Powered By Blogger

9 Kasım 2015 Pazartesi

ALTIN ÇOCUK (1965)

Yönetmen: Memduh Ün
Hikaye M. Hasan Göksu
Senaryo:Bülent Oran
Kamera: Şevket Kıymaz
Yapım: Göksel Film / Göksel Arsoy


Judo Sahneleri: Halil Yüceses, Montaj: Özdemir Arıtan, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Işık Şefi: Mazhar Eröz, Reji Asistanı: Turan Aksoy, Kamera: Mükremin Şumlu, Prodüksiyon Amiri: Doğan Arsoy, (Acar Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir)


Oyuncular: Göksel Arsoy, Sevda Nur, Atlan Günbay, Helen Mauille, Kim Sheridan, Anita Penny, Cecilla Akerfeld (İsveçli Kapak Kızı), Reha Yurdakul, Gamze Öz, Meriç Başaran, Bilal İnci, Papatya Akaya, Kaya Volkan, Hasan Ceylan, Haydar Karaer, Gamze Öz, Erdoğan Büken, Kaya Volkan, Meriç Başaran, Haydar Karaer, İbrahim Öztak, Zeki Tüney,


► Ümit Deniz'in, Mayk Hammer'den esinler taşıyan Murat Davman'ı sinemaya uyarlandıktan yıllar sonra öykü olarak pek ortalara çıkmayan. Göksu'nun bu kez James Bond izini sürdüren “Altın Çocuk”unu Memduh Ün Bülent Oran'ın senaryosu ile sinemamızın yabancısal tipleri arasına kazandırır. Sonradan dört filmlik bir diziye dönüşecek serüvenin ilkinde kahramanımız: İstanbul'da bir casus şebekesinin gizli faaliyetlerini ortaya çıkaran bir Mit ajanıdır. (Gündelik tüketimli serüven filmlerinden olan yapıttan tek kalıcı özellik başrol oyuncusu ve Yapımcı Göksel Arsoy'a yakıştırılan -filmin de adı olan- Altın Çocuk şanıdır.) “Orhan Ünser, Kelimelerden Görüntüye, syf, 184”

8 Kasım 2015 Pazar

ALLAHAISMARLADIK YAVRUM (1966)

“Yarın Ağlayacağım”

Yönetmen:
Orhan Aksoy
Görüntü Yönetmeni: Şevket Kıymaz
Yapım: Arzu Film / Ertem Eğilmez, Nahit Ataman
Diyalog: Sadık Şendil,


Oyuncular: Belgin Doruk, Fatma Girik, Muzaffer Tema, Önder Somer, Tugay Toksöz, Muammer Gözalan, Aynur Ayla, Nuri Tuğ, Gönül Aşkın, Taliha Saltı, Tevfik, Soyurgal, Birsen iz, Natuk Baylan, Faik Coşkun, Araksi Heba, Nermin Özses, Çocuk Oyuncu: Ömercik (Ömer Dönmez D.1959)


Konu: İzmir'de öğrenci olan Filiz (F. Girik), ablası ve eniştesinin yanına İstanbul'a dönmüştür. Ablası Nermin (B. Doruk) ve eniştesi Kemal bey (M. Tema) mutsuz bir evlilik sürmektedir. Kemal bey, karısının çocuğunun olmayışından dolayı ondan uzaklaşmıştır. Aynı günlerde Filiz, Ekrem (Ö. Somer) adlı bir gençle tanışır ve ona aşık olur. Fakat Ekrem onu iğfal edip bırakıp gider. Filiz yıkılmıştır. Çünkü hamile kalmıştır ve bu bebeği doğurmak istememektedir. Günün birinde Kemal bey bir iş için uzun süreliğine Amerika'ya gider. Nermin, Filiz'in istemediği bebeği doğurmasını ve kendisine vermesini iste(Böylece evliliği kurtulacaktır. Kemal dönüşlerinde çok mutlu olur. Çünkü bir oğlu olduğunu sanmaktadır. Filiz okul için tekrar İzmir'e döner. Burada Erol (T. Toksöz) adlı bir genç le arkadaşlık kurar ve ona aşık olur.


iki genç çok mutludur ama günün birinde Ekrem'in tekrar ortaya çıkmasıyla bu mutluluğun yerini üzüntü alır. Ekrem, kendinden olduğunu bildiği küçük Ömer (Ömercik) için yüklü miktarda para istemektedir. Filiz, İstanbul'a gelip ablasıyla birlikte bu parayı bulmaya çalışır. Bu arada küçük Ömer büyümüştür ve Filiz'in içindeki annelik duygusunu uyandırmıştır. Filiz daha fazla dayanamaz ve küçük oğlunu ablasından geri ister ama yapamaz. Bu arada Ekrem parası bitince yeniden para koparabilmek için Ömer'i kaçırır. Filiz tüm gücünü kullanarak çocuğu kurtarır. Erol ile Ekrem arasında çıkan kavgada Ekrem ölür. Filiz bütün gerçeği eniştesine anlatmak ister ama mutluluğunun yıkılacağını düşünen ablası tarafından vurulur. Nermin hapse girer. Filiz ölmemiştir ve mahkemede ablasını kurtaracaktır. Gerçekler ortaya çıkınca Kemal bey karısını daha çok sevdiğini anlayacaktır. “Burçak Evren, “İki Ün’lü Kadın Fatma Girik”

ALLAHA ISMARLADIK İSTANBUL (1966)

Senaryo ve Yönetmen: Semih Evin
Görüntü Yönetmeni: Fethi Mürenler
Yapım: Roket Film/Semih Evin


Oyuncular: Ayhan Işık, Gülgün Ok, Yavuz Caner, Asuman Arsan, Kadri Ögelman, Aytaç Yörükaslan


Konu: Çocuğuna kavuşan bir anne ile, sonunda cezasını bulan bir adamın dramatik öyküsü..

ALLAHAISMARLADIK (1966)

Senaryo ve Yönetmen: Nejat Saydam (Esat Mahmut Karakurt’un aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni: Kriton İlyadis
Yapım: Saner Film / Hulki Saner


Oyuncular: Ediz Hun, Sema Özcan, Muzaffer Tema, Çolpan İlhan, Şule Erhan, Refik Kemal Arduman


Konu: Türk deniz subayı ile, İngiliz işgal kuvvetleri komutanının kızı Betty’nin aşk öyküsünü konu alan film.


► İngiliz kızı kotranın iplerine sarılarak, heyecanla başını kaldırdı :
İnsan esiri ile böyle mi konuşur, yüzbaşı, dedi. Genç Türk subayı hemen cevap verdi : 

- Esir de hakimine böyle mi hitap eder Mis Beti? - Ben sizin esiriniz değilim! - Ben de zaten sizi esirim olarak kabul etmiyorum. - Bırakınız beni gideyim. Bir İngiliz, bir saat bile hürriyetsiz yaşamaya tahammül edemez! - Biz Türkler de öyleyiz Mis Beti. Bizim de hürriyetsiz yaşamaya asla tahammülümüz yok. İşte onun içindir ki zaten, sizi, bazı imkanları hazırlamak maksadıyla Anadoluya götürüyoruz (Kitabın kapağından bir bölüm)

AKŞAM GÜNEŞİ (1966)

Yönetmen: Zafer Davutoğlu
Senaryo: Osman F. Seden (Reşat Nuri Güntekin’in aynı isimli romanından)
Kamera: Kenan Kurt
Yapım: Kemal Film / Osman F. Seden


Prodüksiyon Amiri: Adnan İrkut, Yönetmen Asistanı: Gültekin Karakaya, Fevzi Tatbak, Kamera Asistanı: Özer Korkmazlar, Set Amiri: Hasan Nurdan, Dekor: Saim N. Bilge, Sanat Direktörü: Yüksel Tanık, Işık: İlhan Aslım, Montaj-Senkron: Özdemir Arıtan, Arif Özalp, Negatif Montaj: Ali S. Berkan, Laboratuvar Şefi: Recai Karataş, Ses: Tuncer Aydınoğlu,
(Kemal Film Platosunda çekilmiş ve Acar Film Stüdyosunda Hazırlanmış ve seslendirilmiştir)


Oyuncular: Türkan Şoray (Jülide), İzzet Günay (Nazmi), Yusuf Sezgin (İhsan), Selma Güneri (Nazan), Gürel Ünlüsoy (Burhan), Suna Pekuysal (Ayşe), Mine Sun (Necmiye), Feridun Çölgeçen, Mümtaz Ener, Serpil Gül Şükran), Ergun Köknar, Nubar Terziyan (Halil Kahya), Refik Kemal Erduman (Hoca Lütful-lah Efendi), Mürüvvet Sim, Ersun Kazançel (Yusuf), Ergül Buharalı, Ergül Buharalı, Ah-met Kostarika, Savaş Tuğ, Talia Saltı, Nermin Özses, Çocuk Yıldız: Parla Şenol (Jülide’nin küçüklüğü)


Konu: 1926 yılında yayınlanan “Akşam Güneşi”nde Reşat Nuri, Nazmi Bey'in son aşkını anlatır. Kurmay subay olan Nazmi Bey, Paris, Şam, Kudüs, Akka, Manastır, tekrar Paris'te çeşitli aşklar yaşar, İstanbul'a döner, yeniden Paris'e askeri ateşe olarak giderken komitacılarla karşılaşır ve onlara katılır. Makedonya'da çete savaşlarında yaralanır.İstanbul'a döner, kalbinden hastadır, askerlikten ayrılır. Amcasının kızı ile evlenir. Artık, adada ki bir çiftliğe çekilir. Amcasının diğer kızının kocası ölünce kızları Jülide çiftliğe gelir. Nazmi (izzet Günay) akraba kızlarından Şükran(Serpil Gül) ile evlenir. Şükran'ın Jülide (Türkan Şoray) adlı küçük bir yeğeni vardır.Jülide'nin anne ve babası ölünce bir müd-det teyzesi Şükran'ın evinde kalır, sonra da Avrupa'ya, amcasının yanına gönderilir. Yıllar sonra amcası da ölünce geri döner. Nazmi, Jülide'nin hareketlerine karışmaya başlar. Hatta İhsan (Yusuf Sezgin) adlı genç bir mühendis ile arkadaşlık etmesine de izin vermez. Fakat Jülide artık çok değişmiştir, eski çocuk değildir. İhsan ile de evlenmek ister. Nazmi bunu çaresiz kabul eder. Çaresizdir, çünkü Jülide'yi aşıktır. Üstelik bu sevgi karşılıklıdır da. Genç kız, sürekli Nazmi'den kaçsa da sonunda hislerini ona anlatır. Nazmi ise söyleyemez. Sonunda Jülide, İhsan ile evlenir. Kısa bir süre sonra İhsan Amerika'dan iyi bir iş teklifi alır. Nazmi, onla-rın Amerika'ya gitmelerini yürekten ister. Çünkü genç kızı böylelikle unutabilecektir. “Gülşah Nezaket Maraşlı, “Türk Sinemasın-da Düet” syf, 187 ”


 Olay, imparatorluğun son günlerinde geçer. Makedonya çete savaşları ile kaynamaktadır. 1966 da yazıp yöneterek Osman Seden tarafından yapılan sinema uyarlamasında olay tarihi bir sıçrama ile Kore savaşı ve sonrasına taşınır. Nazmi Bey ile Jülide arasında ki aşk; örtülü de olsa; sinemamızda önce çatışan sonra bu çatışmanın aşka dönüştüğü, çok anlatılmış öykülerden bir öyküyü anlatır. Bu hali ile arkasında edebi yazınımızın klasik bir eserini taşımasına rağmen sinemamızın kalıplarından sıyrılamamıştır. (Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye”, syf, 39-40)

AİLENİN YÜZ KARASI (1966)

Yönetmen: Aram Gülyüz
Senaryo: Bülent Oran
Görüntü Yönetmeni: Memduh Yükman
Yapım: Metro Film / Aram Gülyüz


Oyuncular: İzzet Günay (Tarık), Sevda Ferdağ (Nevin), Esen Püsküllü (Figen), Naci Erhun, Önder Somer, Sevda Nur (Selma), Ergun Köknar, Mümtaz Ener (Baba), Vasfi Uçaroğlu, Süha Doğan (Patron) Mahmure Handan, Zafer Önen


Konu: Uyuşturucu müptelası bir delikanlının öyküsü.

AH GÜZEL İSTANBUL (1966)

Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Safa Önal
Foto Direktörü: Gani Turanlı
Müzik: Metin Bükey
Yapım: Be-Ya Film / Nusret İkbal


Gecekondu Ye Ye” şarkısını hazırlayan: Turgut Dalay, Çalan Vasfi Uçaroğlu, Dekor: Doğan Aksel, Rejisör Asistanı: Zeki Ökten, 2. Reji Asistanı: Ahmet Soner, Kamera Asistanı: Ahmet Erhan, Set Amiri: Yusuf Çağatay, Işıkları Düzenleyen: Erol Batıbeki, Seslendiren: Necip Sarıcıoğlu, Prodüksiyon Amiri: Melih Altınışık, Montaj: İsak Dilman, Senkron: Mustafa Kent, Negatif Montaj: Ender Teker, Laboratuvar: İbrahim Üstüner,
(Lale Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır)


Oyuncular: Sadri Alışık (Haşmet), Ayla Algan (Ayşe), Feridun Çölgeçen (Şefik), Ahmet Danyal Topatan (Halil), Diclehan Baban (Zambak Düriye), İhsan Yüce (İbrahim), Handan Adalı (Belkıs hanım), Bilge Zobu (Şakir), Muzaffer Yenen Güngör Denizaşan, Ahmet Turgutlu (Bekçi), Asım Nipton, Erdal Özyağcılar (Cengiz), Hakkı Haktan, Lütfü Engin, Saadet Eliaçık, Uğur Say, Yusuf Çağatay, Aydan Erkmen,


Konu: İçki yüzünden her şeyini kaybetmiş bir İstanbul efendisiyle, artist olmak üzere evini ve köydeki sevgilisini terkedip fuhuşa sürüklenen Ayşe’nin öyküsü.


Ödüller:


1967’de San Remo’da düzenlenen “Bordighera Güldürü Filmleri Şenliği’nde” Gümüş Ağaç Plakası özel ödülü.


Not: Film 27 Aralık 1966 günü başlamış ve 25 Ocak 1967 günü bitirilmiş, toplam 7185 metre olan 60 kutu film kullanılmıştır.


 Köyünden kaçıp 'artiz' olmak için İstanbul'a gelen saf bir köylü kızıyla, içki yüzünden feleğin tokadını yemi? köhne makinesiyle insan suretlerini çeken gün görmüş yaşlı bir sokak fotoğrafçısının zoraki birlikteliklerinden doğan dostluğun acı güldürüsü. 'Artiz' olabilmenin kenar sokaklardaki bilinen tuzaklarına düşmesine ramak kalan köylü kızının özentiyle örtüşen saflığı ile feleğin çemberinden geçip de tutunamamanın hüznünü çaresizce yaşamayı kabullenen gün görmüş fotoğrafçının bilgeliği, büyük kentin büyük meydanında kesişince, her ikisinin de yazgısı değişiverir. Zaaflarının bedelini ödemiş fotoğrafçı ile, bu bedeli ödemeye yeni yeni ba?layan saf ve genç köylü kızının bin bir tehlikeyle döşenmiş büyük kentin sokaklarındaki birlikteliği önce yaşam dersine, sonra da küçük insanların dayanışmasına dönerek bir başka umudun penceresini aralar. Film, yalnızca köyünü terk eden saf bir köylü kızın isteklerini gerçekleştirme umudunun parçalanmasını değil, onun da ötesinde kendi değerlerine yabancılaşmaya başlayan bir toplumun özenti ve özlemlerle geleceği konumun da altını çizmeyi ihmal etmiyor. Köylü kızı Ayşe (Ayla Algan) özentili bir yabancılaşmanın traji-komik tipini çizerken, sokak fotoğrafçısı Haşmet de (Sadri Alışık) toplumun kendi değerlerinin temsilcisi oluyor. Filmdeki bu iki, sıradan, küçük ve kıstırılmış insanın dostluktan önceki çatışmalarının temelinde de aslında toplumun kendi değerleriyle, yabancılaştırılmış değerlerin birbiriyle olan çelişkisi yatıyor.


 Çok sonraki yıllarda Yavuz Turgul'un Muhsin Bey'inde de benzer bir şekilde yinelenecek bu tema aynı zamanda Atıf Yılmaz'ın kasaba güldürülerinden kent gerçeğine adım atmasının da öncü çalışmalarından biri olmuştu. 'Artiz' olma kaygısında somutlaşan yabancılaşmanın ya da o dönemler için var olan genel bir özentinin tüm tuzaklarını kaba, biraz da ders-öğüt verircesine yorumlayan film, gerçekliğin sınırlarını zorlayan aşırı iyimserliğine rağmen, naif bir güldürünün de tipik özelliklerini içeriyor. Bu özellik; Ah Güzel İstanbul'a, 1967'de San Remo'daki Bordighera Güldürü Filmleri Şenliğinde Gümüş Ağaç Plakası Ödülünü kazandırmıştı. (Burçak Evren)

► Türk sinemasının 70'lerin ikinci yarısından itibaren çoraklaşan ortamında film yapmaya başlayan, 80’li ve 90'lı yıllar boyunca çektiği filmlerle kişisel bir sinema oluşturmayı başaran Ömer Kavur, "Ah Güzel İstanbul"u Füruzan'ın öyküsünden, bizzat yazarla birlikte kaleme aldıkları bir senaryoyla uyarlamış. Film hem anlattığı hikaye, hem bu hikayeyi ele alış tarzı, hem de elde ettiği ticari başarı açısından Kavur'un filmografisinde farklı bir yere oturuyor. Kavur'un, çokça söylendiği gibi, mekanı ve zamanı sorunsallaştıran, derinlikli karakter analizleri içeren sonraki dönem filmlerine göre, "Ah Güzel İstanbul" izleyicinin daha rahat ilişki kurabileceği bir hikayeye ve karakterlere sahip. Bunun sonucu olarak film, Kadir İnanır ve Müjde Ar'lı kadrosunun da etkisiyle, Kavur'un göreceıkdikkat çekiyor sınırlı bir izleyici kitlesine ulaşan diğer filmlerinin aksine, zamanında gişede hatırı sayılır bir başarı yakalamıştı. Çevresi tarafından sayılıp sevilen kamyoncu Kamil'le, onun genelevde ilk görüşte vurulduğu Cevahir arasındaki imkansız aşkı konu alan ve ilk anda kulağa çok bildik bir 'genelevden kadın kurtarma' hikayesi gibi gelen filmi benzerlerinden ayıran özelliği, dönemi için (özellikle de popüler olma iddiasını düşününce) yenilikçi sayılabilecek kurgu anlayışı. Kavur iki sahneyi birbirine bağlarken, yumuşak geçişlerden çok sert kesmeleri tercih ediyor. Yeri geldiğinde kamerasını karakterlerden koparıyor, onlar konuşurken etrafta geziyor, zamanda onların önüne geçiyor, gerisine düşüyor ... Bu tür anlar, filmin anlatımını daha keskin, akıcı kılma ve karakterlerin o sahnedeki ruh hallerinin altını çizme işlevi gördüğü kadar, izleyici dikkatini karakterlerden alıp onları kuşatan çevreye de çekiyor.


Film, kısa kesmelerden oluşan, dramatik bir müziğin eşlik ettiği (adeta sessiz sinema döneminin dinamik kurgulu deneysel filmle-rini çağrıştıran) çarpıcı bir giriş sekansıyla başlıyor. Bir köy evinin bahçesinde telaşlı bir kalabalık. Çevreden yetişen erkeklerden biri, bahçenin ortasındaki kuyuya iniyor. Hep birlikte kuyudan cansız bir kadın bedenini çekiyorlar: Kamera bir kuyudan çıkarılan cesede, bir çevrede endişeyle olayı izleyen kadl11ların yüzüne kesme yapıyor; en çok da parmağını emen küçük bir kızın üzerinde kalıyor. Ceset kuyudan çıkıyor, küçük kız parmağını emmeyi bırakıyor.


 Ömer Kavur, bu sahneyle filmin hikayesini görmezden gelinemeyecek bir paranteze de almış oluyor: İzleyiciye filmin hemen başında, esas derdinin kadınla ve kadının sıkıştırılmışlığıyla olacağına dair bir ipucu veriyor. Nitekim filmin sonunda bu sahneye tekrar dönecek, açtığı parantezi kapatacak. İstanbul, filmde ağırlığını, mekan kullanımlarıyla hissettirmiyor. Hatta İstanbul'daki sahnelerin çoğu iç mekanlarda geçiyor. Filmin adında serzenişte bulunulan İstanbul daha çok insan ilişkilerinde karşımıza çıkıyor. Kamil'in yalnız bir hayat sürdüğü bekar odasında da, Cevahir'le birlikte yeni bir hayat kurmaya soyunduğu evde de, hatta Cevahir'in çalıştığı genelevde bile mahalle kültürünün, komşuluk ilişkilerinin, vefa ve dayanışmanın hala canlı olduğu bir resim çıkıyor karşımıza. Ancak bu resmin hemen yanı başında, Kamil'in patronu Halil ve kaçakçılık yapması için Kamil'in aklını çelme-ye çalışan Cengiz gibi tiplerde, İstanbul'da yeni yeni yükselen köşe dönmeci zihniyetin getirdiği sahtelik, soğukluk ve acımasız.
 
Ah Güzel İstanbul", Ömer Kavur sinemasının vazgeçilmez temaları 'yol' ve 'yolculuk'un filmin hikayesinde ciddi anlamda yer bulduğu ilk film olması açısından da önemli. Filmde uzun yol şoförü Kamil'in yolculuklarında kamera kamyonun içinden çok dışıyla ilgileniyor: Yol kenarlarına, Godard'ın "Week End"ini (1967) hatırlatır şekilde saçılmış kamyon enkazlarına aldırış etmeden, fişek gibi gidip gelen Kamil için bu yolculuklar, İstanbul' da Cevahir'le kapalı kapılar ardında yaşamak zorunda kaldığı ilişkinin baskısından kaçış anlamı taşıyor. Kamil'inyollarda bulduğu yenilenme imkanından mahrum olan Cevahir'se, genelevde hapsolduğu dört duvar arasından yine kurtulamıyor. Kamil'in 'arkadaşları eve kapattığı orospuyu görmesin diye' ona uyguladığı üstü kapalı baskı, Cevahir için bir umut olarak başlayan bu yeni hayatı da bir tür ev
hapsine dönüştürüyor. Çocukluğunda, annesinin kuyudaki cansız bedenine, erkekler tarafından bağlanan halatları bir türlü çözemiyor Cevahir. Kamil'in değişmeyeceğini, kurallarını erkeklerin koyduğu bu dünyada, umutları ve hayalleri olan bir kadın olarak yeni bir başlangıç yapmanın imkansız olduğunu anladığında, kendini sokaklara atacak, o da kurtuluşu annesi gibi suda arayacak. Filmin insanın boğazını düğümleyen bir paralel kurguyla verilen final sahnesinde, Kamil Mardin'de Cevahir'e sürpriz yapma hayaliyle ipekten beyaz gelinlik kumaş alırken, Cevahir törensel bir ifadeyle evi toplar, pişirdiği son yemeği komşuya verir ve kendini sokağa atar.


Bir süre İstanbul'un (yine erkeklerce kuşatılmış caddelerinde) dolaştıktan sonra Galata Köprüsü'nde durur, suya bakar. Çocukluğundan görüntüler düşer zihnine. Kamera Haliç'in sularına doğru dönerken, araya giren karede bir erkek ayakkabısı yere attığı izmariti söndürür. Bunu, gökyüzünde özgürce uçan bir martı görüntüsü izler. Ama Kavur, filmini kurtuluşu bu dünya dışında arayan karanlık bir finalle bitirmek istemez. Filmin son sözleri, Mardin'den İstanbul'a dönüş yolunda, Kamil'e artık kaçakçılığı bırakmaları gerektiğini söyleyen çırağı Erdoğan' dan gelir. Film boyunca saflığı, masumiyeti ve umudu temsil eden Erdoğan, "başka bir yol vardır düze çıkmak için," der, "mutlaka vardır." ... (Nadir Öperli SİYAD, “40 Yılın Serüveni”


AĞALARIN SAVAŞI (1966)

Yönetmen: Nuri Akıncı
Senaryo: Zafer Sülek
Görüntü Yönetmeni: Cezmi Ar
Yapım: Dadaş Film / Kadir Kesemen


Oyuncular: Tunç Okan, Nuran Alsoy, Tuncel Kurtiz, Enver Dönmez, Selma Akçin, Nusret Camgöz, Sırrı Elitaş, Nevzat Kığı, Abdullah Ataç


Konu: Türk sinemasında Köy-Toplum sorunlarının dile getirildiği filmlerden biri. Filmde bir köyde ağaların arasında geçen düşmanlık anlatılmaktadır.

AFFET SEVGİLİM (1966)

Yönetmen:Osman Nuri Ergün
Senaryo: Osman F. Seden
Operatör: Kenan Kurt
Yapım: Ak-Ün Film / İrfan Ünal, Recai Akçaoğlu


Reji Asistanı: Erdal Aksü, Orhan Aykanat, Kamera Asistanı: Salih Dikişçi, Işık Şefi: Fehmi Eryılmaz, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Montaj: Özdemir Arıkan, Yapım Sorumlusu: Yorgo İstanridis, Kuaför: Kuaför Münir, Set Amili: Basri Büyükcan, Yardımcıları: Hacı Fidan, İsmet Demirkol, Nurettin Akzambak, Işıklar: Fehmi Eryılmaz, Prodüksiyon Asistanı: İbrahim Seven, Yorgo İstivradis, Işık Asistanı: Yusuf Küçüköner, Prodüksiyon Amiri: Osman Göktan, Müzik Direktörü: Yurdaer Doğulu, Şarkılar: Ajda Pekkan,
(Acar Film Stüdyosunda Hazırlanmış ve Seslendirilmiştir.)


Oyuncular: Ediz Hun (Ekrem), Filiz Akın (Filiz Sarter), Ajda Pekkan (Leyla), Hulusi Kentmen (Hulusi), Nubar Terziyan (Filiz’in amcası), Muammer Gözalan (Savcı), Nezihe Güler (Dadı), İlhan Hemşeri (Amerikalı prof), Erol Solak,


Konu: Adı önce ‘Satılık Aşk’ olarak düşünülen filmde Ekrem, Filiz’le yapacağı evlilik için kaç yıllık sevgilisi Leyla’yı böyle sakinleştirmeye çalışıyor. Acaba Hulusi Bey’in bir oğlu olsaydı ve aynı öneri Leyla’ya gelseydi kahramanımızın tepkisi nasıl olurdu? Ama her şeyin çıkar üzerine kurulduğu bir dünyada tutulmayan sözlerin, kırılan kalplerin ne önemi var?.. Tanıtım yazısında Özdemir Arıtan’ın ve Yorgo İstavridis’i soyadları ‘Arıkan’ ve ‘İstavradis’ olarak yazılmış… Leyla
AFFET SEVGİLİM (1947) (Kosma) Türkçe sözlerle söylüyor; “Sonbaharda aşkı tattım//Gözlerine beste yaptım.” Sonlara doğru söylediği ‘Ho Capito Che Ti Amo’ da (1964) (Luigi Tenco) çok güzeldi. Sevdiğini yoksulluk nedeniyle kaybetmek onu çok üzmüş. ‘Fakirliğini’ 7, ‘satın alınan koca’yı 12 kez dile getiriyor. Ekrem de yoksul. Leyla ile bunca senedir evlenememelerinin nedeni bu. Ama o fakirlikte [Ediz Hun’a ait ve ‘Hicran Gecesi’ (1968), ‘Son Mektup’ (1969) gibi onlarca filmden anımsadığımız] ‘34 EH 029’ plakalı son model Chevrolet/Corvair arabayı kullanıyordu. Filmin en çok (6) sigara içen kişisi. Leyla (2), Hulusi Bey ve amcanın (birer) toplamı ona yetişemiyor. Evlendikleri gece bile yatakta ortalığı dumana boğuyor... 

Karısını ve eski sevgilisini tokatladığı sahneler çok rahatsız edici… Film, 60’ların toplumcu ortamına ilgisiz kalamamış; Hulusi Bey, kızı ve damadına para yağdırıyor. Yazlık-kışlık evler, mobilyalar, kürk, üstü açık araba, Avrupa-Amerika gezileri. Ama şunları söylemek gereğini duyar; “Fakir fukaraya elden geldiği kadar yardım ediyorum. Gerisini de mezara götürecek değilim ya.”... Bizi çok seven ve bu nedenle arada bir ‘ambargo’ uygulayan ‘müttefikimiz’e karşı ezikliğimiz filmde çok belirgin. Filiz’in (adı söylenmeyen) amcası profesör ve kalp mütehassısı. Yeğeninin hastalığı için ‘mitral kalp kapakları felci’ diyor. ‘Tedavisi imkânsız’ ve ‘azami ömrü bir sene’ymiş. (Genç kızın Çocuk Cerrahisi Ortopedi ve Travmatoloji bölümünde tedavi ediliyor olması da ilginç.) Ama Amerikalı Profesör Higgins ‘imkânsızı’ gerçekleştirip onu yaşatır. Ameliyat sırasında amcanın yaptığı tek şey hemşireye korku dolu gözlerle bakmak… 

Gençleri balayına götüren ve Amerikalı doktoru getiren uçak aynı; Pan Am N 763. Uçuş sırasında yolculara, ‘tek ihtiyaçları’ olan Coca Cola veriliyor… Hoş bir rastlantı çekimler sırasında (Mayıs) Yedikule Ermeni Hastanesi’nin Tarabya Oteli’ndeki piyangosunda Filiz Akın’ın biletine ‘elbise askısı’ değil Avrupa seyahati çıkmış… Filmin iki kahramanı, senaryo gereği Ekrem için saç saça baş başa dövüşüyorlar. Yönetmen “Şimdi anladım ki kadına kavga yakışmıyor” diyerek bu sahneyi çıkarmış. Oysa o saçlar, tanıtımda adı ve adresi yazılı Kuaför Münir tarafından yapılmıştı… Yurdaer Doğulu bize müzik ziyafeti çekiyor. ‘Autumn Leaves’ 12; ‘Charade Main Title’ ve ‘Bye Bye Charlie’ (1963) (Mancini) 8’er; ‘Bateau Mouche’ (1963) (Mancini) 4; ‘Yesterday’ ve ’Girl’ (1965) (Lennon / McCartney) 2’şer; ‘Summertime’ (1935) (Gershwin), ‘Greensleeves’, ‘Bistro’ ve ‘The Happy Carousel’ (1963) (Mancini), ‘Bésame Mucho’ (1940) (Velázquez) birer kez kulla-nılmış. Bir sahnede Rıza Silahlıpoda, Alpay’ın ‘Estrella del Mar’ını söylüyor… ‘Seven Ne Yapmaz’da (1970) rastlayacağımız ‘sözcük tekrarları’ burada da var. Belki ortamı daha iyi yansıtsın diye ‘hiç ama hiç’, ‘yalan mı konuş yalan mı’, ‘utanıyorum çok utanıyorum’, ‘zengin ama çok zengin’ gibi 23 cümle var… ‘Zehirli Hayat’ın (1967) simitçisi Ahmet Yıldırım uçakta, yoğurtçusu Ömer Sağlam ve Silvana Panpani ise nikâh-ta karşımıza çıkıyor… Ekrem’i ve Amerikalı profesörü Toron Karacaoğlu; Leyla’yı Nevin Akkaya; Hulusi’yi Kemal Ergüvenç; Amcayı Rıza Tüzün; Dadı’yı Nezihe Becerikli seslendirmiş... Ekrem, Hulusi Bey’le konuşuyor; “Adi bir kumardı bizim oynadığımız. Kazandığımı zannettiğim anda onu sevdiğimi anladım. Her şeyi kaybettim. Ben onun temiz sevgisi-ne layık değilim.” (Murat Çelenligil – sinematürk Internet veri tabanı)

AFFEDİLMEYEN (1966)

Yönetmen: Türker İnanoğlu
Senaryo: Safa Önal,
Operatör Çetin Gürtop
Müzikler Sezen Cumhur Önal
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu


Yönetmen Yardımcısı: Hüseyin karaoğlu, Operatör Asistanı: Hüseyin Karındoyuran, Şarkılar: Ali Çetinkaya, Işık Şefi: Mehmet Çakar, Işık Direktörü: Şevket Yılmaz (Ender Işık Servisi), Teknik Direktör: Mehmet Bozkuş, Negatif Montaj: Oral Öztürk, Mahmut Eskici, Senkron: Cevat Sezer, Sesleri Çeken: Marko Buduris, Laboratuar: Cemil Orhon (Şef), Bayram Güzel, Süleyman Koyuncu, Erol Yıldırım. Muharrem Gündüz, Prodüksiyon Amiri: Sadri Karan, Prodüksiyon Asistanları: Selahattin Bozkurt, Yılmaz Çiçek, Ahmet Güneryaylı, Yurdaer Büksel, Jenerilk: Refik Onubil, Film Hazırlık Stüdyosu: Yıldız Stüdyoları


Oyuncular: Filiz Akın, Cüneyt Arkın, Selma Güneri, Gürel Ünlüsoy, Mümtaz Ener, Yılmaz Köksal, Dursune Şirin, Kuzey Vargın


Konu: Esin (Filiz Akın) amcasıyla (Mümtaz Ener) birlikte yaşamaktadır. Geçmişte yaptığı hatalardan dolayı dayısından özür dileyerek aralarına dönen Bahri’nin (Gürel Ünlüsoy) hayattaki tek amacı ise paradır. Esin bir akşam arkadaşlarıyla birlikte gittiği pavyonda piyanist Yalçın’la (Cüneyt Arkın) tanışır ve aralarında bir duygusal bağ gelişir. Esin Yalçın’dan müzik dersleri almaya başlar. Bu aynı zamanda ikisi için de tutkulu bir aşkın müjdecisidir...Bahri bunu fırsat bilerek durumu amcasına iletir. Amcası Esin’in tanımadığı yoksul bir müzisyenle birlikte olmasına şiddetle karşı çıkar. Ama gönül ferman dinlemez ve iki sevgili aralarında nişanlanırlar. İçinde yaşattığı kıskançlık üst düzeye vuran Bahri, garantili bir parasal gelecek gibi gördüğü Esin’i içkisine uyku ilacı koyarak iğfal eder. Esin bu olayın utancıyla Yalçın’dan ayrılmak zorunda kalır. Üstelik hamiledir de. Bunu duyan amcası Esin’in başına bu derdi Yalçın’ın açtığını sanıp, yeğeninin namusunu temizlemesi için onunla evlenmesini ister. Yalçın intikam almak için bunu kabul eder ama Esin’in hamile olduğunu bilmez. Bahri tüm ikiyüzlülüğü ile Yalçın’la dostluk kurar. Gittikleri bir kumarhanede Yalçın’ın cebine gizlice bir uyuşturucu paketi koyar. Kendi ihbarı ile gelen polis baskında Yalçın’ı tutuklar. Esin Yalçın’ın hapse girdiğini duyunca şoka girer ve bebeğini düşürür.


 Cezaevine gider ve Yalçın’a tüm gerçeği anlatır. Esin’in amcasının kefalet ödemesi ile şartlı tahliye olan Yalçın eve gittiğinde Bahri’yi Esin’e tecavüz etmek üzereyken yakalar. Çıkan kavga sırasında Esin Bahri’nin elinden düşen silahı alır ve onu vurur. Suçu Yalçın üstüne alır. Ama idam kararı verilince Esin dayanamaz ve her şeyi itiraf eder. Mahkeme sonucunda Esin’in kendini savunurken ölüm olayı meydana geldiği için beraat kararı çıkar. Yalçın, Esin ve amcası için güzel ve mutlu günler başlar…

ACI TESADÜF (1966)

Yönetmen: Türker İnanoğlu
Senaryo: Safa Önal
Kamera: Çetin Gürtop
Yapım: Erler Film / Türker İnanoğlu


Oyuncular: Cüneyt Arkın, Filiz Akın, Selma Güneri, Nubar Terziyan, Feridun Çölgeçen, Leman Akçatepe, Renan Fosforoğlu


Konu: Birbirlerinden haberi olmadan aynı erkeği seven iki genç kızın aşk öyküsü.

ZENNUBE (1965)

Yönetmen: Türker İnanoğlu
Senaryo:Fuat Özlüer
Operatör:Çetin Gürtop
Müzik:Metin Bükey
Yapım:Er Film/Berker İnanoğlu


Işıklar: Ender Işık Bürosu, Operatör Asistanı: Hüseyin Karındoyuran, Prodüktör Asistanı: Çetin Dağdelen, Stüdyo Amiri: Metin Miroğlu, Sesleri Alan: Marko Buduris, Dublaj: Sacide Keskin, Laboratuar Şefi: Cemil Orhon, Lanoratuvar: Bayram Güzel, Süleyman Koyuncu, Erol Yıldırım, Muharrem Gündüz, Senkron: Diamandi Filmeridis, Negatif Montaj: Oral Özütürk, Mahmut Eskici, Reji Asistanları: Mehmet Bozkuş, Nezih Tunar, Prodüksiyon Amiri: Memduh Karakaş,
(Yıldız Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)


Oyuncular: Tamer Yiğit (Metin). Sevim Çağlayan (Zeynep), Çolpan İlhan (Necla), Hüseyin Baradan (İsmail) Necdet Tosaun (Hapçıoğlu Arif), Vahi Öz, Dursune Şirin, Renan Fosforoğlu (Hüseyin), Asuman Arsan , Nrevzat Okçugil (Arif’in eşi), Faik Coşkun (Bahçevan), Nevzat Okçugil, Asuman Okçugil,


Konu: Zeynep'le Metin sevgilidir. Zeynep Hapçıoğlu'nun konakta hizmetçidir ama kızı olarak tanıtır. Metin ise başka bir yerde garsondur. İkisi de işten kovulur. Buluşacakları gün Metin bir kavga sonucu hapse düşer, Zeynep ise pavyona. Ünlü bir şarkıcı olur adıda Zennube; Metin'de içerden çıkar şoförlüğe başlar. Bir gün takside çakışırlar. Metin bilmez onun pavyonda olduğunu fakat Hüseyin yetiştirir. Pavyondaki son gecesinde Metin'de bir masada müşteridir; Zennube anlar her şeyi öğrendiğini onun, şarkısını bitirip çeker vurur Hüseyin'i.

YUMRUK YUMRUĞA (1965)

Senaryo ve Yönetmen:Semih Evin
Eser: Cahit Sürmeli
Kamera:  Feridun Kete
Yapım: Roket Film / Semih Evin


Yapım Sorumlusu: Yaşar Şener, Ses Kayıt: Marko Buduris, Işıklar: Ender Işık Servisi (Aydın Yurteri), Laborant: Erol Yıldırım, Bayram Güzel, Montaj: Turgut İnangiray, Ural Özütürk, Senkron: Diamandi Filmeridis. Sesleri Alan: Marko Buduris, Reji Asistanı: Nusret Alptekin, Prodüksiyon Amiri: Yaşar Şener,
(Yıldız Film Stüdyosunda yapılmıştır)


Oyuncular: Eşref Kolçak (Eşref), Gülgün Ok (Gül), Yavuz Caner (Patron), Hüseyin Baradan, Necdet Tosun (Hüsnü), Neriman Köksal (Zehra), Mürüvvet Sim (madam), Jirayir Çarkçı (Ekrem), Kemal Ergüvenç (Kemal), Rıza Tüzün (Rıza Bey), Muammer Gözalan (Komiser), Yaşar Şener (Yaşar), Faik Coşkun (Meyhaneci), Hakkı Haktan (Hakkı), Haydar Karaer (Polis), Zeki Tüney (Sivil Polis), Mustafa Yavuz (Şoför), Hüseyin Zan, Gülgün Erdem, Özdemir Akın, Hakkı Kıvanç, Bahri Özkan, Erten Üçgözen, Bedri Çavuğoğlu, Ali Seyhan, Hüseyin Zan, Selahattin Geçgel


Konu: Senelerce denizin kahrını çekmiş, sıhhati bozulduktan sonra denize çıkamayıp hayatını, rıhtımda çalışarak, namusuyla kazanan’ Kemal ve ‘5 yıl önce barlardan çekip aldığı’ Zehra.. Kemal; “..Geçmişi düşündüm bir an. Geçmişi, beraber geçirdiğimiz günleri. Hep iyi olarak hatırladım seni. İyi ve güzel…Seni düşünürken..kendime sorarım, ‘Oğlum Kemal, sen kimsin? Gençliğini denizlerde tüketmiş garip bir adem. Üstüne üstelik de akşamları kafayı çekersin..Hani elini cüzdanına atınca binlik çıksa neyse o da yok.’ Sen benim neyime tav olursun be kızım? Benim kahrımı neden çekersin? Çeksen de ne kadar sürer bu?”
Zehra; “Bunca senedir kendini tanıyamamışsın sen. Benim tanıdığım Kemal hayatın çilesi ile olgunlaşmış mert, dürüst, iyi kalplidir. Benim tanıdığım Kemal iyilerin en iyisi, mertlerin en merdidir.”


1970’de aynı yönetmen ve ‘Çifte Yürekli’ adıyla tekrar çekilecek olan filmde Kemal’i, evlenmek üzere olduğu Zehra’yı, kardeşi Eşref’i ve akrabadan yakın arkadaşları Madam’ı, Hüsnü’yü, Hüseyin Baradan’ı, seyyar satıcılık yaptıkları ‘ekmek tekneleri, cefâkar dostları’ 34 EE 481 plakalı kamyoneti tanıyoruz. Kemal’in, bunca yıl birlikte yaşamalarına karşın eli ayağı birbirine dolanarak, hem de sevgisini söyleyemeyip ‘komşuların ve etraftakilerin bakışlarını’ gerekçe göstererek yaptığı evlenme önerisi Zehra’yı (ve herkesi) çok sevindirir. “Nikâh.. nikâh kıyıyor bana.”


Ancak, bu babacan denizcinin o günlerde gemideki bir kaçakçılığı anlayıp durumu Armatör Rıza Bey’e iletmesi ve Ekrem Kaptan’ın kovulması ile gelişen olaylar, sonunda, yaşamını yitirmesine neden olacaktır Tatlı sert uyarılar ve ‘vinçten düşen balya’ gibi açıklaması zor olmayan ‘kazalar’ nedeniyle durgunlaşan abisindeki değişimi gözlemleyen Eşref’in ısrarlı soruları hep aynı şekilde yanıtlanır ; “Biraz efkârlandım, hepsi o.. Ne derdim olacak.” Keşke, bir akşam üzeri o güzel çayevinde, Kemal’in söylediklerine önem verseydi; “Eşref.. bak, şu dünyada iki kişiyiz. Şimdi bir de Köroğlu giriyor aramıza. İyi kızdır o. Bana.. bana bir şey olacak olursa onu yalnız koma.”


Eşref ve arkadaşları, “Bu saatte iş vardır” diyerek gittikleri Büyükdere, Yalıboyu’nda ‘şarampole yuvarlanmış’ arabadan, Rıza Bey’in kızı Gül’ü kurtarırlar. Hüsnü’nün, Madam’a “Eşref abim onu kucakladığında baktım bir yakıştılar sorma gitsin” demesinden Gül’ün sevgisi, ‘tükürdüğünü yalamayıp’ Galata Köprüsü’nde kaza süsü verilerek öldürülen Kemal’in intikamıyla dolu olan Eşref’e, ‘buruk bir saadet’ yaşatır. Zor durumda kalan Çete’ye Rıza Bey’in gemisi gerekli. Son bir girişimle kızını kaçırırlar. Eşref, meyhane ve limandaki ipuçlarını bir araya getirerek onları buluyor. Kemal’in, utana sıkıla söylediği ve Zehra’yı göz yaşlarına boğan sözler; "… Yahu, ben sana başka şeyler diyecektim be. Şurda yaşayıp gidiyoruz. İyi güzel ya, ne bileyim, komşular, etraftakiler hatta yoldaki insanlar sana bana bakarlarken..şey..hani onların bakışı var ya kötü gibi geliyor bana. Of be, kıyalım şu nikâhı da olsun bitsin bu iş. Kötü gözle bakmasınlar sana..” (Murat Çelenligil – Sinematürk Internet Veri Tabanı)

YILDIZ TEPE (1965)

Yönetmen : Memduh Ün
Senaryo: Sefa Önal, Memduh Ün (Peride Celal’n bir öyküsünden)
Kameraman: Gani Turanlı
Yapım: Uğur Film / Memduh Ün


Yönetmen Asistanları: Ayla Algan, Gültekin Karakaya, Kamera Asistanı: Ahmet Erhan, Müzik: Fecri Ebcioğlu, Ar Direktör, Stavro Yuanidis, Prodüksiyon Amiri: Melih Altınışık, Prodüksiyon Ekibi: Melih Gülgen, Sabri Aslankara, Montaj: Ertem Göreç, Senkron: Arif Özalp, Taner Oğuz, Negatif Montaj: Ali Berkan, Seslendiren: Tuncer Aydınoğlu, Işık Direktörü: Erol Batıbeki, Işık Ekibi: Haydar Aslan, Necdet Kökeş, Set Ekibi: Nizam Ergüden, Sezai Kırmaçoğlu, Hayrettin Esen,
(Acar Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)


Oyuncular: Fatma Girik (Sevgi), Ekrem Bora (Murat), Aliye Rona (Büyükanne), Ayla Algan (Cemile), Salih Güney (Ali), Tanju Gürsu, Atıf Kaptan (Kılıçoğlı Ahmet), Fatma Bilgen (Fatma), Nejat Çetinok, Meriç Başaran (Leyla), Devlet Devrim (Türkan), Selahi İçsel (Dr. Faruk) Ahmet Turgutlu (Hizmetkar), Mahmure Handan (Doktorun karısı), Küçük Yıldız: Jülide,


Konu: Ailesini yetirdikten sonra kimsesiz ka-lan genç kız Sevgi (Fatma Girik), iç Anadolu kasabalarından birinde akrabaları olan Kılııçoğlu Ahmet Bey'in (Atıf Kaptan) yanına gider.
.
Kılıçoğlu Ahmet Bey, Sevgi'yi tek başına istasyonda karşılayıp onu oldukça büyük, gösterişli ama biraz korkutucu görünümü olan evlerine götürür. Sevgi evde pek de sıcak olmayan zoraki bir nezaketle karşılanır. Kendisine tek sevgi ile yaklaşan evin en büyüğü büyükanne olur ( Aliye Rona). Sevgi ilk gecesini kabuslar içinnde geçirir. Çünkü fırtınalı bir gecede yağmur ve şimşeklere evin içindeki bir inleme ve ağlama da devamlı eşlik eder. Sevgi buunun kaynağını öğrenmek isterse de başarısız olur. Ertesi sabah evin sahiplerine bu durumu anlattığı zaman da büyük bir teppkiyle karşılanıp kötü bir düş gördüğü söylenir. Ama diğer gecelerde bu seslere tanık olunca bunun bir düş değil gerçek olduğuna inanır.


Büyükanne'nin dışında evin küçük oğlu Ali de (Salih Güney) Sevgi'ye yakınlık duymaya başlar. Ali, bir süre Güzel Sanatlar akademisinde resim öğrenimi görmüş, ama sıkılınca bu kez edebiyat fakültesine giderek şair olmak istemiş, orada da başarı ve sabır gösteremeyince hiç istemediği hatta nefret ettiği bu kabuslar yuvasına ya da şeytan tepesine geri dönmek zorunda kalmıştır. Ali'nin anne ve babasının suskunluğuna karşın evin evlatlığı konumundaki Cemile (Ayla Algan) ile evin büyük oğlu Murat (Ekrem Bora) Sevgiye karşı bir çeşit düşmanlık besler. Onun sevecen yaklaşımını her ikisi de red ederek onun ait olmadığı bu evden gitmesini isterler. Sevgi ise büyükannenin desteği ve ricasıyla bir süre daha orada kalıp, evin, herkesin bilip de bir kendisinin bilmediği kimi sırlarını çözmek ister.


Ali'nin sınırları aşan gereksiz istekleri Sevgiinin kısa sürede Murat'la yakınlaşmasını sağlar. Kişileri tanıdıkça kendisinden gizlenen kimi gerçekıere de adım adım yaklaşır. Giderek, evin ortanca oğlunun akıbetiyle, onun ölümüne neden olan kadının kiimin tarafından öldürüldüğünü öğrenir. Artık lanetlenen o evde kalması mümkün değildir. Bavulunu alıp geri dönmek ister. Ama kimi gerçekleri öğrendikten sonra Murat'a karşı duyduğu dayanılmaz sevgi onun gitmesini engeller. “Burçak Evren, “İki Ün’lü Kadın Fatma Girik”


Memduh Ün Anlatıyor:
Peride Celal sevdiğim bir yazar. ama Yıldıztepe adlı romanını Muzaffer Arslan bundan film yapmak isteyene kadar oku-mamıştım. Muzaffer filmi gerçekleştirmedi nedense. Hatta Ayşecik filmine hazırlanırken, bana finalde ki istasyon sahnesini nasıl çekeceğini bile anlatrnıştı. Dört beş yıl sonra okudum Yıldıztepe'yi. Ve sevdim. Şimdi seyrettiğim zaman filmi de seviyorum. Çok iyi çekmiş olduğuma da inanıyorum. Yalnız filmdeki anlatıcıyı çok kötü buldum. Bence hiç gerekli değilmiş. Bir yığın sahnede, olan biteni yineliyordu konuşmacı.
Peride Celal Valikonağı'nda bir dairede oturuyordu, randevu alıp gittim; görüştüğümüzde olumlu karşıladı. Ama film hakkında daha sonra konuşma fırsatımız olmadı nedense.


Filmin senaryosunu jenerikte Safa Önal yaz-mış görünüyor. Ama tretman “96” için Halit Refiğ de çalışmıştı. Ben ikisinin çalışmasın-dan sonra her zaman olduğu gibi kendi yorumumu katmıştım. Örneğin iki kardeş arasındaki tüfekli sahne kitaptakinin tam tersiydi. Ekrem'in canIandırdığı abi vurulu-yordu romanda. Ama ben Salih'in vurulma-sının daha doğru olacağını düşünmüştüm.
Filmdeki kabus şatosu için çok yer aradım Bursa'ya bile gittim. Çamlıca’da buldum sonunda Fakat köşkte kimse oturmuyordu. Belediyede çalışan bir memur bu evden sorumluydu. Adamı bulup, cebine para sıkıştırdık. O da sahibine haber vermeden bizi orada çalıştırdı.
Dahili bir şey çekmemiştik. Balkorıda çalış-mıştık yalnızca. Sonra biri ispiyonlamış mal sahibine. Ama şansımız vardı, çünkü son bir sahnemiz kalmıştı yalnızca. Hazırlanmış tam kamera diyecektim, o sırada ev ahibi kadın geldi ve bizi kovdu. Ben de o sahneyi he-men çalıştığımız köşkün yakınlarındaki baş-ka bir köşkun önünde çektim. Filmde belli bile olmadı.
Fatma'nın Yıldıztepe diye dolaştığı yerleri Uludağ'da çektim Kasabaya giderken ağızarabayla köprüden geçilen göl yakınların-daki mekan ise Bilezikçi çiftliğindeydi. Kasa-ba ise Dudullu'ydu. Filmin dahillerini ise Arnavutköy'de, şimdi yıkılmış olan ünlü köşk-te çektim. Yıldıztepe buyuk bir iş yapmadı. Ama Uğur Filmin işletmesi içinde değer ka-zandı,
üç beş kuruş da cebimize girdi. (Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor”, Kabalcı Yayınları, Ağustos 2009-İstanbul )
► André Previn’in ‘Dead Ringer’ (1964) için yaptığı ‘Main Title’ ve buharlı trende bir genç kız; “Kimsesiz bir kızım. Annemi yıllar önce kaybetmişim. Liseyi bitirmeme yakındı babam öldü. Yapayalnız kaldım. Şimdi ba-bamın uzaktan bir akrabası olan Kılıçoğlu Ahmet Bey’in yanına gidiyorum.”
60’lı yıllar. Sevgi, elinde bavul, akrabalarına sığınmaya gelmiş. Bütün aile karşılar zannet-mişti ama trenden indiği köprüde kimse yok. Nice sonra gelen Ahmet Bey’le gittiği Yıldız Tepe.
Kahramanımızın kitaptaki adı Sâra. Sevgi’-den daha şanslı. Çünkü anne ve konsolos babası sağ. Görevli olarak uzak bir memle-ketteler. Savaş dünyanın her yerinde. Bu nedenle genç kız ‘leyli okuduğu’ Erenköy Lisesi’ni bitirince yanlarına gidemez. Annesi-nin bir akrabası, Ahmet Kılıçoğlu onu alma-ya gelir. Karadeniz taraflarında, sahilden içerde bir kasabaya götürecek. Arkadaşı Nihal de Suadiye’deki Köşklerine çağırmıştı fakat kısmet değilmiş.
‘Yaşayan ölülerle dolu’ Yıldız Tepe. Kılıçoğullarının beyaz taştan yapılmış, mi-marisi zevksiz, kaba evleri. ‘Lanete uğramış’ ve dağılmakta olan aile için bir zindan, bir mezarlık gibi. Kasabalılar ‘Uğursuz Tepe’ diyorlar. Aile, ‘bir fırtınanın sahile attığı dö-küntüye benziyor’. Yalnızlık içindeler. ‘Hepsinin hayatına hâkim olan bir büyük sır var’. Genç kız ‘önceleri seyirci gibiyken zamanla hiç istemeden aralarına karışır,sonra anlayac onlardan biri olur’. Yıldız Tepe’de ‘hayatın boş laflardan, manasız hayallerden, budala gösterişlerden ibaret olmadığını öğrenecektir’. Kaç kez gitmeye niyetleniyor ama kendisine bile itiraf ede-mediği bir şey ona engel olur. Büyükanne; Sevgi’yi Yıldız Tepe’de tutan en sağlam bağlardan biri. ‘Cesur, taham-müllü, iradeli’. Bir müddetten beri gözleri görmüyor ancak seziş kuvveti müthiş. Genç kızın, bitip tükenmekte olan aile için son şans olduğunu anlamış. Kalp hastası ve vakti az. Tek ümidi Sevgi ile Murat’ın birbir-lerini sevmeleri. Ama aralarında (şimdilik) yalnızca nefret var. Yoksa bu duygu başka bir şey mi?


Talihsiz Cemile; Anne ve babası ölünce Büyükanne yanına almış. ‘Ateş saçan öfkeli bakışlarında delice, acayip bir mana’. Kavgaya hazır bir kedi gibi. Fırtınalı gecede “Murat abi kurtar onu, yağmurda ıslanıyor” diye bağırmasının nedenini Delikanlı, duru-ma tanık olup bayılan Sevgi’yi odasına getirdiğinde “Edie’s Theme / This was his Room” (1964) (Previn) melodisi duyuluyor.
Ahmet Kılıçoğlu, 60 yaşlarında. Büyükanne-nin hem akrabası hem damadı. Cansız ve garip bir dalgınlıkla bakıyor. Karısı Fatma da onun gibi. Film boyunca birkaç kelime dışında sesleri duyulmuyor. Üç çocukları olmuş; Murat (romanda İbrahim), Ali ve aileyi yakıp kavuran ortanca oğulları Os-man.
Murat; Mülkiye’yi birincilikle bitirmiş. ‘İki sene kaymakamlığı bile var’. Ama şimdi köpeği Kurt’la bazen Yıldız Tepe’de bazen Sarı Çiçek Yaylası’ndaki kulübede kalıyor. Elinde meşin kamçı. Güçlü, kuvvetli, vahşi ve yaklaşılmaz. Baltayla odun kırması ne kadar güzeldi. Sevgi ile karşılaştığı (Kurt’un genç kıza saldırdığı) sahnede ‘Nights in the Gardens of Spain’ (1915/16) (Manuel de Falla) adlı senfonik noktürndeki 3. bölüm var; ‘In the Gardens of Sierra de Cordoba’.
Ali; Çocuk ruhlu, gelgeç gönüllü. Önce Akademi’nin resim bölümüne sonra Edebiyat Fakültesi’ne devam etmiş. Romanda ‘bir gazetede muhabirlik’ bile varHepsi muvaffakiyetsizlikle sonuçlanmış’. Gördüğü her genç kıza tutulur. Daha önce Dr. Faruk’un kızı Leyla’ya ilgi duyuyormuş. ‘İçli, şair ruhlu’ ama aşkına karşılık bulamayınca Sevgi’ye saldıracak kadar değişebiliyor.


Osman; Onla karşılaşmamız bir mezar taşın-da olur. “Burada Osman Kılıçoğlu yatıyor. 1930–1955. Ölümlerin en beteri ile öldü.” Yıldız Tepe’deki sır bu üç sözcükte gizli; ‘Ölümlerin en beteri’.


Yedi yıl önce ailenin İstanbul’da ‘kurulu düzenli bir hayatı varmış’. Ta ki Osman, mahalleye taşınan Türkan’a bağlanıncaya kadar. Genç kadının uğursuz bir güzelliği var. Üstelik evli. Yaşlı koca çok varsıl ve sık sık seyahatlere(!) çıkıyor. Onların beraberliklerini bildiği halde boşanmaz. Delikanlı büyükannenin dediğini yapar ve bu ilişkiyi bitirir. Türkan kocasını zehirleyince, beklen-diği gibi, suçu Osman üzerine alır. Söyledikleri Kılıçoğullarındaki özverinin bir örneği; “Farkına varmadan onu bu cinayete ben teşvik ettim. Onu seviyorum.”
Yağmurlu bir sonbahar sabahı, şafak sökerken asılır. Cemile’nin evden kaçıp idamı seyretmesi filmin inandırıcı olmayan kısmı. Romanda ise mahkeme kararı o yıllardaki uygulama ile Beyazıt Meydanı’nda yerine getirilir. ‘Boynunda kocaman bir yafta’. “Küçük Cemile, komşuların peşine takılıp Osman ağabeysini görmeye gitmiş.”


Kitaptan farklı olarak Türkan (herhalde kendisinden iyice nefret edelim diye) hemen başkalarıyla beraber oluyor. Bu sırada bir sürprizle karşılaşıyoruz; Kadeh tokuşturduğu ilk kişi Tanju Gürsu.
Erkeklerin intikam için yemin ettiğini gören Büyükanne daha erken davranıp Türkan’ı öldürür. Her şeyi anlattıktan sonra kalbi daha fazla dayanamaz. Şimdi Osman’ın yanında huzur içinde yatıyor.
(Murat Çelenligil – Sinematürk Internet veri tabanı)

YILDIZLARIN ALTINDA (1965)

Yönetmen: Ülkü Erakalın
Senaryo: Bülent Oran
Müzik: Yesari Asım Arsoy
Foto Direktörü: Kriton İlyadis
Yapım: Göksel Film / Göksel Arsoy


Reji Asistanı: Turan Aksoy, Kamera Asistanı: Yavuz Gönenç, Set Elemanları: Necdet Buvan, Naci Fidan, İhsdan Akdağ, Işık Şefi: Aydın Yurteri, (Ender Film Işık Servisi), Laboratuvar: Mihal Skarpetis,Montaj: Rauf Tözüm, Negatif Montaj: Ali Birkan, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, Prodüksiyon Amiri: Kayhan Berker,
Acar Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır.


Oyuncular: Göksel Arsoy (Turgut), Hülya Koçyiğit (Hülya), Suzan Avc (Leyla), Aliye Rona, Necdet Çağlar, Memduh Alpar, Hüseyin Zan, Tarık Fulya, Şarkılar: Semra Atalay, 


Konu: Kirli işler çeviren metresinin baskısıyla soygun için gittiği zengin evin kızına aşık olup sonunda evlenen bir gencin öyküsü.

Konu: Kötü kalpli acımasız bir pavyon şarkıcısı "Leyla" . Öğrencilik yıllarından bu yana tanıdığı onu kirli işlerinde kullandığı. Sevgilisi "Turgut" Zoru zoruna soydurma girişiminde bulunduğu zengin bir köşk olan. "Hülya"ın evine doktor kılığında gider. Azmettiricisi ise "Leyla"'dır. Hasta olan Hülya Turgut'a aşık olur ve kısa bir süre sonra evlenirler. Filmin sonlarında Turgut, Hülya'nın mücevherlerini çalarken yakalanır. Kısa bir tartışmadan sonra soygunu yaptıran Leyla'ya verir mücevherleri. Tartışma esnasında araba çarpmasında "Turgut" Göksel Arsoy hafızasını kaybeder. Vurgunu yapan Leyla ve adamları yurt dışına kaçarken havaalanında yakalanır.