman Taşçı, Burcu Alptekin, Çağın Dizdar, Yapım Asistanları: Alper Evirgen, Serhat Cinisli, Özcan Koşar, Amir Arpacı, Devamlılık Burcu Alptekin, Kameraman Aydoğan Yıldız, Işık Şefi: Ümit Barlas, Evren Özfırat, Ses Teknisyeni Okan Selçuk Set Amirleri: Akgün Arslan, Mahmut Avar, Makyaj: Jeff Kuaför: Ergün Gezer, Sanat Asistanı: Vahit Yazıcı, Hande Bayır, Başak Kozan, Burak Soysal, Kamera Operatörü: Aydoğan Yıldız, Işık Asistanları: Serhat Özcan, Evren Öztırak, Yakup Aydın, Erdem Helvacı, Ozna Belli, Set Teknisyenleri: Akın Doğaşan, İskender Özdemir, Lokman Taşçı, Murat Küçükferah, Habib Emen, Tuğrul Şahin,

 Oyuncular: Yetkin Dikinciler (Doğan), Şevket Çoruh (Ersun), Fadik Sevin Atasoy (Emine), Hasibe Eren (Hilal), Sertan Özcan (Güvenlik Görevlisi), Tansel Ural, Tomris İncer (Gülsüm Ana), Müşfik Kenter (Hilmi), Cihat Tamer (Ender Kaptan), Refi Derkovakyan (Ferhat), Ozan Uygun (Uğur), Ahmet Saraçoğlu (Zafer Hoca), Emre Karayel (Niyazi), Ayten Uncuoğlu (Ayten), Tayfun Sav (Hurdacı İsmail), Baran Akbulut (Sanayi Esnafı), İnci Ültay (Merve), Atilla Yiğit (Kadir) , Emre Basalak (Sertaç), Günay Bekman (Hurşit), İskender Bağcılar (Merve’nin babası), Aslı Özmet (Merve), Atilla Yiğit (Kadir), Ertuğrul Gündüz (heyet başkanı), Tayfun Sav (hurdacı İsmail), Syşe Selen (doğanın ablası), Nalan Yavuz (doğanın ablası), Ayhan Önem (okul müdürü), Erol İpekli (kapı görevlisi), Yakup Çınar (müze bekçisi), Tolga Tümer (Kubi), Mustafa Çabukal, Baran Akbulut, (sanayi esnafı), Beyhan Şeker (eczacı), Ayşe Karakaş (gündelikçi fikriye), Mehmet Akif (depocu Yakup),

 Konu: Usta, 2008 Avrupa'sının güneydoğusunda, çağdaş uygarlık hayallerinden kopmak istemeyen Türkiye'nin ruhunu, tutkulu bir oto tamircisinin gözünden anlatıyor. Filmde tek başına bir uçak yapma hayaline inatla sarılan Doğan Usta, bunu hayatının merkezinde görecek, bu tutku ve bencillik onu ailesinden ve eşinden koparacaktır. Doğan'ın kendi uçağını yapma sevdası, film boyunca aşkı ile tutkusu arasında da bir ikilem oluşturacaktır. Bazı dönemler, bazı filmlerin çekim coğrafyası oluyor…Kimisi doğunun belli illerini (son dönemlerde Kars, Mardin), kimisi de batının bazı illerini (daha çok Ege) mesken tutuyor ve o yöreye has özellikler sunuyor… Usta da Eskişehir’in filmi…

 Usta, motor ustası olan Doğan’ın gönül verdiği uçma tutkusu ve gecesini gündüzüne katıp bir uçak yapma hikayesini konu alıyor… Tabii tutku kısmı Arizona Dream’a benzetilebilir, gerçeküstü imgeler olmadan… Bir de Howard Hughes’in hayatını anlatan Göklerin Hakimi’ni de unutmayalım.

 Bazı sahnelerin yoğun hareket ve diyalog halinde geçtiği filmde kamera da bu hareketlere göre kesintisiz açılar sağlayarak filmin akıcılığına gayet güzel bir biçimde hizmet ediyor… Mirsad Heroviç’i kutlamak lazım… Hani bazı Türk filmlerinde ‘öyleymiş gibi’ durumlar, planlar yapılır ya… Örneğin bir uçma sahnesi vardır ama teknik beceriksizlik ve yönetim eksikliği yüzünden adamı uçar değil de yürür vaziyette görürüz ya… İşte bu filmde bunların hiçbirisi yok… Her şey düşünülmüş, taşınılmış ve hakkı mümkün olduğunca yapılmaya çalışılmış. Yani her şey ‘sahici’ kullanılmış. Öyle olunca da ortaya keyifli bir film çıkmış…Oyuncuların hareketli ve doğal oyunculukları da filme eklenince Usta, minimal anlayışla çekilen ama büyük duygulara uzanan bir film olmuş…

 Film Bahadır Karataş’ın ilk uzun metrajı. Filmin Eskişehir’de çekilme hikayesi kendisinin Anadolu Üniversite’sinden mezun olmasıyla başlıyor. Birinci olarak bitirmesini de not olarak düşelim. Ama ondan sonra başlıyor asıl sinema yolculuğu… Hollywood’da yapılan masterlar, dereceler, burslar… Yani okullu olmanın hali bir başka dedirtiyor yönetmen bize… Ama Karataş’ın asıl artısı onca eğitim, Amerika, burs derken, tekrar küçük ve samimi bir öykü çekmesinde yatıyor. Sonuçta sahillerde geçen gençlik filmleri de çekebilirdi.

 Filmin konusuna biraz daha yakından göz atacak olursak; aslında birçok küçük öykünün bir araya gelme hali var. Arkadaşlık, dostluk, hırs, tutkular, kadın ve erkek arasında yaşananlar, çocuksu bakış açısı… Hepsi Usta’nın birleşenleri… Mekan kullanımı, insanların mekanlarla benzeşen özellikleri, araya sokuşturulmuş ama asla göze batmayan politik imgeler, filmin tamamlayıcı unsurları… Yani filme ucundan bucağından türban bile dahil edilmiş, fazla karakterize etmeden… Sonuçta Usta, şu an içinde bulunduğumuz günümüz Türkiyesi’nde geçen, yönetmenin tercih ettiği gerçekçi üslubu, sahici mekân kullanımı, seyirciyi filmin içine çeken ve film boyunca sürükleyen özel kamera hareketleriyle Türk sinemasına yeni ve farklı bir soluk getiriyor. Herkesi bir yerlerinden yakalayacağı kesin… (Banu Bozdemir – Akşam G. 11.06.2009)

FİLMİ İZLE 


 

 TATİL KİTABI (2008) 

Senaryo ve Yönetmen: Seyfi Teoman, Görüntü Yönetmeni: Arnau Valls Colomer Yapım: Bulut Film/ Yamaç Okur, Nadir Öperli Kurgu: Çiçek kahraman, Sanat Yönetmeni: Nadide Argun, Ses: İsmail Karadaş, Ses Tasarımı: Theron Patterson, Ortak Yapımcı: Töre Karahan, Mehmet Betil, Yapım Asistanı: Zümrüt Burul, 1. Yönetmen Yard: Nur Arık, 2. Yönetmen Yard.: Deniz Akgün, 1. Kamera Asısıtanı: Tufan Kılınç, 2. kamera Asisitanı: Meryem Yavuz, Işık : Adem Güney, Mücahit Vural, Grip: Hamza Şahin, Ses Tasarım: Cenker Kökten, Ses Kayıt: İsmail Kardaş, Boom Operatörü: M Cem Öztüfekçi, Sanat Asistanı: Hasan Alp Aydemir, Set Fotoğrafçısı: Sevgi Ortaç, Şoförler: Adem Öğmen, Kemal Güven, Montaj Asistanı: Özcan Vardar, Castink Yardımcısı: Doğa Kılıçoğlu, Ofis Koordinasyon: Doğan Olgunelma, Sanat Danışmanı: Serdar Yılmaz, Makyaj Danışmanı: Cüneyt Ballı, Renk Düzeltme: Ali Betil, Laboratuar: Sinefekt, Laboratuar Sorumlusu: Yusuf Özbek, Kopya Baskı: Mustafa Koç, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Film Yıkama: Orhan Turgut, İlhan Özkan, Aydın Yeniçeri, Sinan Kılıç, Süleyman Göktaş, Cengiz Koç, Kenan Gürşan, Hüseyin Sargın, Serkan Yiğitkoç, Negatif Kurgu: Selahattin Turgut, Bora Büyükdikbaş, Renk Düzeltme: Yusuf Özbek, Burcu Doğanay, Film Tarama ve Transfer: Özgür Taparlı, Bülent Tanoba,

 Oyuncular:  Taner Birsel (Hasan), Rıza Akın (Şoför Mustafa), Tayfun Günay (Ali), Osman İnan (Mutafa), Ayten Tökün (Güler), Turgut Gürleyen (otobüs muavini), Harun Özüağ (Veysel), Aziz Şahin (Sınıf öğretmeni), Ali İhsan Başarır (müzik öğretmeni), Kerim Dölek (okul müdürü), Onurcan Alavi (İbrahim), Cengiz Tonga (kasap müşterisi). Zafer İnan (Zafer), Ekrem Şenel, Mahir Özel, Burcu Şanlı, Dilek Abdimanoğlu (beden eğitimi öğretmeni), Ayyıldız Beceren (bayrak çeken çocuk), Halil İbrahim Çetin (bayrak çeken çocuk), Rıza Akın (Konuk oyuncu), Cansu Karasay (Limon İşçisi)i, Selma Karasay (Limon İşçisi), Hülya Karasay (Limon İşçisi), Eşe Sarp (Limon İşçisi), Ayhan Arslan (Limon İşçisi), Cennet Ateş (Limon İşçisi), Öner Kundak (kırtasiyeci), Lütrfi Uğur (Mehmet Ali), Ekrem Şenel (Ahmet), Zümrüt Burul (çay bahçesindeki kız), Seyfi Işık (çay bahçesindeki adam), Kaya Özkan (garson), Ahmet Samer Sarılar (camideki çocuk), Alpaslan Cezar (camideki çocuk), Emrah Yıldız (camideki çocuk), Kazım Şenel (Veysel’in Arkadaşı), Adem Salan (Veysel’in Arkadaşı), Uğur Kesimoğlu (Veysel’in Arkadaşı), Burcu Şanlı (plajdaki kadın), Elif Sena Mert (plajdaki kız çocuk), Sinan Şakar (plajdaki adam), Döne Kadıoğlu (Hatice), Rıza Akın (ambulans şoförü), Ahmet Kaan Yıldız, Deniz Volkan Çırak, Sevgi Ortaç, Durhasan Haskan,

 Konu: Tatil Kitabı, Silifkeli bir ailenin bir yaz boyunca başından geçenleri, daha çok ailenin küçük oğlu Ali’nin bakış açısını ön plana çıkararak anlatıyor. Filmin olay örgüsü, Ali’nin sert mizaçlı babası Mustafa ile ailenin diğer üyeleri arasındaki gerilimler üzerine kurulu. İstanbul’da askeri lisede okuyan büyük oğlu Veysel’in askeriyedeki kariyerini yarıda bırakarak üniversite sınavına girme isteğine şiddetle karşı çıkan Mustafa, çekingen ve içine kapalı bir çocuk olan Ali’yi de yaz tatilinde çalışıp kendisi gibi ticaret öğrenmeye zorlar. Kendisini aldattığından şüphelenen eşi Güler ve geçmişte şehirde şansını denemiş, ama tutunamayıp Silifke’ye dönerek baba mesleğini sürdürmek zorunda kalmış kardeşi Hasan’la Mustafa arasında da sürekli bir gerginlik vardır. Tüm bu gerginlikler, limon tüccarı olan Mustafa’nın, iş için gittiği Ürgüp’ten dönüşte beyin kanaması geçirip komaya girmesiyle geri plana itilir. Başta, aileyi bir arada tutmak için Mustafa’nın yerini almak zorunda kalan Hasan olmak üzere, filmdeki karakterler belirgin bir şekilde değişir.

 Hayatınızda bir kez olsun Türkiye'nin varoş semtlerine gittiğiniz oldu mu? Ya da taşra yaşantısını merak edip, görsel dünyanızdan bir incinin eksildiğini düşündüğünüz? Hiç sanmıyorum. Lakin öyle bir tabloyla karşılaşacaksınız ki; işsizliğin dem vurduğu şehirlerde meydana gelen tatsızlıklar yeterince canınızı sıkacak (en azından öyle umuyoruz). Sert bir tabirle, sıcacık evlerinizde uyurken; oradaki insanların geçim derdi için verdiği mücadele, gözlerinizin dolmasına, belki de hayatı daha fazla ti'ye almanız için yol gösterici bir ışık olabilir. Tıpkı Tatil Kitabı filminde olduğu gibi ...

 Yukarıda anlatılanları konu alan Tatil Kitabı, özünde dramatize edilmiş sıradan bir hikayenin altını kazarken; seyircilere göremediği bazı değerlerin neler olduğunu akğktarıp, kendi değerlerinden ödün veriyor. Açıklamak gerekirse; farklı beklentileri olanlar için sonu hüsranla iitebilir. Bu yargıya nasıl vardığımızı soracak olanlara yanıtımız şu: Türkiye standartlarına göre çekilen Tatil Kitabı'nın kendi halkını yabancılaştırmaya alıştırıp, ingilizce altyazı koymasına ne demeli ... Söylenecek laf yok. Cünkü tamamıyla mantığı tefe koyan bir yapım, Hal böyleyken, Türk izleyicisinin bu ayrıntıyı görmezden gelmesi mümkün mü? Dört başı mamur olan filmin Türkiye'ye ve Türklere mal edildiğini sanıyorduk. Yanılmışız meğer... Buyurun buradan yakın; Tatil Kitabı eşittir: Avrupa sineması ... Avrupalı olma sevdasını bir kenara bırakıp görücüye çıkmaktansa; kendi yolunda yürümeli.

 Aksi takdirde farklı bir boyuta yolculuk yapması muhtemeldir. Neyse şimdilik tüm bunları boş verelim ve Tatil Kitabı'nın asıl derdine kulak kabartalım. Toplumsal vicdanı masaya yatıran Tatil Kitabı deyim yerindeyse; insanlığın canavarlaşıp barbarlaştığını ve yaşadığımız dünyanın bir kaos içerisinde yozlaştığını anlatarak, kaleme aldığı bir "Hayat Defteri" (yaşanan çirkin olayların yazıldığı günlük ve bu günlüğün beyazperdeye aktarımı) iken, ataerkil aile yapısının beraberinde getirdiği tutucu sistemle olan hesaplaşması ise anaerkil düzene geçişin sağlanması için yapılmış bir vurguydu belki de. Keşke filmin adı Tatil Kitabı değil de Hayat Defteri olsaymış.

 Tatil Kitabı'nın hikayesi Ali adlı ufak bir çocuğun üzerine kuruludur. Evvel zaman içinde, Silifke'ye bağlı olan bir taşrada zorluklar içinde hayat mücadelesini sürdüren Ali adlı bir çocuk yaşarmış. Sevimli mi sevimli bir çocukmuş, Okuldaki öğretmeni, Ali'ye okuması için Tatil Kitabı verince, Ali'nin yaşamı tümden tüme değişivermiş. Yazının girizgahında da anlatıldığı üzere, Ali geçim sıkıntısı çeken bir ailenin evladı olarak dünyaya gelmiş olmanın bedelini bir yük olarak omuzlarında taşırken, tatil boyunca hep bir başınaymış, Yalnızlığını gidermek için sakız satmaya başlamış başlamasına ama tatil; Ali için tatil değil; adeta Cin işkencesiymiş. Böylece Tatil Kitabı da yalan olmuş [film boyunca göremememiz bundan olsa gerek). Onun yerine üzüntü ve kederin beraberinde getirdiği olaylar zincirinde yer alan Ali, kabus dolu anların eşliğinde gerçek hayatı öğrenmiş. Bu okuduğunuz, masalımsı hikaye Hayat Defteri'nde yer alıyor. Filmin tek olgunlaştırıcı öğesi olan Hayat Defteri'ne konu olan Ali "Beni bu dünyadan çekin, kurtarını" deresine haykırarak yüzünden düşen bin bir parçanın kalıntılarını rolünün içine hapsetmiş gibi gözükse de, eksileri artılarına baskın çıkan Tatil Kitabı her şeyden öte esteti klikten yoksunluğuyla; biçimsel bir deneyden çok, uzayan seyir süresinin yarattığı sekmelerle ciddi bir ivme kaybına sebep olurken, hani biraz nasihat etseniz şapkasını size hediye edip annesinin yanına gider misali, bir kinayeye maruz kalabilir. Söz gelimi; uzun plan sekansların meydana getirdiği açmazlarla birlikte filmi saran bobin kendi ekseninde dönerken, ardı arkası kesilmeyen karlı görüntülerin seyirciye yazar/yönetmen Seyfi Teoman'ın ilk projesi olduğunu hatırlatmasına rağmen, sonuç oldukça karanlık, 

Oyunu kurallarına göre oynamayı ihlal eden yönetmen hikayenin içine yedirdiği onca detaya karşın elinde var olan hamuru eline yüzüne bulaştırarak, parlak buluşunu bir çırpıda çöp tenekesine yollamış. Dahası doksan iki dakika boyunca arkamıza yaslanarak izlediğimiz Tatil Kitabı'nda müziğin bile yer almaması, farazi bir durum, Ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: "işte benim filmim böyle bir film, sanatın ruhunu iliklerinize kadar işliyor."

 Netice itibariyle, Altyazı dergisinin sponsorluğunda çekilen Tatil Kitabı festivalden birçok ödülle dönerken, merak ettiğim bir şey var. Avrupalılar bu filmden ne anladı? Seyfi Teoman her ne kadar Avrupa sinemasını taklit ediyor olsa da, taraflı olarak baktığımızda Avrupalılar ataerkil aile yapısının ne demek olduğunu bile bilmiyor. Kaldı ki Türkiye'nin DoğuBatı sorunlarından bile bihaberler.Hatırlarsanız 2006 yılında vizyona giren Dondurmam Gaymak gerek kasaba hayatının dezavantajlarını anlatan senaryosuyla, gerekse, seyirciye dokundurduğu mesajla kalıbın dışına çıkmamasıyla bilinirken, Tatil Kitabı da Ali'nin kameraya doğru melül melül baktığı sahnelerle, adından söz ettirebilir. (Arzu Çevikalp)

 #Tatil Kitabı'nın açılış sahnesinde filmin çocuk karakteri Ali, sınıf arkadaşlarıyla beraber kadraja giriyor ve bu kalabalık mizansende yavaş yavaş öne çıkıyor. Takip eden sahnelerde filmin geçtiği kasabanın insanlarının gündelik hayatından detaylar izliyoruz. Benzer şekilde kamera sabit kalıyor ve insanlar kadraja dahil oluyorlar. Filmin giriş kısmı, bir bakıma görsel tercihleriyle esas meselesini de kuruyor. Tatil Kitabı ilerledikçe anlıyoruz ki, yönetmen Seyfi Teoman içinden çıkılamayan, bir bakıma insanları hapseden bir sistemden bahsediyor. Aynı ailenin farklı kuşaklardan gelen üç erkek karakteri benzer dertlere sahipler. Küçük Ali filmin geçtiği yaz tatili boyunca hayatın kimi gerçekleriyle ve zor yönleriyle tanışıyor. Yine tatil için kasabaya dönen ağabeyi ise kendi hayallerini gerçekleştirmek, askeri liseyi bırakıp üniversite sınavına girmek amacında. İki kardeşin amcalarıysa zamanında kasabadan şehre göç ettmiş ama bir süre sonra pes edip geri dönmüş. Bu üç erkeğin tepesinde bir otorite figürü olaraksa baba karakteri yer almakta. Ali'yi yaz tatilinde zorla çalıştıran da, ağabeyinin askeri liseye gidip subay olmasında ısrar eden de babadan başkası değil. Amca karakteri üzerinde belirgin bir yaptırımı olmasa bile, temsili olarak yine benzer bir etkisi var.

Aslında oğulları için belirli tercihlerde bulunan, kardeşinin karşısınaysa gelenekseli temsil eden bir model olarak çıkan baba karakte rinin kötü bir niyeti yok. Bir sahnede dile getirdiği gibi, zamanında maruz kaldığı muameleyi oğullarına uyguluyor. Başka bir deyişle, çocukarını kendi babasından öğrendiği şekilde yetiştiriyor. Filmin esas olarak ilgilendiği de bu karakterler arasında yaşananlardan daha genel bir resme ulaşmak zaten.

 Seyfi Teoman kuşaktan kuşağa aktarılan bu gelenekselci yetiştirme tarzının birey olmayı engelleyen yönlerine dikkat çekiyor Tatil Kitabı'nda. Genele uyum sağlamak veya dışarıda kalmamak için, tek tip insan yetiştirmeye yönelik bu ataerkil düzenin insanlarca nasıl kabullenildiğine vurgu yapıyor. Yönetmen verdiği röportajlarda da belirttiği üzere, konformizmin mevcut sistemin devamlılığını sağlaması için en büyük dayanak olduğunun altını çiziyor filmiyle. Taşrada geçen çoğu diğer Türk filminin aksine, Tatil Kitabı'nın zamanın akış hızıyla değil de gündelik rutinlerle ilgileniyor olması da bu anlamda ilginç. Özellikle limonların işçiler tarafından paketlenişini gösteren sahne bu duruma cuk oturuyor. Dolayısıyla Tatil Kitabı'nın minimal anlatımı da benzerlerinden biraz daha farklı bir yere oturuyor.

 Filmin finalinde geldiği noktaysa ele aldığı meseleye dair bir çözüm önerisinde bulunmuyor. Babanın ölümü ne yazık ki otorite figürünü ortadan kaldırmıyor. Zira sistem kendisini böyle tehlikelere karşı çoktan güvenceye almış durumda. Ne Ali'nin, ne de ağabeyinin hayatında ciddi bir değişiklik olmuyor. Amcaysa sessizce kardeşinin rolünü üstleniyor. Özetle rollerin devamlılığı sağlanıyor, gidenin yerine yenisi geçiyor. Kapanış sahnesindeyse Ali'yi tekrar önlüğüyle okulda görüyoruz. Kamera Ali'yi sınıf ta arkadaşlarıyla bırakıp yavaşça uzaklaşıyor. Başka bir deyişle yaşadığı kasabanın rutininden çıkmanın, kuvvetle muhtemel bu çocuk için de mümkün olmayacağını söylüyor Teoman. Tatil Kitabı'nın finalde vardığı bu. sonuca rağmen yine de karamsar bir film olduğunu. söylemek zor. Söz konusu olan, yine yönetmenin bizzat belirttiği gibi, daha ziyade bir durum tespiti.

 Tatil Kitabı'nın başka bir filmde ağdalı şekilde ele alınabilecek, hatta rahatlıkla melodrama meyledebilecek bir hikayeyi mümkün olduğunca soğukkanlı şekilde anlatması ayrıca takdire şayan. Seyfi Teoman, ulaşmak istediği anlama uygun şekilde mesafeli bir tarz tutturmuş. Bir aileyi kökten sarsabilecek bir dramı, neredeyse "nothing happens" (hiçbir şey olmuyor) sinemasının tarzıyla perdeye taşımış. Şöyle de diyebiliriz; her ne kadar fimin karakterleri için bir çıkış umudu olmasa bile, bu parlak ilk film umut vaat eden genç bir yönetmeni haberliyor. (Engin Ertan) “Altyazı, Aylık Sinema Dergisi sayı 78”

 

ÖDÜL

16. Art film Uluslararası Film Festivali

En İyi Film “Seyfi Teoman “

27. İstanbul Film Festivali

En İyi Film “ Seyfi Teoman”

FIPRESCI Ödülü

“Seyfi Teoman “

32. Montreal Film Festivali

En İyi 3. Film “Seyfi Teoman “

54. Taormina Film Festivali

Jüri Özel Ödülü “Seyfi Teoman “

3. Uluslararası Dadaş Film Festivali

En İyi Film “Seyfi Teoman “


FİLMİ İZLE