Powered By Blogger

1 Mayıs 2015 Cuma

BOŞ BEŞİK (1952)


Yönetmen Baha Gelenbevi
Senaryo: Mustafa Kemal Başçavuşoğlu (Necati Cumalı’nın bir oyunundan)
Kamera Cezmi Ar
Müzik Baki Çallıoğlu
Yapım Halk Film Fuat Rutkay


Türküleri Okuyan: Suzan Yakar Rutkay


Oyuncular: Muhterem Nur, Bülent Ufuk, Ali Korkut, Muazzez Arçay, Atıf Kaptan, Ali Küçük, Meral Ülkü


Konu: Boş beşik, kısırlığı, bunun sevgiyle olan ilişkisini saptama alanında epik bir biçim verilmesinin; yedi yıl sonra çocuğu olan bir yörük kızının (ağa kızı Fatma’nın) oba beyi Yörük Ali ile evliliğinin ve bu evlilikten olan çocuğunun göç sırasında beşiğinden bir kartal tarafından kapılmasının trajik öyküsü

30 Nisan 2015 Perşembe

BEYOĞLU ESRARI (1952)


Yönetmen Nuri Akıncı
Senaryo Mümtaz Alpaslan
Operatör Lazar Yazıcıoğlu
Yapım Ateş Film / Rıza Erman


Oyuncular: Mümtaz Alpaslan, Nebile Teker, Atalay Özçakır


Konu: Kumarbaz bir imam oğlunun öyküsü

KANLI FERYAT (1951)


Yönetmen Atıf Yılmaz
Operatör Mike Rafaelyan
Kamera Kriton İlyadis
Yapım Örmen Film / Hüseyin Örmen 


Oyuncular: Tekin Akmansoy, Sevim Akmansoy, Gönül Bayhan, Abdullah Ataç, Sabiha İzer, Orhan Erçin, Nurhan Nur 

Konu: Öç, kin ve yakıcı duygularla dolu" tipik bir melodram. Söz konusu olan, kararsız, paylaşılmamış bir aşk öyküsü, tutkunun yönlendirdiği bir cinayet, yazgının cilvesi, sözle anlatılamaz bir arzu karşısında soylu duygular, kadının her şeye karışmasına karşılık erkeğin saflığı, yalanlardan ve yanlış anlamalardan kurtulmanın tek ve kaçınılmaz yolu olarak kalan kan banyosu. 

Atıf Yılmaz'ın "ustalığı"nı, türün gereklerini tümüyle kabullenmesi ve Ortadoğulu hoş bir hava taşımasının dışında, farklı toplumsal ortamları gözlemleme çabası beslemektedir. Filmin bir bölümü Suriye'de geçmektedir (çünkü filmin mutsuz kahramanı oraya kaçmıştır). Suriye 1918 yılına kadar Osmanlı devletinin bir eyaletidir ve aldatılan koca da bir şeyhtir. Atıf Yılmaz, Türkiye'nin güneydoğusunda, Mersin'de doğduğundan, bu yöreye ilişkin duyumsadıklarından bilinçli olarak yararlanmak istemesi de doğaldır, çünkü, görüleceği gibi, bu yetenek, her zaman büyük öykü anlatma niteliklerinden biri olmuştur. Film, uzakta kaybolan bir deve kervanı görüntüsüyle sona erer. 


Atıf Yılmaz'ın ilk filmi olan Kanlı Feryat "Suriye'de bir çiftlikte geçen çocukluk aşkı, suçsuz yere katil olan bir adam, yasak aşk gibi konuları kullanan bir film. Bu film için Atıf Yılmaz şunları söylemekte: Gönül'le ilgili bir anı. Dicle Nehri'nin kıyısında, Gönül'ün nehirde yıkanmasını çekeceğiz. (Herhalde film daha ticaıi olsun diye.) Gönül önce sutyen ve külotla nehre giriyor. 
Sonra onları çıkarıyor ve Dicle'nin bulanık suları içinde erotik bir şov başlıyor. Sanki kendi vücuduyla ve nehirle sevışıyer. Ge-reğinden fazla film çektiğimizin fark edip Mike'ye durmasını söylüyorum. Mike büyülenmiş gibi beni duymuyor. Sonunda kamerayı ben durdurmak zorunda kalıyorum…... 

Kanlı Feryat’ın bir bölümü İstanbul'da geçiyordu. Topkapı civarında, eski bir İstanbul sokağında Mike'yle birlikte mesleğimizin ilk çalışma gününe başlıyoruz. "Debri" marka bir kamerayla çalı-şıyoruz. Ben düşündüğüm şeyleri oyun-culara anlatıyorum, çekilecek sahneyi hazırlıyorum. Mike'ye bakıyorum. Renk sapsarı, el ayak titriyor. Bizden de acemi yapımcımız başımızda, işe bir an önce başlamamızı bekliyor. Mike çaktırmadan çağırıyor beni, kameranın vizörünü işaret ediyor. "Şuradan bir baksana." O güne kadar kameranın vizöründen üç beş defa ya bakmışım ya bakmamışım. Eğilip eğilip bakıyorum. Düşündüğüm resmi göreceğimi beklerken, beyaz bir daire, birtakım makine parçaları, vidalar, dişliler filan görüyorum.
Mike'ye, "Bu ne?" diyorum. Mike, "Bilmem" dlyor. Mike yokuşun başına çıkıyor, aşağı koşuyor biz film çekimine devm ediyoruz bir yandan. Bir ara bir telefon bulup ünlü görüntü yönetmeni Yovakim Filmeridis'i aramış, durumu anlatmış. Yovakim, "Kameraya film taktın mı?" diye sormuş. Mike, "Heyecandan film takmayı unutmuşum" diyor. Telaşla film takmaya koyuluyor. O cins kameralarda film takılmayınca kameranın içinin göründüğünü nereden bilelim? (Atıf Yılmaz, Bir Sinemacının Anıları )




AŞIK VEYSEL’İN HAYATI/ KARANLIK DÜNYA (1952)


Yönetmen Metin Erksan
Senaryo Bedri Rahmi Eyüboğlu
Görüntü Yönetmeni Fethi Mürenler
Yapım Atlas film / Nazif Duru


Oyuncular: Ayfer Feray, Ahmet Say (Aclan Sayılgan), Kemal Bekir Özmanav, Aşık Veyel Şatıroğlu, Erkan Hayali, Hakkı Ruşen, Ali İzzet Özkan


Konu: Çiçek Hastalığı salgını sırasında küçük yaşta gözlerini kaybeden halk ozanımız Aşık Veysel’in hayatını anlatan biyografik bir film.


► Ünlü halk ozanı Aşık Veysel'in hayatının anlatıldığı "Karanlık Dünya" Türk sinemasının ilk gerçekçi köy filmi denemesi olarak kabul ediliyor. Adından daha ilk filmiyle söz ettiren Metin Erksan, bu filmiyle sansürün hışmına uğramış ve "Karanlık Dünya" yurt içinde ve yurt dışında gösterimi tamamen yasaklanmış ilk Türk filmi olarak' Türk sinema tarihine geçmiştir. Film, ancak iki yıl sonra ve sansür tarafından oldukça önemli bölümleri makaslanarak gösterim izni alabilmiştir. Film, çiçek hastalığı salgını sırasında küçük yaşta gözlerini kaybeden halk ozanı Aşık Veysel'in hayatını anlatan biyografik bir denemedir. Filme ilk itiraz adı dolayısıyla gelir. Sansür kurulu, "Dünya karanlık olmaz!" gerekçesiyle "Karanlık Dünya" olan filmin adının "Aşık Veysel'in Hayatı" olarak değiştirilmesini ister. Kurulun bundan sonra el attığı konu ise filmde gösterilen tarlalardaki başakların cılız ve boylarının kısalığıdır. Kurul, Türk topraklarının böyle bereketsiz olamayacağı gerekçesiyle bu sahnelerin filmden çıkartılmasını şart koşar. Bunun üzerine filmin Yapımcısı, yönetmenden bağımsız olarak Amerikan eye kavuştu" diye cevap verir.



Haberler Merkezi'nden alınan Hudson Ovası'ndaki bereketli topraklar üzerinde yapılan hasat görüntülerini filme ekler.Filme sadece bu sahneler eklenmez. Filmin sonunda Aşık Veysel, Küçük Veysel'le birlikte köyüne döndüğü an bereketli tarlalarda çalışan biçer döverlerin yanı sıra onlarca doktor ve hemşire tarafından da karşılanır. "Sivrialan Köyü Hastanesi" yazılı bir tabelanın önünden koşarak gelen doktor ve hemşireler Aşık Veysel'in elini öpmek isterler. Aşık Veysel'in "Bunlar da kim?" sorusuna Küçük Veysel, "Köyümüz tam teşekküllü bir hastan Metin Erksan bir söyleşisinde bu filme uygulanan sansür hakkında şunları söyler:

“Filmde bir ara tarlalar görünüyordu. Tarladakiler cılız başaklardı.. Boyları yirmi otuz santimdi. Üzerindeki buğday taneleri sayılıydı. Sansür bu bölümün filmden çıkarılmasını istedi. 'Türk tarlası böyle olmaz!' dedi. Bu sahneleri bereketli topraklarla, içinde biçer döverlerin, traktörlerin çalıştığı tarlalarla değiştirmemizi önerdi. İstersek Amerikan Haberler Merkezi'ndeki belge filmlerden yararlanabileceğimizi belirtti. Filmin Yapımcısı Amerikan Haberler Merkezi'nden aldığı parçaları Aşık Veysel'in hayatına eklemek zorunda kaldı. Amerikan tarlasını Türk filmine sokmakla sansür kurulu Türkiye'nin gerçeklerini değiştireceğini sanıyordu.”


Film bir trajedi, yahut amiyane tabirle ağlatıcı. Fakat her nedense bu gibi sahnelerde mübalağaya kaçılmamış. Ortada dolaşan bazı rivayetlere göre, birtakım mülahazalar yüzünden film bir haylice kırpılmış. Işin hakikatini bilmediğimiz için bu hususta fazla bir şey söyleyemeyeceğiz. Sonra acaba, kırpılmamış olsa idi daha mı güzel olacaktı? Bu husus da ayrıca münakaşa edilebilir. Yalnız şurası var ki, bu hali ile film, ikinci sınıf bir filmdir.
Lüks Koltuktaki Adam'ın da [Sezai Soleli] yazısında belirttiği gibi bu kırpılmış film rejisör hakkında pek fazla fikir veremiyordu. Bununla birlikte "Lüks Koltuktaki Adam", lüks koltuğunda oturarak eleştirisini yazarken,filmin neden sansür kurulu tarafından kesildiğini anlatmıyordu. Kuşkusuz ki, film kesilmemiş olsaydı seyirciye bambaşka sahnelerle ulaşacaktı. Metin Erksan filminin kesilen sah-nelerini şöyle anlatıyor:


“Filmin içinde bir, sahne vardı. Veysel'in nişanlısını köyün çapkın delikanlısı kaçırıyor. Sivas'tan Kayseri'ye inip Kapadokya ya geliyorlar. Tokalı ya da Saklı Kilise, şu anda tam hatırlayamıyorum, bunlardan birinde sabahlayacaklar. Adam yere dallar falan serdi, merkebi bağladı ve yattılar. Sabahleyin adam erkenden kalkıp merkebi satmaya gitti. Kız uyuyor. Bir süre sonra kız birden uyandı, kilisenin içi hafif karanlıktır. Uyanır uyanmaz birdenbire kubbede İsa'nın kocaman freskini görür. Hafif aydıhkta acayip bir insan başı. Bizde resim günahtır diye Müslü-man ahali heykelleri, resimleri tamamen tahrip etmez, sadece gözlerini oyar. Böylece o resme canlılığını kaybettirir.


Film adı itibariyle sansüre takılır. “Dünya Karanlık olamaz” gerekçesiyle film adının “Aşık Veysel’in Hayatı” olarak değiştirilmesi istenir. Bu yasaklamanın ardından el attığı konu ise, filmde gösterilen tarlalardaki başakların cılız ve boylarının kısalığıdır. Sansür kurulu, Türk topraklarının böyle bereketsiz olamayacağı gerekçesiyle bu sahnelerin filmden çıkartılmasını şart koşar. Bunun üzerine Yapımcı firma Amerika Birleşik devletlerinde bulunan Hudson Ovası’ndaki bereketli topraklar üzerinde yer alan hasat çalışmalarını gösteren bir film görüntülerini ekleme yapar. Filme sadece bu görüntüler eklenmez. Filmin sonunda Aşık Veysel, küçük Veysel ile birlikte köyüne döndüğü an bereketli tarlalarda çalışan biçerdöverlerin yanı sıra onlarca doktor ve hemşire tarafından da karşılanır. Köye tam teşekküllü hastahane bile açılmıştır !..


Metin Erksan’dan habersiz olarak filme eklenip çıkarılan sahneler nedeniyle, yönetmenin vermek istediği doğrultulardan sapılmış ve bu yüzden de film gösterime girdiği zaman sinema yazarları ve eleştirmenleri tarafından olumlu bir eleştiri alamamıştır


 …Aşık Veysel kör olunca büsbütün içine kapanmış ve adet olduğu üzere işi şairliğe dökmüş ve saz çala çala bütün memleketi dolaşmaya başlamıştır. Bu küçücük hülasa dahi gösteriyor ki, film bir trajedi, yahut amiyane tabirle ağlatıcı. Fakat her nedense bu gibi sahnelerde mübalagaya kaçılmamış…. Sonra acaba, film kırpılmamış olsa idi daha güzel olacaktı? Bu husus ta ayrıca münakaşa edilebilir. Yalnız şurası var ki bu film ikinci sınıf bir filmdir.

►….Bizce filmin en muvaffak olan artisti, Aşık Veysel’in çocukluğunu oynayan küçük Erkan’dı. Bir biyografiden film yapmak zor iştir…. Ama çevirebilmek mesele!..” (Sezai Solelli, “Lüks Koltuktaki Adam” Yıldız Haftalık Sinema Dergisi 9 Ocak 1954 sayı 55)


 Türkiye Sinema tarihine konu olan bir filmin hikayesi. Yıl DP iktidarı dönem yani 1950 li yıllar. İşte, dünya sinema tarihine geçecek traji-komik bir sansür öyküsü... Metin Erksan, kamera başı yaptığında henüz 23'ündeydi. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nü yeni bitirmişti. Öğrencilik yıllarında Atlas Film hesabına Yusuf Ziya Ortaç'ın 'Binnaz'ını senaryolaştırmıştı. Söz konusu şirket, 1952'de "Âşık Veysel'in Hayatı "Karanlık Dünya" filmini çekmeyi tasarladı. Dönemin 'Reis' lâkaplı ünlü şair ve ressamı Bedri Rahmi Eyuboğlu senaryoyu yazdı. Filmi Nedim Otyam yönetecekti ama son anda vazgeçti. Böylece önerinin götürüldüğü akıllı, eğitimli, kültürlü, sinema sevdalısı genç Metin Erksan'a gün doğdu.


Erksan, Türk halk geleneğinin ünü dünyayı saran usta ozanı Âşık Veysel'in yaşamını, gerçek mekânlarda, Sivas'a bağlı Sivrialan Köyü'nde büyük başarıyla çekti. Ancak sanatçının bu ilk yönetmenlik denemesinin sonrası bir kara mizah öyküsü gibi gelişecekti. (Araştırma: Musa Tokmak)


_______________________________

*” Aşık Veysel (1894-1973) Veysel Şatıroğlu, Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Veysel’in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen bir çok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır. Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür. Veysellere yörede “Şatıroğulları” derler. Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel’in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.
Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”
Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler:

Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: “Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve Sağ gözünün gör-me şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar. Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada gözünü açacak bir doktor var” demişler. Sevinmiş babası.
Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in. “Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.” Ali adında bir ağabeyi ve Elif adında bir kız kardeşi varmış Veysel’in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale. Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel’i.

Bağlamayla İlk Tanışması
Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas’ın bu âşığı/ozanı bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış. İlk bağlama derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) almış. Kendini de iyice bağlamaya vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.

“Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor... Veysel’in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talisizlikler üst üste gelmeye başlıyor.

1921’in 24 Şubat’ında annesi, ondan on sekiz ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de bir çok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler.(www.asikveysel.com)

ARZU İLE KAMBER (1952)


Yönetmen Lütfi Ö. Akad
Senaryo Lütfi Ö. Akad, Mediha Akad
Görüntü Yönetmeni Lazar Yazıcıoğlu
Müzik Sadettin Kaynak
Yapım Erman Film / Hürrem Erman (Bağdat Stüdyo Film ve Sinema Ltd.)


Oyuncular: Sezer Sezin, Kenan Artun, Settar Körmükçü, Temel Karamahmut, Muazzez Arçay, Renan Fosforoğlu, Yakup İsmail


Konu: 17. yüzyılda ortaya çıktığı sanılan Türk halk öyküsü. Bir kervan, yolda eşkiya baskınına uğrar. Baskından küçük bir erkek çocuğu sağ olarak kurtulur. Bir aile tarafindan evlatlık olarak alınan çocuğa Kanber adi verilir. Bir süre sonra bu ailenin bir kız çocuğu dünyaya gelir, adını Arzu koyarlar. İki çocuk birbirlerini kardeş sanarak büyürler. Bir süre sonra aralarında ilgi ve yakınlık başlar. Kardeş olmadıklarını öğrenince de evlenmek isterler. Arzu-nun annesi bu evliliğe karşı çıkar ve kızını zengin bir tüccarla evlendirir. Ama adam kısa bir süre sonra ölür. Arzu ile kanber evlenmek için yeniden uğraşırlarsa da, anne engel olur. Aşıklar bir rastlantı sonucu birbirlerini bulurlar. Sürekli olarak kızını izleyen kötü kalpli anne onları gene ayırmak ister, ama gençlerin çevresi su ile kaplandığından yanlarına ulaşamaz. Az sonra iki sevgilinin göğüslerinden birer güvercin çikarak uçar ve böylece ikisi de orada can verirler. Bu öyküden yola çıkarak Ömer ve Mediha Akad’ın senaryosundan çekilen filmin konusu da şu şekilde:


► ÖYKÜ: Bundan asırlar önce Suriye taraflarından bir köyde bir fakir Kamber yaşarmış. Babası ölüp yetim köye Daraz Beğleri köyünden gelin gelmiş olan garip anası ile köyde biçare kalmışlar.
Köyde bulunan ve babasının dayısının bolca olan koyunlarını güdermiş. Adam Kamber’i çok sever ve üç tane kızı olan adam yeğeninin oğlu olan ve babası öldükten sonra ona emanet kalan Kamber’e “Oğlum benim koyunlarımı güt, ben başka bir yabancı çoban tutmayayım, sen de kızlarımdan hangisini beğenirsen onu sana nikâhlayayım” demiş. Bir müddet bu işi yapan Kamber’in bu arada annesi de vefat etmiş. Kamber tek başına yapa yalnız kalıvermiş koca köyde.
Dayısının koyunlarını güdüyor, gününü gün ediyormuş ama çok da güzel bir karayağız delikanlı imiş Kamber. Bu köyde bir de güzelliği dillere destan bir kız varmış. O da anadan babadan yetim, ninesi ile birlikte yaşıyormuş. Kamber’in yakışıklılığını o da duyar, Kamber de onun güzelliğini duyar ama Arzu’yu nerede görecek, bir türlü göremez… Ama Arzu onun koyunları suladığı köy çeşmesine bir gün testisini doldurmaya gider ve Kamber’i çeşme başında yatarken görür.
Her gün o çeşme başında buluşurlarmış. Bu durumu Arzu’nun ninesi duyar ve Arzu’yu bu sevdadan vazgeçirmeye çalışır. Bu arada Kamber’in dayısı da duyar. Bu olayları dayı kızları Kamber’e Arzu’yu kıskanmalarından dolayı kötülük yapmak isterse de akıllı ve olgun bir insan olan dayı buna müsaade etmez. Kamber’i koyun çobanlığından uzaklaştırır.


Kamber artık Arzu’nun sevdasından dağlarda, köylerde gezer olur, gözü başka kimseleri görmez. Bir gün Arzu’nun ninesi bunların sevdasına engel olamayacağını anlayınca Arzu’ya der ki: “Arzu kızım, bugün Kamber’i yemeğe çağır ona bir yemek yedirelim ve sizin işinizi konuşalım.” Aslında fikri Kamber’i zehirlemekmiş… Arzu sevinçle Kamber’e koşar ve der ki: “Kamber ağam, ninem seni bu akşam yemeğe çağırdı, nihayet gönlü seni sevdi.


Bizim sevgimize saygı gösterdi. Köyde bir tanıdıklarının çırağı olan Arap, Arzu’nun evine girer… Arzu bu Arap ile ninenin konuşmalarını duvarın ardından dinler. Arap çok şiddetli bir zehir getirmiştir. Yemeklere bu zehir atılacak ve o gece Kamber zehirlenip öldürülecek…
.
O gece Arzu ile kamberin konuşmalarını duyan nine köyün mezarlıkları arasına bir ateş yakar, elinde bir yağ tavası orada pişi yapmaya başlar. Ve Kamber dayıları ile yanına gelir sorar “ne oldu nine ne yapıyorsun burada böyle?” Cadı karı yalandan, numaradan başlar ağlamaya ve derki “hay Kamberim sen gidince Arzum senin buralardan kaçıp gittiğini düşünerek gara sevdandan yataklara düştü ve öldü, onun pişisini pişiriyorum” der. Kamber buna çok üzülür ve dayılarına der ki, “Dayılarım size çok eziyet oldu ama kusura bakmayın, ne yapalım bu bizim kaderimiz, siz gidin artık size ihtiyacım yok, Arzum ölmüş” der. Dayı-ları atları ile geriye dönerler giderler….


Artık bu kadar uğraşmadan sonra kavuşa-mayacaklarını akıllarına koyan gençler başka başka bahaneler ararken Arzu’nun ninesi başka bir köye haber salar. Orada nüfuzlu ve zengin bir adamın oğluna arzuyu nişanlamak ister. Kim istemez Arzu kızı; çok güzel dillere destan bir kız ve o köyde habire dünürcüler gelip gitmektedir… Niha-yet iş tamam olur o yabandan gelenlerin oğluna Arzu nişanlanır. Yine Arzu ile Kamber bir buluşmalarında şu kararı alırlar: Kız o köye gelin giderken “ben Kamber’in atından başka ata binmem” diyecek ve Kam-ber de atını gelinin altına çekecek, giderken yolda bir fırsatını bulup beraber kaçacaklar.


Nihayet gün gelir çatar, Arzu kayınpederi olacak adama der ki “ben Kamber’in atından başka ata binmem, benim gelin atım Kamber’in atı olacak.” Kayınpederi olacak adam da buna rıza gösterir ve nihayet Arzu, Kamber’in eyerlenmiş atına biner. Önde çalgılar çengiler o damadın köyüne doğru gelin alayı yürür….


….Böylece atın yularını salıveren Kamber gelin kafilesinden ayrılır ve oracıkta yol kenarında adeta taş gibi donar kalır. At gelini götürür ve güvey evine indirir. Gece güveyi gerdeğe katılır. Ve geleneklere uygun olarak hemen iki rekât namaz kılmak için zifaf odasında hazır olan seccadeye namaza durur. Bir müddet durduktan sonra odanın bir kenarında oturmakta olan Arzu güveyi-ye namazın bitmedi mi elin oğlu der ve hafifçe dokunur. Damat olduğu yere yığılıp kalır, adam ölmüştür. Arzu hemen evden dışarı seslenir, “gelin ağalar oğlunuz öldü” der. Arzu evden çıkar, dağlara doğru koşmaya başlar. O güveyinin öldüğü anda Kamber de o atı bırakıp kaldığı yerde o da ölmüştür.

Arzu dağa gider at ise Kamber ağasının başına gider başlar orada acı acı kişnemeye başlar. Bu atın sesini duyan Arzu gelin bakar ki at kişneyip durur. “Bu… Kamber’in atının sesi” diye ses gelen yana varır, bakar. Kamber yerde yatıyor. Arzu da dua eder “Allah’ım benim canımı da şuracıkta al, beni Kamberimden ayırma” der. Allah duasını kabul eder ve o da Kamber’e sarılı vaziyette ölür. Arzu’dan hiç haber alamayan nine Arzu’yu verdiği köye gider. Ve acı durumu öğrenir… Kamber’in kayıp olduğu yere koşarak gelir bakar ki Arzu ile Kamber orada, kucaklaşmış ölü vaziyette yatıyorlar. Onların bu sevda durumunu hiç kendi içine sindiremeyen nine de Allah’tan o anda ölüm ister ve Arzu ile Kamber’in aralarına yatar. Onun da isteği Allah tarafından kabul edilir, o da oracıkta ölür. “Arzu ile Kamber iki gül ağacı olurlar tam büyüyüp birbirlerine kavuşacakları zaman aradan ninenin cesedi diken olarak çıkar, onları asla kavuş-turmazmış”. (kyn: İsmail Detseli, Kilistra “Gökyurt” Kültür ve Turizm Derneği - www.kilistra.org.tr)


ANKARA EKSPRESİ (1952)


Senaryo ve Yönetmen Aydın G. Arakon
Eser Esat Mahmut Karakurt, M Sati Lir
Operatör İlhan Arakon
Yapım Atlas Film / Nazif Duru


Oyuncular: Turan Seyfioğlu, Zeynep Sırmalı, Ilonka Molnar, Nubar Terziyan, Atıf Kaptan, Bakiye Fayasof, Mümtaz Ener, Celal Sururi


Konu: "Ankara Ekspresi", 1946 yılında, II. Dünya savaşının hemen ardından yayınlanmış. Yazarın, savaş yılları Türkiye'sindeki bir casusluk öyküsünü işlediğini görüyoruz. Türk ordusunun gözü pek istihbarat subaylarından Binbaşı Seyfi ile, Alman ajanları arasında İstanbul-Ankara hattında geçen bir casusluk öyküsü bu. Dönemin güçlü devleti Almanya, Türkiye'yi de istila etmek istemektedir. Bu amaçla, aralarında çok güzel bir kadın olan Frolein Hilda'nın da bulunduğu en gözde elemanlarıyla İstanbul'a gelirler. Harekatın başlama parolası "Ankara Ekspresi"dir.


Bu nedenle Almanlar Türkiye’yi devre dışı bırakmak ister. Türkiye ile tutuşulacak büyük bir savaş Almanları çok zor durumda bırakacağından dolayı Türkiye’yi içten yapılan bir baskınla ele geçirmeyi düşünürler. Bunun için İstanbul’daki Alman sefarethanesinde üst düzey bir toplantı yapılır.

Bu toplantının başkanlığını da albay Von Klinger yapar. Plan kapsamında İstanbul ve Ankara’ya gizlice girecek S.D. kuvvetleri aynı anda yapılacak bir operasyonla devlet adamlarını tevkif edeceklerdir.”Ankara Ekspresi” şifresiyle de Çankaya köşkü Alman kuvvetlerince sarılacak ve İnönü antlaşmaya zorlanacaktır. Amaç, İnönü’yü ikna edip bir Quisling hükümeti kurmaktır. Böylece yönetim Almanların eline geçmiş olacaktır Fakat albay Von Klinger in de bildiği üzere Türkler kolay pes etmeyen, şerefine ve gururuna düşkün, iyi harbetmesini bilen bir milletti. Almanların bütün planlarından haberdar olan Türk genelkurmayı istihbarat teşkilatı bu planların icrasını engellemek için çok başarılı bir subay olan Bnb.Seyfi Hüget’i görevlendirir.


Müttefikimiz İngilizler hesabına çalışan ve aynı zamanda Türklere de önemli bilgiler veren, Bnb. Seyfi’ye de aşık olan Irwine adındaki casus, Seyfi Bnb. ile yediği akşam yemeğinden sonra gittiği pansiyonunda bir Alman casusu olan Yzb. Ludvig Kolman tarafından öldürülür. Kendisini takip eden memurlarımız da olay mahalinde kendisini öldürür.


Almanların bu gizli planını icra etmekle görevlendirilen kişi, güzelliğiyle herkesin aklını başından alan Almanların başarılı casusu Frolein Hilda Von Şrayder’dir. Yzb.Kolman’ın öldürülmesinden sonra hareketlenen Almanlar kendisini bir mütehayit olarak tanıtan Seyfi Hüget’ten şüphelenirler.Bunun üzerine güzel Frolein Seyfi Bnb.ya yakınlaşıp onun hakkında bilgi Bnb.Seyfi Frolein’I evinde alıkoyduğu sırada o gecebütün Alman casuslarının kaldıkları yerler,depolar ve hastane Türk kuvvetlerince çevrilmiş bir vaziyettedir.


Nihayet yüz elli civarındaki Alman casusu tutuklanır ve sınır dışı edilmek üzere özel bir trene bindirilir. Her ne kadar iki casus arasındaki yakınlaşma duygusal bağlar yaratmış olsa da her ikisi de bu beraberliğin imkansız olduğunu biliyordu. Frolein sınırdışı edileceği gece verilen emir gereği Bnb. Seyfi’yi öldürmek için evine gider; fakat öldüreceği yerde kendisine aşkını itiraf eder.Böylece ikisinin birbirine beslemiş olduğu duygular gün ışığına çıkmış olur.


Fakat Bnb. Seyfi trene binmesi gerektiğini belirterek Frolein’ın trene bindirir. Tren sınıra yaklaştığı sırada tuhaf bir şekilde ufak bir istasyonda durur. Frolein trenden indirilir ve bir arabaya bindirilir. Şaşkınlık içerisindeki Frolein’ın arabayı kullanan kişiye silahını doğrulttuğu anda o kişinin kafasını arkaya çevirmesiyle kalbi mutluluğun iksiriyle dolar. O kişi Bnb. Seyfi’dir. İki sevgilinin birlikteliği böylece başlar. (kyn: http://www.bilgicik.com/yazi/ankara-ekspresi-roman-ozeti-esat-mahmut-karakurt/


ÖDÜL:


1. Türk Filmleri Festivalinde (1953) ”Türk Film Dostları Derneği”
►“İlhan Arakon” ile beraber, “Kriton İlyadis”, “Özen Sermet”, “Enver Burçkin” ve “Şadan Kamil” “En Başarılı Kameraman”
► “Turan Seyfioğlu” ile beraber; “Ayhan Işık”, “Orhan Murat Arıburnu”, ve “Atıf Kaptan” “En Başarılı Erkek Oyuncu”


Jüri Üyeleri: Burhan Arpad, Max Minecke, Semih Tuğrul, Hüsamettin Bozok, Azra Erhat, Mina Urgan, Orhan Hançerlioğlu, Nevzat Üstün, Zeki Faik izer, Asude Zeybekoğlu



ALLAHTAN BUL (1952)


Yönetmen Vedat Örfi Bengü
Senaryo Zeki Duygulu
Görüntü Yönetmeni Lazar Yazıcıoğlu
Yapım Emek Film / Hikmet Aydın


Oyuncular: Aliye Tülü, Mustafa Dağhan, Semra Özaslan, Fikret Önal, Faik Coşkun, Muharrem Gürses, Ülkü Bengü, Sevim Tatlı, Nimet Alp, Hamiyet Duygulu, Leyla Nil, Zeki Alpan, İhsan Nuyan


Konu: Toplum içinde sömürülen ve hep acı çeken duruma düşen bir ailenin dramı.

ADAK TEPE (1952)

 Senaryo ve Yönetmen Kadri Ögelman
Görüntü Yönetmeni Cezmi Ar

Müzik Sadi Yaver Ataman
Yapım Kale Film / Samuel Mardo

Oyuncular: Muzaffer Arslan, Fatma Andaç, Necdet Mahfi Ayral, Sedat Ergin, Müfit Kiper, Leyla Nil, Yaşar Özsoy, Ali Üstüntaş, Rasih Ertuğ


Konu: Köyünde varolan sırma yatağını kurutmak için uğraş veren bir doktorun mücadelesi.

YAVUZ SULTAN SELİM YENİÇERİ HASAN (1951)

 Senaryo ve Yönetmen Münir Hayri Egeli
Operatör Özen Sermet
Yapım İpek Film / İpekçi Kardeşler


Oyuncular: Orhan Arıburnu, Nedret Güvenç, Ayla Karaca, Nevin Aypar, Ayhan Işık, Münir Özkul, Gülistan Güzey, Muhip Arcıman, Ferhan Tanseli, Bakiye Feyazof, Sabahat Tanık, Ahmet Tarık Tekçe


Konu: Yeniçeri Hasan’la bayraktar Ağa’nın kızı Nazmiye’nin aşkları ve kahramanlık öyküsü.


_______________________________

Yavuz Sultan Selim: I. Selim ya da Yavuz Sultan Selim, 10 Ekim 1470, Amasya - ö. 21-22 Eylül 1520) 9. Osmanlı padişahı ve 74. İslam halifesidir.

Babası II. Bayezid, annesi Dulkadiroğulları Beyliği'nden Gülbahar Hatun'dur. Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; halifelik Abbasilerden Osmanlı Hanedanına geçmiştir.

VATAN “NAMIK KEMAL“ (1951)


Yönetmen: Talât Artemel, Cahide Sonku, Sami Ayanoğlu
Eser Münir Hayri Egeli
Filme Çeken Kriton İlyadis
Yapım Sonku Film Cahide Sonku


Eser: Münir Hayri Egeli, Müzik İdaresi, Marşlar, Fanfarlar, Sürgün Korosu besteleri: Ferit Alnar, Sesleri Alan: Yorgo İlyadis, Dekor: N. Peroff, Mobil-yalar: S-Dekorasyon Mağazası, Montaj ve Senkron: Sezai Elmaskaya, Aksesuar: Cevat Tayşı,


Oyuncular: Cahide Sonku (Zekeriya), Cüneyt Gökçer (İslam Bey), Sami Ayanoğlu (Namık Kemal), Talat Artamel (Abdullah Çavuş), Müfit Kiper (Binbaşı Rüstem), Şükriye Atav, Pola Morelli, İbrahim Delideniz (Doktor), Muazzez Lütas (Nesime), Mümtaz Ener (Miralay Sıtkı), Refia Rez (Seniye), Cahit Irgat (Gran Dük), Eda Fengara, Neşet Berküren (İsmail Hakkı), Sadri Alışık (Ahmret Mithat) Kemal Ergüvenç (Serdar Ekrem), Kemal Tözüm (General), İhsan Şenol (Düşman askeri), Celâl Balkır (Ebuzziya Tevfik), Ercüment Behzat Lav, Viktorya Haçikyan (Dadı),


Konu: Namık Kemal’in sürgündeki yaşamı





ÖDÜL:
► Yıldız Dergisi’nin 1951 yılında “Yıldız Mükâfatı” adıyla düzenlediği yarışmada;
Mevsimin en beğenilen Filmi, 

Cahide Sonku ile Sami Ayanoğlu en beğenilen yıldızlar

VATAN İÇİN (1951)


Senaryo ve Yönetmen Aydın Arakon
Eser İlhan Arakon
Müzik Nedim Otyam


Yapım Atlas Film Nazif Duru
Yönetmen Yardımcısı: Nejat Duru

Oyuncular: Yıldız Kenter, Cahit Irgat, Vedat Örfi Bengü, Rauf Ulukat, Mümtaz Ener, Mücap Ofluoğlu,


Konu: Düşman kuvvetlerinin emrinde çalışan bir nazırın kızı ile topçu binbaşısı Sami’nin vatanperverlik öyküsü.


TANRI ŞAHİDİMDİR (1951)


Yönetmen Mehmet Muhtar
Senaryo Tahir Olgaç (“Yüz Karası” isimli romanından)
Operatör Mehmet Muhtar, Kemal Baysal
Yapım And Film / Turgut Demirağ


Oyuncular : Gülistan Güzey, Sadri Alışık, Mine Coşkun, Münir Ceyhan, Feridun Çölgeçen, Kemal Emin Bara


Konu: Fakir bir genç kızı sevmesine karşılık ondan yüz bulamayıp, sonunda evlenmek zorunda kalan zengin bir adamın öyküsü

ŞAFAK SÖKECEK (1951)


Senaryo ve Yönetmen İhsan Tomaç 
(Orhan Rahmi Gökçe’nin romanından uyarlama)
Operatör Aram Hugosyan Coni Kurteşoğlu
Müzik İsmail Şençalar
Yapım Ateş Film Rıza Erman


Okuyanlar: Suzan Güven, Aziz Şenses, Arif Sami Toker,.


Oyuncular: Hümaşah Hiçan , Reha Yurdakul, Saltuk Kaplangı, Leyla Altın, Sırrı Gültekin, Mahmure Handan, Nimet Tanrıöver, Nevin Berhan, İhsan Aşkın, Kadir Savun, Adnan Uygur

Konu: Köy muhtarının göz koyduğu öğretmen ile fakir Ömer’in platonik aşkı. Osmanlı’nın son günlerinde bir Anadolu kasabasına idealist bir öğretmen gönderilmiştir. Batılı tarzda bir öğretmen olan Nesrin Hanım kasabalının gözüne batar. Padişah yanlısı kasaba yönetimi, eğitimde dini kuralları esas alır; Genç öğretmenin çocukların beyinlerine fena fikirler sokacağından dolayı hemen kasabayı terk etmesi istenir, Nesrin öğretmen tek başına kalsa da mücadelesine devam eder
.

SÜRGÜN (1951)


Senaryo ve Yönetmen Orhan Murat Arıburnu
Senaryo Refik Halit Karay
Operatör Aram Hugosyan
Yapım Duru Film / Naci Duru


Teknik Asistan: Ertem Göreç, Senkron: Rauf Tözüm, Dekoratör: Turgut Atalay, Işık: Necati İltaç, Aksesuar: Adil Güldürür, Kostümler: Mualla Sürer, Seslendiren: Yorgo İlyadis, Film Fotoları: Hüsnü Cantürk (Foto Kulüp), (Ses Film Stüdyosunda seslendirilmiştir.)


Oyuncular: Orhon M. Arıburnu (Yaver Hilmi Bey), Nedret Güvenç (Suzudil Kalfa), Ayla Karaca (Seher/Sitti Nevbar), İhsan Evrim (İrfan), Ercümen Behsat Lav (Şehzade Kera-mettin), Renan Fosforoğlu (Tiyatrocu Kâni), Muharrem Gürses (Hoca), Hikmet Serçe, Neşet Berküren, Adil Güldürür (Boğas Ağa), Muazzez Arçay, Mualla Sürer (Kâni’nin yar-dımcısı), Feridun Çölgeçen (Müveddet), Necmi Oy, Macit Doğudan, Meral Ülkü, Muattar Lav


Konu: Dış sahnelerinin bir kısmı Beyrut, Şam ve Halep'te çekilen film, bir padişah yaverinin İstiklal Savaşı'ndan sonra yurtdışı sürgüne yollanmasını anlatmaktadır. Yaverin parlak yaşantısı bir anda değişir ve yıllar geçtikçe daha da kötüye gider. Son darbe, kızının bir kumpanyada dansöz olarak çalıştığını öğrenmesi olur.


Romanın/Filmin Özeti:
Romanda sürgüne gönderilen bir yüzbaşıdan bahsedilmektedir. Hilmi efendi görev sırasında bir üst komutanı ile haklı olduğu bir konuda tartışma yaşayınca Beyrut’a sürgüne gönderiliyor. Daha gitmeden sürgünün ne kadar kötü ve çekilmez olduğu hissine kapılıyor. Hayatında ilk defa gittiği Beyrut şehrinde başına nelerin geleceğinden, kimlerle tanışacağından habersiz bir ruh hali ile gidiyor Beyrut’a. istanbulda bir karısı ve birde Seher adında bir kızı vardır bir taraftan da onlardan ayrılmanın üzüntüsünü yaşamaktadır.


Beyrut’a geldiği ilk günlerde çok yalnızlık çeker. Cebinde ki para çok kısıtlıdır bir iş bulana kadar o para ile geçinmek zorunda olduğu için yemeğinden bile tasarruf yapmak durumaundadır. Daha sonraları Türklerin yaşadığı mahallelerde bulunan kahvelere gidip dertleşebileceği memleketten konuşabileceği birilerini aramaya başladı. Hilmi efendi gerçekten çok efendi bir insandı hiç kimse ile bir sorun yaşamazdı. Bir gün tesadüf eseri Beyrut mahallelerinde gezerken eski bir arkadaşına rastladı. Arkadaşı gazoz satıyordu. Onu hemen tanımıştı. Hemen muhabbet etmeye başladılar. Hilmi efendi buna çok sevinmişti. Arkadaşının adı Çopur Apti idi. Bundan sonra arkadaşları ile beraber kalacaktı. Çopur Apti’nin iki arkadaşı daha vardır. Bunlardan birisi çok etkileyici gazeller yazabiliyordu. Hilmi Efendide bundan sonra Çopur Apti gibi gazoz satmaya başlar. Ama herşey hilmi Efendinin hesapladığı gibi gitmez. Tam işler yoluna koyuldu derken, bir sabah Hilmi Efendi gazoz almaya dükkanın önüne geldiğinde dükkanın kepenklerinin kapalı olduğunu fark eder. Adam gece toparlanıp kaçmıştır. Nedenini anlamaz. Neyse ki çalışırken biraz para biriktirmişitir. O para ile birkaç hafta daha karnını doyurabilir fakat daha sonra ne yapacağını bilmez. Arkadaşları ile kavga yapmaya başlar. Arkadaşları siyatle çok ilgilenirler. Ve sürekli bu konuda tartışmalar yaparlar.bu da Hilmi Efendinin hiç hoşuna gitmezdi. Bu sırada arkadaşlarından biri vefat eder. Buna çok üzülürler.


Hilmi Efendi daha fazla tahammül edemeyip onların yanından ayrılır. Neyseki Hilmi Efendi İstanbul’da görev yaparken birlikte çalıştığı bürokratlarla karşılaşır. Bu olay onun için çok büyük moral olur. Bu sırada İstanbul‘daki ailesi ile sürekli mektuplaşmaktadır.


Son zamanlarda annesi kızı Seher’e sahip olamadığını geceleri eve gelmediğini yazınca Hilmi Efendinin kafası bir hayli bozuluyor. Ve Hilmi Efendi acaba bir yolunu bulup İstanbula gidebilirmiyim diye düşünmeye başlar. Fakat bu isteğinin ne kadar imkansız olduğunun da farkındadır. tanıştığı arkadaşlardan birisi onu evine yemek yemeye davet eder. Bu Hilmi Efendiyi çok mutlu etmiştir. Hem eski günlerden konuşup anılarını yaşatabileceklerdi hem de son günlerde yaşadığı sıkıntılı günleri biran olsun unutabilecekti. Yemeğe gitti çok güzel bir gün geçirmişti. Arkadaşı Hilmi Efendiyi tanıdığı için onun kimsenin hakkına tecavüz etmiyeceğini ve hiç kimseye karşı kendi çıkarları doğrultusunda olsa bile ahlaksız davranışlarda bulunmayacağını biliyordu. Bu nedenle onu uyarma ihtiyacı hissetti. Çünkü Beyrut gibi bir yerde bu şekilde yaşayabilme şansı çok azdı. Hilmi Efendi biraz daha dikkatli olmaya çalışacağına dair kendi kendine bir karar aldı. Hilmi Efendinin İrfan adında çok eskiden tanıdığı bir arkadaşı vardı karşılaştıklarında Hilmi Efendi o kadar çok sevinmişti ki bir an bütün dertlerinin çözüm bulacağını tekrardan eski günlere dönebileceğini düşünmüştü. İrfan Halep’e gitti. Orada işlerini yoluna kuyup güzel bir iş ayarlar ayarlamaz Hilmi Efendiyi yanına çağıracaktı. Hilmi Efendi bu sırada bitin cesaretini toplayıp daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yapmak için bürokrat olan bir arkadaşının yanına yardım istemek için gider. Arkadaşı buna çok şaşırır. Ona elinden gelebilecek hertürlü yardımı yapmaya hazır olduğunu ifade eder. Hilmi Efendi halen İsatanbul’da bulunaneşi ve güzeller güzeli kızından haber alamadığını bunun kendisi çok yıaprattığını söyledi. Arkadaşı hemen harekete geçip İstanbul’daki yetkililere gerekli emri verdi ve Hilmi Efendiye dönerek hiç merak etmemesini çok kısa süre içerisinde ailesinden hayırlı haberlerin geleceğini söyledi. Hilmi Efendi rahatlamıştı. Bu sırada İrfan Halep şehrini tanıyor iş imkanlarına bakıyor sokaklarda geziniyordu. Hemen güzel bir ortam yaratıp Hilmi Efendiyi yanına çağırmak istiyordu. Sık sık Hilmi Efendiyi Halep’teki vaziyetten haberdar etmek için mektup yazıyordu

Hilmi Efendi her mektupta yeni bir umut olduğundan açarkan çok heyecanlanıyordu. İrfan halep’de bir bahçeye gidip gelmeye başlamıştı.bahçe çok havadar etrafı sarmaşıklarla dolu insanı gençleştiren bir şekilde dizayn edilmiş olan bir bahçeydi. Bir bahçenin sahneyi çok güzel gören bir yerine oturmuş hem içkisini içiyorhem de kara kara düşünüyordu. Hala uygun bir iş
bulamamıştı. O sırada sahnede beyaz tenli yarı çıplak bir giysi giymiş vücudunun mahrem yerlerini büyük bir cesaretle sergileyen Türk’e benzeyen çok güzel bir kız gördü. Çok etkilenmişti. Garsonu çağırdı kızın hakkında bilgi almak istedi. Garson Kızın Türk olduğunu adının Nevber olduğunu söyledi sahnedeki kız da İrfanın bu denli etkilendiğini anlayınca ona bir bira göndertti ve sahneden İrfan’a bütün etkıleyiciliğini kullanarak göz kırptı. İrfan kıza aşık olur. Onunla görüşmek tanışmak ister. Bu arada Hilmi Efendinin bürokrat arkadaşının halep’e gitmasi gerekmektedir. Hilmi Efendiye gelmek isteyip istemediğini sorar. Hilmi Efendide zaten gitmek istediğini beraber yolculuk yapacak olmalarının kendisini çok mutlu edeceğini ifade eder. Hilmi Efendi İrfan’dan uzun süredir haber alamamaktadır. İrfan Nevber Hanımla tanışır. Nevber aslıda psikolojik sorunları olan bir kızdır.


İrfanla bir barışıp bir kavga ederler. Hilmi Efendinin halep’e geldiği İrfan Halep sınırlarını terk etmiş bulunmaktadır. Bunun en önemli nedeni. İrfan’ın Nevber adındaki kızın aslında gerçek isminin Seher olduğunu ve Hilmi Efendinin kızı olduğunu öğrenmesidir. Aslında daha da önemli olan sorun İrfanın bu kıza deliler gibi aşık olmasıdır. Bürokrat arkadaşı ve Hilmi Efendi Halep’e geldiklerinde çok büyük bir ilgi ile karşılaşırlar. Hemen onlar için içki masaları ve binbir çeşit yemekli masalar kurulmuştur. Ve bununlada kalmayıp İrfan’ındaha önce sürekli gidip geldiği bahçeden aralarıda Nevberin de bulunduğu güzel kızlardan seçilmiş bir grubu onlar için davet etmişlerdi. Fakat Hilmi Efendinin bu hazırlananların hiçbirinde gözü yoktu. O İrfan’ın hala Halep’te olduğunu sanıyor ve bir an önce onunla görüşmek istiyordu. Hava kararınca arkadaşları Hilmi Efendinin hala mutsuz oldupunu görünce onu bahçeye götürmeye ikne ettiler. Herkes ona Nevberden bahsediyordu. Oda kızın nasıl bir şey olduğunu çok merak ediyordu. Bahçeye gittiler. Sahneyi en güzel şekilde görebilecekleri bir yere oturdular. Herkes merakla Nevber’i bekliyordu. Nevber sahneye çıktı ve seyircilerin bulduğu alandan bir karmaşa sesi ve bir uğultu yükseldi. Hilmi Efendi kızı olduğunu anlayınca olduğu yere yığılır.
,


SENİ UNUTAMADIM (1951)


Senaryo ve Yönetmen Çetin Karamanbey
Operatör Turgut Ören
Yapım Adalı Film Handan Adalı


Oyuncular: Handan Adalı, Muzaffer Tema, Nevin Aypar, Atıf Avcı, Muazzez Arçay, Ayten Kayalı, Türkân Can


Konu: Sevdiği bir erkek uğruan intihar eden evli ve zengin bir kadının dramatik öyküsü