Powered By Blogger

30 Nisan 2015 Perşembe

O ADAM KİM (1951)


Senaryo ve Yönetmen Ekmel Hürol
Operatör İbrahim Can
Yapım Can Film İbrahim Can


Oyuncular: Ayfer Feray, Ekmdel Hürol, Hayri Esen, Haldun Marlalı, Renan Fosforoğlu, Vedat Karaokçu, Mualla Fosforoğlu


Konu: Profesör kocasını şoförüyle aldatan eski bir bar artistinin öyküsü

NE SİHİRDİR NE KERAMAT (1951)


Senaryo ve Yönetmen Esat Özgül
Senaryo Melih Başar
Kamera Yoakim Filmerides
Yapım Erman Film / Hürrem Erman


Oyuncular: İsmail Dümbüllü, Luıza Nor, Ayla Kaya, Rasih Ertuğ, Leyla Hüsnü, Müzeyyen Senar, Suzan Güven, Perihan Altındağ, Abdullah Yüce, Şemsi Yastıman, Yusuf Hüsnü


Konu: Çalıştığı kumpanyadan kovulup işsiz kalan bir komedyenle evlenemediği sevgilisinin güldürüsü

MEZARIMI TAŞTAN OYUN (1951)


Yönetmen: Hüseyin Peyda, Atıf Yılmaz
Senaryo Hüseyin Peyda
Operatör Mike Rafaelyan
Yapım Örmen Film / Hüseyin Örmen


Oyuncular: Hüseyin Peyda, Sabiha İzer, Nurhan Nur, Gönül Bayhan, Sevim Akmansoy, Orhan Erçin, Abdullah Ataç, Tekin Akmansoy, Üftade Kimi, Meral Küçükkörmükçü, Hadiye Bulaner


Konu: İçkiye düşkün Diyarbakırlı Abdo Ağa’nın aşk ve macera üzerine kurulmuş bir filmi. Kıskançlık uğruna Abdo Ağa öldürülür

MEHMETÇİK KORE'DE (1951)


Senaryo ve Yönetmen Kenan Erginsoy
Operatör Orhan Atadeniz
Yapım Milli Film Şirketi / Sabahattin Tulgar


► 1950 yazında Kuzey Kore aniden Güney Kore’ye saldırdığında dünya ayağa kalkmıştı. Çünkü bu, Asya’nın uzak bir köşesinden ikiye bölünmüş küçük bir milletin kavgaya tutuşmasının çok ötesinde manalar taşıyordu. Olay, “Doğu”nun “Batı”ya, meydan okuyuşuydu. Kore’de başlayan bu alev, III. dünya savaşının habercisi olabilirdi. İşte Kore Savaşı, “Birleşmiş Milletler Savaşı” haline bu sebeple geldi. Başta Amerika olmak üzere 16 Batılı milletin askeri Kore’de, Güney Kore Ordusunun yanında yer aldı. Türkiye de Birleşmiş Milletler örgütünün kararına uyarak 5 bin kişilik hatırı sayılır bir kara kuvvetiyle buna katıldı. Ve her yıl değişmek suretiyle on tugay gönderildi. 1950’den 1953’e kadar bunlardan ilk üç tugay savaştı. Ve tarihle birlikte diğer dost ve düşman milletler de tanıktır ki, Türk askeri bu dövüşten yüzünün akı ile çıktı. Binlerce kilometre ötede dilini, dinini, adetlerini bilmediği çok uzak bir ülkede “Mehmet” Kurtuluş Savaşı’ndan 28 yıl sonra girdiği ilk kavgada o cevheri koruduğunu yine kanıtladı. (İbrahim Artuç, “Kore Savaşlarında Mehmetçik”, Kastaş Yayınevi, 1990)

LALE DEVRİ (1951)


Senaryo ve Yönetmen Vedat Ar
Senaryo İhsan Koza (İpekçi)
Foto Direktörü Özen Sermet
Müzik Nedim Otyam
Yapım İpek Film / İpekçi Kardeşler

Oyuncular: Cüneyt Gökçer, Orhan Arıburnu, Nedret Güvenç, Ayla Karaca, Münir Özkul, Cahit Irgat, Rafet Gülerman, Ümmü Gülsün, Nevin Aypar, Kemal Ergüvenç, Cemil Demirel, İbrahim Delideniz, Münir Nurettin Selçuk, Şükran Söğüt

Konu: Adı belirtilmeden Nezihe Muhiddin'in eserinden, eser adı da değişirilerek sinemaya uyar1anır. III. Ahmet devrinde saray halkının laleye ve sanata düşkünlüklerinin öyküsü olarak belirtilir konu. Saray halkının Laleye ve sanata düşkünlüğü değişik ortamlarda ve anlayıştaki kişiler arasında ki olaylarla anlatılır. Kuyumcu başının bir Hintliden 10 bin altına satın aldığı ömür uzatan lale aracılığı ile sadrazam Damat İbrahim Paşayı gözden düşürüp yerine geçmeyi tasarlarken Lalenin çalınması ile bir takım Sergerdelerle birleşip düşüncesini gerçekleştirmeye çalışırken; hattat Levni, kuyumcu başının kızı ile bir aşk yaşamaktadır, bu arada şair Nedim çektiği acılar yanında Süleyman Dedenin yetiştirdiği nadide bir Laleye layık olmaya çalışmaktadır

KORE’DEN GELİYORUM (1951)

Yönetmen Nurullah Tilgen
Yapımcı Mehmet Özdemir


Oyuncular: Selahattin Yazgan, Mübeccel Anıl, Mehmet Nelgit,


Konu: Kore’de görev yapan üç gazetecinin öyküsü.

KORE’DE TÜRK SÜNGÜSÜ (1951)



Senaryo ve Yönetmen Vedat Örfi Bengü
Operatör Orhan Atadeniz Yapım Milli Film Şirketi / Sabahattin Tulgar


Oyuncular: Cemil Demirel, Ayşe Güzel, Osman Vural, Hulki Jönt, İhsan ve Fikret


Konu: Türk birliğinin Kore’deki kahramanlıklarını dinlerken geçmişi anımsayan, Çanakkale savaşına katılmış bir eski askerin öyküsü.

KORE'DE TÜRK KAHRAMANLARI (1951)


Senaryo ve Yönetmen Seyfi Havaeri
Kamera Cezmi Ar
Yapım Halk Film Fuat Rutkay


Oyuncular: Muhterem Nur, Gülderen Ece, Fikri Rutkay, Cemil Demirel


Konu: Gönüllü bir subayın kahramanlık öyküsü

KORE GAZİLERİ (1951)


Senaryo ve Yönetmen Seyfi Havaeri
Foto Direktörü Cezmi Ar
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay


Oyuncular: Zeki Alpan, Muhterem Nur, Gülderen Ece, Fikri Rutkay, Cemil Demirel


Konu: Kore savaşından yaralaı olarak gelen gazilerin hastanede birbirlerine anlattıkları kahramanlık öyküleri.


Not: Filme, Rum patriği Athenagoras’ın hastanede yararlıları ziyaretine ait belgesel sahneler eklendi. (Agah Özgüç)


25 Haziran 1950 tarihinde, Güney Kore’ye saldırması ile başlayan savaş. İkinci Dünya Savaşı sonunda Japonya tamamen teslim olunca, Kore Yarımadasının aşağı yukarı tam ortasından geçen 38’inci paralelin ABD, kuzeyini de Rusya işgal etti. Ruslar, komünist bir idare kurup çekilince, orada Kuzey Kore, güneyde de Güney Kore olmak üzere iki devlet ortaya çıktı. Rusya’nın gayreti ile, bu iki devletin birleşmesi önlendi ve 1948’de yapılan seçimlere Kuzey Kore katılmadı. Seçimlerin sonunda Güney Kore’de normal bir hükümet kurulunca burada bulunan elli bin civarındaki Amerikan askeri yurtlarına döndü Daha önce başlayan sınır çatışmaları sonunda, 25 Haziran 1950’de Kuzey Kore ordusu, 38’inci paraleli geçerek Güney Kore topraklarını istilâya başladı. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Teşkilâtı toplanarak, üye devletlerin katılmaları ile meydana gelecek bir ordunun, derhal Güney Kore’nin yardımına gönderilmesine karar verdiler. ABD başta olmak üzere on beş devlet asker, beş devlet de para ve sağlık malzemesi yardımında bulundular.Kore’ye ABD, İngiltere, Türkiye, Yeni Zelanda, Belçika, Filipinler, Kanada, Yunanistan, Lüksemburg, Habeşistan, Avustralya, Fransa, Güney Afrika Birliği, Hollanda ile Kolombiya asker gönderdi.



Kuzey Kore’ye Çinliler yardım edince savaş büyüdü. Üç seneden fazla süren savaş, çok sayıda insanın hayatına mâl oldu ve dünya ekonomisine menfi yönden tesirli oldu. Temmuz 1953’te 38’inci paralel civarında mütareke imzalanarak savaşa son verildi. Bu barış antlaşmasına göre, 38’inci paralel sınır oluyor, arada 4 km’lik silahtan arınmış bir tampon bölge bırakılıyordu. Bu savaşta Birleşmiş Milletler ordusu, ölü, kayıp, yaralı esir olarak 450.000 kişi kaybetti. Komünistle-rin kaybı ise 1.500.000’in üzerindeydi.

Türkiye, Kore Savaşına 17 Ekim 1950 tarihinde General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir tugay gönderdi. Katıldığı savaşlarda muhtelif vazifeler alan Türk tugayı, büyük başarılar kazanarak, dünyanın takdirini topladı. Türk tugayı, Kore’de 900’den fazla şehit vermiş, 2000 kişi de yaralanmıştı. Şehitlerin defnedildiği önemli bir şehitlik Güney Kore’de bulunmaktadır. Değiştirme birliği hâlinde Kore’ye gönderilen subay, astsubay ve erlerimizin genel toplamı, 50.000 kişi civarındadır.


Kore yarımadası 1945 Ağustos'unda, Rusya'nın Japonya'ya savaş ilan etmesiyle kuzeyde Rus istilasına uğramış ve 38'inci paralelden itibaren Rusya ile ABD tarafından geçici olarak ikiye bölünerek Kuzey Kore yaratılmıştır. Ruslar kuzeyde komünist bir idare kurup çekilmişler ve 1948'de Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti adını alan devlet ortaya çıkmıştır. Böylece, ilerde iki ülkenin birleştirilmesi kararı da askıda kalmıştır. İki ülke arasında 38. paralel boyunca çeşitli sınır çatışmaları başlamış ve 25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey Kore, Güney Ko-re'ye saldırıya geçmiştir.


Bu durumda, Birleşmiş Milletler bir karar alarak çok büyük kısmı ABD Kuvvetlerinden oluşan bir B.M. Kuvvetini Güney Kore'nin yardımına göndermiş, bu kuvvetler kuzeye doğru ilerleyerek Mançurya'daki Çin sınırına yaklaşmışlardı. Çinliler de gönüllü kendikuvvetleriyle Kuzey Kore'ye yardıma girişmiş-ler böylece savaş genişlemiş ve uzamıştır. B.M. Başkumandanı olan General Mac Arthur savaşın durması için bir ara Mançurya'ya atom bombası atılmasını öner-miş ve bu yüzden görevinden alınmıştır. Daha sonra Temmuz 1953'de iki taraf arasında 38. paralel civarında mütareke imzalanmıştır.


Kore savaşı çok sayıda insan hayatına mal olmuş, dünya ekonomisine birçok maddenin fiyatını yükselterek önemli etkiler yapmıştır.
Türkiye'de 17 Ekim 1950 tarihinde Kore'ye General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir Tugay çıkarmıştır. Çeşitli görevler alan Türk Tugayı Kore'de büyük başarı göstererek, dünyanın takdirini kazanmıştır Türk Tugayı Kore'de 900'den fazla şehit vermiş, 200 kişi de yara almıştır. Zamanla Türk Tugayının mevcudu indirilmiştir. Kore'de önemli bir Türk şehitliği vardır ve Ankara'da da 1973'de şehitlerin hatırasına bir anıt yapılmıştır.


Kore savaşından tarafların kayıplarının durumu ise şöyledir: Güney Kore ordusu 141 bin ölü ve 43 bin kayıp, Birleşmiş Milletler kuvvetleri 36 bin ölü vermiş, karşı taraftan Kuzey Kore ordusu 295 bin ölü, komünist Çin ordusu da 184 bin ölü vermiştir. (Kore'de sivil halktan da her iki kesimde 3 milyon kişi kadar ölmüştür.)


İkinci Dünya Savaşından sonra Kore'nin bağımsız bir devlet olarak kurulmasını kabul eden Müttefik Devletler, Japonları Kore'den çıkarmak için 8 Eylül 1945'de Kore'ye asker çıkardılar. Fakat işe müdahale eden Sovyet Rusya 38. Enlem dairesini tabii sınır olarak kabul edince Kuzey ve Güney Kore Devletleri teşekkül etti. 25 Haziran 1950'de Kuzey Koreliler, Güney Kore'ye hücum ederek işgale başladılar. Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi, Kızıl Kore'nin bu saldırısını güvenliğin bozulması olarak vasıflandırdı. Ve üye devletleri saldırıyı püskürtmek üzere yardıma çağırdı. Elli üç millet prensip itibariyle Kore'ye yardımı kabul etti.
Fakat yalnız on altı üye devletin kuvvetleri Kore Cumhuriyeti ordularıyla birlikte, Birleş-miş Milletlerin komutası altında saldıranlar ile çarpışmak üzere asker gönderdiler.


Aradan birkaç ay geçmeden Çin askeri birliklerinin Birleşmiş Milletler kuvvetlerine karşı savaşa girdiği görüldü. 1950'de başlayan Kore savaşı 1953'e kadar devam etti. 1953 yılında yapılan mütareke ile Kore'de silahlı çarpışma sona erdi. (kyn: www.turkcebilgi.com)




KENDİNİ KURTARAN ŞEHİR (1951)

“Şanlı Maraş” 

Yönetmen Faruk Kenç
Senaryo Behçet Kemal Çağlar, Sinan Korle,
Kameraman Enver Burçkin

Müzik Sadi Yaver Ataman
Yapım İstanbul Film / Faruk Kenç


Oyuncular: Sadri Alışık , Mine Coşkun , Vedat Karaokçu , Zeki Alpan , Rıza Tüzün , Pola Morelli , Adalet Pee


Konu: Maraş’ın kurtuluşunu konu alan kahramanlık öyküsü.


► Rusya'nın savaştan çekilmesi, İngiltere'ye Orta Doğu'da daha rahat hareket etme imkânı sağladı. Bu sebeple, gizli anlaşmalarda Fransa'ya vaat ettiği Musul, Maraş, Antep, Urfa ve Adana'yı kendisi işgal etti. Amacı, Fransızlara vaat ettiği Musul bölgesini tekrar elde etmekti.


Musul, Orta Doğu'da kuzeyden güneye, doğudan batıya giden yolların kavşak noktasındaydı, üstelik zengin petrol yataklarına da sahipti. İngiltere buradan kuzeye doğru rahatlıkla Batum ve Bakü'deki kuvvetleriyle de temas sağlayabilirdi. Ayrıca, Musul'u almakla, Bakü-Musul-Afganistan-Hindistan hattını kontrol edecek ve böylece, Orta Asya'ya da etki edecekti. Daha da önemlisi, Doğu Türkleri ile Anadolu Türkleri arasında bir set çekerek, olabilecek herhangi bir teması önleyecekti. İşte bu amaçlarla, esasta rağmen Mondros Mütarekesi'nin 7'nci maddesini sebep göstererek Maraş ve diğer güney vilayetlerimizi işgal etti.


İngilizler, Maraş'a geldikten sonra burada barınmanın güç olduğunu anladılar. Bunun üzerine İngiltere, Fransa'yla pazarlığa oturdu. Musul'a karşı Maraş, Antep ve Urfa'yı Fransızlara teklif etti, Fransa da bunu kabul etti. Böylece, 22 Şubat 1919'dan 1 Kasım 1919'a kadar sekiz ay süren İngiliz işgal dönemi sona erdi. İngilizlerin çekilip, yerine daha çok Ermenilerden oluşan Fransız kuvvetlerinin gelmesi, işgalin geçici değil, kalıcı olarak yapıldığını ortaya koyuyordu. 


Maraşhadiselerinde yerli Ermeniler Fransa'nın yanında yer aldı, gençleri Fransız ordusuna gönüllü asker yazıldı. Böylece, Ermeniler Fransızların piyonu hâline geldi. Fransa, tehcir esnasında Maraş ve Zeytun'dan götürdüğü 3 bin Ermeni'yi Fransa'da yetiştirip Maraş'a işgal kuvveti olarak geri getirdi. Olayların başlamasında bu Ermeni lejyon gücünün büyük rolü oldu.

Ermeniler, Türk Bayrağının asılmasını önlemek için Fransızları tahrike başladılar ve Maraş Kalesi'ndeki Türk Bayrağını indirterek, yerine Fransız Bayrağını astırdı.


Bu olay, millî ruhun galeyana gelmesine sebebiyet verdi.
Bu ruhu teşkil eden esas itici güç, Türk milletinin inancından gelmektedir. Kadiri Şeyhi Ali Sezai Efendi, cami avlusunda, "Kalesinde Fransız Bayrağı dalgalanan beldede cuma namazı kılınması caiz değildir." diyerek mücadelenin fitilini ateşledi. Müteakiben, Rıdvan Hoca'nın, Ulu Cami'nin minberinden kaleyi göstererek "hâkimiyet olmayan yerde cuma namazı kılınmaz" temasını işleyen vaazı neticesinde Maraşlı, kaleye hücum ederek Fransız Bayrağını indirdi ve tekrar şanlı Türk Bayrağını göndere çekti. Yirmi iki gün süren çarpışmaların sonucunda şehir kurtarıldı. 12 Şubat 1920 tarihinde, Maraş'ta, Fransızlara karşı büyük bir zafer kazanıldı.(www.marasforum.com)



KENAR MAHALLE (1951)


Senaryo ve Yönetmen Seyfi Havaeri, (Lebibe Çakın’ın bir eserinden)
Foto Direktörü Aram Hügasyan
Yapım Reks Film / Vasil Anastas


Oyuncular: Güner Çelme, Doğan Ünsal, Sabite Tur Gülerman, Lebibe Çakın, Hicri Akbaşlı, Zeyyal Tağdaş Lebibe Çakın, Güner Çelme, Doğan Ünsal, Hicri Akbaşlı


Konu: Kötü yola düşürülmüş fakir bir kızı kirli yaşamından kurtararak evlenen bir romancının öyküsü.

KANLI FERYAT (1951)


Yönetmen Atıf Yılmaz 
Operatör Mike Rafaelyan
Kamera Kriton İlyadis
Yapım Örmen Film / Hüseyin Örmen


Oyuncular: Tekin Akmansoy, Sevim Akmansoy, Gönül Bayhan, Abdullah Ataç, Sabiha İzer, Orhan Erçin, Nurhan Nur


Konu: Öç, kin ve yakıcı duygularla dolu" tipik bir melodram. Söz konusu olan, kararsız, paylaşılmamış bir aşk öyküsü, tutkunun yönlendirdiği bir cinayet, yazgının cilvesi, sözle anlatılamaz bir arzu karşısında soylu duygular, kadının her şeye karışmasına karşılık erkeğin saflığı, yalanlardan ve yanlış anlamalardan kurtulmanın tek ve kaçınılmaz yolu olarak kalan kan banyosu.


 Atıf Yılmaz'ın "ustalığı"nı, türün gereklerini tümüyle kabullenmesi ve Ortadoğulu hoş bir hava taşımasının dışında, farklı toplumsal ortamları gözlemleme çabası beslemektedir. Filmin bir bölümü Suriye'de geçmektedir (çünkü filmin mutsuz kahramanı oraya kaçmıştır). Suriye 1918 yılına kadar Osmanlı devletinin bir eyaletidir ve aldatılan koca da bir şeyhtir. Atıf Yılmaz, Türkiye'nin güney-doğusunda, Mersin'de doğduğundan, bu yöreye ilişkin duyumsadıklarından bilinçli olarak yararlanmak istemesi de doğaldır, çünkü, görüleceği gibi, bu yetenek, her zaman büyük öykü anlatma niteliklerinden biri olmuştur. Film, uzakta kaybolan bir deve kervanı görüntüsüyle sona erer.


► Atıf Yılmaz'ın ilk filmi olan Kanlı Feryat "Suriye'de bir çiftlikte geçen çocukluk aşkı, suçsuz yere katil olan bir adam, yasak aşk gibi konuları kullanan bir film. Bu film için Atıf Yılmaz şunları söylemekt Gönül'le ilgili bir anı. Dicle Nehri'nin kıyısında, Gönül'ün nehirde yıkanmasını çekeceğiz. (Herhalde film daha ticari olsun diye.) Gönül önce sutyen ve külotla nehre giriyor.


Sonra onları çıkarıyor ve Dicle'nin bulanık suları içinde erotik bir şov başlıyor. Sanki kendi vücuduyla ve nehirle sevışıyor. Gereğinden fazla film çektiğimizin fark edip Mike'ye durmasını söylüyorum. Mike büyülenmiş gibi beni duymuyor. Sonunda kamerayı ben durdurmak zorunda kalıyorum…...


Kanlı Feryat’ın bir bölümü İstanbul'da geçiyordu. Topkapı civarında, eski bir İstanbul sokağında Mike'yle birlikte mesleğimizin ilk çalışma gününe başlıyoruz. "Debri" marka bir kamerayla çalışıyoruz. Ben düşündüğüm şeyleri oyunculara anlatıyorum, çekilecek sahneyi hazırlıyorum. Mike'ye bakıyorum. Renk sapsarı, el ayak titriyor. Bizden de acemi yapımcımız başımızda, işe bir an önce başlamamızı bekliyor. Mike çaktırmadan çağırıyor beni, kameranın vizörünü işaret ediyor. "Şuradan bir baksana." O güne kadar kameranın vizöründen üç beş defa ya bakmışım ya bakmamışım. Eğilip eğilip bakıyorum. Düşündüğüm resmi göreceğimi beklerken, beyaz bir daire, birtakım makine parçaları, vidalar, dişliler filan görüyorurn.


Mike'ye, "Bu ne?" diyorum. Mike, "Bilmem" dlyor. Mike yokuşun başına çıkıyor, aşağı koşuyor biz film çekimine devm ediyoruz bir yandan. Bir ara bir telefon bulup ünlü görüntü yönetmeni Yovakim Filmeridis'i aramış, durumu anlatmış. Yovakim, "Kameraya film taktın mı?" diye sormuş. Mike, "Heyecandan film takmayı unutmuşum" diyor. Telaşla film takmaya koyuluyor. O cins kameralarda film takılmayınca kameranın içinin göründüğünü nereden bilelim? (Atıf Yılmaz, Bir Sinemacının Anıları)



İSTANBUL KAN AĞLARKEN “Hrisantos” “*” (1951)


Yönetmen Kani Kıpçak
Senaryo Osman F. Seden
Kamera Kritıon İlyadis
Yapım Kemal Film Osman F. Seden


Oyuncular: Gülistan Güzey, Deniz” (Eftimia), Muzaffer Tema (Komiser Muharrem), Kani Kıpçak (Hrisantos “52”), Osman N. Ergun, Ertem Göreç, Osman Türkoğlu, Pola Morelli, Behzat Butak, Hüseyin Kemal Gürmen, Necdet Mahfi Ayral, Muhip Arcıman, Ertuğrul Bilda, Şakir Arseven

Konu: İşgal döneminde istanbulu haraca kesen rum kabadayısı Hrisantos’la, onu ele geçirmeyi başaran Türk polisi Muharremin macerası.


NOT: Film 25 Aralık 1951 tarih ve 148 sayılı sansüre uğramışsa da daha sonra gösteri-me girmiştir. Ancak bu film Kemal filmin kayıplar listesinde yer almaktadır.


► Osman F. Seden, "İstanbul Kan Ağlarken" filminin hazırlık aşamalarını, Anadolu sinemaları üzerinde yaptığı anketin sonucunu, konu olarak neden "Hrisantos' u seçKemal Film 'in bütün film tercümeleri ve dublaj işleri benim üzerimdeydi. Senede en az, en az yetmiş film ithal ettiğimize göre, bunun ne demek olduğunu bilen bilir. Sezon bitmek üzeereydi ve programdaki filmlerin çoğunun tercümesi ve dublajı hazırdı. Üniversite imtihanlarından sonuncusunu da vermiş ve mezun olmuştum. Üniversiteyi biUreli ancak bir iki ay ollmuştu. Amerika'dan aldığım prodüksiyon ve diğer filmler çok beğenilmişti, amma ben sabah akşam çevireceğim ilk filmim, konusundan başka şey düşünmüyordum. Bundan sonra, her gün öğleden sonraları Beyazıt Halk Kütüphanesi'nde tam bi,,ay 1930'dan beri çıkan eski gazete koleksiyonlarını sahife sahife taradım ve birkaç çok ilginç hikaye çıkardım. Bir kaç gür. sonra da istediğimi buldum. Çıkardığım ilginç hikayelerden. ilki, mütareke senelerinde İstanbul'a gerçekten kan ağlatmış. ortalığı kana boğmuş, on kadar polisimizi şehid eden ve bir o kadar da masum insanın katili, azılı bir haydut olan Rum paalikaryası Hrisantos'un öyküsü, diğeri ise bir sene sonra Kanur. Namına'ya konu olacak bir ustanın öyküsüydü. Kararımı vermiştim, ilk olarak Hrisantos'un filmini yapacaktım, tabii amcam izin verirse.


Birkaç gün sonra, İngiltere'de ilk çekimi gördüğüm gün kendlme verdiğim kararı açıkladım:


Tekrar Türk filmi yapacağız amca', dedim. Cevap vermedi. Ertesi gün gene konuyu açtım. O günlerde Lale’cller Esat Mahmut Karakurt'un 'Allahaısmarladık' adlı romanını çok iyi bir kadro ile filme alıyorlardı. 'Bırak başkaları yapsın görelim dedi.


Günlerce hep ısrarla aynı konuyu getirdim önüne. Yine ısrar ettiğim günlerden birinde, dayanamadı, sonun·da ne yapacaksın ki?' diye sordu. 'Hrisantos'u yapacağım,'O düşünürken, ben bütün yazıhaneyi kendi saflarıma çektim ve tam bir hafta sonra: 'Kararınız?' diye sordum. 'Biz film çekemeyiz oğlum,' dedi. 'Babanla benim devirlerimiz geçti. O zamdan beri çok sular aktı köprülerin altından.' Sonra yüzüme bakmadan nedir çevireceğimiz film,' dedi. Aylardan beri bu suale hazırlıklıydım. 'Hrisantas'u çevirmek istiyorum amca dedim. Zor iş,' dedi ve önündeki yazıya devam etti.


Bir sabah erkenden İngiliz Konsoloshanesi'ne uğramamız gerekti. oradan Özen Film 'de rahmetli Osman Sirmen'in yazıhanesindeki bir toplantıya katılacaktık. Amcamla çıktık ve yolda, tam Çiçek Pasajı 'nın önünden geçerken tepeden inme ütimatomu verdim ... 'Ben film yapacağım amca, dedim. 'Madem ki siz istemiyorsunuz, benim şahsi param var. İcap ederse kendi paramla yapacağım. ' Durdu, dik dik baktı, hiç konuşmadı .. 'Siz rahmetli babamla bu ülkede bu işin öncüğünü yapmışsınız, şimdi beni yalnız bırakamazsınız, bu sizin misyonunuza ihanet olur,' dedim.


Taa Sümer Sinemasının kapısına kadar konuşmadan yürüdük. Rahmetli Behzat Butak, tam sinemanın yanında Butak Pastahanesi'ni işletiyordu. Amcam içeri girdi, Behzat Butak'a göstererek, 'bu köpek kendi parası ile film yapacakmış,' dedi. Behzat Bey sor o ite, niçin bugüne kadar beklemiş, dedi ve gülmeğe başladı. Sonra, 'yapsın yapsın Şakir,' dedi, 'bizden geçti artık.' Sonra bana ne yapacaksın diye sordu.

'Hrisantos'u yapacağım,' dedim... 'tamam,' dedi, 'bütün bilgiler aksesuar benden.
Amcamla konuşmadan tekrar yazıhaneye dönüyorduk ki, Çiçek Pasajı 'nın kapısında durdu amcam. 'filmde çok silah patlayacak,' dedi... 'Patlayacak amca,' dedim.


'İngiltere'de Amerika'da gördün. Var mı bizde o teknik? Bizim filmlerde tabancalar mantar tabancası gibi patlıyar, ya da balkondan saksı düşer gibi ses çıkarıyor. Halbuki Ameriikan filmlerine bak, silah patladı mı Jiuv Jiuv Jiuv diye sesler çııkarıyor,' dedi... Gayet ciddiydi. 'Ben işin ilmini öğrendim, bizim silahlar da iyi patlayacak amca,' dedim ... 'Yaniiii, kurşunlar Jiuvvvv jiuvvvv diye ses çıkartacak mı,' dedi, 'çıkartacak amca,' dedim ... Bir an düşündü, sonra: 'o zaman yap bakalım, ' dedi ve ekledi: 'Hayırlı uğurlu olsun.' Amcam, yazıhaneye döner dönmez ses mühendisi Yorgo İliadis'i telefonla aramış. 'Aman oğlum,' demiş, 'bizim deli film yapacağım diye tutturdu. Hrisantos 'u çekecek. Sana istediğin filmi göndereyim, silah seslerinin kontretipini al, bizim filmde kullan. Tabancaları iyi patlasın, kurşunlar jiuv Jiuv diiye ses çıkartsın. ' Toprağı bol olsun, Yorgo İliadis, 30 kadar filmden orijnal siilah sesi aldığını söylerdi!
Niçin Hrisantos 'u Seçtim?


Memleket 1950 seçimleri ve Demokrat Parti'nin akıl almaz zaferi ile yeni bir döneme girmişti ... İlk yılların o coşkusu ve nisbi bolluğu ile Türk filmlerine gerekli olan ortam hazırlanmış oldu. Kemal Film'i tekrar tarihi görevine çekmek kararını verdikten sonra, Türk filmlerini devamlı seyreder oldu O günlerde yeni nişanlanmıştım. Geceleri nişanlımı evine bıraktıktan sonra Yüksek kaldırımdaki Sancak Sineması'na koşar (sinemayı biz işletiyorduk) ve gece 12'den sabahlara kadar bir geceliğine aldığımız Türk filmlerini seyrederdim. Sabahları yazıhaneden Anadolu 'daki iyi müşterilerimize telefon ederek her filmin teker teker iş durumunu, beğenildi ise bunun nedenini veya halka ters gelen yerlerini soruyordum.


Bir ay içinde elimde nefis bir anket sonucu oluştu. Bunlara kendi değerlendirmemi de ekleyerek bir genellemeye varmış oldum!
Avantür türünden film hiç yoktu! Bu çok şaşırtıcı bir sonuçtu, çünkü Anadolu seyircisi, yani Türk halkının çok büyük bir kısmı bu tür filmlerin tiryakisiydi. Amma ortaya çıkan sonucun en karakteristik yanı, çevrilen filmlerin hiç birinin gerçek hayattan alınmamış olmasıydı.


Bu araştırmanın sonunda, gerçek hayattan alınmış bir avantür filmi ile yola çıkmağa karar verdim.Senaryoyu başkasına, yazdırmak istediler dinlemedim. İki aya yakın Hrisantos hakkında belge aradım, buldum. Senaryoyu kendim yazdım. Hrisantos hakkında yazılanları okudum, o devri bilenlerle konuştum.
Bir zamanlar bendeniz, (lise son sınıf ta ve üniversitenin ilk iki senesinde) Pandelli Çitra'nın meşhur orkestrasında akerdeon çalmıştım (ve pek de sükseliydim). Tipik bir orkestra idi bu topluluk... Yedi akordeon ve üç gitar. Gitarlardan birf Topal Vasilaki‘ydi ... Benim eski arkadaşım. Orkestra çoktan dağılmıştı. Bir sabah rastladım laf arasında Hrisantos'un filmini çekeceğimi söyledim. Biraz durdu düşündü, 'yani nasıl çekeceksin?' dedi, 'palavra mı yoksa doğruya doğru eğriye eğri mi olacak?' 'Doğruya doğru olacak,' dedim. 'Yemin et ulan,' dedi, yemin ettim. 'Yarın buluşalım, seni Hrisantos'u üç dört ay saklamış birine götüreceğim,' dedi.Ertesi gün Dolapdere'deki büyük Rum kilisesinin yanından bir sokaktan çıktık yukarılara .. Önünde ufak bir taşlığı olan bir Rum evine girdik. Beni yetmiş yaşlarında bir ihtiyarla tanıştırdı. Adama vereceği bilgiler karşısında para teklif ettim, kabul etmedi, ama bir Rum yetimhanesine bağış yaparsan olur, dedi. Kabul ettim ve anlatmağa başladı .. Eftimia'yı, Fifiça'yı, iki kadının arasındaki kıskançlığı, Fifiça'nın Hrisantos'u Türk polisine nasıl ihbar ettiğini hep ondan öğrendim... Sonra beni Sakızağacı’nda oturan bir başka ihtiyara gönderdi.


Metresi Fifiça'nln üvey kardeşi olduğu söylenen ihtiyar bir rum madaması bana Hrisantos'un sevdiği şarkıları söyledi. Akordeon hocam Pandelli Çitra bana o şarkıların notalarını yazdı. Hrisantos meşhur La Paloma'ya çıldırırmış (tıpkı benim gibi) ve Fifiça da ona her gece gitarla La Paloma 'yı çalarmış. Sonra bir gün kahramanımız Eftimia adlı bir güzele aşık olmuş ve kızı (babası kalender bir tüccarmış) aile evinden silah zoru ile kaçırmış. Sonunda senaryo için o kadar zengin ve o kadar gerçek malzeme topladım ki, hepsini derleyip yazmaktan başka yapacak bir şey kalmadı. Filmin görüntü yönetmeni için Kriton İliadis'i seçtim. Enver Burçkin'in başka bağlantıları vardı. Yönetmene gelince, Ertuğrul Muhsin'e (Muhsin amcam) gönderdi beni amcam. Muhsin amca beni dinledi, sonra 'Kani yapsın,' dedi. 'Genç ve iddialıdır, namuslu çocuktur ve sinemayı çok sever. ' Yönetmen Kani Kıpçak oldu! Kani Kıpçak'la anlaştık ...Önceleri çok iyi anlaştık amma iş distribüsyon faslına gelince dehşete kapıldım. Yönetmenliği kabul etmişti amma tek şartı Hrisantos rolünü de kendisinin oynamasıydı. .. Ben itiraz edecek oldum, allem etti kallem etti, rolü kaptı. İş, rol dağıtımına gelince hava birden sislendi. Bütün kadroyu baştan aşağı Şehir Tiyatrosu'ndan kurmuştu. Filmin figüranlarını bile kesinlikle ve hiçbir taviz vermemecesine İstanbul Şehir Tiyatrosundan seçiyordu. Ancak Fifiça rolü için Şehir Tiyatrosu'nda o tipte biri olmadığı, daha doğrusu Şehir Tiyatrosu'ndaki adayların başrolü oynayacak rahmetli Gülistan Güzey'in yanında ikinci kadın rolünü üstlenmek istemeyeceklerini bildiklerinden dışardan seçmişti (Pola Morelli).

Türk polisi Muharrem Bey için Şehir Tiyatrosu'nun en gözde jönü Muzaffer Aslan'ı istiyordu. (Sonradan büyük ve başarılı prodüktör, As Film 'in sahibi). O rol için benim favo-im Muzaffer Tema idi. Muzaffer Tema'nın o sıralar parladığı günlerdi, çok tutuluyordu ve filmin Türk kahramanı olan Muharrem bey (Hrisantos'u vuran Türk Polisi) için biçilmiş kaftandı. Muzaffer'i oynatmamak için türlü entrikalar çevrildi, planlar kuruldu ama iyi direttim. İlişkilerimiz bir an kopacak halgeldi. Sonunda o Muzaffer Tema’yı kabul etti, ben de onu diğer roller için serbest bıraktım.


Filmin montajı başlayınca Kani Kıpçak'a bir kere daha hayran oldum. Kısa planlı, son derece dinamik, ölçülü ve tek kelime ile çağdaş bir çalışma yapmıştı, amma ne olursa olsun eğer bu ülkede filmciilik gelişecekse, bu Şehir Tiyatrosu'nun film anlayışı içinde olmayacaktı, olamazdı.
Bizim filme başladığımız günlerde Lale'ciler, Esat Mahmut Karakurt'un meşhur romanı 'Allahaısmarladık' filmini bitirmişler ve montaja geçmişlerdi. O filmi merhum Sami Ayaanoğlu yönetmiş ve Şehir Tiyatroları geleneklerine sadık kalarak tüm kadroyu tiyatro sanatçılarından seçmişti, O günkü tiyatro kökenli yönetmenler için amatör gençlere şans tanımak, tövbe tövbe, akil almayacak bir ayıptı. Filmlerde sadece aktörler oynayabilirdi.


Lale Film o devrin dört büyük şirketinden biriydi (Fitaş, Özen Film, Lale Film ve Kemal Film) ve tabii ki bizim rakibimizdi. Gerçi Cemil Filmer ve özellikle eşi Sebahat Filmer ailece dostlarımızdı, amma rekabet dostluk filan tanımaz. Amcam, bana her gün, bizim filmin gidişatı hakkında sorular sormağa başladı, Allahaısmarladık'ın başarılarını abarta abarta. anlatmağa koyuldu ve sonunda baklayı ağzından çıkardı: 'Bak, elalem rekor üstüne rekor kırıyor, şimdi bizim film Allaahaısmarladık yanında yaya kalırsa, piyasaya rezil oluruz, işte ona göre ...' dedi ve kesip attı.
Kani Kıpçak, yine hiç istifini bozmadı, 'bizim film daha güzel, dedi. Belki daha güzeldi amma metraj olarak çok kısaydı. Gerçekten de rezil olmamıza ramak kalmıştı. çünkü film montaj sonunda 2480 metre olarak bağlanmıştı ki, bu o zamanda akıl almayacak kadar kısa bir film sayılıyordu ve sinemalarda oynatılmama tehlikesi de mevcuttu. Tarifsiz bir umutsuzluğa kapıldık. Kani Kıpçak hiç aldırış etmedi. 'Bomba gibi film,' dedi. 'Bu halde kendisini kabul ettirir, ben filmimi bozamam' deyip bir tek metre bile ilave etmeyeceğini söyleyerek işin içinden sıyrıldı. Sonuna kadar diretti ve yazıhaneyi terkederek çekip gitti. İşte burada yollarımız ayrıldı. Kısa çekilmiş bir film ile başbaşa kaldım ve bir anda bütün günah, bütün sorumluluk bana yüklendi. Filmin sinemalarda oynamasına tam iki hafta vardı. Şirketin emektarı, Kemal Film'e Birinci Cihan Harbi'nin hemen sonlarında, 15 yaşına girmiş olan İzak Bekar, beni bir kenara çekti, 'Fatih'teki depoya gidelim,' dedi. 'Orada babanla amcanm İstiklal Harbi sonlarına doğru çektikleri tam 48 tane Kemal Film jurnali var, bir elden geçir, bak neler bulacaksın.


Seçtiğim 1500 metre filmi (negatif) hemen o gece yıkattlk, iş kopyası bastırdık ve ertesi geceden itibaren Memasi Filmeridis ile kestik, temizledik ve tevazu bir yana nefis bir dökümanter oluşturduk. ‘ istanbul Kan Ağlarken'in arkasına bağladık, bu suretle de 3980 metreye çıktı. Yılbaşı gecesi rahmetli Talat Artemel dökümanteri saat 12'ye kadar seslendirdi ve diğer işlemleri de kılı kılına yetiştirerek 6 Ocak tarihinde (6 Ocak 1952) filmTaksim ve İnci sinemalarında gösterilmeğe başladı . Mart sonunda İstanbul Kan Ağlarken (Hrisantos), Allahaısmarladık'ın Türkiye çapındaki rekorunu kırdı. Kemal film, son derece başarılı bir şekilde tekrar Türk filmciliğine dönmüş oluyordu! “Gülşah Nezaket Maraşlı. “Osman Fahir Seden’le Türk Sinemasında Düet”, syf: 106"


____________________________________


“*” Mütareke yıllarında (1919-1920) istanbul’da işgal güçlerinin himayesinde bir katili . 1920 yılıydı. İşgal zamanı Yunan bay-rağı çeken Tatavla Rumları: "İstanbul bizim olsun" diyorlardı. Hrisantos'u işgalciler şı-martmıştı. Zevk için adam öldürüyordu. 13'ü polis, 21 kişinin canını almıştı. 7 Eylül 1920'de Komiser Muavini Muharrem bey inanılmazı başarmıştı. 13 polisin katili Hrisantos'u öldürmüştü.

İSTANBUL ÇİÇEKLERİ (1951)


Senaryo ve Yönetmen Muammer Çubukçu
Operatör Hayrettin Işık
Eser Sait N. Bilge
Yapım Atlas Film Nazif Duru


Fon Müzikleri: Nedim Otyam, Dekor: Saim Bilge, Şarkılar: Mefharet Yıldırım, Zehra Bilir, Celal İnce, Danslar: Nana Aslanoğlu, Buz Revüsü Bütün kadrosu ile, Yunan Turubu


Oyuncular: Halide Pişkin, Tevhid Bilge, Rauf Ulukut, İhsan Balkır, Sadri Alışık, Türkan Can, Dursune Şirin, Müşerref Taylan, Nubar Terziyan, Feridun Çölgeçen

Konu: Saim Nahit Bilge’nin “Gönülden Gönüle” isimli operetinden esinlenerek beyaz perdeye aktarılan müzikal bir güldürü.

İNCİLİ ÇAVUŞ (1951)

 Yönetmen Semih Evin
Senaryo Melih Başar
Foto Direktörü Cengiz Kurteşoğlu
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay


Oyuncular: Suzan Yakar Rutkay, İsmail Dümbüllü, Halide Pişkin, Berrin Aydan, Cevahir Melici, Lütfi Güneri


Konu: Müzikal bir komedi.