Senaryo ve Yönetmen Atıf Yılmaz (Kerime Nadir'in aynı isimli romanından )
Filmi Çeken Mike Rafaelyan
Müzik Sadi Işılay, Faruk Yener
Yapım Erman Film / Erman Kardeşler
Ar Direktör: Sohban Koloğlu, Işık Operatörü: Kostantin Psaras, Kemal Soloları: Sadi Işılay, Fon Müzikleri: Faruk Yener, Reji Asistanı: Nejat Saydam, Operatör Asistanı: Osman Başata, Işık Asistanı: Orhan Özerler, İtalya’daki sahneleri Çeken: Franco Lazaretti, Sesleri Alan: Rauf Tözüm, Montaj, Senkron : Yılmaz Atadeniz, Laboratuar Şefi: Semih Peköz, Ses Kayıt: Rauf Tözüm, Prodüktör Asistanı: Kerim Pamukoğlu.,Prodüktör: Temel Karamahmut, (Erman Film stüdyosunda çekilmiş ve seslendirilmiştir.
Oyuncular:
Muzaffer Tema (Kenan), Nedret Güvenç (Nalan), Temel Karamahmut (Üvey
baba), Reşit Gürzap (Dr. İlhami), Settar Körmükçü (Doktor), Fatma Bilgen
(Üvey anne), Yervart Terszisyan, Muazzez Arçay (Besime), İhsan Aşkın
(Kutsi baba), Nejat Saydam, Feridun Çölgeçen (davetli), Dursune Şirin
(Dilber Bacı), Lebibe Çakın, Nejat Saydam (öğretmen), Leman Akçatepe
(Perver),Muazzez Doğan (Konsolos görevlisi), Belkos Dilligil (davetli),
Abdullah Ataç, Osman Altınay, Alev Elmas (Kenan annesi), Çocuk
Oyuncular: Tunç Noyan (Kenan), Karin Davutoğlu, Bilsev Etüs
KONU:
Annesi öldükten sonra üvey babasının kötü davranışları sonucu evden
ayrılmak zorunda kalan Kenan’ın (Muzaffer Tema) bakımını iyi yürekli
zengin bir adam üstlenir. Kenan’ı kendi oğlu gibi bakıp büyüten adamın
bir de kızı vardır: Nalan (Nedret Güvenç). Bu ikisinin arasında daha
küçükken yoğun bir duygusal ilişki doğar. Özellikle Kenan’ın Nalan’a
duyduğu sevgi tutku derecesindedir. Ancak bunu Nalan’a hiçbir zaman
söylemez. Nalan sorduğunda da bunu yadsır. Doktoruyla evlenen Nalan bir
süre sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır.
►
Yapımcı Hürrem Erman filmin başrol oyunculuğunu ve yönetmenliğini Sezer
Sezin’e teklif eder. Sezer Sezin’le Hürrem Erman uzun yıllardır beraber
yaşamaktadırlar. Ancak Bağdat’ta “Arzu ile Kamber” ve “Tahir ile Zühre”
filmlerinin çekilişi sırasında filmin jönü Kenan Artun’la Sezer Sezin
arasında başlayan dostluk arkadaşlık zamanla vazgeçilmez bir aşka
dönüşür ve evlenirler.
Bu durum karşısında filmdeki
oyunculuktan ve yönetmenlikten vazgeçmek zorunda kalınca senaryoyu
yazmak ve filmi yönetmek üzere Atıf Yılmaz görevi üstlenir
ROMANIN ÖZETİ:
Binbaşı Kenan
Eskişehir’de görev yapmaktadır ve rahatsızlığı nedeniyle üç ay izin alıp
İstanbul’a gelmiştir. Onun için İstanbul’un ve özellikle çocukluğunun
geçtiği Çamlıca’nın önemi büyüktür. Her gün genç yaşta kaybettiği
sevgilisinin mezarına gitmektedir. Günlerden bir gün, emeklilik
yıllarını evinde sakin bir şekilde geçiren eski askerin dikkatini,
bahçesinin önünden her sabah elinde bir tutam leylak, yanında
kendisinden oldukça genç,uzun boylu bir hanımla geçen, otuz otuz beş
yaşlarında, uzun boylu, sarışın, üniformasının içerisinde endamla duran
bir binbaşı çekmektedir. Genelde yanındaki hanımla pek konuşmayan
binbaşıyı, onun kardeşi olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini
aralarındaki yaş farkı ve resmi ilişki de desteklemektedir. Bir sabah
yine binbaşının geçtiğini gören emekli yarbay, o gün yalnız olmasını da
fırsat bilerek, O’nun sırrını çözmeye karar verir ve onu takibe koyulur.
Hemen arkasından yürümesine rağmen binbaşı O’nu farketmemektedir.
Binbaşı onu Karacaahmet Mezarlığı’na götürür.
Etrafı
demir parmaklıklarla çevrili mezara girip, mezarın üzerinde duran
leylakları tazelemesini izler. Yavaş yavaş olayı çözmektedir ancak bu
seferde bu mezarın içinde yatanın kim olduğunu merak etmeye başlar.
Dizleri üzerine çöküp, avuçlarıyla toprağı yoğuran, gözyaşlarıyla
sulayan binbaşıya dokunabilecek kadar yaklaşır. Samimi bir arkadaşıymış
gibi ellerini kederli binbaşını omuzlarına koyar. Binbaşı aniden
elektrik çarpmışa döner ve kafasını yaşlı askere doğru çevirir. Yaşlı
adam O’na bir dost olduğunu ifade etmesine rağmen, kim olduğunu
bilmediği bu adama şaşkın şaşkın bakmaya devam eder. Ancak bu emekli
yarbay, samimiyetine inandırmayı başarır ve el sıkışıp evin yolunu
beraber tutarlar. Binbaşıyı evine davet eder ancak binbaşı daha sonra
eşi ile birlikte geleceğini söyler ve dediğini de yapar. Zamanla
dostlukları ilerler. Bir gün Binbaşı Kenan bu yaşlı dostunu evine davet
eder ve altı aylık çocuğundan bahseder. Bunu duyan yaşlı adam çok
şaşırır. Bu şaşkınlığı kızı diye düşündüğü kişinin eşi, mezarını her gün
ziyaret ettiği kişinin de çocukluğundan beri sevdiği kişi olduğunu
öğrenince, O’nun hayatının gizemine karşı olan merakı büsbütün artar.
O’na hayatını anlatmasını ister. Binbaşı Kenan ise bir hafta sonra dört
aylık izninin bittiğini ve gitmeden önce her şeyi ama her şeyi
öğreneceğini söyler.
Ertesi
hafta dostunu uğurlamaya gider. Binbaşı Kenan dostuna bir paket vererek
içinde hayatının sırrının yazdı-ğını ve neden hayatına tek kelime ile
“hıçkırık” dediğini anlattığını söyler ve trene biner. Yaşlı adam
heyecan içerisinde evine döner ve paketi açar. Paketin içinden bir
hatıra defteri ile, üzerinde bir gün öncesinin tarihi yazılmış olan bir
mektup bulur. Mektubun içinde, şu an çok bahtiyar olduğu ve O’nun için
üzülmemesi yazılıdır. Emekli yarbay sabaha kadar hatıra defterini büyük
bir heyecan içinde okur…
Binbaşı Kenan’ın hatıra defterinde şunlar anlatılmaktadır:
Annesi
öldüğünde henüz yedi yaşında bir çocuktur. Babası Susamzade Safi Bey
varlıklı bir tüccardır. Annesinin hayatta ol-duğu dönemde araları çok
iyi olan babasından, zamanla uzaklaşmaya başlar. Bir gün babası evlenmek
istediğini küçük Kenan’a açar. Kenan bunu istemese de kabul etmek
zorunda kalır. Yeni annesi Kenan’a ilk günlerde iyi davransa da sonradan
gerçek yüzü ortaya çıkar. Sürekli dayak yiyen Kenan’a ev zindan olmaya
başlar. Bir gün okuluna gelen bir müfettiş Kenan’ın acı durumunu fark
eder ve onun başına gelenlerin hepsini öğrenip durumu Muhip Azmi Bey
ismindeki yardımsever bir dostuna bildirir.
Muhip Azmi Bey küçük
Kenan ile konuşur ve O’nu evlat edinmeyi istediğini söyler. Küçük Kenan
kararsızdır. Muhip Azmi Bey Kenan’ında sonradan üvey babası olduğunu
öğrendiği Susamzade Safi Bey’le konuşur. Aslında O da bunu istemektedir.
Küçük Kenan artık İstanbul yolcusudur. Uzun bir yolculuktan sonra,
Muhip Azmi Bey ve Kenan eve ulaşırlar. Ev halkıyla tanışır ve evin tek
çocuğu olan, kendisinden yaşça büyük Nalan ile hemen bahçeye, oyun
oynamaya giderler. Artık hayatı değişir, evin bir parçasıdır ve
Nalan’dan hiçbir farkı yoktur. Evde tek evlatlık olan Kenan değildir.
Otuz yaşlarına girmesine rağmen halen evlenmemiş olan Vesime de bu evde
evlatlık olarak büyümüştür. Bütün zamanını Nalan ile beraber geçiren
Kenan için hayat artık, yaşamaya değer hale gelmiştir. Nalan, yaşil iri
gözlü, çelimsizliğine rağmen oldukça hareketli bir kızdır. Okula
gitmemesine rağmen, evde özel ders almaktadır.Kenan da yaşı ilerledikçe
derslere başlar. Bazı zamanlar bu iki çocuk, yakınlarda eski ama şirin
bir kulübesi bulunan Şeyh Kudsi Efendi’nin yanına gider ve onun neyinden
dökülen notaları büyük bir hayranlık içinde dinlerler.Zamanla Kenan’ın
içinde Nalan’a karşı normalden daha farklı ve daha şiddetlibazı duygular
belirmeye başlar. O’nu sevmektedir hem de ölürcesine! Bu sonuca, zaman
zaman baş gösteren kıskançlığından ulaşmaktadır. Artık ikisi de
büyümüştür ancak her şey yolunda gitmemektedir. Nalan zatüriye geçirir
ve zayıf olan vücut direnci iyice zayıflar. Kenan ortaokuldan mezun olur
ve öz babası gibi subay olmak için Kuleli Askeri Lisesi’ne girer.
Günden güne Nalan’a karşı olan sevgisi büyür ve bu sevgiyle beraber
kalbindeki yarada derinleşir. Nalan’a karşı olan sevgiyi O’na açamaz ve
O’da bu sevgiyi çocukluğuna verir ve ciddiye almaz. Hatta yine bir bahar
günü, her zamanki gibi, leylak hastası olan Nalan ile Kenan,
leylakların arasında dolaşırken, Kenan yine kıskançlığını belli edince
Nalan O’na şakayla karışık kendisini sevip sevmediğini sorar. Bir an
için öldüğünü zanneden Kenan, sevgisini itiraf edecek gücü kendisinde
bulamaz ve inkar edip kardeş olduklarını söyler. Zaman geçtikçe Nalan’ı
hastalık pençesi altına almaktadır. Bazen öksürmekten boğulacağını
düşünürler. Yine böyle bir günde Nalan yatağını kana bulamıştır. Hemen
aile dostları ve bir süredir de doktorları olan İlhami Bey’i çağırırlar.
Muayeneden
sonra ilaçlar yazılır. Bir kış Nalan yatağından kalkamadan böyle mutsuz
bir şekilde akıp gider. Ancak bahar gelip de leylaklar açtığı zaman,
Nalan da ayağa kalkar. Bütün eve bir cümbüş hakim kılar. Kenan her hafta
sonunu Nalan ile geçirebilmek için iple çeker. Yine böyle bir hafta
sonu, Nalan’ı her zamanki gibi leylakların arasında bulacağını
düşünerek, O’na bir sürpriz yapmak ister. O’na habersizce yaklaşıp
leylak yağmuru içerisinde boğacaktır. Ancak O’na yaklaşınca yalnız
olmadığını anlar. Yanında Doktor İlhami Bey vardır. Doktor İlhami Bey
O’na evlenme teklif etmektedir. Kenan neye uğradığına şaşırır ama
elinden de hiçbir şey gelmez. Hemen Doktor İlhami Bey ve Nalan nişKenan
ise hem sevdiği kişinin evliliğine hem de O’nun kocasıyla birlikte başka
bir eve taşınmasına üzülmektedir. Bir süre sonra Nalan’nın bir de küçük
kızı olur. Nalan’ın isteğiyle kızının adını Kenan koyar. Kenan aşkını
çoktan açıklamıştır. “Nalan’ın ağlattığını Handan güldürsün” der ve
kızının ismini “Handan” kor. Doktor İlhami Bey sık sık işi gereği
seyahat eder ve bundan dolayı Nalan için en uygununun Çamlıca’daki baba
evinde kalmasının olduğunu düşünür. Nalan eve döndüğü gün bütün evde bir
mutluluk rüzgarı eser. Handan da büyür ve ele avuca sığmaz bir hale
gelir. “Ağabey” olarak çağırdığı Kenan’ın kucağından inmemektedir.
Kenan
artık çoktan Harbiyeli’dir. Tıpkı küçüklüğünde olduğu gibi Nalan ile
birlikte leylaklar arasında yürüyerek günlerinin büyük bir kısmını
geçirirler. Vesime sürekli Handan’la ilgilendiği için Nalan rahattır
ancak O’nun doğumu bünyesini iyice zayıflatmıştır. Günden güne Nalan ile
Kenan arasındaki ilişki daha da kuvvetlenir. Hatta bazı geceler
Nalan’ın odasında geç vakitlere kadar oturup konuşurlar. Kenan sürekli
Nalan’a karşı olan sevgisinin O’nu ne kadar yıprattı-ğından bahseder ve
sevgisine karşılık bekler. Ancak Nalan eşine ve çocuğuna karşı sadık
olduğu için O’na hiçbir karşılık vermez. Bir gece yine Nalan’ın odasında
konuşurken, Kenan Nalan’a karşı yoğun bir izdivaç isteği duyar ve
kendisini kontrol edemez. Olay Nalan’ın tokatı ile sonuçlanır ve bu
olaydan sonra Kenan ceza aldığını bahane ederek dört ay boyunca okulda
kalır ve eve gelmez. Taki bir gün Vesime Kenan’ın okuluna gelip Nalan’ın
çok hasta olduğunu ve O’nun artık eve dönmesini istediğinin
söyleyinceye kadar. Artık barışmışlardır. Kenan artık Harbiye’den mezun
olup yakışıklı bir subay olmuştur. Kılıcını kuşanıp, şıngırtılar
içerisinde Çamlıca’ya, evine gelir. İlk olarak babası Muhip Azmi Bey’in
ellerinden öper.
Nalan
da O’nu beklemektedir. O’nunda hemen leylak kokulu yumuşacık ellerine
sarılır ve doyasıya öper. Artık Kenan’ın gideceği kıt’a da belli
olmuştur. Gideceği yer İstanbul’a çok uzakta olduğu için başta Nalan
olmak üzere evdeki herkes üzülür. Artık sadece mektuplarla
haberleşeceklerdir. Ancak Nalan Kenan’dan O’na kardeşiymiş gibi mektup
yazmasını ister ve Kenan’da bunu kabul etmek zorunda kalır.
Nalan
çok hastadır ve günden güne eriyip gitmektedir ve O da bunun
farkındadır. Bundan dolayı Kenan’ı bir daha göreme-yeceğinden
korkmaktadır. Kenan artık bir kıt’a subayıdır. Görev hayatında başarılı
ve arkadaşları tarafından sevilen bir insandır. O da hayatından çok
memnundur ancak sadece Nalan’ın yokluğunu çok fazla hisseder. Nalan ve
babasına her fırsatta mektup yazar. Ancak bir gün hayatının hatasını
yapar ve efkarlı olduğu bir günde Nalan’a karşı olan bütün duygularını
yazdığı bir kağıdı farkında olmadan Nalan’a gönderir. Bu hatayı
anladıktan sonra üst üste birçok telafi mektubu yazar ama aylarca cevap
gelmez. Endişelenmeye başlar ve komutanından izin ister ama seferberlik
olduğu için komutanı izin vermez. En sonunda bir telgraf alır: “(D.R.)
süvari alayı, sekizinci bölük komutanı Kenan ZİYA Bey’e: Ölüyorum çabuk
gel !..Nalan” Bu telgraftan sonra Kenan komutanına koşar ve ona bu
telgrafı gösterip izin ister ve alır. Atına atlar ve onaltı günlük uzun
ve yorucu bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşır. Ancak bir gece önce
Nalan gözlerini hayata yummuştur.
Bir
an için Kenan da kendisini O’nunla beraber ölmüş gibi hisseder ve
olduğu yere yığılıp kalır. Kendine geldiği zaman ilk işi, Nalan’ın
mezarına gidip toprağına kapanmak olur. Eve döndüğü zaman Vesime, o
sadık ve iyi kalpli kadın, elinde bir paketle Kenan’ı beklemektedir.
Elindeki paketi Nalan’ın O’na bıraktığını söyler ve O’na uzatır. Kenan
paketi heyecan içinde alır ve odasına çekilir. Pakette 18 yaşına girdiği
zaman Handan’a verilmesi gerektiğini yazan bir mektup ile Nalan’ın
kendi el yazısıyla yazılmış yedi sayfa vardır. Bu kağıtlarda Nalanartık
Kenan’a karşı olan aşkını gizlemez ve bütün duygularını döker Ayrıca
Kenan’ın yanlışlıkla gönderdiği kağıdı kocasının okuduktan sonra yaptığı
işkenceler, kızı Handan’ı bu yüzden ölünceye kadar göremediği de yazar.
Bu kağıtları okuduktan sonra Kenan iyice yıkılır. Bir süre sonra Doktor
İlhami Bey ile salonda karşılaşırlar. Tartışmaya başlarlar ve Kenan her
şeyi bütün açıklığıyla anlatır ancak kendisine bir türlü inandıramaz.
En sonunda Nalan’ın Kenan’a yazdığı kağıtları gösterir. Doktor İlhami
Bey artık pişmandır ama bu pişmanlık Nalan’ın ölümüne çare değildir.
Muhip Azmi Bey ile barışır ve Handan’ı da annesinin evine geri getirir.
İzini biten Kenan tekrar kıtasına döner.
Balkan Harbi biter, Cihan
Harbi başlar. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 6 Ekim 1923’te İstanbul’a giren
Türk ordusu arasında Kenan da bulunur. Artık otuz otuzbeş yaşlarında
bir subaydır. Eve dönünce herkes O’nuneşe ile karşılar. Bu arada Handan
da içeriye girer ve Kenan’ı şaşkınlık içinde bırakır çünkü O artık 18
yaşında bir genç kızdır daha da ilginç olanı, annesi Nalan’ın bir ikizi
olmuştur.Kenan her gün Nalan’ın mezarına gider. Bir süre sonra Handan da
O’na eşlik etmeye başlar. Annesinin O’na bıraktığı mektubu bir süre
sonra Kenan’dan almıştır. Yine beraber gittikleri mezardan dönerken
Handan annesinin O’na bıraktığı mektuptan bahseder. Annesinin
kendisinden gerçekten sevdiği birisiyle evlenip, hayatını O’nun gibi
mahvetmemesini istediğinden ve evleneceği kişinin de sarışın ve uzun
boylu bir subay sürdürenolursa çok bahtiyar olacağını yazdığından
bahseder. Daha sonra ekler “Nalan’ın ağlattığını ancak O’nun kızı
güldürebilir!” Kenan şaşırmış ve aynı zamanda da mutlu olmuştur.
Handan’ı kollarıyla kavrar ve bir daha da asla bırakmaz.
“www.gramerimiz.com/hickirik1.htm”
► FİLMDEKİ KARAKTERLER:
Kenan Ziya: Yedi
yaşında annesini kaybettikten sonra üvey anne ve babasının elinde
kaldığı sürece büyük acılar ve işkenceler içinde yaşamıştır. Bu
acılardan kurtularak İstanbul’a gelmiştir; fakat burada daha büyük bir
acıyla karşılaşacağından haberdar değildi. Kendinden büyük Nalan isminde
bir kıza aşık olur; fakat Nalan’ın ağlattığını kızı Handan Nalan: Evin
tek çocuğu olan Nalan’ın her isteği yerine getirilmiştir ve özel
hocalardan ders alarak iyi bir eğitim almıştır. Çelimsizliğine rağmen
çok hareketli ve neşeli bir çocukluk yaşamıştır; fakat küçük yaşlarda
yakalandığı zatüre illeti onu mutlu edemeden öldürmüştür. Doktor İlhami
Beyden Handan isminde bir kızı vardır.
Susamzade Safi Bey:
Kenan’ın üvey babasıdır. İlk zamanlarda Kenan’a iyi davranan Safi Bey,
eşinin ölümünden sonra başka bir kadınla evlenmiştir ve ikisi de Kenan’a
karşı çok kötü davranmışlardır. Safi Bey zengin, çalışkan ve azimli bir
esnaftır.
Muhip Azmi Bey: Sarışın, yeşil gözlü
mabeynde çalışan çalışkan ve varlıklı bir devlet adamıdır. Nalan isminde
bir kızı vardır. Karısının ölümünden sonra kendini kızına vermiştir ve
kızının zatüreye yakalanıp günden güne erimesi O’nu mahvetmiştir. Sekiz
yaşındaki Kenan adında bir çocuğu evlatlık almıştır ve onu öz kızından
ayırt etmemiştir.
Emekli Yarbay: Bu emekli subay
Osmanlı’nın son zamanlarında emekli olduktan sonra kendini doğaya
adayan, sakin bir yaşam doğayı seven, cana yakın, sevecen ve merhametli
bir kişiliğe sahiptir. Kısa sürede Binbaşı Kenan ile iyi bir dostluk
kurmuştur.
Doktor İlhami Bey: İlk başta doktor
olarak geldiği köşkün daha sonra damadı olmuştur. Nalan’ın kocasıdır ve
de Handan’ın babasıdır. Nalan ilk başlarda duyduğu aşkı günden güne
azalmıştır ve ilgisiz
kişiliği ortaya çıkmıştır.
Vesime:
Muhip Azmi Beyin evlatlığı Nesime evlenmemiştir ve ölünceye kadar konak
da hizmetli olarak çalışmıştır. Oldukça iyi bir kişiliğe sahip olan
Nesime özellikle Kenan ve Nalan aşklarını bir sır gibi saklamıştır.
Şeyh Kudsi Efendi: Nalan
ve Kenan’ın sevdikleri ve saydıkları, müzikten iyi anlayan, özellikle
çaldığı ney ile onları büyüleyen veaşık eden bir insandır. Küçük, şirin
bir kulübede oturan adamı onlar devamlı ziyaret ederler.
(www.gramerimiz.com/hickirik1.htm)
► Erman Film
Hıçkırık romanını Lütfi Akad denetiminde çekmeye karar verir, sonradan
yönetmen olarak Sezer Sezin düşünü-lürse de başlayan hazırlık sonuç
vermez, film ancak 1953 de Atıf Yılmaz tarafından çekilir Senaryoyu da
yazan Atıf Yılmaz'ın Hıçkırık'ı, Kerime Nadir tarafından yine ülkede
yerli film sanayinin ilk büyük ürünü Süper film, her sınıf halk
tarafından beğenilen, gişede hasılat rekorları kıran bir film olarak
anılır. Yalnız, Kerime Nadir senaryonun esere sadık kalmadığından
yakınırken, mizansenlerin daha gerçekçi, bazı oyuncuların daha az
yapmacık1ı yorumun daha inandırıcı olması gerektiğini ileri sürmekten
geri kalmaz. Atıf Yılmaz versiyonunda "doktoru ile evlenip, sonunda
çocukluk yıllarından beri sevdiği erkeğin kollarında ölen acılı bir
kadının öyküsünü süper film olarak niteledikten sonra esere
sadakatsizlikle eleştiren Kerime Nadir, Hamdi Değirmencioğlu'nun
senaryosu ile Orhan Aksoy tarafından 1965 de yapılan ikinci versiyon
(yıllar sonra bu renkli) için, "bazı eleştirmenler tarafından yerli malı
dekorlarla işlenmiş gözyaşına bürünmüş bir salon filmi' olarak
nitelendirilir ise de, "tarafsız bir görüşle varılan kanı odur ki, yerli
filmler arasında o güne dek 'ondan daha güzeli yapılamamış şeklinde
değerlendiriliyordu. Fakat romana yine sadık kalınmadığını artık yazarın
fikrini sormak modasının geçmesine bağlıyordu. “Orhan Ünser,
“Kelimelerden Görüntüye” syf, 70 “