Powered By Blogger

25 Nisan 2020 Cumartesi

SENiNLE iLK DEFA (1988)


Yönetmen: Kaya Ererez
Kameraman: Kaya Ererez
Senaryo: Safa Önal
Yapım Rüzgar Film/Kaya Ererez 
Müzik: Cahit Berkay, Kamera Asistanı: Hüseyin Ererez, Yönetmen Yardımcıları: Sibel Kocataş, Demet Kral, Set Teknisyenleri: Mahir Gül, Murat Ataç, Işık Teknisyenleri: Bayram İlvur (Şef), Fazlı Sekizler, Yaşar İlvur, Prodüksiyon Amiri: Erol Emerle, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşses, Laboratuar: Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Aslan Tektaş, Senkron: Metin Çeşmebaşı, Soner Şenbecerir, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Fatma Yılmaz, Dublaj Yönetmeni: Erhan Yazıcıoğlu, Montaj: Sedat Karadeniz,
(Sineray Film stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Emrah, Şehnaz Dilan, Birsen Yıldız, Gökhan Mete, Diler Saraç, Orhan Çağman, Şeref Çokşeker, Bayram İlvur, Mürvet İşbilir, Hale Haykır, Sabahat İzgü, Vahit Gündoğdu,

Konu: Köyünden şehre okumaya gelen Emrah bir pansiyona yerleşir aynı pansiyonda üniversitede okuyan bir kızla tanışır birbirlerine aşık olurlar ama her zaman olduğu gibi araya sorular girer .


SEN VE BEN (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Aydın
Konu: İlhan Engin
Kamera: Erdoğan Engin
Yapım: Emek Film/Nazmi Özer 
Banyo: Selahattin kaya, Mustafa Yıldız, Montaj: Yusuf Aldırmaz, Negatif Montaj: Mustafa Kul, Sesleri Alan: Gültekin Çavuş, (Yen Lâle Stüdyosunda Hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Serpil Çakmaklı, Tolga Savacı, Sühan Baydar, Saadet Gürses, Seval Ayral, Memduh Ünsal, Ali Güney, Aylin Kuraloğlu,

Konu: Film, oyuncu bir kadınla genç bir adamın aşk öyküsünü konu alır. Ünlü sinema oyuncusu Serpil, bir film çekimi sırasında Mehmet adında bir gençle tanışır. İkili kısa sürede duygusal olarak yakınlaşır. Ancak ikilinin yaşadığı ilişki basına yansıyınca tepkiler gelir. Mehmet’in arkadaş çevresi çiftin ilişkisini onaylamaz. Öte yandan ailesi de Mehmet’i Serpil’den ayırmaya çalışır. Önceleri baskılarla mücadele etmeye çalışan iki genç, ilişkilerini sürdürmekte zorlanacaktır. (Hasan Sakın)

SEN BENİMSİN (1988)




Yönetmen: Cevat Okçugil
Senaryo: Ali Ekdal
Görüntü Yönetmeni: Soner Saygılı
Yapım: Yaşam Film/Gazander Dirlik

Oyuncular: İpek Pınar, Alp Doğan, Yadigâr Ejder, Arzu Erça, Ali Ekdal, Sibel Gökçe, Remo Değerli

Konu: Nişanlısıyla tatile çıkan bir kız ve ona tecavüz eden sapık bir gencin öyküsü.

SAPIK KADIN (1988)


Yönetmen: Orhan Elmas 
Senaryo Safa Önal ([1])
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu

Yönetmen Yardımcısı: Ümit Hiçdurmaz, Kamera Asistanı: Hakan Gürtop, Işık Şefi: Erol Karaşiray, Işık Ekibi: Aziz Kızkanç, İbrahim İrmik, Dublaj Yönetmeni: Mehmet Bozkuş, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Renk uzmanı: Sabahattin Hoşses, Laboratuar: Şems Tokgöz, Prodüksiyon Amiri: Adnan İrkut, Necati Şimşek, (Sineray Film Stüdyolarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Tarık tarcan, Perihan Savaş, Bahar Öztan, Tunç Parscan, Ekrem Dümer, Hüseyin Kutman, Mesut Sürmeli, Gülten Ceylan, Faruk Savun, Ahmet Canseven

Konu: Ahmet (Tarık Tarcan), genç yakışıklı ve başarılı bir avukattır. Güzel eşi Nevin (Bahar Öztan) ve küçük kızları ile mutlu bir evlilik yaşamı sürdürmektedirler. Ahmet bir davada, savunduğu müvekkili hakkında yalan haber yazan gazeteci Tülay’ı (Perihan Savaş) mahkemeye vermiştir. Ahmet’in eşi Nevin, kızı ile birlikte ailesini ziyarete gider. Ahmet bir toplantıda tanıştığı Tülay ile önce tartışır, sonra uzlaşırlar ve birbirlerinden hoşlanırlar. Tülay, güzel ve tutkulu bir kadındır. Sonunda Ahmet zaaflarına yenik düşer ve Tülay’la birlikte olur. Nevin eve döndüğünde Ahmet Tülay’la ilişkisini noktalamak ister. Tülay ise, Ahmet’e iyice bağlanmış, ondan kopmak istememektedir. Genç avukatı iş yerinden telefonla aramakta, yanıt alamayınca hırslanarak aramalarının sayısını arttırmaktadır. Tutkusu öyle bir düzeye ulaşır ki, intihara kalkışıp Ahmet’i yanına çağırır. Ona, ayrılığı kabullenmiş gibi davranır. Ama sözünü tutmaz, isim vermeden Nevin’i arayıp rahatsız etmeye başlar. Bununla da kalmaz, Ahmet’i her şeyi Nevin’e anlatmakla tehdit eder. Ahmet’i sahiplenme duygusu tüm benliğini sarmış durumda, onu kendisinden başkasına yar etmemek için öldürmeyi bile düşünmektedir Hatta bunu dener ama başaramaz. Ahmet Tülay hakkında bilgi toplamaya başlar. Ve onun tehlikeli bir ruh hastası olduğunu öğrenir. Durumu polise bildirir. Evine döndüğünde Tülay’ı eşi Nevin’le salonlarında bulur ve dehşete kapılır. Tülay kendisini müvekkiliymiş gibi tanıtmıştır. Sonunda Ahmet Nevin’e olanları anlatır. Bu arada Tülay yeni planını eyleme geçirir. Ahmet’in kızını okul çıkışında teyzesi imiş gibi alır ve evine götürür. Çocuğu öldürmek amacıyla kaçırmıştır. Fakat yapamaz ve küçük kızı geri götürür. Sonra ansızın bir gece Ahmet’in evine gelir, bıçakla Nevin’e saldırır. Ahmet yetişir ve Nevin’i kurtarır. Tülay kavgada ölür. Ahmet ve ailesi için kabus dolu günler sona ermiştir…


[1]  James Dearden’in (1949) senaryosundan, Adrien Lyne’nin (1941), 1987 yılında yönetmenliğini yaptığı “Fatal Attraction” (Öldüren Cazibe) isimli film-den uyarlama. Bu filmde başlıca rolleri; Michael Douglas (1944), Glenn Close (1947) ve Anne Archer (1947) oynamıştır. (Kyn: www.imdb.com)



SANA CAN DAYANMAZ (1988)


Yönetmen: Gökhan Güney
Senaryo: Safa Önal
Kameraman Sedat Ülker
Yapım: Topkapı Film/Yaşar Tunalı

Işık: Fazlı Sekizler, Ümit Özyurt, Set Ekibi: Engin Aydın, Adnan Yurdaer, Kamera Asistanı: Uğur Kovan, Prodüksiyon Asistanı: Celal Konca, Yönetmen yardımcısı: Yaşar Özdemir, Sesleri Alan: Gültekin Çavuş, Renk Uzmanı: Hayati Akbulut, Laboratuar: Hüseyin Kuğu, İzzet tatlıcı, Negatif Montaj: Selahattin Kılıççeken, Senkron Montaj: Cevat Sezer, Prodüksiyon Amiri: Hüseyin Zan, (Yeni stüdyoda seslendirilmiş ve Kısmet stüdyosunda renklendirilmiştir  )

Oyuncular: Gökhan Güney, Arzu Aydın, Kenan Pars, Zafer Atlı, Ali Tutal, Akın Tunç, Kemal kan, Baki Tamer,Fikret Çeşmecioğlu, Fikret Fırtına, Mürüvvet İşsever, Nur Gürkan, Hüseyin Aktunç, Yaşar Kutbay, Ahmet Kostarika, Kemal Kan, Cemal Konca, Mustafa Özkan, Yılmaz Kurt, Faruk Savun, Ali Demir, Yılmaz Tuncay, Mehmet Uğur, Akif Kilvan, Arap Celal,

Konu: Tecavüz edilen lokantacı kızın namusunu kurtarmak için ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen onunla evlenen bir minibüs şoförünün öyküsü…

SALINCAKTA ÜÇ KİŞİ (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap

Öyklü: Yaşar Alptekin, Yönetmen Yardımcısı: Ali Kıvırcık, Yapım Sorumlusu: Osman Çağlar, Özgür Müzik: Cahit Berkay, Kurgu : Sedat Karadeniz,

Oyuncular: Yaşar Alptekin, Özlem Savaş, Atilla Saral

Konu: Filmde, aynı kadına âşık olan iki yakın arkadaşın öyküsü anlatılır. Kimsesiz olan Hakan ve Esat üniversite sınavına girmek için İstanbul’a gelir. Sınavın olduğu dönemde tanışıp arkadaş olurlar. İkisi de üniversiteye kabul alamayınca bir işe girerek çalışmaya başlarlar. Ancak bir gün yaşanan talihsiz bir olayda Hakan sakat kalır. Bu yüzden Esat arkadaşının tüm bakımını üstlenir. Beraber yaşayan iki arkadaş, bir süre sonra aynı kadına âşık olacaktır. (Meltem İşler Sevindi)


SAHTE CENNETE VEDA (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Tevfik Başer
Görüntü Yönetmeni: İzzet Akay
Müzik: Claus Bantzer
Yapım: Emek Film / Türk/Alman ortak yapımı

Oyuncular: Zuhal Olcay , Brigitte Janner, Ruth Olafsdottin, Barbra Monawiecz, Ayşe Altan, Serpil İnanç, Çelik Bilge, Birgül Topçugürler

Ödül:

Strasbourg Avrupa Film Festivali’nde
► Tevfik Başer “Büyük Ödül”

KONU: Elif Almanya'da beraber olduğu kocasını öldürmüştür. Alman kadın hapishanesine kapatılmış ve çevresindeki kadınlarla ilişkiye geçmiştir. Birlikte yaşayıp, birlikte çalışır, aynı sorunları paylaşır. Anlaşabilmek için Almanca öğrenir. Dışarıdaki toplumun baskısından da kurtulmuştur. Böylece yavaş yavaş kendi kişiliğini bulmaya başlar. Bir gün tutukluluk süresi biter, ancak dışarıya çıkma cesareti yoktur. Çünkü ya Türkiye'ye gönderilecek ve orada ikinci kez tutuklanacaktır, ya da kocasının kan davalılarınca yakalanacak ve öldürülecektir. Elif, bileklerini keserek ölümü tercih ederse de gardiyan kadınlar tarafından kurtarılır. Artık Elif kendisi için tehlike dolu dış dünyanın kapısı önündedir. Akrabalarının yanında bulunan iki çocuğunu yanına alarak, onları büyütmeyi istemektedir. Acaba Elif'in gücü yetecek midir? Elif'in kişiliğini, umutlarını, korkularını ustaca canlandıran Zühal Olcay'ın bu filmdeki oyunu gerçekten mükemmeldir.
* "Yaşamadan Ölen Kadınlar" adlı romandan uyarlanan film, Almanya da yasayan Elif’in, kocasını öldürdüğü için 6 yıl ceza alarak hapse girmesini ve dilini bile anlamadığı bu ülkenin cezaevinde yaşadığı korkular ve buradaki hayatı anlatılıyor. Yabancı bir ülkede suçlu olmak, göçmen olma psikolojisi ve yabancı düşmanlığı Zuhal Olcay’ın muhteşem oyunculuğuyla anlatılıyor. Cezaevine girene kadar birey olduğunu, kadın olduğunu hissedememiş olan Elif, burada Almanca öğreniyor, çalışıyor, kitaplar okuyor, yeni insanlarla tanışıyor, hatta erkekler koğuşundan sevgilisi bile oluyor ve sürekli mı? mektuplaşıyorlar. Kocasının kardeşleri ise onu öldürmek için hapisten çıkmasını bekliyorlar. Filmin konusu gibi dikkat çekici olan adı aslında çok önemli bir soruyu içeriyor: Elif’in zorla konulduğu yer mi gerçek hapishane yoksa baskıcı çevresinin etrafına ördüğü duvar mı?

* Sahte Cennete Veda bizlere, çöküşün, intiharın eşiğinde bir Elifi göstererek başlıyor. Sonra bir geriye dönüşle Elif’i hapse düştüğünün ilk günlerinden itibaren tanımaya başlıyoruz. Daha önceki yaşamına, cinayete, onun nedenlerine ve oluşumuna pek değinilmiyor (ancak birkaç kırık dökük sözcükle). Başer, çok akıllıca bir seçimle, bizlere kocasını öldüren bir kadının değil, kendisini, birden dilini anlamadığı, kültürünü bilmediği, tümüyle yabancı bir çevrede bulan bir kadının öyküsünü anlatmayı seçmiş. Öykünün çıkış noktasını olduğu gibi varış noktasını da çok iyi belirlemiş olması, bizlere pek bir gereksiz, fazladan kare bile içermeyen, çok ekonomik ve işlevsel bir film getiriyor.

Elif, tüm kırılganlığına, çaresizliğine karşın çökmüyor, yavaş yavaş duruma uymaya ve iletişim kurmaya başlıyor. Önce biraz Almanca öğreniyor; derdini rahatça anlatacak kadar... Sonra çevresinde dostlar ediniyor, karşıdaki erkekler koğuşunda yatan bıyıklı ve onurlu bir Türk mahkumla duygusal bir yakınlık kurmayı bile başarıyor. Ancak ağabeyinin, nadir ziyaret saatlerinin birinde biraz açık bir giysiyi bahane ederek "orospu" muamelesi yaptığı, çocuklarını doğru dürüst göremeyen, çıkışında Almanya' da kalma şansı olmayan, ülkesine döndüğünde ise yeniden yargılanıp yeniden mahkum olacağını düşünen Elif (Almanya'da sadece 6 yıl ceza yemiştir), sonunda tam bir bunalıma giriyor.

Tevfik Başer'in bu ikinci filmi kesinlikle gösteriiyor ki Başer bir ayrıntılar, nesneler, atmosferler yönetmenidir. Gerçek olayların gerçek kişilerini anlatırken ve bizlere Almanya' da kırsal kesim Türk kadını üzerine çeşitlemeler sunarken kişilerin ruhsal değişimlerine ve yaşadıkları dramı ortaya çıkarmaya verdiği önemi, ele aldığı dar mekanların öyküdeki işlevine, nesneler ve madddi çevre dünyasına da aynı ölçüde vermektedir. Böylece Başer'in filmlerinde insanlar, çoğu Türk filmlerinin aksine, çevreyle tam bir ilişki, tam bir alışveriş kurmakta ve öykümekan ilişkisi hiçbir yadırgatıcılık veya yapaylığa yer bırakmadan gelişebilmektedir.

Başer'in dünyasının kısıtlı, giderek kısır olduğunu söyleyenler olabilecektir. Ama ben bunlara katılmıyorum. Önemli olan, yönetmenin anlatmak istediği şeyleri çok iyi seçmiş, saptamış olması. Almanya'daki kırsal kesim Türk insanı (kadını veya erkeğiyle) daha sayısız konunun ve dramın malzemesi olabilir. Başer, iyi bildiği bir çevreyi, sorunları anlatmayı seçiiyor. Ya ne yapsaydı? "Almanya'da bir Türk yönetmeninin yaratış sorunları" mı anlatsaydı sözgelimi? Ayakları yere basan bir yönetmen Başer... Ve kendi dünyasını kurmakta oldukça başarılı bir yere gelmiş durumda ... Sahte Cennete Veda, bir "kadınlar tutukevi" deyince akla gelebilecek (ve örneğin bir Hollywood'un eşsiz örneklerini verdiği ve de verebileceği) sansasyon, erotizm, şiddet vb. öğelere hiç yüz vermiyor. İnsanlar arası iletişimin, sevginin mümkün ve de gerekli olduğunu savunan, olası bir TürkAlman çatışmasına, olası ırkçı davranışlara yüz vermeyen film, bu yanıyyla Tunç Başaran'ın Uçurtmayı Vurmasınlar'ına büyük ölçüde yaklaşıyor. Biraz fazla iyimser mi? Uçurtma için düşünüldüğü gibi bu film için de belki düşünülebilir... Ama bu iyimserlik, sonuç olarak umutlu bir bildiriye, bir yaşama mesajına dönüşüyorsa ve sonuç olarak, öylesine karanlık bir ortamda bile bir umut ışığı ufukta beliriyorsa, buna karşı çıkmak kolay Tevfik Başer, aslında alçak gönlü ve yalın bu filme yer yer ustalıklar, incelikler yerleştirmesini de bilmiş. Örnekse, erkek mahkumun ziyaretini, konuşma yerine yanda çalan bir akordeonun müziğiyle eleştirmesi veya finale doğru intihar girişimini tümüyle sessiz vermesi gibi bölümler oldukça etkileyici. Sevgili İzzet Akay'ın "gurbet elleri"nde bu kaçıncı başarılı çalışması? Akay'ın görüntüleri, Claus Bantzer'in müziği, tüm bir yardımcı oyuncular kadrosu, Zuhal Olcay'ın başroldeki şaşırtıcı oyunuyla birleşiyor ve çok anlamlı, çok yöne çekilebilir adıyla bu Sahte Cennete Veda'yı görülmesi gereken bir film haline getiriyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 130 ”

REİS BEY (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Mesut Uçakan
Eser: Necip Fazıl Kısakürek
Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan
Yapım: Moroğlu Film / Ali Moroğlu

Müzik: M. Koral Sarıtaş, Sanat Yönetmeni: Zeynep Kısakürek

Oyuncular: Haluk Kurtoğlu, Murat Soydan, Ümit Acar, Sümer Tilmaç, Erol Tezeren, Songül Beyçe, Erdinç Akbaş, Nevin Aypar, Hicran Günay, Baki Tamer, Mehmet Beyazıt, Özkan Turgut

Konu: Bir adli hata nedeni ile vicdan azabı çeken bir ağır ceza hakiminin dramı anlatılır. Kısakürek'in oyununda ise; Nişantaşı'nda öldürülen zengin ve yaşlı bir kadının katili olarak, masumiyetini ısrarla savunan Oğlu, deliller ve tanık ifadelerine dayanarak idam edilir. Oysa gerçek öyle değildir ve asıl failin, idam edilen gencin arkadaşı olduğu anlaşılır. Katı ve merhametsiz bir kanun adamı olan, cezayı veren mahkeme reisi, yargılamada yasaların katı çerçevesinden çıkılması gerektiği, kararda merhamet. anlayışı ve psikolojiye de yer verilmesi gereği düşüncesine varıp, emekliliğini ister, aldığı ikramiyeyi asılan gencin ailesine bağışlar, Suçlular dünyasına girer; onları ikna ile çocuğu doğru yola getirmeye çalışır. bunun için kumarhanelere girip konuşmalar yapar; yine böyle gece kumarhanede ki tabanca ve bıçakları toplayıp cebine yerleştirmişken, polis baskını olur, ocakta ki gizli eroini de  bir aracebine koyarIar ve Reis Bey böyle yakalanır ve cezaevine konur, ama gerçek suçlunun bulunması ile berat eder.

Ödül:
Kültür Bakanlığı “Sinema Ödülü”


POLIZEİ (1988)


Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: Hüseyin Kuzu
Kameraman: Erdal Kahraman
Müzik: Timur Selçuk
Yapım: Penra Film/Turgay Aksoy, Şerif Gören

Oyuncular: Kemal Sunal, Babet Jutte, Yalçın Güzelce, Atilla Cansever, Kaya Gürel, Nuri Sezer, Matthias Drawe, Nilüfer Usku, Levent Beceren, Cladia Hackermesser

Konu: Ali Ekber (Kemal Sunal), Berlinde çöpçülük yapmaktadır. Geceleri de bir Türk tiyatrosunun temizlik işini üstlenmiştir. Bir gece, herkes gittikten sonra, kostümlerin arasında bulduğu bir Alman polis üniformasını alıp evine götürür. Ertesi gün, bıyığını kesip bir de gözlük takarak polis kıyafetiyle sokağa çıkar ve dolaşmaya başlar. Dükkanları teftiş eder. Kahvelerde, önceleri kendisini tanıyıp alay eden arkadaşlarını korkutur. Daha öncelerinden tanıyıp da yüz bulamadığı Alman barmen kızıyla dostluğunu ilerletir. Ve sonunda da polisliği bırakarak tekrar çöpçülüğe devam eder.


Ödül:

1988 yılı Sinema Yazarları Seçiminde “ En İyi 3 filmden biri ve Erdal Kahraman “En İyi Görüntü Yönetmeni”

v    Şerif Gören'in Almanya'da çektiği film, bu sanatçımızın "gurbette" film yapan yönetmenlerimiz arasına katılmasını ve üstelik bu alanda son derece başarılı bir örnek vermesini simgeliyor. Gerçekten de bir yılı aşkın süredir Berlin'de olan Gören için "Polizei", ilginç bir etap... Hem Gören sinemasının tipik özelliklerini taşıyan hem de bunlara "dışarıda", Almanya'da, Berlin'de olmanın ve bir başka toplumu, bu başka toplumun Türklerle olan ilişkilerini ve çelişkilerini gözlemlemenin getirdiği yeni bir havayla donatılmış bir film "Polizei."
Gören'in son döneminin değişmez senaryocusu Hüseyin Kuzu, bizlere perdedeki en tipik Özelliklerinden sıyrılmış bir Kemal Sunal'ı getiriyor. Sunal, bu filmde Berlin'de yaşayan onbinlerce Türk'ten biri, çöpçülükle yaşamını kazanan Ali Ekber'dir... Çok küçük, ama anlamlı ayrıntılarla dolu bir gözlem, Ali Ekber'in oradaki Türk gettosu ile veya çevredeki Almanlarla olan ilişkilerini gözler önüne serer... Ekber'in milimetrik bir nizam anlayışı olan Alman polisle, parazit yaşayıp giden zampara dostu Filinta ile, tav olduğu san Alman kızıyla, kendi ailesiyle, Türk esnafla vs. olan ilişkileri iki toplumun arasındaki kültür ve değer farkları konusunda sayısız incelemeden daha çok şey söylüyor. Filmin sonunda Ali Ekber'in oyun gereği girdiği polis kılığını benimseyip Kreuzberg sokaklarında Alman polis kimliğiyle gezmesi, biraz fazla uzatılmış bir 'gag niteliği alır gibi olurken, Kuzu/Gören ikilisi çok ekonomik, yalın bir finalle, filmlerini çok hoş biçimde noktalıyorlar.

Polizei", düzeyli, seyri hoş, yer yer ince gözlemlerle dolu bir film.. Tümüyle Almanya'da çevrilmesi, Türk filmlerine özgü teknik yanlış ve eksiklikleri sıfıra indirgemiş. Sade bir güldürü filmi çerçevesinde TürkAlman ilişkilerine oldukça sağlam bir yaklaşım getiren film, yılın bizce en hoş sürprizlerinden biri... Almanya, Şerif Gören'e yaramış... Filmde Gören filmlerinde sık sık görülen abartma, uzatma, gereğinden çok tekrar gibi kusurlar hemen hiç yok... Gören'in son derece akıcı ve işlek sineması, Alman ve Berlin gerçeğine ilişkin kimi ipuçlarını ustaca kavrarken, sanırım Almanlara da kendileri üstüne bazı şeyler öğretecek... “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

v    Alman Akademik Mübadele Hizmeti'nin konuğu olarak, bir yıl kadar Berlin'de yaşayan ve sinema araştırmaları yapan Şerif Gören, dönüşünden önce çektiği bu film için, tüm ekibini Türkiye'den götürmüştür. Filmdeki aksaklıklarla ilgili olarak Senarist Hüseyin Kuzu şu açıklamayı yapmaktadır .
v     
"Bu Türk parasıyla Almanya'da film çekmenin dezavantajı. Yani oradaki bütün mekanları biz, kurduğumuz arkadaşlıklarla ücretsiz bulduk. O insanlar, orada gönüllü olarak oynadılar, film öylece çekildi. Yoksa buradan götürülen 125 milyon lirayla Almanya'da film çekilemezdi."


ÖĞRETMEN (1988)


Yönetmen: Kartal Tibet
Senaryo: İhsan Yüce, Memduh Ün Kartal Tibet
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Yapım: Uğur Film/Memduh Ün 
Seslendiren: Erkan Esenboğa, Kurgu: Sedat Karadeniz,, Özgün Müzik: Cahit Berkay,

Oyuncular : Kemal Sunal, İhsan Yüce, Selma Sonat, Reha Yurdakul, Renan Fosforoğlu, Murat Yılmaz, Seçil Akbaş, Burçin Çakır, Nuray Coşkun, Ayber Yeşilyurt, Tuğba Ayyıldız, Fikri Özaltın, Aykut Coşkun, Deniz Akbaş, Orçun Tağtekin, Haluk Çömlekçi, Ender Soysal, Demet Altınok, Nuran Tıknaz, Kaya Gürel, Selahattin Fırat, Renan Fosforoğlu, Nevzat Açıkgöz, Ahmet Açan, Ferdi Akphi, Dursun Ali Sağıroğlu, Memduh Ünsal, arnur, Savaş Taner, Mustafa Suphi, Faruk Savun, Ali Rıza Cevizli, Cevdet Tigin, Hakkı Üstün, Kudret Karadağ, Rafet Kalkan

Konu: Filmde, Anadolu’da görev yapan bir öğretmenin İstanbul’a atanmasıyla yaşadığı ekonomik sıkıntılar konu edilir. Hüsnü, eşi ve iki çocuğuyla Anadolu’nun bir köyünde yaşayan başarılı bir öğretmendir. Başarılarından dolayı İstanbul’a tayin edilir. Öğretmen maaşıyla İstanbul’da geçinemeyen Hüsnü, ek iş yapmaya başlar. Fakat bu işlerin hiçbirinde başarılı olamaz. Hüsnü ve ailesinin durumu her geçen gün daha da kötüleşecektir. (Nesrin Taşkesenlioğlu)


NAZLI iLE EMiR (1988)


Yönetmen: Orhan Elmas
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu

Yönetmen yardımcısı: Ümit Hiçdurmaz, Kamera Asistanı: Hakan Gürtop, Fotoğraflar: Nadi Özerkal, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Işık Asistanı: Murat Omay, Ramazan Akgül, Teknik Yönetmen: Mehmet Bozkuş, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Prodüksiyon Amiri: Adnan İrkut, Necati Şimşek, Laboratuar: A. Tümay Rızai, Şems Tokgöz, (Sineray Film stüdyolarında hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Tanya Arslan, Reha Yeprem, Tunç Parscan, Yıldırım Gencer, Aslan Altın, Nilüfer Aydan, Merih Özden, Baki Tamer, Renan Fosforoğlu, Mesut Sürmeli, Gülten Ceylan, Ayfer Gür, Zeki Sürmeli, Alper Haliloğlu, Ahmet Açan, Çetin Cengiz, Osman Cengiz, Aylin Cengiz, Sibel Cengiz

Konu: Nazlı (Tanya Eraslan) ile Emir (Reha Yeprem)... İki varlıklı ailenin aynı okulda okuyan çocukları... Okul basketbol takımının gözdesi Emir, Nazlı’nın gönlünü çelmiştir ve iki sevgili tüm zamanlarını birlikte geçirirler. Biran bile ayrılmak istemeyen iki genç aşık, tek çözümü evlilikte bulur ve ailelerine açılırlar. Emir, Nazlı’nın evine anne ve babasıyla tanışmaya gider. Nazlı’nın babası Selim Bey, Emir’in can düşmanı Rıza’nın oğlu olduğunu öğrenir öğrenmez ortalık karışır. Selim kızını okuldan alır ve görüşmelerini engeller. Ama gönül ferman dinlemez ve aşıklar bir gece buluşup kaçarlar. Emir’in babası Rıza, eskiyi unutup barışmaktan yanadır ama, Selim inadını sürdürür ve polise haber verir. Bir tanıdıklarının rastlantı olarak görüp ihbar etmesiyle yakalanan iki kaçaktan Emir, küçük yaşta bir kızı alıkoymak suçundan tutuklanır. Ailesine teslim edilen Nazlı, üzüntüden hastalanıp bir kliniğe yatırılır. Selim, kızını teyzesinin oğlu Doğan’la evlendirmek ister. Nazlı karşı çıkar ve hapisten salıverilen Emir’le hastaneden kaçar. Doğan, Nazlı ile Emir’i görür. İkisine engel olmak isterken yaralanır. Nazlı ile Emir bir otele saklanırlar. Ama hallerinden şüphelenen otel sahibi ikisini ihbar eder. Kaçmaktan yorulan, ama birbirlerinden sonsuza dek ayrılamayacakların anlayan iki sevdalı yürek için, önlerinde çılgınca ve dramatik bir seçenek kalmıştır. Ve Nazlı ile Emir, intihar eder.


MUHTEŞEM SERSERi (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Aykut Düz
Kamera Mustafa Kuzu
Yapım: Nilüfer Film/Kemal Kuzuoğlu

Işık Şefi: Mustafa Kırkağaçlı, Ses Kayıt: Gökhan Şıracı, Ses Miks: Erkan Aktaş,

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Sevim Özün, Aykut Düz, Turgut Özatay, Hüseyin Kutman, Ahmet Hoşsöyler, Erkan Hoşsöyler, Faruk Savun, Fikret Uçak, Ali Güney, Rafet Kalkan, Yılmaz Kurt, Karga Kemal,

Konu: Filmde, bir boksör ile bir kabadayının yolculuğu konu edilir. Eski bir boksör olan adam artık bir barda fedailik yapar. Bir gece evine eski antrenörü Hüseyin yaralı olarak gelir. Yanında azılı bir kabadayı olan Aykut’u da getirmiştir. Hüseyin boksöre bir miktar para verir ve Aykut’u adresini verdiği yere teslim etmesini rica eder. Sonra da Hüseyin hayatını kaybeder. Boksör, arkadaşının son isteğini yerine getirmek için Aykut’la uzun bir yolculuğa çıkacaktır. (Meltem İşler Sevindi)

MELODRAM (1988)


Yönetmen: İrfan Tözüm
Senaryo: Macit Koper
Görüntü Yönetmeni: Cem Molvan
Müzik: Önder Foca
Yapım: Muhteşem Film/İrfan Tözüm 
Sanat Yönetmeni: M. Ziya Ülkenciler, Aydınlatma Yönetmeni: Süleyman Çekiç, Kurgu: Mevlut Koçak,

Oyuncular: Hülya Avşar, Macit Koper, Yalçın Dümer, Mehmet Akan, Bülent Oran,

Konu: Esra (Hülya Avşar) roman yazma hevesinde olan uçuk bir kadındır. Ressam kocası Koray (Yalçın Dümer) ise bir uyuşturucu tutkunudur. Esra, onu hastalığından vazgeçiremez. Ve son çareyi, onu tedavi için hastaneye yatırmakta bulur. Ne var ki, durum değişmez. Koray'ın bir başka tutkusu da varlıklı bir aileden gelme, içine kapanık bir kişiliğe sahip antikacı Behzat'tır (Macit Koper). Behzat'la Koray arasındaki garip ilişkiler sürüp giderken, Esra'da aralarına girer. Esra'nın amacı babası hapiste olduğu yıllarda çocukluktan beri tanıdığı Behzat'ın gerçek kimliğini çözebilmektir. Ve yazacağı roman nedeniyle onu sorgular. Bir kadınla iki erkeğin ilişkileri, çatışmaları, garip ve karmaşık bir biçimde sürüp gider.

Ø    Melodram'da ustalıklı fırça vuruşlarıyla Türkiye'nin geçtiği baskıcı ara dönemlerin karabasanı da çiziliyor. Öykünün romantik dokulu perdesinin arkasında puslar içinde, bu dönemlerden ürpertici kesitleri görebiliyorsunuz. Mekan seçimi ve kullanımı, Melodram'da son derece başarılı. Cem Molvan'ın ustalıklı, özenli görüntüleri çok iyi seçilmiş, öyküsünün yapısıyla fevkalade bütünleşmiş iç ve dış mekanları oya gibi işliyor. (Erdal Çetin, Milliyet g., 23 Mart 1989) “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”

Ø    Tözüm öncelikle gereğinden fazla konuşkan ve edebi senaryonun kurbanı olmuş. Ayakları yerden kesik üç kişinin adeta bir köşe kapmaca oynarcasına birbirleriyle kelime oyunlarına girişip, birtakım meçhul şeyleri sorgulamaya kalkmaları Melodram'ı bütünüyle bir bilmece film haline getirmeye yetmiş. (Burçak Evren, Melodram: Entel olma hevesi, Güneş g., 24 Mart 1989) “Agah Özgüç, a.g.e.”
Ø     
" Melodram" ne anlatıyor? Doğrusu bu soruya yanıt vermek pek kolay değil. Görebildiğimiz kadarıyla, bir ilişkiyi sürdüren iki erkeğin arasına gelip karışmak isteyen bîr kadının serüveni bu... Boğaz tepelerinde gerçekten de pek şirin bir evde oturan varlıklı antikacı Behzat'İa, genç, yetenekli ve morfinman ressam Koray’ın aralarına gelip karışan, genç bir Pınar Kür havalarındaki Esra, önce Koray'la yatıyor. Ama onun morfin ve Behzat tutkunluğunu engelleyemiyor. Esra, bunun üzerine çocukluğundan beri tanıdığı, babası içerdeyken onunla ilgilenmiş olan Behzat'ın gerçek kimliğini, "kadın düşmanlığı" etiketi ardındaki gizlerini öğrenmeyi deniyor. Ama Behzat, "ser veriyor, sır vermiyor," Sahi, iki erkeğin aralarındaki ilişkinin niteliği nedir? Eşcinsel bir bağ mı? Bİr manevi babaoğulluk mu, yoksa bir Pygmalion öyküsü mü? Seyircinin yorumu Özgürdür...

Kuşkusuz seyirci, bu filme herhangi bir biçimde katılıp katılmamakta da özgür... Ben, tüm çabama karşın katılamadım. Üçü de söylenmesi olanaksız diyaloglarla konuşan, cümlelerini (özellikle Macit Koper) gereksiz biçimde vurgulayan, sanki bir Yeni Dalga veya Antonioni vari bunalım filminden fırlamışa benzeyen kahramanlarımız, sorunlarına ve dünyalarına başkasını almakta, doğrusu ya, pek cimri davranıyorlar. "Melodram", Batılıların küçümseyici anlamda adlandırdıkları gibi, tam bir "entelektüel film" deneyi... Bir tür "entelektüel mastürbasyon" filmi bu... Bu tür bir sinemayı yapan Batılı ustalar yok değil. Ama onlar, Antonioni'ler, Bergman'lar, Tarkovski'ler, sinemalarının yüksek düzeyiyle, filmlerini sinema zevkinin topluca paylaşılabildiği orjilere dönüştürebiliyorlar. "Melodram"ın senaryo yazarı ve yönetmeni ise, ne yazık ki, mastürbasyonlarında tek başlarına kalmaya mahkûm gibiler. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” Aynı eleştiri, Cumhuriyet Gazetesi’nin 24.3.1989 tarihli nüshasında “”Entelektüel Film Deneyi” başlığı altında yer almıştır.

MEÇHUL TOHUM/“TÜP BEBEK” (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Tarık Tibet
Kameraman: Hüseyin Ererez
Yapım: Rog Film/Osman Göcek

Dublaj Yönetmeni: Elif Baysal, Yönetmen Asistanı: Hatice Güler, Kamera Asistanı: Cenap Cevahir, Kuaför: Ömer Dalbudak, Set Ekibi: Nusret Yılmaz, Musa Siperel, Hamdi Sonsuz, Hüseyin Yıldırım, Makyaj: Zübeyde Erden, Nevin Barut, Işık Şefi: Mustafa Kırkağaç, Yardımcısı: Mustafa Öner, Prodüksiyon Yönetim: Şerif Ablak, Yunus Yakışıklı, Ses Mühendisi: Atilla Dankı, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Matipo: Fehmi Acar, Armağan Köksal, Laboratuar: Şems Tokgöz, Aslan Tektaş, Negatif Montaj: Necdet Tok, Montaj Asistanları: Metin Çeşmebaşı, Soner Şenbecerir, Negatif Montaj: Ömer Aksu,
Sineray Film stüdyosunda hazırlanmıştır

Oyuncular: Sevtap Parman, Refik Göçek, Yusuf Sezgin, Salih Kırmızı, Eşref Kolçak, Attila Ergün, Ülkü Ülker, Fatoş Cerit, Birsen Soylu, Nermin Timur, Mürüvvet İşbilir, Mustaf Dik, Dündar Aydınlı, Osman Betin, İbrahim Kurt, Neşe Arda, Hasan karaca, Masis, Ali Demir, Keko, Remzi Özkaya, Rahim Gündoğdu, Yıldırım Ünsal, Ali Yılmaz, Mustafa Kırkağaç, Bekir Yeşilkaya, Ali karakaş, Necmi Öney, Ali Berkman, Fikret Çeşmeli, Muhammed Erdoğan, Küçük Yıldız: Hande Pekcan,

Konu: Filmde, tüp bebek yaptıran bir ailenin yaşadıkları konu edilir. Uzun yıllar evli olan Kemal ve Nilgün’ün mutlu bir evliliği vardır. Ancak çok istemelerine rağmen bir çocuk sahibi olamazlar. Son çare olarak Nilgün tüp bebek yapmaya karar verir. Eşi ile anlaşır ve bir süre sonrada hamile kalır. Ne var ki çocukları olduktan sonra çiftin hayatı tamamen değişecektir. (Meltem İşler Sevindi)

KÜÇÜKSÜN YAVRUM (1988)


Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo: Arda Uskan
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Engin
Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa
Yapım: Moroğlu Film/Ali Moroğlu
Montaj: Sedat Karadeniz

Oyuncular: Orhan Gencebay, Melike Zobu, Sema Peker, Bülent Kayabaş, Ali Şen, Reha Yurdakul Hüseyin Peyda, Hikmet Taşdemir, Zühal Üstüntaş, Orhan Çoban, Seyfettin Karadayı, Ramiz Yalçın, Küçük Yıldız: Gökhan Emre

Konu: Orhan ceylanların, karacaların koşuştukları zümrüt yeşili bir orman yakınında doğmuş, geceleri kuşların ninnileriyle uyuyarak büyümüş bir köy çocuğudur. Ama ailesinin geçim zorlukları ve daha iyi bir hayat arayışı bu cennet köyünden ayırmıştır Orhan ve ailesini. Bir varoşa yerleşmişler ve Orhan evlenmiş, fabrikada iş bulmuş, namusuyla çalışmaya koyulmuştur. Bir işçi direnişine katılmıştır ve bu sırada fabrikada kendilerine şiddet uygulayarak engel olmak isteyen patronun adamı Ekrem'i dövmüş, altı ay hapis yatmıştır. Orhan'ın gecekondusunda birlikte kaldığı bir de yatalak kaynanası vardır.

Orhan mahpus damından çıktığında bütün talihsiz olaylar art arda sıralanacaktır. Sabıkalı olduğu için iş bulamayacak, namuslu olduğu için de boş bulduğu arazileri çevirip geceleri ev konduran açıkgöz Hasan Amca ve oğlu Suphi'nin teklif ettiği işlere bulaşmayacaktır. Kaynanası kütük gibi yatmaya devam edecek, ilaç ve geçim parası için el kapılarında temizlik yapan güzel karısı Zehra, hayata günden güne kusup iyice ekşileşecek, hapse girmesine neden olan Ekrem bu güzel ama ekşi kadına sarkıntılık yapmayı sürdürecek, Orhan zar zor bir iş bulacak ama bir hafta sonunda, patronu hayali ihracatçı çıktığından Orhan zar zor bir iş bulacak ama bir hafta sonunda, patronu hayali ihracatçı çıktığından yurtdışına kaçıp ortadan kaybolacak, sonuçta Orhan yeniden işsiz kalacaktır, fakat en kötüsü ailesiyle güzel bir gün geçirmek için gittiği Kilyos sahillerinde başına gelecektir. Kim bilir hangi gelişmiş ülkenin radyasyonlu atıklarını taşıyan, sahile vurmuş meşum varillerle oynayan oğlu Murat bir günde kanser olur, gözünün önünde eriyip gider. Yatakta kütük gibi yatan yaşlı kaynanası can verir, karısı ahlaksız Ekrem'in tacizleriyle iyice bunalır, Orhan parasızlık ve işsizlikle ne yapacağını iyice şaşırıp mahalledeki can düşmanı Ekrem'in kendisine sulanan kız kardeşi Ayşe'nin desteğiyle iş bulmaya çalışır ama karısı Zehra onları bir arada görüp kıskanır, Orhan onca yıllık sevgili karısını tokatlamak zorunda kalır. Ayşe'nin bulduğu işten de bir sonuç çıkmaz ve Orhan hala işsiz kalmaya devam eder. Ailenin başına gelen talihsizlikler bununla da son bulmaz:

Mahallede yanında dostu gibi dolaşan Suphi bir fikir verir kendisine kurtuluş için. Orhan'ın eski bir kumarbaz olduğunu hatırlatır kendisine, Orhan'ın mükemmel poker bilgisi ve birikimini dile getirir. Denize düşenin yılana sarılması gibi son bir deneme için bu yolu kullanmasını, "son günlerini geçiren oğlunun yaşamına bir yudum mutluluk saçabilmek için hiç de fena olmayacağını" sokar kafasına. Fakat bu yol da çıkmaz sokakta sonlanır, Orhan ellerindeki geriye kalan tüm birikimlerini de kumar masasında bırakır. Ekrem Zehra'ya yaptığı sarkıntılıkları büyük bir tutarlıkla sürdürmeye devam edip Zehra'ya sonunda tecavüz edince Orhan onu Ekrem'e ait bıçakla öldürür, tecavüze uğrayıp kirlenmiş Zehra ise arınmak amacıyla kendini asar. (Vadullah Taş)

KÜÇÜK FAHİŞE (1988)


Senaryo ve Yönetmen: Nejat Gürsoy
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Kaplan Film/Nuri Tek

Oyuncular: Neslihan Acar, Nuri Tek, Mehmet Ezici, Nilgün Ersoy, Seyfettin Karadayı, Turgut Özatay, Renan Fosforoğlu, Nur Soylu

Konu: Büyük bir şehirde ünlü bir sanatçı olan ancak içinden çıkılmaz bir bataklığa düşen taşralı (köylü) kızın dramı.