Powered By Blogger

25 Ağustos 2016 Perşembe

SÖZDE KIZLAR (1967)

Senaryo ve Yönetmen: Nejat Saydam
Eser: Peyami Safa
Kamera: Melih Sertesen
Yapım:  Acar Film / Murat Köseoğlu


Sesleri alan ve Müzikleri hazırlayan: Tuncer Aydınoğlu, Prodüktör Amiri: Melih Üstüngör, Reji Asistanı: Ergun Köknar, Operatör: Tosun Bayrı, Prodüksiyon: Abdullah Pak, Skrip: Şener Şen, Montaj, Özdemir Arıkan, Ali Berkan, Senkron: Arif Ünal, Laboratuvar: Recai Karakaş, Tanaş Petridis, Sedat Tuncel, Teknik Ekip, Yılmaz Angün, İsmail Küçük, Hasan Ceylan, Dekorlar: Bilal Uysal, Erdil Bemirbağ, Işıklar: Cengiz Arlı, Ahmed Ateş, Hikmet Tülek, Set Amiri, Fethi İnan,


Oyuncular: Ediz Hun (Bahri), Filiz Akın (Mebrure), Suzan Avcı, Devlet Devrim (Ayla), Önder Somer (Behiç), Funda Postacı (Hatice), Tülay Erdeniz (Zehra), Meriç Başaran, Reha Yurdakul (Salih), Ergun Köknar, Ferah Nur, Baki Tamer (Ahlak masası Şefi), Nahire Kosay, Sevim Sevil, Mümtaz Alpaslan, Gonca Şenay, İsmail Varol, Handan Adalı, Şener Şen, Abdullah Pak, Taliha Saltı, Tevfik Soyurgal, Nezihe Güler, Baykal Arda, Necabeddin Yal, Muzaffer Yenen
 

[Sözde Kızlar, İstanbul’un çeşitli köşelerinde ve kenar mahallelerinde yaşayıp da, özledikleri yüksek hayatın sihrine kapılıp, yoldan çıkan, genç kızların, gerçek hayattan alınmış hikayeleridir.

Bu filmi, şerefli genç Türk kızlarımıza ve iyi evlat yetiştirme savaşının büyük öncüleri olan ana ve babalara, bu yolda büyük fedakârlıklarla çalışan ahlâk zabıtası mensuplarına ithaf ederiz. “ACAR FİLM”]

Film jeneriği yukarıdaki açıklama ile başlar.


Konu: Mebrure’nin yaşadığı kasabada kimsesi kalmamış ve İstanbul’da yaşayan zengin bir aile olan halasının yanına gitmek zorunda kalır. Ancak gemiden indiğinde (ki bu gemi denizaşırı ülkelere arasında çalışan bir yolcu gemisidir). Bir kapkaçcı tarafından çantası çalınır, çantasıyla beraber gideceği köşkün adresi de kaybolur. Sadece köşkün iki sene ölen sahibi olan beyin ismi aklında kalmıştır. Olaya el koyan polisin sıkı bir çalışması sonunda köşkün adresi bulunur ve bir polis eşliğinde Mebrure (F. Akın) köşke teslim edilir.
Sabahın erken saatlerinde köşkte Mebrure’yi karşılayanların içinde Suzan Avcı ve hizmetçi de Vardır üstelik ikisi de bir kilot ve sütyenle gezinmektedirler. Belli ki köşk bir amaçla kullanılmaktadır. Bunu filmin ilerleyen dakikalarında daha belirgin görmek mümkün olacaktır. Mebrure köşk için yeni bir sermaye, düzenlenen seks partilerinde ise taze bir avdır müşteriler için.


Köşkün zampara kadın avcısı Behiç (Onder Somer)hemen kancayı Mebrure’ye takarsa da kesinlikle yüz bulamaz. Çünkü bu çirkef yaşantıyı görmüş, kızların uçurumun eşiğine gel-diklerini anlamıştır.
Köşkte verilen partilere gelen kızların hepsinin de hayali zengin bir koca bulup sefil yaşantılarından kurtulmaktır. Aslında filmde anlatılmak istenen ana tema dışına biraz çıkılarak, yarı çıplak onlarca kızın erotik görüntüleri sanırım biraz daha seyirci toplamıştır salonlaraVerilen bir partide Lord lakaplı dostları partiye arkadaşı Bahri’yi (Ediz Hun) de getirir ve bahri ile mebrure’nin ilk karşılaş-tıkları bu sefil ortamdır.
Köşkte Yapılan bu toplantılardan ahlak masası polisleri de farkındadır ve yapılan bir baskınla hepsi zührevi hastalıklara ve emniyete götürülür. İçine düştüğü bu durum karşısında kızlardan biri merdiven boşluğundan atlayarak intihar eder. Bu olay diğer kızlara da bir ders olmuştur. İçine düştükleri bataktan kurtulmak isterlerse de Behiç, her türlü ahlaksızlıklarla gene karşılarına dikilir. Yüksek bir fiyatla kızlar bu sefer bir arap şeyhinin vereceği seks partisine katılacaklardır. Kandırılan kızlar bir otobüse doldurularak yola çıkarılırsa da, polis işin aslını öğrenmiş ve çetenin peşine düşmüştür. Behiç ve arkadaşları tutuklanmış ve kızlar temiz aile yuvalarına dönerek kendi mahallelerinde bulunan kişilerlerle dengi dengine bir yaşam kurmuşlardır. Mebrure’nin de bu çirkefin içinde olduğunu zanneden Bahri, işin aslının böyle olmadığını anlamış ve af dileyerek, birbirlerine kavuşmuşlardır.


► ‘Shazam’ (1960) (Lee Hazlewood / Duane Eddy). The Shadows’dan dinle-diğimiz (1963) melodiyle eğlenen gençler. Fahri de ‘Gençlik Nereye Gidiyor’ isimli doktora tezi için aralarına katılmış, verip veriştiriyor; “..Yeter artık. Biraz da kendinizden utanın.. İsteseniz, şuurlu olsanız bir koca dünya yaratabi-lirsiniz. Şu anda binlerce genç üniversitelerde, fizik laboratuvarlarında, tıp araştırmalarında müthiş bir çalışma yarışı içindeler. Sizlerse uçurumun eşiğindesiniz..”

Bir ilk romanın (Peyami Safa) (gazetede yayınlanışı 1922 / kitap olarak 1925) ikinci çevrimi. 1960’lar. (Romanda 1910’ların sonu). İstanbul. ‘Portrait of my Mother’ (1965) (Hadjidakis) ve Samsun gemisi. Güzel bir genç kız, Mebrure, babası, Tuhafiyeci İhsan Efendi ölüp kimsesiz kalınca İskenderun’dan buralara gelmiş ve gelir gelmez de çantasını yankesicilere kaptırmış. (Yönetmen Nejat Saydam’ı polis çağıran kişiler arasında görmek çok güzel.) Akrabası, ‘eski fabrikatörlerden’ Raif Dinçer’i (romanda ‘sefaret müsteşarı’ Nafi Bey) arıyor. O da iki sene önce ölmüş, karısı Nazmiye, kızı Nevin ve oğlu Behiç, villalarında vur patlasın çal oynasın çılgın bir yaşam sürüyorlar. [Romandaki genç kız ise Manisa’dan geliyor.Babasını Yunanlılar tutuklanmış. Öldü mü kaldı mı belli değil. Önce, akrabalarını (romanda Eski Bağdat Caddesi’nde, filmde Şişli’de) bulacak. Sonra da ‘Muhacirin İdaresi’nden babası hakkında bilgi edinecek.]
‘Son Hatıra’ (1968) filminde Kemal Bey’in olan bu köşkte ‘Mütareke Yılları’ yozlaşmasını görüyoruz. ‘Ahlâk çöküntüsü’; ‘Medeniyetin neden olduğu bocalama’; ‘Nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışma’.


Genç kız (bundan sonra adı Mebo/Mebruş olacak), evdeki ilk sabah bahçeye bakarken Behiç de gece boyunca beraber olduğu Belma’yı pencereden ‘yolcu ediyordu’. [Filiz Akın’ı, bu sırada giydiği hırka ile ‘Sabah Yıldızı’ (1968) filmindeki Şefika Hanım’ın evinde göreceğiz.] Evde yok yok. Kumar, morfin, seks partileri. Dikkat çekici bir şey, özellikle filmin sonlarında, erkekler çoğunlukla yaşlı ve varsıl, kızlar ise gencecik ve yoksul. ‘Sözde Kızlar’ hep çift isimli. Kenar mahallede Hatice, Zehra, Nuriye, Ayşe, Saliha; Sosyete semtlerinde Belma, Güzin, Aynur, Ayla, Nur. Zamanımızda ise, artık, vücutlarından ‘özveride bulunarak’ bile buralara yaklaşamazlar. Mebrure.. Yıllarca önce ‘lastik çizmeleri sarı sarı çamurlu üç kişinin saldırısına uğramış’. Bu nedenle ‘erkeklerden korkuyor’. Durumu anlayan Siret (kitapta Siyret) ‘uyku ilacı veriyorum’ diye onu morfine alıştırır. Nede olsa Tıbbiyenin son sınıfından kovulmuş, bu işlerden az çok anlıyor. Elinde hep bir pipo. (Romanda ise ‘tecavüz ve morfine alıştırma’ yok ve Siyret, ‘Kommersiyale Bankası’nda çalışı-yor. Tütün seçimi puro) 


Behiç..Yakışıklı bir genç. [Romandaki bıyıksız, yüzünü pudralıyor ve frengili. Belma’dan olan çocuğunu (o da frengili) öldürüp Vaniköy’de bir yere gömmüş.] Her numarayı denemesine karşın Mebrure’yi elde edemez. ‘Mütareke’ dönemindeki İstanbul Hükü-metini (Mebrure ise Anadolu’yu) yansıtıyor (Cevdet Kudret).





SÖYLEYİN GENÇ KIZLARA (1967)

Yönetmen Hasan Kazankaya
Senaryo: Şeref Gedik
Kamera: Feridun Kete, Kaya Ererez,
Yapım: Kazankay Film / Hasan Kazankaya


Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Ekrem Bora, Salih Güney, Sevinç Pekin, Meral Sayın, Semiramis Pekkan, Tunç Oral, Gürel Ünlüsoy, Nuran Aksoy, Senih Orkan, Nuran Aksoy, Senih Orkan, Giovanni Scognamillo, Ayla Algan, Ajda Pekkan, Esen Püsküllü, Fikret Hakan, Gülsüm Kamu, Hayati Hamzaoğlu, İzzet Günay, Sevda Ferdağ, Yusuf Sezgin


Konu: Ünlü yönetmen Turhan Bora (Ekrem Bora), çekeceği son filminde oynatmak için fotojenik güzel bir kız aramaktadır. Çok sert ve sinirli bir yapıya sahip olduğu için onunla çalışmayı kimse istememektedir. Turhan Bora, bir gün tesadüfen Hülya (Hülya Koçyiğit) adlı bir kızla tanışır. Turhan Hülya'yı başrole çıkarınca herkes tarafından çok beğenilir. Kısa zamanda ünlü bir yıldız olur. Turhan kısa zamanda Hülya'ya aşık olmuştur ama Hülya Salih (Salih Güney) adlı başka bir oyuncu gence aşıktır. Turhan aşırı kıskançlığından Salih'e hiçbir filmde rol verdirmez. Amacı Hülya'nın kendisine dönmesini sağlamaktır. Fakat bir süre sonra bunu başaramayacağını anlar. İkisinin başrolde oynayacağı bir filmi gizlice planlar ve destekle

SON SÖZ BENİM (1967)

Yönetmen: Yavuz Figenli
Senaryo: Ali Fuat Kalkan
Kamera: Yılmaz Ceylan
Yapım: Çan Film / Zeki Çan


Oyuncular: Sevda Ferdağ, Cihat Aşkın, Tansu Sayın, Senih Orkan, Feridun Çölgeçen, Necip Tekçe, Ersun Kazançel, Ferda Ferdağ, Hakkı Haktan, Hüseyin Güler, Hakkı Kıvanç, Kemal Aydan


Konu: Kız kardeşini randevuevine düşü-renlerden intikam alan bir gencin öyküsü.

SON KURBAN (1967)

Yönetmen:Oksal Pekmezoğlu
Senaryo:Vecdi Uygun
Kamera:Manasi Filmeridis
Yapım:Okay Film


Oyuncular: Göksel Arsoy, Figen Say, Sevinç Pekin, Yıldırım Gencer, Hayati Hamzaoğlu, Kenan Pars, Güzin Özipek, Gülgün Erdem, Hüseyin Peyda

Konu: Bir iftira sonunda hapise düşüp,kaçarak intikam alan bir gencin aşk ve macera öyküsü

SON GECE (1967)

Yönetmen:Memduh Ün
Senaryo:Memduh Ün,Halit Refiğ
Eser:Esat Mahmut Karakurt
Kamera:Mustafa Yılmaz
Yapım:Uğur Film / Memduh Ün


Sanat Yönetmeni: Niyazi Er, Kurgu: Özdemir Arıtan,


Oyuncular: Kartal Tibet, Fatma Girik, Aliye Rona, Naci Erhun, Cahit Irgat, Sevda Nur, Ahmet Turgutlu, Asım Nipton, Nezihe Güler, Eva Abrahamson, Hüseyin Güler, Enver Dönmez, Erdoğan Seren, İhsan Gedik, Mehmet Büyükgüngör, Gani Dede, Kamer Sadık, 


Konu: Birinci Dünya Savaşı sırasında geçen filmde Romanya sınırları içerisindeki bir kasabaya giren Türk birliğinin komutanı Yüzbaşı Faruk (Kartal Tibet) ile Romen bir generalin kızı olan Mariora (Fatma Girik) arasındaki aşk anlatılır. Düşman kamplarda savaşa girmiş iki ülkenin çocukları olmaları yetmiyormuş gibi Mariora’nın babası da Yüzbaşı Faruk tarafından öldürülmüştür. Bu içinden çıkılmaz durum Yüzbaşı Faruk’un karargah olarak Mariora’nın halasının evini seçip oraya yerleşmesiyle daha da karmaşıklaşır.

Memduh Ün Anlatıyor:

 
O günlerde, her yıl olduğu gibi, işletmelerime film teslim edeceğim tarih yaklaşmıştı ve yine konu bulamamıştım. Bu nedenle ve Halit’e kendi seçtiği bir dizi film çektirdim. Carmen'den uyarladığı Erkek ve Dişi, Alexandre Dumas'nın ünlü Üç Silahşörler’inden uyarladığı Üç Korkusuz Arkadaş, Canım Sana Feda, İstanbul'un Kızları, Karakolda Ayna Var, Kız Kolunda Damga Var adlarını taşıyordu bu çalışmalar. Bunlardan Fatma Girik'in dişi Bond oynadığı Karakolda Ayna Var filmi iyi iş yapmış, gene Fatma'nın oynadığı Kız Kolunda Damga Var orta karar İstanbul'un Kızları da maliyeti düşük olduğundan küçük bir kar bırakmıştı.…


Bu nedenle toparlanmak amacıyla bir yöntem düşündüm Kırkların sonundan başlayarak iş yapmış filmleri listeledim, bunlardan bazılarını yeniden çekmeyi kararlaştırdım. Son Gece bu toparlanma tasarımın içinde yer alan ilk çalışmaydı.


Son Gece'yi ilk çeken Sami Ayanoğlu'ydu ve film çok büyük iş yapmıştı. Ama filmi iyi irdeleyememişim herhalde, neden çok iyi iş yaptığını anlayamamışım. Kendi filmimi bugün izlediğim zaman gördüm bunu. oysa Son Gece'yi büyük bir özenle çekmiştim.


Son Gece'nin ilk yapımının hasılat getirmesinin nedeni, ulusal duygularımızı harekete geçirmesiydi. Ben çekim öncesi, Ayanoğlu'nun filmlerinin negatifini de bulmuş, içinden bazı belgesel sahneleri alıp kullanmıştım. Ama ellilerin hamasi duygularıyla, altmışların duyarlığı tam örtüşmediği için olacak ticari başarı beklediğimiz kadar büyük olamadı. 7 numaralık iş yaptı Son Gece ve çok kötü filmlerim arasında seçkin yerini aldı.


Filmin en büyük tutarsızlığı, senaryosundaki aksaklıklardan geliyor. Kahramanımız jön kızın babasını öldürüyor istemeden de olsa ve doğallıkla bir nefret doğuyor aralarında. Ama nefretin aşka dönüştüğü süreci filmde görmüyoruz. Çok büyük bir eksiklik bu. Nefret dolu kızın kahramana pat diye aşık olduğunu izliyoruz sadece.


Filmin öyküsü Romanya'da geçiyordu. Oysa bütün köylüler Türkçeyi mükemmel konuşuyorlardı. Altyazı yapsak o zaman da bütün film altyazıyla dolar, seyirciler salona girmezdi. Yani doğru olanı yapmamızın olanağı bulunmuyordu. Bir yığın Amerikan filminde de söz ettiğim bu tutarsızlığı gördüm ben. Üstelik de çok iyi iş yapmış olan Son Gece'nin ilk yapımında da herkes Türkçe konuşuyordu.


Romen askerlerinin Fatma'ya tecavüz ettikleri sahneyi göstermeyerek Fatma'nın haykırışlarıyla vermeye çalışmışım, ama gene de ünlü sansür kurulu oraların filmden çıkarılması koşuluyla oynamasına izin vermişti. Sansürde parça kestikleri zaman negatifi istiyorlardı. Bu uygulamadan o kadar usanmıştık ki, buna bir önlem geliştirmiştik topluca. Negatifi istedikleri zaman şut, yani atılan sahnenin tekrar çekilmiş olanlarını veriyorduk, haliyle anlamıyorlardı. “Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor”, kabalcı yayınları Ağustos 2009)-İstanbul

SİNEKLİ BAKKAL (1967)

Yönetmen:Mehmet Dinler
Senaryo:Osman F. Seden (Halide Edip ASdıvar’ın aynı isimli romanından)
Foto Direktörü: Kenan Kurt
Yapım: Kemal Film / Osman F. Seden


Oyuncular: Türkan Şoray (Rabia), Ediz Hun (Pregrini), Çolpan İlhan (Emine), Kadir Savun Vehbi Dede), Toygar Belevi (Hilm, Süleyman Turan, Feridun Karakaya (Rakım), Funda Gürçen (Küçük Rabia), Erol Günaydın (Kız Tev-fik), Ali Şen (İmam), Nubar Terziyan (Paşa), Samiye Hün, Mürüvvet Sim (Sabiha Hanım), Ertuğrul Bilda, Feridun Çölgeçen (Rahip), M. Ali Akpınar, Muzaffer Yenen, Seyfi Havaeri, Sait Ergen, Hüseyin Güler


Sinekli Bakkal Hakkında:  Roman iki ana kısımdan oluşuyor. Birinci kısım kendi içinde yirmi yedi bölüm halindedir.


İkinci kısım ise kendi içinde yirmi üç bölümden oluşuyor. Romanın geneli göz önüne alınırsa siyasal, toplumsal ve duygusal sorunlarla örülmüş bir olay örgüsü dikkati çeker. II. Abdülhamit dönemi anlatılmaktadır. Ama sadece bir dönemin anlatıldığı bir roman değildir. Romanda Rabia’nın hayat hikayesi daha ön plandadır. Romanın ilk bölümünde daha çok ve karışık olaylar birbiri ardınca anlatılıyor; bu bölüm çözülecek olan bir düğüm şeklinde son buluyor. İkinci bölümde olay daha özele iniyor; daha yavaş bir şekilde Rabia’nın hayatı anlatılıyor. Romanın sonu hızlı bir şekilde ve çözüme ulaşarak bitiyor. Yazar, bu romanda kendi inandığı felsefeyi, değerleri olay örgüsüyle birlikte anlatıyor. Romanda zamana, reel hayata göre ya da bize göre ters gelen ve eleştirilecek noktalar olabilir; fakat bence önemli olan yazarın kendi görüşlerini ve kendi doğrularını güzel bir şekilde sunabilmiş olması ve bu sunumun en çok basılan - okunan romanlardan olabilmesidir.

Halide Edip’e göre medeni bir kadın iyi bir eğitimden geçmeli, dil öğrenmeli, spor yapmalı; toplum içinde çok rahat kendini ifade edebilmelidir. Romanın baş kahramanı olan Rabia da o dönemin şartlarına göre toplum içinde kendini çok rahatlıkla ifade edebilen her kesim tarafından sevilen ve saygı duyulan bir kadındır. Meselelerde bahsettiğim gibi bu roman, kendince, “olması gerekenleri” ve pek çok konudaki ideallerini, belki de bir nevi “simeranya”sının ipuçlarını yansıtıyor.


Bu roman II. Abdülhamit zamanında geçiyor. Roman, Sinekli Bakkal’ın tanı-tımı ve Emine ile Tevfik’in çocukluklarıyla başlar. Çocuklukları gibi evlilik dönemi de kısaca anlatılır.


Bu dönemi yaklaşık olarak 15-20 sene kadar düşünebiliriz. Rabia’nın doğumuyla (herhalde 1886 yılında) birlikte onun hayatı çevresinde diğer hayatlar da müşterek olarak anlatılıyor. Rabia’nın hayatını zamanı hesaplamak için düşünecek olursak; bir ara evlendiklerinden sonra Osman, Rabia’nın yirmi bir yaşlarında kendisinin ise kırklarında olduğunu dile getirir.( Rabia,on bir yaşlarında hıfzını tamamlamıştı; yaklaşık bu yaşlarında Peregrini ile onu tanıştırıyorlar; Peregrini bu tarihte otuz yaşında olmalıdır.) Buradan da Rabia ile geçen süreyi 22 sene kadar sayabiliriz. (1 Mayıs 1907 evlendikleri tarih; 21 Aralık 1907 doğum gecesi) .. 23 Temmuz 1908’de ihtilal oluyor; bu tarihten bir müddet sonra da sürgünlerin döndüğünü düşünebiliriz. Bizlerin okurken tanık olduğumuz yaklaşık 40-50 yıllık bir zaman...Halide Edip, romanda klasik tarzda yazmıştır; roman zamanında da klasik tarzı görebiliyoruz.

Halide Edip, romanı 1935 yılında yazmıştır. Kendisi de Abdülhamit döneminde yaşamış, hatta çevirisi sebebiyle ondan Şefkat Nişanı almıştır. Yani o dönemleri (kendince) iyi bilmektedir. Bunu romanın arka planındaki, dönemin gelişmelerinde hissedebiliyoruz. Romanlarında tam olmasa da kendi hayatından parçalara rastladığımız yazarın,bu romanında da pek çok bağlantı bulabiliyoruz.


MEKAN: Mekan bütün olarak İstanbul’dur. Ama romanın esas mekanı Sinekli Bakkal sokağı ve mahallesidir. Halide Edip’in hayatını incelerken 1913 yılında Evkaf Kız Mektepleri umumi müfettişliği ile vazifeliyken her hafta fakir mahalleleri, bilhassa Sinekli Bakkal’ı ziyaret ettiği dikkatimizi çekmişti. Büyük bir ihtimalle bu gezileri esnasındaki izlenimleri 1935 yılında yazdığı bu romanında kullanılmış olmalıdır.


Sinekli Bakkal Sokağı, Aksaray civarında dar bir sokaktır. 16 Aralık 1999 tarihli bir gazete haberinde belirtildiğine göre; Aksaray’dan Haseki Hastanesi’ne doğru dönünce ikiye ayrılan yolun solunda, sağdaki son sokak bugün görünüş olarak çok değişmekle birlikte; adı Sinekli Bahçe Sokağı imiş. Sinekli Bakkal; bakkalıyla, kahvesiyle, ahşap evleriyle, çeşmesiyle tam anlamıyla halka ait bir muhittir. İstanbul’un bu mekanı halkı ve halk kültürünü temsil etmektedir. Bununla birlikte Boğaziçi, Bebek, Beyoğlu, Çamlıca, Galata Köprüsü, Haliç ise gezinti yerleri, konakları, bonmarşeleri ile yeni ve zengin İstanbul’u temsil ediyor.


ROMANDA YER ALAN KARAKTERLER:

 
RABİA: Çocukluğu dedesi İmam ve annesi Emine’nin terbiyesinde geçmiştir. Akranları gibi yedi yaşında ev işlerini güzel bir şekilde yapabiliyordu. Çocukluğunu yaşayamamıştır. Dedesi tarafından sürekli olarak cehennem tasvirleriyle büyütülmüştür; kızından dolayı mektebe göndermemiş eğitimini kendisi vermiştir. On bir yaşında hıfzını dedesine dinletmiştir. İstanbul’un en küçük, fakat üslubuyla ve sesiyle en meşhur hafızı olmuştur. On bir on iki yaşlarında Vehbi Dede’den ders almaya başlar; kısa sürede tef, ud, kanun gibi alaturka sazları süratle ve kabiliyetle öğrenmiştir. Alaturka pek çok şarkıyı da güzel bir şekilde söyleyebilmektedir. Daha sonra Peregrini’den de batı müziği dersleri almaya başlamıştır ve bunda da başarılı olmuştur. Hatta doğu ve batı müziğini kendi üslubunda sentezlemiştir. Vehbi Dede ile tanıştıktan sonra dedesinin korkutucu din öğretilerinden bir nebze mevleviliğin yumuşaklığına doğru kaysa da hayatının pek çok anında dedesinin etkisi ön plana çıkmıştır. Babasıyla kalmaya başladıktan sonra ise neşeli ve sanatkar yönü daha baskın bir şekilde ortaya çıkmıştır; bu simasına da yansımıştır.


Peregrini’nin gözlemlerinden çıkardığımıza göre de; ”tabiatında riyazete temayül, manevi bir perhizkarlık, süratle düşünüp salim kararlar alma kabiliyeti” vardı. Ayrıca “fikirlerinden ziyade insanlara, yaşayan şeylere bağlı,sevdiği vakit ölüme kadar seven, en küçük bir şefkat tecellisiyle kalbi atan bir kadın olacağı” çocukluğundan anlaşılıyordu.

Sanat zevki “herhangi bir üstadı tatmin edecek kadar dürüst ve salim” idi.
Karar verdi mi peşine bırakmayan; kendisine ihtiyacı olanlara yardımsever ve vefakar; onurlu ve Sinekli Bakkal’a-köklerine her şeyiyle bağlıdır. Aynı zamanda “giydiği her kıyafete şahsiyetinden bir şeyler katan” bir özelliği vardır. Uyuşamadığı noktalarda, münakaşa esnasında, inatçı ve kesinlikle cevap vermeyen bir yapıya sahip; aynı zamanda kabullenmediği şeyleri asla yapmayacak kadar inatçı ve güçlü. Açıklayamadığı ve gücünün yetmediği konularda kadere, alınyazısına son derece bağlı. Analık sevki tabiisi çok güçlü. Ruhi olarak cinsi buhranları yok. Rabia için Rakım’ın kullandığı; ”kız değil, sanki tılsımlı kuyu. İçine mazallah ayağı kayıp düşeni dünyanın çengeli çekip çıkaramaz.” (s.317) tabiri de roman içinde onun yerini iyi ifade eden bir tamlamadır. Olumlu özelliklerin çoğunu kendinde toplamış bir kadın tiple-mesidir. Eserde diğer bütün hayatlar onun hayatı etrafında ortak bir şekilde anlatılmaktadır. Doğuyu, halk kültürünü; fakat batıyla senteze ulaşabilmiş ve batıya pek çok şeyini kabul ettirebilmiş bir doğuyu temsil ediyor.


PEREGRİNİ=OSMAN: Peregrini, Garp müziğinin üstadı olan, kulağı çok has-sas bir müzik hocası. Ateşli ve heyecan-lı bir yapıya sahip. Felsefeyi, fikri tartış-maları ve konuşmayı çok seviyor. Ba-bası soylu bir İspanyol, fakat o babasını ; ”tanımıyor; annesi tarafından büyütülmüş. Annesi ise Papa İtalyalı olduğu için oranın milliyetine geçecek kadar dindar bir Katolik; dinin haricinde hiçbir şeye boyun eğmeyen ve eğenleri de anlamayan birisi. Gençlik döneminde ise zevklerin hepsini tatmış olarak,yirmi dört yaşında manastıra çekilir. Buradan usanınca dinini bırakarak tekrar dünya hayatına döner. Daha sonra Osmanlı milliyetine geçer, ismini değiştirir ve müzik hocalığı yapmaya başlar. Kendisinin üç şahsiyeti olduğuna inanır; birincisi dimağı, ikincisi ruhu, üçüncüsü de kalbi.


Rabia’yı tanıştıklarından itibaren en çok tahlil eden kişi. Tahlil, gözlem onun için çok önemli; bu bir bölümde şu şekilde dile getiriliyor Osman,bir insan ruhunun sırlarını öğrenebilmek için diri bir göğsü yarıp açmaya razı olacak kadar fikri tecessüsün esiri.”(s.357) Bu özelliği de onun Garp çocuğu olmasıyla irtibatlandırılıyor. Sürekli soru soran ve öğrenmeye hevesli bir yapısı var. Rabia’yı gerçekten seviyor ve ona saygı duyuyor; çok zengin ve asil bir ailede olsa bile sırf bu sevgisinden dolayı her şeyi geride bırakıp Rabia’nın istediği hayatı kabul ediyor. Zaman zaman alıştığı yaşantının çok dışındaki bu hayattan dolayı sıkıntı çekse de Rabia’ya olan bağlılığıyla ve çevresindekilerin ona gösterdiği alaka ile bu yeni hayatına uyum sağlıyor. Yeni evlerine taşındıktan sonra ancak kendine özel bir çalışma odası ayırıp, orada yapmak istediği beste ile uğraşabiliyor. “Tılsımlı kuyu” operası da aynı zamanda Rabia ile Osman sentezinin canlı bir göstergesi oluyor. Peregrini olarak başladığı yolu Osman olarak noktalayan kahraman olumlu ve yuvarlak bir karakterdir. Batıyı, yeniyi; ama doğuyla senteze ulaşabilmiş,doğuyla birleşmesi neticesinde olumlu özelliklerini arttırmış bir batıyı temsil ediyor.


VEHBİ DEDE: Dini, ama bilhassa tasavvufu temsil ediyor. O,romanın hemen hemen her anında karşımıza çözüm olarak çıkıyor. Rabia onun sayesinde yumuşayıp, kendini her yönde geliştirir. Peregrini’nin Osman’a dönmesinde alt yapı olarak onun katkısı çok büyüktür. Hasılı Dede ve temsil ettiği felsefe romanda sorun problem-anlaşmazlık olan her yerde çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bunların yanında insani özelliklerden soyutlanmış bir karakter değildir. Tam aksi birebir hayatın her alanında olan bir karakterdir. Felsefenin dışında pek çok telli saza ve neye vakıf bir alaturka musiki hocasıdır. İnsanların kızını, bütün ailesini güvenerek teslim ettiği,emanet ettiği bir güven kapısıdır. Ayrıca insanların rahatlıkla sırlarını, dertlerini de paylaştığı bir kişidir. Her olaya daima yumuşak bir tavırla yaklaşır. Kainatta gerçekleşen her hadiseye esas kudretin gölgeleri nazarıyla bakabilir ve bunu yanındakilere de izah etmeye gayret gösterir. İnsana huzur veren bir yapısı vardır; hem iç alemiyle hem de dış görünüşüyle. Mütevazi, az söyleyen ve çok perhizkar bir şekilde yaşayan; sakin ve telaşsız bir yapıya sahip.



TEVFİK=KIZ TEVFİK: Karagöz ve Ortaoyu-nu sanatçısı. “Yürüyüp söylemeye başla-dığı andan itibaren herkesin taklidini yapmış bütün mahalleyi güldürmüş” ”bütün havailiklerine rağmen İstanbul-’un hudai nabit yetiştirdiği halk sanatkar-larının hususiyetlerini gösteren” birisi. Çocukluğundan itibaren hem fiziki özel-likleriyle hem de sanatçı yönüyle ön planda olmuş. Çocukluğu yeğeni oldu-ğu İstanbul Bakkaliyesi sahibi Mustafa Efendi’nin yanında geçiyor. Paraya önem vermiyor ve mahallenin daha ziyade fakirleriyle arkadaş. Tembel ve çocuk ruhlu, neşeli,oyunu seviyor. Elleri kağıt parçalarına can veren bir çevikli-ğe sahip. Sesini, mimiklerini kullanma daoldukça usta. Tevfik’in dinle ilgisi ve bağlantısı yok; içki içen, ilk sürgününde eğlence hayatını yaşamış birisi. Ona göre sanat; yazılı değil, her an değişen hayattadır. Paraya hiç kıymet vermi-yor. Sevdiği kişi, arkadaşı,dostu için cezaya ve canını bile vermeye razı olacak kadar sadık ve cesaretli bir yapıya sahip.


İMAM HACI İLHAMİ EFENDİ: Mahallenin imamı. Mahalle sakinleri tarafından pinti ve hasis olarak biliniyor. Paraya ve mevkiye düşkün; para için jurnalcilik yapabilen biri. Görünüşünde ve konuş-masında heybet var. Vaazlarında cehennemi daha parlak ve canlı olarak anlatıyor. Hazza ve sevince, umum hayat tecellisine karşı dinmeyen bir kin ve affetmeyen bir düşmanlığı herkese öğretmeye çalışıyor. Hiç tebessüm etmeyen, gülmeyen biri. Yeni olan şeylere karşı. Bütün katılığına rağmen Vehbi Dede’ye evliya olarak bakıyor; ona saygı duyuyor. Kindar ve inatçı. Yaşlılığında bile rahmet, şefaat vadeden surelere bile kinini,insanları hiç affetmeyen nefretini karıştırıyor. Bütün mahalle halkını “cehennemlik” olarak görüyor. Sert,değişmeyen eskiyi temsil ediyor. İmam karakteri olarak olumsuz ve korkutucu bir tip.


EMİNE: İmam’ın kızı, Tevfik’in karısı ve Rabia’nın annesi. Çocukluğundan itibaren hamarat, titiz, mahalle çocuklarıyla oynamaya tenezzül etmeyen biri. Suratsız ve gülmeyen; İmam’ın akidesinin biricik timsali. On yedi yaşın-da Tevfik’e kaçıyor; Tevfik’in balmumu gibi kalıptan kalıba girmesinde ideal bir koca sezdiği ve ona oyunculuğu bırakacağına dair söz verdirttiği için onunla evleniyor. Kalbi kuru, kafası dar ve dilinin zehir gibi olmasının yanında kindar ve gururlu. İdeal olarak babasını düşünüyor. O da babası gibi paraya önem veriyor.


Kendine göre olan namus anlayışı çok önemli. Tevfik’ten ayrıldıktan sonra ona sürekli beddua eden ve onu kötüleyen biri. Tevfik’ten ne kadar nefret etse de onu kendi malı gibi görüyor ve ona döneceğini düşünüyor. Asla affetmiyor. Kini ve üzüntüsüyle günden güne çöküp vefat ediyor.

SELİM PAŞA: Hükümdarın Zaptiye Nazırı. Boş zamanlarında sigara iskemlesi, köşe-lik,arka kaşağı yapar. İyi bir aile babası ve karısına bağlı. Paşa, tamamen eski zaman adamı. Samimi ve kendi ölçüleriyle namuskar.


SABİHA HANIM: Selim Paşa’nın karısı. Bir yönüyle hayır sahibi, merhametli, bağış seven; sağ elinin verdiğini sol elinin duymadığı biri; diğer yönüyle de saza söze düşkün,bir dalda durmayan bir kadın. Halk türkülerini, oyun havalarını sevdiği gibi en ağır dini musikiyi de seviyor. Hükmeden, meraklı; emri altındaki her ferdin ne yaptığınıne düşündüğünü öğrenmezse içi rahat etmez. Bunların ya-nında sır saklayan, ağzı sıkı biri. Ailesine düşkün; eşinin ikinci bir hanımı ve ondan çocuğu olduğunu bildiği halde bunu saklamış, hanım ölünce de kızlarına bakmış. Bunun yanında oğlunu çok seven bir anne.



HİLMİ: Selim Paşa ile Sabiha Hanım’ın oğlu. Jön Türk. Genç ve devrimci aydınları temsil ediyor. Giyimine dikkat eder ve zevkinde diğer “paşazade” çocuklarından onu ayıran bir başkalık, durgunluk vardır. Gözleri ve bakışının manası ile ağzı ve dudaklarının ifadesi onun ince düşünceli bir mizaca sahip olduğu havasını vermektedir. Annesine derin bir sevgi ve hürmeti vardır; bunu davranışlarıyla da gösterir.


RAKIM AMCA=CÜCE: Tevfik’in oyuncu arkadaşlarından.. Rabia’ya sözünü geçirebilen, çıkışabilen yegane kişilerden biri. Neşeli, taklit yeteneği olan bir oyuncu.Dindar değil, zaman zaman içki içiyor; Ramazan’da oruç tutmuyor ve namaz kılmıyor; Vehbi Dede’ye ve dindarlara saygılı.


BİLAL: Rumelili Bahçıvan Ramazan Ağa’nın yeğeni. Yaşı küçükken bile özellikleri belirgin; isyankar mağrur, ateşli. Tokattan, tekmeden kaçan; başını her halden kurtarabilen biri. Yaşlıları bile ürküten bakışlara sahip. İş yapmayı sevmiyor. Selim Paşa tarafından görünüşü ve gözlerindeki kudreti farkedilerek okutuluyor. Rabia’yı tutkulu bir şekilde seviyor. Rabia ise ilk kendi yaşlarında bir karşı cins olarak ondan hoşlanıyor; fakat Selim Paşa’nın dile getirdiği evlenme teklifini kesin olarak reddediyor. Bundan sonra Bilal,Paşa’nın damadı olma yo-lunda ilerliyor. Bilal,Vehbi Dede ve Peregrini’yi çalgıcı olarak; Hilmi ve arka-daşlarını ise birer züppe olarak görüyor. Paşa’yı beğeniyor ve her haliyle onun gibi olmak istiyor. Kudret hissi ve hakimiyet duygusu çok baskın. Rabia’nın evleneceğini öğrendiğinde bile onu sevdiğini farkediyor; Mihri ile evlenince Anadolu’da görevli olacağını düşünerek ken-dini rahatlatmaya çalışıyor. 1907 yılında Hıdrellez de Mihri ile evlenince gözden kayboluyor.


TULUMBACI BAŞI SABİT BEYAĞABEY: Mahallenin Tulumbacı başlarından en hatırı sayılırı. Kendine mahsus bir baba-yiğitliği, namus ölçüsü vardı; ama bunun yanında külhanbeyliğin verdiği bir kabadayılığı,sert ve yakışıksız davranışla-rı vardı. Rabia’ya göz dağı vermek için  bunu başaramayınca, bu olaydan sonra Rabia’dan korkar,ona saygı gösterir. Kendisiyle birlikte bütün tulumbacılar Rabia ile bağlantısı olan herkese saygı gösterirler. Rabia Osman ile evlendikten sonra da Osman ile iyi diyalog kuran biri olur.


ÇİNGENE PENBE: Batıl inançları bol olan bir çingene. Tevfik ile ilgilenirken Rabi-a’nın ikazıyla bundan vazgeçmiştir. Onlarla kalmaya başladıktan sonra Rabia’ya ev işlerinde yardım eden, onun “teyze” diye hitap ettiği biri olur.
KANARYA: Sabiha Hanım’ın alıp yetiştirdiği bir güzel Çerkes kızı. Daha sonra saraya Kadın Hanım’a verilen böylece saraya giren birisi. Sarayda sultanın yeğeniyle evlendirilir; bundan sonra Nejat Bey’in eşi olarak karşımıza çıkar. Abdülhamit’ten korkar ve onu sevmez.


Nejat Bey’in eşi olduktan sonra da aslını unutmaz ve Sabiha Hanımlara saygıda kusur etmez. Rabia’nın düğün hazırlıklarında yardım ediyor ve sık sık görüşüyorlar. En son Rabia’nın hamileliği esnasında karşımıza çıkıyor. Yardımsever birisi.


NEJAT BEY: Padişahın yeğeni. Saray içinde yetişmiş, bundan dolayı halkın yaşantısı ona ilginç ve gizemli geliyor. Rabia’ya sanatkarlığının dışında bu yönünden dolayı bir yakınlık duyuyor. Batı müziğini ve piyano çalmayı biliyor. Vehbi Dede ve Peregrini ile her hafta toplanıyorlar. Babası da kendisi de çocuk tabiatlı olduğu için hiçbir entrikaya karışmazlar. Onun için saray çevresinin en rahat ailesidirler.


SAFVET BEY: İkinci Mabeyinci. Hiç evlenmemiş. Yeğenlerini büyütüp, eğitimini sağlamış. İnsanlara iyilik ve kardeşlik yapmak için gökten yere inmiş bir hali var. “Aşk ahlakı! Kim bilir belki istikbalde insan müesseselerinin nazımı olur... İnşaallah olsun.” diye düşünen birisi.


DÜRNEV: Selim Paşa’ların gelini; Hilmi’nin eşi. Sabiha Hanım tarafından küçükken alınıp yetiştirilmiş, terbiye edilmiş,iyi bir tahsil verilmiş ve oğluyla evlendirilmiş bir Çerkes kızı. Fakat Sabiha Hanım romatizmaya yakalanıp yatağa bağlandıktan sonra cesaretlenip kendi başına hareket etmeye başlar.Aşırı süslü, karışık ve şaşaalı makyaja ve giyinişe sahip. Hareketleri ve mimikleri “resimli kitaplardan taklit” gibi. Taklitçi yeniyi temsil ediyor. Ama sürgünde yaşadığı zorluklardan sonra biraz daha olumlu hale gelmiş birisi.


GALİP: Hilmi’nin Jön Türk arkadaşlarından. Annesi ölmüş, zengin bir babanın oğlu. İleri ki dönemlerde Rabia’yı istiyor; fakat Rabia kabul etmiyor. Cüce tarafından “istediğin kalıba sokabileceğin bir koca adayı” olarak nitelendiriliyor. Bu vakadan sonra Rabia, Galip ve Şevki varken Hilmi’nin odasına çıkmaz.


ŞEVKİ: Hilmi’nin Jön Türk arkadaşlarından. Vehbi Dede’nin İmam’dan daha tehlikeli olduğunu düşünüyor. Devrimci gençliği temsil ediyor. Konuşkan, taklitçi ve düşüncesine ateşli bir şekilde bağlı. . Sinekli Bakkal’ın iç işlerini ezbere biliyor


ZATİ BEY: Dahiliye Nazırı. Dilediği ferdi asmak, boğdurmak kudretine sahip olmak için ömrünün on senesini fedaya hazırdı. Evi o zamanın alafrangalığına özenilerek dekor edilmiş; hizmetlileriyle, eşyasıyla ve kendi giyimiyle özentili birisi. Menfaatine düşkün. Dinle hiçbir alışverişi olmayan bir adam.


BAYRAM AĞA: Selim Paşa’nın bahçıvanı. Rumelili. Kendine ve yetiştiği ortama has kural ve prensipleri var. Otoriter.


BEHİRE HANIM: Safvet Bey’in kız kardeşinin kızı. Mürebbiyelerle büyütülen kibar kızlara kendi kültürleri, kendi klasiklerinin de öğretildiği devirde yetişmiş. Kocası sadece Avrupa’da yapmış olduğu için kendi kızlarını Fransız mürebbiyeler elinde yetiştirmiş; Avrupa’dan gelen her şeyi gökten inmiş bir emir kabul eden biriydi. Hayatları serbest ve mesut olsa da Behire Hanım ananelere bağlı; bundan dolayı da dayısının yanına sık geliyor.


ARİF: Safvet Bey’in yetim yeğeni. Safvet Bey tarafından büyütülmüş ve onunla birlikte kalıyor. Nejat Bey’den sonra eniyi Türk piyanist. Tembel olduğu için ve müzikten para kazanılması adet olmadığından çalışmıyor; canı istediği zaman Robert Koleji’ne kaydoluyor, bir müddet devam edip çıkıyor.


MUAVİN RANA BEY: Selim Paşa’nın yardımcısı.


GÖZPATLATAN MUZAFFER: Tehlikeli, siyasi sanıkları sorgulamayla memur. Görünüş olarak eski pehlivanlara benziyor. Yardımsever, Vazifesini yerine getiren bir adam imajı var. 1908 ihtilalinden sonra ise Meşrutiyet hatibi olur.


MİSİS HOPKİNS: Robert Koleji’nin İngilizce hocasının madamı. Kanarya’nın arkadaşı; ondan hayatı hakkında pek çok şeyi öğreniyor.


KAHYA ŞÜKRİYE HANIM: Sabiha Hanım’ın kahyası. Konaktaki her şeyi hanımına haber veren, kendisine verilen görevleri yapan biri.


UŞAK ŞEVKET AĞA: Selim Paşa’nın uşağı. On beş yıldır Paşa’ya hizmet ediyor


ESKİCİ FEHMİ EFENDİ: Sinekli Bakkal’ın umumi ve içtimai hayatına, her vesileyle karışan; ihtiyar heyetinin hatırı sayılır azalarından. Osman’a da yakınlık gösteren komşulardan. Mahallenin muhafazakar kısmını idare ediyor.


BEKÇİ RAMAZAN AĞA: Sinekli Bakkal bekçisi.


DOKTOR KASIM: Dahiliyeci. Türk tıbbına Alman fennini, biraz da katılığını getiren meşhur simalardan. Rabia’nın doktorlarından. Hastaların dimağlarına etki ederek tedavi etme fikrini İstanbul’da yayan ilk doktor olarak geçiyor. Çoluk çocuğu olmadığı için biraz daha sert yaklaştığı belirtiliyor.


DOKTOR SALİM: Jinekolog. Türk tıbbına Alman fennini ve katılığını sokan diğer meşhur sima. Rabia’nın doktoru. İlk sezeryan uygulayacağı hastası olduğu için Rabia ile çok ilgilenir. Daha yumuşak tabiatl


İKBAL HANIM: İkinci Mabeyinci Safvet Beyin süt ninesi ve yalının hanımı. İhtiyar, kendine göre bir sevimliliği olan,Çerkes asıllı. Elli beş senedir İstan-bul’da olmasına rağmen Türkçe’yi tam öğrenememiş. Şiddetli taassupla dindar; fakat bu dindarlığının içi dolu değil. Vehbi Dede’ye ve Rabia’ya hürmeti çok. Çileli bir gençliği var; bunu daha sonra Rabia ile paylaşıyor.


BAKKAL MUSTAFA EFENDİ: İstanbul Bakkaliyesi’nin sahibi, Tevfik’in dayısı. Tiryaki bir mahalle bakkalı.


MİHRİ: Selim Paşa’nın kızı.


İKBAL HANIM:
İkinci Mabeyinci Safvet Beyin süt ninesi ve yalının hanımı. İhtiyar, kendine göre bir sevimliliği olan, Çerkes asıllı. Elli beş senedir İstan-bul’da olmasına rağmen Türkçe’yi tam öğrenememiş. Şiddetli taassupla dindar; fakat bu dindarlığının içi dolu değil. Vehbi Dede’ye ve Rabia’ya hürmeti çok. Çileli bir gençliği var; bunu daha sonra Rabia ile paylaşıyor.


BAKKAL MUSTAFA EFENDİ: İstanbul Bakkaliyesi’nin sahibi, Tevfik’in dayısı. Tiryaki bir mahalle bakkalı.


MİHRİ: Selim Paşa’nın kızı.( www.frmtr.com/kitap-ozetleri/




 

23 Ağustos 2016 Salı

SİLAHLARI ELLERİNDE ÖLDÜLER (1967)

Yönetmen: Feyzi Tuna
Senaryo
Sadık Şendil (*)
Kamera: Mahmut Demir
Yapım: Arzu Film / Ertem Eğilmez


Oyuncular: Fikret Hakan, Ekrem Bora, Hülya Darcan, Tugay Toksöz, Suna Selen, Hayati Hamzaoğlu, Hüseyin Baradan, Giovanni Scognamillo, Danyal Topatan, Benan Öz, Behice İnan, Kâzım Kartal, Selâhattin İçsel

Konu: Toptaşı Cezaevi’nden tahliye olan iki arkadaşın konuşması:
Fikret; “Önce eve koşup bizimkileri görmek istiyorum. Yarın da gidip eski çalıştı-ğım tamirhaneyle konuşacağım.”


Ekrem; “Doğru yoldan gideceksin demek. Sen müdürün palavralarını yutmuş olabilirsin ama beni açmaz. Mezbaha görmüşsen bilirsin, kesilecek hayvanlara önce damga vururlar. Kızgın şişi yedi mi artık bıçaktan kurtuluş yoktur.Hapishanenin mezbahadan ne farkı var. Artık kuyruğun polisin elinde olacak.”


Hugo Montenegro ve Orkestrası’ndan ‘A Fistful of Dollars’ (Morricone)(1964) ve John Barry Studio Orkestrası’ndan ‘Thunderball’ (1965) melodileri ile onların ama daha çok Fikret’in sıkıntıları bölüşüyoruz.


1939’da çevrilen ‘Invisible Stripes’ın (Yönetmen Lloyd Bacon) uyarlaması olan bu filmde bir eski mahkûmun ‘artık leke düşürmek istemediği hayatı’ için umutsuz ve iç burkan çırpınışlarını izliyoruz. Daha hapishanenin özgürlüğe açılan kapısından çıkarlarken, yalnızca sesini duyduğumuz bir gardiyan, alaycı bir şekilde “Beyler, güle güle, yine bekleriz” diyor.


Fikret’in düşe kalka da olsa en azından deneyeceği ‘doğru yoldan ayrılmama’yı Ekrem düşünmez bile. Filmde Ekrem (belki de o günlerde üç filmde birden oynayan Ekrem Bora’nın bu filme az zaman ayırabilmesi nedeniyle) arkadaşından daha az görünüyor. Annesi ve bir tamirhanede çalışan kardeşi Metin’den başka kimsesi olmayan Fikret ‘tahliyeden sonra’ içerdeki günlerini aratacak şeyler yaşar. Sözlüsü Nevin “Beni anlamalısın. Artık beraber olamayız. Zaman insanları da şartları da değiştiriyor… Seni üzmemek için hapishanedeyken söyleyememiştim bunu” diyerek onu terk eder. Sabıkalı olması nedeniyle, önceleri, ne eskiden çalıştığı tamirhanede ne de başka bir yerde iş bulabilir. Günler sonra, ‘çocuk işçi arayan’ bir iplik imalathanesinde çok az bir maaşla (haftada 25 lira) çalışmaya razı olur. Her şey yoluna girmiş gibiyken, ilk haftalığını aldığı gün yaşamı altüst olacaktır. ‘Lekesiz hayatımızın açılış merasimi’ diyerek, ilk kazancını kutlamak için annesini, Metin ve nişanlısı Hülya’yı gazinoya götürür. Kötü bir rastlantı ile eski sözlüsü Nevin de erkek arkadaşıyla aynı yere gelmiştir. Fikret’in neşesi kaçar. Ailesini orada bırakarak, Galata Köprüsü’nde, Haliç’te efkârlı bir şekilde dolaşıp durur. Biraz kendini toparlayıp eve geldiğinde onu iki sivil polis beklemektedir. Çalıştığı imalathane soyulmuş ve sabıkalı olduğu için sanık durumundadır. Beyoğlu Merkez Nahiyesi Emniyet Baş Komiserliği’nde 2 gün boyunca hırpalanarak sorguya çekilir. Neyse ki, soyguncu bulunur da Fikret evine dönebilir. Ama, bu sürede bir başka üzücü olay olmuştur. Metin, abisi ile görüşmek için gittiği karakolda, onunla ancak bir avukatın görüşebileceğini öğrenir. Sonrasını Fikret’e annesi (Alev Koray’ın sesi ile) anlatıyor “Patronu ile kavga etmiş. Sana avukat tutmak için para istemiş. Adam, vermediği gibi ileri geri söylenmiş…‘Abin sağlam ayakkabı değil. Öylesine yardım için bende para yok’ demiş. Metin de dayanamayıp tokadı patlatmış.” “İşinden de kovuldu desene.” Fikret, hem bu yaşadıklarının verdiği bunaltı ile hem de eskiden beri “Şöyle kendime küçücük bir tamirhane açıp el kapısından bir kurtulsam” diyen kardeşinin arzusunu yerine getirmek için Ekrem’in çetesine katılır.


‘Kardeşler Garajı’ kurulana dek soygun-larda onlara yardımcı olur. İşi bırakmak isteyince, kızgın çeteye karşı Ekrem’in yardımını görüyor. Ama, bir polis baskını sonrasında çete birbirine düşer. Filmin sonunda, Ekrem ve Fikret’in ölümü ile alaycı gardiyanın beklentisi gerçekleşmeyecektir. “Gardiyanı aldattık. Bir daha dönmeyeceğiz oraya.”


Fikret’in cezaevi sonrasındaki dürüst yaşam için söyledikleri; “Ben, hâlâ, Ha-pishane Müdürü’nün haklı olduğuna inanıyorum… Yalnız, bir noktada yanılı-yorlar. Hapishaneden çıkan insana ya yaşama hakkı tanımalı yahut da hiç çıkarmamalı. Çünkü, nasıl olsa oraya dönecektir.”(Yazan: Murat Çelenligil – sinematürk Internet veri tabanı)


__________________________________

(*) Jonathan Finn’in (1885)-1971) hikâyesinen Warren Duff’un (1904-1973) senaryosundan Lloyd Bacaon’un (1889-1955) rejisiyle 1939 yılında çekilen “Invisible Stripes” isimli filmden uyarla-ma. 30 Aralık 1930 yılında Amerikada (USA) gösterime girn bu filmde başlıca rolleri; George Raft (1895-1980), William Holden (1918-1981), Humpery Bogart (1899-1957), gibi isimler paylaşmışlardır. (kyn: www.imdb.com)



 
 

SİLAHSIZ DÖĞÜŞELİM (1967)

Senaryo ve Yönetmen:Bilge Olgaç
Kamera:Paşa Gündoğdu
Yapım :Ark Film / Niyazi Vanlı


Oyuncular: Kuzey Vargın, Gülgün Erdem, Nurlan San, Süleyman Turan, Suha Doğan, Sami Tunç, Sevda Nur, Misafir Oyncu: Yıldırım Gencer


Konu: Bir kabadayı ile kız kardeşinin öyküsü.

SİLAHLI PAŞAZADE (1967)

Yönetmen: Türker İnanoğlu
Senaryo: Fuat Özlüer
Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop
Müzik: Rauf Tözüm,Metin Bükey
Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu


Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu, Yapım Koordinatörü: Memduh Karakaş, Teknik Yönetmen: Mehmet Bozkuş , Yönetmen Yardımcısı: Erdal Aksüt, Kamera Asistanı: Hüseyin Karındoyuran, Negatif Kurgu: Erdoğan Kızıldağ, Işık Şefi: Mehmet Çakar, Kostüm Uygulama, Niyazi Er, Makyaj: Zeki Alpan, Şarkılar: Alaaddin Şensoy, Sevim Şengül, (Saner Film Stüdyosunda hazırlanmış, Süperfon film stüdyosunda seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Cüneyt Arkın (Şahin), Filiz Akın (Nilüfer), Turgut Özatay (Yunus), Mümtaz Ener (Murat Paşa), Dursune Şirin (Mahinur Kalfa), Nevzat Okçugil (Meşkure Sultan), Nubar Terziyan (Hacı Tahir), Necdet Tosun (Tosun Ağa), Gülten Ceylan (Huriye), Hüseyin Zan (Füruzan Bey), Ömercik “Şahin'in çocukluğu), Necip Tekçe (Hulusi), Özcan Yiğitmen (Nilüfer'in çocukluğu), Yaşar Şener (Recep), Kudret Karadağ (İrfan). Ahmet Turgutlu (Kumandan), Arap Celal (Cellat), Behçet Nacar (Seyis), Adnan Mersinli (Seyis),Ali Seyhan, Enver Dönmez, Faruk Panter, Feri Cansel


Konu: Arabacı Yunus'un (Turgut Özatay) bir halayığa aşık olup, onu hamile bıraktığı konakta, sert ve otoriter Murat Paşa (Mümtaz Ener) aşıkların evlenme isteğine karşı çıkar. Arabacı Yunus hapse atılır, sevgilisi de oğlunu dünyaya getirirken ölür. Konağın dadısı (Dursune Şirin) bebeği aynı anda doğum yapan Paşa'nın eşi Meşkure Sultan'ın (Nevzat Okçugil) ızıyla değiştirir. Yunus sevdiği kadının ölümünü duyduğunda, Paşa'dan intikam almaya yemin eder. Yunus'un oğlu Şahin (Cüneyt Arkın) müzik zevkine ve bükülmez bileğe sahip bir delikanlı olur. Babasının kahvesinde meşk eden Hacı Tahir Bey (Nubar Terziyan) Şahin'i müzis-yen yapmak ister. Yunus ise oğlunu intikam için silahşör olarak yetiştirir. Tahir Bey paşanın kızı Nilüfer'e (Filiz Akın) de müzik dersleri verir. Paşa Tahir Bey'den kendisine arabacı bulmasını ister. Yunus Şahin'i yollar. Şahin Nilüfer'i gezdirir, onu taciz edenlerden korur. iki genç birbirlerinden hoşlanır. Konakta Şahin'in de meşke katılması bu ilişkiyi pekiştirir. Babasının paşayı öldürme isteğini Şahin geri çevirir. Yunus oğlunun yerine geçip arabacı olur. Bacı kalfa onu tanır. Nilüfer'i rehin alan Yunus Şahin'e eğer paşayı vurmazsa kız'ı öldüreceğini söyler. Şahin paşaya kıyamaz. Nilüfer'de gözü olan paşazade Füruzan, paşaya mektup yazıp iki gencin ilişkisini anlatır. Paşa Şahin'i hapiste öldürecekken bacı kalfa gerçeği itiraf eder. Şahin, paşanın oğludur. Birlikte Yunus'un evine giderler. Kalfa Yunus'a da olayları açıklar. Nilüfer de Yunus'un çocuğudur. Paşa Yunus'tan af diler. Nilüfer'in gelini olmasını ister. iki sevgili sonsuza dek birleşir


SİHİRBAZLAR KRALI MANDRAKE KİLİNG’İN PEŞİNDE (1967)

Senaryo ve Yönetmen : Oksal Pekmezoğlu (Lee Falk’ın çizgi romanından ve Killing foto romanından)
Görüntü Yönetmeni: Nedim Akanlar
Yapım: Mutlu Film


Oynayanlar: Güven Erte, Mine Mutlu, Meltem Mete, Sadettin Düzgün, Derya Tanyeri, Halil Esen, Cemil Sayın, Mustafa Dik, Semra Sine, Ayla Kaya, Meltem Mete, Mustafa Dik, Tansu Sayın


Konu: Tatilini geçirmek üzere İzmir'e gelen bir Hintli prensesle Mandrake ve Killing'in macerası.

SEVDA (1967)

Yönetmen: Selahattin Burçkin
Senaryo: Bülent Oran “Turan Aziz Beler’in aynı isimli romanından uyarlama ”
Operatör: Enver Burçkin
Yapım: Kervan Film / Ümit Utku


Oyuncular: Ediz Hun, Sema Özcan, Muhterem Nur, Nedret Güvenç, Sevinç Pekin, Meral Sayın, Hayri Esen, Necdet Tosun, Tahiye Salem, Leman Akçatepe, Özdemir Han, Mahmure Handan


Konu: "Deniz subay olan Erol bir gün Sevda isimli bir kız ile tanışır. Sevda çok değişik bir kızdır, onun bu özelliği Erol'u etkilemiştir. Erol ile Sevda arasında ki arkadaşlık aşka dönüşür ve evlenmeye karar verirler: Sevda’nın babası çok zengin biridir ve kızını Erol'a vermek istermez, yakın tanıdığını Şakir ile evlen-dirmeye kararlıdır, iki sevgili büyük bir çıkmaza girerler; acı son yakındır, Sevda veremdir.

SENİ AFFEDEMEM (1967)

Yönetmen: Duygu Sağıroğlu
Senaryo: Sadık Şendil
Kamera Cengiz Tacer
Müzik: Okan Dinçer
Şarkı: Erkut Taçkın
Yapım: Arzu Film / Nahit Ataman , Ertem Eğilmez


Seslendiren: Yorgo İliadis, Asistanı: İlya İliadis,
(Erman Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır)


Oyuncular: Hülya Koçyiğit (Feride Baykara/Canan, Cüneyt Arkın (Murat Özkul Tanju Korel (Galip), Sevinç Pekin (Liza), Mine Sun (Necla), Hüseyin Zan (Erdem), Refik kemal Arduman (İzzet Zeki Baykara, Hüseyin Kutman (Ragıp), Gülgün Erdem

Konu: ‘İzmit’deki Saracoğlu Tesisleri. Deniz kenarı ve çiçeği burnunda evli bir çift; Feride ve Murat. İzzet Zeki Baykara.. İstiklal Madalyası sahibi bir asker ve emekli büyükelçi. Kızından başka kimsesi yok. Ne olduğu belirtilmeyen bir nedenle dara düşmüş ve Kandilli’deki tarihi köşkü satmak üzere. Bir işadamı, Galip Erksan da bu durumdan yararlanmaya çalışıyor; “..Böyle bir köşkün satışa çıkarılmış olmasına son derece üzüldüm.. Memleketin ender yetiştirdiği bir şahsiyetin sıkıntı çekmesi hepimiz için utanç olmalı. İzzet Zeki Beyefendi, özür dileyerek teklif ediyorum, hissedarı bulunduğum büyük bir şirketin idare heyeti reisliğini lütfen kabul buyu-rur musunuz?” İzzet Bey‘..ticari işlerle hiçbir ünsiyeti olmadığını’ ve ‘bunun mesuliyetli bir iş’ olduğunu anlatmaya çalışır ama Galip’in ağına düşmüş bir kere; “Endişelerinizin yersiz olduğunu söylememe müsaade ediniz..Sizin deruhte edeceğiniz iş sadece dış ülkelerle temaslar temin etmek, uzmanların hazırladıkları mukaveleleri imzalamaktan ibaret olacaktır. Bir takım ticari meselelerle sizi yormaya niyetimiz yok..” Ger-çekten de sonraları, İzzet Zeki dört duvar arasında, suçsuzluğu anlaşılana dek epeyce ‘istirahat edecektir’.


Baykaraların durumu, şimdilik düzelmiş gibi. Fırtına öncesi sessizlik. Haldır huldur bir şeyler imzaladığı yeni iş yerinde kızı ile konuşuyor..
Feride ; “..Babacığım okumadan imzaladınız evrakları.”
İzzet Zeki; “Kızım, onlar bu işleri benden daha iyi biliyorlar. Ben zaten bir şey an-lamıyorum ki.”


Günler sonra evlerinin kapısı çalınır ; “..Efendim bendeniz mali polisten komiser Rauf. Lütfen bizimle müdüriyete kadar gelmenizi rica edecektim.” Murat tarafından ‘büyük bir döviz kaçakçılığı ve düpedüz vatan hainliği’ ile suçlandığı mahkemede karar ; “..Türk Ceza Kanununun 472/1 ve onu müteakip maddeleri gereğince sanığın 14 sene ağır hapsine, 340 bin lira ağır para cezasına, bütün menkul ve gayrı menkullerine el konulmasına ve vatandaşlık haklarından mahkûmiyetine..” Feride, belki bir yararı olur umuduyla gittiği Murat’ın evinden kovulur. “Hiç kimseden bu kadar nefret edebileceğim aklımdan geçmezdi. Sizi hiçbir zaman unutmayacağım Murat Özkut.”
Kaderin cilvesi, Murat da aynı yerde striptiz yapan Liza’nın sevgilisi. ‘Laplaya’ Liza’yı almaya geldiği bir gece Feride’yi dinler ve aşık olur. Genç kız, ‘nasıl oldu-ğunu anlamadan kendisini onun annesinin evinde bulur’. “En yakın zamanda, mümkün olduğu kadar çabuk” evlenirler. Sonrası özellikle delikanlı için zor.Birbirlerini çok seviyorlar ama Feride yaklaşmasına izin vermez.
İzzet Zeki ile ilgili düşüncelerinden kuşkuya düşen Murat dosyayı tekrar inceliyor. Asıl suçlunun Galip olduğu anlaşılır. Feride’nin babası kurtulur ama Murat genç kadının Galip’le ilişkisi var sandığı için birleşmeleri yıllar sonra ola-caktır. (Yazan: Murat Çelenligil Internet sinematürk veri tabanı)


 

22 Ağustos 2016 Pazartesi

SEN BENİMSİN (1967)

Yönetmen: Ertem Eğilmez
Senaryo: Bülent Oran
Görüntü Yönetmeni: Kenan Kurt
Yapım: Akün Film / İrfan Ünal, Recai Alçaoğlu


Oyuncular: Tamer Yiğit, Selda Alkor, Turgut Özatay, Ayfer Feray, Suna Pekuysal, Leyla Altın, Bedia Muvahhit, Sami Hazinses, Süha Doğan, Necdet Tosun, Fuat İmer


Konu: Serseri ruhlu bir şoförle, zengin bir aile kızının öyküsü. Kör bir kızla, tamircilik yapan bir genç bir gün telofonla tanışırlar, ama kötüler Turgut ve Ayfer bu aşka karşı çıkacaklardır.

SERSERİLER KRALI (1967)

Yönetmen: Mehmet Dinler
Senaryo: Osman F. Seden
Kamera: Kenan Kurt
Müzik: Metin Bükey
Yapım: Kemal Film / osman F. Seden


Ses: Tuncer Ayydınoğlu; Montaj: Arif Özalp, Kenan Davutoğlu; Neg. Montaj: Ali S. Berkan, Osman Bilen; Dekor: Saim N. Bilge; Işık: İlhan Aslım; Set Amiri: Hasan Nurdan; Set Elemanı: Rıza Şenışık; Prod. Amiri: Adnan irkut; Ar Direktör: Yüksel Tanık; Reji Asist.: Yücel Çakmaklı; Kamera Asist.: Özer Korkmazlar; (Kemal Film Platosu'nda Çekilmiş, Acar Film Stüdyosu'nda Seslendirilmiştir).



Oyuncular: Filiz Akın, Sadri Alışık, Parla Şenol, Tülin Elgin, Kenan Pars, Feridun Karakaya, Cahide Sonku, Yaşar Şener, Mehmet Ali Akpınar, Nubar Terziyan, Mümtaz Ener, Zeki Tüney, Necip Tekçe, Engin İnal, Hüseyin Zan, Hüseyin Güler, Hasan Ceylan, Ali Seyhan, Niyaz Vanlı, Feridun karakaya, Hakkı Kıvanç, Bedri Çavuşoğlu

Konu: Bir gece kulübünde şarkıcılık ya-pan Fatma (Filiz Akın) abi dediği Osman (Sadri Alışık) ve küçük kızı Boncuk'la (Parla Şenol) birlikte yaşar. Eşinden ayrılmış olan Fatma ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan küçük kızını babaannesine vermek istemez. Babaanne ise küçük kızın gece kulüplerinde sefil bir yaşam içinde olmasını istemez. Osman ise aynı gece kulübünde iskambil kağıtlarıyla sihirbazlık yapar. ama peşinde abisinin adamları dolaşır. Bir zamanlar abisi Turgut (Kenan Pars) ile yasa dışı işler yapan, sonra da kumarhane açarak büyük bir servet kazanan Osman, abisinin sevgilisiyle olan ilişkisi yüzünden başı derde girer. iki kardeşin arasını bozan kadın sevgilisi Turgut'un hapse girmesine neden olduğu halde, Osman'ı da ihbarcı duruma düşürür. Bundan sonra ise Osman'ın yaşamı alt-üst olur. Kimse iş vermediği gibi peşindeki adamlar tarafından ölümle tehdit edilir. Sonunda gece kulüplerinde sihirbazlık yaparak yaşamını kazanmak zorunda kalır. Osman ayrıca kendisine abi diyen Fatma'ya da aşıktır. Ama bunu bir türlü dışa vuramaz. Fatma ise onu yalnızca bir abi olarak sever. Osman'ın abisi hapishaneden çıktıktan sonra işler karışır. Bu arada Fatma'nın ölümcül hastalığa yakalan kızının sorununu çözemeyeceği bir duruma gelir. Sonunda, yaşamın kendilerine hazırladığı tuzaklar içinde tutsak olan Fatma ve Osman içine düştükleri zor durumlardan kurtulmak için büyük savaşım vermeye başlar.(Burçak Evren, "Filiz Akın" Dünya KİV Yayınları, 2010)




SERSERİ (1967)

Yönetmen: Osman Nuri Ergün
Senaryo: Safa Önal
Kamera: Çetin Gürtop
Yapım: Er Film / Berker İnanoğlu


Oyuncular: Sadri Alışık, Sema Özcan, Senih Orkan, Feridun Çölgeçen, Süleyman Turan, Asuman Arsan, Sadri Karan, Lütfü Engin, Faik Coşkun, Erdoğan Seren, Çetin Başaran, Behçet Nacar


Konu: Hoyrat serseri Kazım, derbeder bir hayat sürmekte kulübesinde tek başına yaşamaktadır. Bir gün Zeynep gelir onunda insani duyguları açığa çıkar.Mahalle baskısı başlar karakola bile şikayet ederler nitekim Kazım dişlidir hepsini pataklar.

Doktora gider Zeynep'in ameliyatı için ama 15 bin lira lazımdır o da gidip bitirimhaneyi soyar lakin gerekli miktarı alır. Ameliyat ettirir yerine arkadaşını (S.TURAN) geçirir. Gözleri açılan Zeynep inanmaz sonrada her şeyi öğrenir. Ce-zaevine (Sultanahmet) gidip Kazım'ı bulur bekleyeceğini söyler.