Powered By Blogger

25 Ağustos 2016 Perşembe

TRAFİK BELMA (1967)

Yönetmen Sırrı Gültekin,
Senaryo Sadık Şendil
Kamera Sertaç karan,
Müzik Rauf Tözüm
Yapım Gültekin Film/Sırrı Gültekin


Yönetmen Yardımcısı: Tandoğan Çağlar, Kamera Asistanı: Şener Işık, LaboratuVar Şefi: Semih Peköz, Laboratuvar: İbrahim Güzel, Işık Şefi: Mazhar Eröz, Set: Samsunlu Şeref Güner Işık, Himmet Arı, İsmer Özçınar,

Oyuncular : Gönül Yazar (tarik Belma), Berkant (Berkant), Öztürk Serengil Berkant’ın eniştesi), Kenan Pars (Patron), Vahi Öz (Belma’nın babası), Suna Pekuysal (Berkant’ın ablası), Vasfi Uçaroğlu (Mıstık), Hüseyin Zan (Damat adayı), Jale Öz (Belma’nın annesi), Berç Kayahan, Jan Sırapyan (Ses Film Stüdyosunda hazırlanmış, Süperfon Stüdyosunda seslendirilmiştir.)


Konu: Zengin bir kızla, bir minibüs şoförünün öyküsü

TAPILACAK KADIN (1967)

Senaryo ve Yönetmen:Nejat Saydam,
Kamera:Melih Sertesen,
Müzik:Tuncer Aydınoğlu,
Yapım:Acar Film/Murat Köseoğlu


Oyuncular: Türkan Şoray, Murat Soydan, Muzaffer Tema, Ali Şen, Ergun Köknar, Sunay Sun, Nihalcık

Konu: Kendisini meşhur eden gazino patronuyla, genç bir talebinin aşkı arasında karar veremeyen genç, güzel bir şarkıcı kadının aşk öyküsü…


ŞEYTANIN OĞLU/GADDAR (1967)

Yönetmen: Mehmet Aslan,
Senaryo: Yılmaz Güney,
Kamera:Rafet Şiriner,
Yapım: Şahinler Film/Nami Dilbaz


Reji Asistanı: Birsel Kaya, Kamera Asistanı: Ferhan Bakır, Prodüksiyon Amiri: Recep Kayseri, Ses Mühendisi: Necip Sarıcıoğlu, Dublaj: Sacide Keskin, Laboratuvar Şefi: İbrahim Üstün, Laboratuvar: Hüseyin İnci, Şaban Aldemir, Negatif Montaj: Ender Teker, Matipo: Şeref Mehtap, (Lâle Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.)


Oyuncular: Yılmaz Güney, Birsen Menekşeli, Peri Han, Hayati Hamzaoğlu, Cenk Er, Süha Doğan, Atilla Ergün, Asuman Arsan, Haydar Karaer, Ahmet Koç, Hüseyin Zan, Enver Dönmez, Hüseyin Güler, Yaşar Şener, Osman Türkoğlu, Ayton Sert, Zeki Sezer


Konu: Tüm polis örgütünde ve çevresinde Baba Kazım (Yılmaz Güney) diye anılan ünlü soyguncu nihayet yakalanır. Kazım garip bir adamdır. Polis, sorgulama sırasında tek laf alamaz Kasım'ın. Oysa, gizli kalmış bazı olayların aydınlanması için Kazım’ın konuşması gerekmektedir. Çünkü, düğümü o çizecektir, Uzun bir bekleyişten sonra polis, Kazım'ın konuşması için bir çare bulur, Bu çare, cinayet masasının genç polislerinden Kemal'dir. Kemal (Cenk Er), çalışkan ve karate ustası bir emniyet görevlisidir. Kemal, hüküm giymiş bir mahkum kimliğiyle hapishaneye sokulacak ve Kazımla sıkı bir dostluk kurmaya çalışacaktır. Kemal böyle bir göreve hazırlandığı sırada, usun süredir ihmal ettiği nişanlısı Birsen'le (Birsen Menekşeli) tartışır. Birsen nişan yüzüğünü atarak Kemal'den ayrılır.


Genç polis, hücre cezasını tamamlayan Kazımla tanışır. Ona dostluk ilişkileri içinde yaklaşır. Aslında Kazım, herkesledost olmayan mesafeli, zor bir adamdır. Kazım'ın hapishanedeki tek dostu, koğuş arkadaşı İdamlık Ali'dir (Atilla Ergün). Gizlice izlendiğinden habersiz olan Kazım, giderek Kemale ısınmaya başlar. Onu sevdiğinden adını da 'Evlatlık' koyar. Bir gün, hapishane avlusunda volta attıkları sırada Kemal, Kazım'a kaçma teklifine bulunur. Kazım bu teklife sıcak bakmaz. O daha çok gençtir. Böyle bir kaçma planını idamlık Ali'yle birlikte gerçekleştirecektir.


Bir gece Kazım’la Ali, yemekhanede mahsustan kavga çıkarırlar. Mahkumlar birbirine girer. Ortalık karışmıştır. Bıçakların ve şişlerin zuladan çıkarılıp kullanıldığı kavgada Kazım, İdamlık Ali ve Kemal yaralanır. Yaralılar hastanededir. Kazım'ın önemli adamı Tank (Hayati Hamzaoğlu), kaçış planının dışarıdaki destekçisidir. Hastanenin tuvaletine bir silahla bir demir kesici koydurur. Kazım, gece çişe kalktığında gizli emanetleri alıp idamlık Ali'yle birlikte demir parmak-lıkları keserler. Dışarıda bekleyen arabaya binip kaçarlarken, jandarmaların ateşiyle Ali vurulur. Kazım, peşine düşen Kemal'i bırakmaz. Bir depoda gizlenirler. Polis bir ihbar üzerine depoyu basar. İhbarların giderek sıklaşması Tarık ve Kazım’da kuşkuya neden olur.
Aralarındaki kalleş kimdir? Kemal, topun ağzındadır. Neden sonra aralarına aldıkları Kemal'in polis olduğu ortaya çıkar. Kazım, aralarına alıp bağrına bastığı Kemal'i asla affetmez. Onu öldürecektir. Kemal, son arzusu olarak annesini görmek istediğini söyler. Tarık annesini getirmek üzere verilen adrese gider. Karşısındaki kadın, Kâzım'ın eski sevgilisi Nevin’dir (Asuman Arsan). bıraktığı iki aylık çocuğundan haberi yoktur. Kazım, hapse girerken Nevin bir başkasıyla evlenir ve kocası Kemal'i üzerine alır.


Tank, Nevin'i depoya getirdiğinde Kazım, Kemal'in oğlu olduğunu anlamıştır. Kazım'ın isteği üzerine Kemal'e bir şey söylemezler. Kazım, oğlunu annesiyle baş başa bırakıp, Tarık ve sevgilisi Peri Han’la birlikte depoyu terk eder. Polis peşlerindedir. Kaçakların arabası bir hendeğe yuvarlanır. Kazım, çevresini saran polisleri öldürür. Karşısında yalnızca Kemal vardır. Kader, onları yıllar sonra baba ve oğul olarak karşı karşıya getirmiştir. Kazım ateş etmez. Çünkü silahında kurşun yoktur. Kemal'in kurşunuyla yere yığılır. Ve son bir kez oğluna acıyla gülerek bakar. “Agah Özgüç, “Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney”



 

ŞEYTANIN OĞLU/GADDAR (1967)

Yönetmen: Mehmet Aslan,
Senaryo: Yılmaz Güney,
Kamera:Rafet Şiriner,
Yapım: Şahinler Film/Nami Dilbaz


Reji Asistanı: Birsel Kaya, Kamera Asistanı: Ferhan Bakır, Prodüksiyon Amiri: Recep Kayseri, Ses Mühendisi: Necip Sarıcıoğlu, Dublaj: Sacide Keskin, Laboratuvar Şefi: İbrahim Üstün, Laboratuvar: Hüseyin İnci, Şaban Aldemir, Negatif Montaj: Ender Teker, Matipo: Şeref Mehtap, (Lâle Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.)


Oyuncular: Yılmaz Güney, Birsen Menekşeli, Peri Han, Hayati Hamzaoğlu, Cenk Er, Süha Doğan, Atilla Ergün, Asuman Arsan, Haydar Karaer, Ahmet Koç, Hüseyin Zan, Enver Dönmez, Hüseyin Güler, Yaşar Şener, Osman Türkoğlu, Ayton Sert, Zeki Sezer


Konu: Tüm polis örgütünde ve çevresinde Baba Kazım (Yılmaz Güney) diye anılan ünlü soyguncu nihayet yakalanır. Kazım garip bir adamdır. Polis, sorgulama sırasında tek laf alamaz Kasım'ın. Oysa, gizli kalmış bazı olayların aydınlanması için Kazım’ın konuşması gerekmektedir. Çünkü, düğümü o çizecektir, Uzun bir bekleyişten sonra polis, Kazım'ın konuşması için bir çare bulur, Bu çare, cinayet masasının genç polislerinden Kemal'dir. Kemal (Cenk Er), çalışkan ve karate ustası bir emniyet görevlisidir. Kemal, hüküm giymiş bir mahkum kimliğiyle hapishaneye sokulacak ve Kazımla sıkı bir dostluk kurmaya çalışacaktır. Kemal böyle bir göreve hazırlandığı sırada, usun süredir ihmal ettiği nişanlısı Birsen'le (Birsen Menekşeli) tartışır. Birsen nişan yüzüğünü atarak Kemal'den ayrılır.


Genç polis, hücre cezasını tamamlayan Kazımla tanışır. Ona dostluk ilişkileri içinde yaklaşır. Aslında Kazım, herkesledost olmayan mesafeli, zor bir adamdır. Kazım'ın hapishanedeki tek dostu, koğuş arkadaşı İdamlık Ali'dir (Atilla Ergün). Gizlice izlendiğinden habersiz olan Kazım, giderek Kemale ısınmaya başlar. Onu sevdiğinden adını da 'Evlatlık' koyar. Bir gün, hapishane avlusunda volta attıkları sırada Kemal, Kazım'a kaçma teklifine bulunur. Kazım bu teklife sıcak bakmaz. O daha çok gençtir. Böyle bir kaçma planını idamlık Ali'yle birlikte gerçekleştirecektir.


Bir gece Kazım’la Ali, yemekhanede mahsustan kavga çıkarırlar. Mahkumlar birbirine girer. Ortalık karışmıştır. Bıçakların ve şişlerin zuladan çıkarılıp kullanıldığı kavgada Kazım, İdamlık Ali ve Kemal yaralanır. Yaralılar hastanededir. Kazım'ın önemli adamı Tank (Hayati Hamzaoğlu), kaçış planının dışarıdaki destekçisidir. Hastanenin tuvaletine bir silahla bir demir kesici koydurur. Kazım, gece çişe kalktığında gizli emanetleri alıp idamlık Ali'yle birlikte demir parmak-lıkları keserler. Dışarıda bekleyen arabaya binip kaçarlarken, jandarmaların ateşiyle Ali vurulur. Kazım, peşine düşen Kemal'i bırakmaz. Bir depoda gizlenirler. Polis bir ihbar üzerine depoyu basar. İhbarların giderek sıklaşması Tarık ve Kazım’da kuşkuya neden olur.
Aralarındaki kalleş kimdir? Kemal, topun ağzındadır. Neden sonra aralarına aldıkları Kemal'in polis olduğu ortaya çıkar. Kazım, aralarına alıp bağrına bastığı Kemal'i asla affetmez. Onu öldürecektir. Kemal, son arzusu olarak annesini görmek istediğini söyler. Tarık annesini getirmek üzere verilen adrese gider. Karşısındaki kadın, Kâzım'ın eski sevgilisi Nevin’dir (Asuman Arsan). bıraktığı iki aylık çocuğundan haberi yoktur. Kazım, hapse girerken Nevin bir başkasıyla evlenir ve kocası Kemal'i üzerine alır.


Tank, Nevin'i depoya getirdiğinde Kazım, Kemal'in oğlu olduğunu anlamıştır. Kazım'ın isteği üzerine Kemal'e bir şey söylemezler. Kazım, oğlunu annesiyle baş başa bırakıp, Tarık ve sevgilisi Peri Han’la birlikte depoyu terk eder. Polis peşlerindedir. Kaçakların arabası bir hendeğe yuvarlanır. Kazım, çevresini saran polisleri öldürür. Karşısında yalnızca Kemal vardır. Kader, onları yıllar sonra baba ve oğul olarak karşı karşıya getirmiştir. Kazım ateş etmez. Çünkü silahında kurşun yoktur. Kemal'in kurşunuyla yere yığılır. Ve son bir kez oğluna acıyla gülerek bakar. “Agah Özgüç, “Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney”



 

ŞEYH ŞAMİL (1967)

Senaryo ve Yönetmen : Natuk Baytan
Kamera:Mengü Yeğin
Yapım :Saner Film / Hulki Saner


Oyuncular: Murat Soydan, Sevinç Pekin, Erol Taş, Yılmaz Köksal, Güzin Özipek

► İmam Şeyh Şamil 1797 yılında Dağıstan’ın Gimri köyünde dünyaya geldi. Babası Dengau Muhammed’dir. Şamil Kumuk kökenli bir Türk'tür. 15 yaşında iken at binerek kılıç kuşandı. 20 yaşına geldiğinde iki metreyi aşan boyu ile atlama, ateş etme, güreş, koşu, kılıç gibi spor dallarında üstün yetenek sahibi olmuştu. Öğrenimine bilgin Said Harekani’nin yanında başladı. Daha sonra kayınpederi olan Nakşibendi Şeyhi Cemaleddin Gazi Kumuki’nin öğrencisi oldu. Kendinden önce İmamet makamında bulunan Gazi Muhammed ve Hamzat Beg’in müşavirliğini yaptı. Son derece sade ve kanaatkar bir hayatı vardı. İmam Şamil, muhtelif zamanlarda beş defa evlenmiş ve bu izdivaçların bazıları dini ve siyasi sebeplerle olmuştu. Şamil’in Fatimat, Cevheret, Zahidet, Emine ve Şovanat ismindeki zevcelerinden Ahmed Cemaleddin, Muhammed Gazi, Muhammed Said, Muhammed

ŞAŞKIN HAFİYE KİLİNGE KARŞI (1967)

Yönetmen : Natuk Baytan
Senaryo
Hulki Saner  (*)
Foto Direktörü: Manasi Fimeridis
Yapım: Saner Film / Hulki Saner


Oyuncular: Sadri Alışık, Murat Soydan, Nurlan San, Cevat Kurtuluş, Ekrem Gökkaya


Konu: Çok değerli bir elması ele geçirmeye çalışan iskelet adamla, peşine düşen iki gazetecinin macera öyküsü.

_________________________________________

(*) Pierre Souvestre (1874-1914) ve Marcel Allain’in (1885-1969) yazdıkları hikayeden, André Hunebelle’nin (1896-1985) 1974 yılında filme çektiği “Fantomas” isimli filminden ve Killing fo-toromanından uyarlama. Filmde başlıca rolleri, Fransız sinemasının dünyaca bilinen şu isimler oynamışlardır: Jean Marais (1913-1998), Lois de Funes (1914-1983), Mylene Demonget (1935), Jacques Dynam (1912-2004) kyn: www.imdb.com

ŞARK YILDIZI (1967)

Yönetmen: Asaf Tengiz
Senaryo: Vecdi Uygun
Kamera: Feridun Kete
Yapım: Tengiz Film/Asaf Tengiz


Oyuncular: Yıldız Tezcan, İrfan Atasoy, Yıldırım Gencer, Feridun Karakaya, Hüseyin Baradan, Hulusi Kentmen, Danyal Topatan


Konu: Küçükken geçirdikleri yangın sonucu ailesinden ayrı kalmış, onlardan hiç haber alamayan, Türkiye Hindistan büyükelçisinin evlatlığı olarak büyüyen bir genç kızın sonradan babasından kalan miras sonucu peşine düşen mafyanın, paraya ulaşmak için işledikleri cinayetler, olayı çözmek için görevli gizli polis ile bu genç kız arasında oluşan yakınlaşma ve miras avcılarının yakalanması, bu genç kızın yıllar sonra hiç haber alamadığı ağabeyine ve annesine kavuşmasının sonu mutlulukla biten hikayesi.

ŞOFÖR PARÇASI (1967)

Yönetmen:Mehmet Aslan,
Senaryo:Vecdi Uygun,
kamera:Rafet Şiriner,
Yapım:Şafak Film/Alaattin Perveroğlu


Oyuncular: Fikret Hakan, Pervin Par, Yılmaz Köksal, Ali Şen, Baki Tamer, Buket Sokullu, Sami Tunç

SÜRTÜĞÜN KIZI (1967)

Yönetmen: Ertem Eğilmez,
Senaryo
Sadık Şendil, (*)
Operatör:Kriton İlyadis,


Yapım:Arzu Film / Ertem Eğilmez, Nahit Ataman


Oyuncular: Fatma Girik, Önder Somer, Tugay Toksöz, İhsan Yüce, Zeki Alpan, Münir Özkul, Suna Selen, Zuhal Üstüntaş, Danyal Topatan, Mürüvvet Sim, Güzin Özipek, Nezihe Güler, Hakkı Haktan,Yıldızoğlu, Ahmet Kostarika, Natuk Baytan, Nermin Özses, Aynur Aydan, Hikmet Gül, Zeki Sezer, Giray Alpan, Nuri Tuğ, Hakkı Haktan, Sadettin Düzgün, Mahmure Handan, Mehmet Büyükgüngör, Sıdıka Duruer , Araksi Heba, Faik Coşkun, Kayhan


Konu: Çarliston Ziya'nın (M.Özkul) çadır tiyatrosunda çalışan Tango Suzan (F.Girik), tiyatroda geçirdiği bir kaza sonucu tedavi için çağrılan Dr. Kenan'a (Ö.Somer) aşık olmuştur. Dr. Kenan da onu sevmiştir. Asil bir aileden Akif Paşa’nın (R.K.Arduman) oğlu olan Kenan hiç evlenmemiş olan ablaları Huriye (Z.Üstüntaş) ve Nuriye'nin (G.Özipek) tüm ısarlarına rağmen Suzan ile evlenir. Ziya'da Suzan'ı sevmiştir ama karşılık alamamıştır. Suzan bu asil ailenin içinde sıkılmaya başlayınca gizli gizli tiyatroya gitmeye başlar. Bu Kenan'ı üzmekte ailesini ise kızdırmaktadır. Sonunda ayrı yaşamaya başlarlar. Suzan'ın Oya (S. Nur) adlı bir kızı vardır. Onu tiyatro ve terzilikten kazandığı paralarla okutmaktadır. Oya babasına kızgındır ama Suzan onu babası ile de görüştürmektedir. Aradan yıllar geçer. Oya büyümüş ve Erol (T.Toksöz) adlı bir genç ile evlenmeye karar vermiştir. Fakat Suzan'ın o çaçaron hali Erol'un zengin ailesi üzerinde kötü etki yaratmıştır. Suzan kızını zorla babası Kenan'ın yanına gönderir. Ama halaları yüzünden sürekli tartışırlar. Bu arada Kenan da Suna (S.Selen) adlı bir kadın ile evlenmek ister. Ama yapamaz. Çünkü Suzan'ı unutamamıştır. (Burçak Evren, “İki Ün’lü Kdın Fatma Girik”

___________________________________________



(*) Olive Higgins Proutly’nin (1882-1974) romanından Harry Wagstaff Gribble’nin (1896-1981), uyarlamasıyla King Vidor (1894-1982) tarafından film aktarılan ve 6 Ağustos 1937 yılında Amerika’da (USA) gösterime giren “Stella Dalla” isimli film-den uyarlama. Bu filmde başlıca oyuncular şunlardır: Barbra Stanwyck (1907-1990), John Boles (1895-1969) ve Anne Shirley (1918-1993)




SÖZDE KIZLAR (1967)

Senaryo ve Yönetmen: Nejat Saydam
Eser: Peyami Safa
Kamera: Melih Sertesen
Yapım:  Acar Film / Murat Köseoğlu


Sesleri alan ve Müzikleri hazırlayan: Tuncer Aydınoğlu, Prodüktör Amiri: Melih Üstüngör, Reji Asistanı: Ergun Köknar, Operatör: Tosun Bayrı, Prodüksiyon: Abdullah Pak, Skrip: Şener Şen, Montaj, Özdemir Arıkan, Ali Berkan, Senkron: Arif Ünal, Laboratuvar: Recai Karakaş, Tanaş Petridis, Sedat Tuncel, Teknik Ekip, Yılmaz Angün, İsmail Küçük, Hasan Ceylan, Dekorlar: Bilal Uysal, Erdil Bemirbağ, Işıklar: Cengiz Arlı, Ahmed Ateş, Hikmet Tülek, Set Amiri, Fethi İnan,


Oyuncular: Ediz Hun (Bahri), Filiz Akın (Mebrure), Suzan Avcı, Devlet Devrim (Ayla), Önder Somer (Behiç), Funda Postacı (Hatice), Tülay Erdeniz (Zehra), Meriç Başaran, Reha Yurdakul (Salih), Ergun Köknar, Ferah Nur, Baki Tamer (Ahlak masası Şefi), Nahire Kosay, Sevim Sevil, Mümtaz Alpaslan, Gonca Şenay, İsmail Varol, Handan Adalı, Şener Şen, Abdullah Pak, Taliha Saltı, Tevfik Soyurgal, Nezihe Güler, Baykal Arda, Necabeddin Yal, Muzaffer Yenen
 

[Sözde Kızlar, İstanbul’un çeşitli köşelerinde ve kenar mahallelerinde yaşayıp da, özledikleri yüksek hayatın sihrine kapılıp, yoldan çıkan, genç kızların, gerçek hayattan alınmış hikayeleridir.

Bu filmi, şerefli genç Türk kızlarımıza ve iyi evlat yetiştirme savaşının büyük öncüleri olan ana ve babalara, bu yolda büyük fedakârlıklarla çalışan ahlâk zabıtası mensuplarına ithaf ederiz. “ACAR FİLM”]

Film jeneriği yukarıdaki açıklama ile başlar.


Konu: Mebrure’nin yaşadığı kasabada kimsesi kalmamış ve İstanbul’da yaşayan zengin bir aile olan halasının yanına gitmek zorunda kalır. Ancak gemiden indiğinde (ki bu gemi denizaşırı ülkelere arasında çalışan bir yolcu gemisidir). Bir kapkaçcı tarafından çantası çalınır, çantasıyla beraber gideceği köşkün adresi de kaybolur. Sadece köşkün iki sene ölen sahibi olan beyin ismi aklında kalmıştır. Olaya el koyan polisin sıkı bir çalışması sonunda köşkün adresi bulunur ve bir polis eşliğinde Mebrure (F. Akın) köşke teslim edilir.
Sabahın erken saatlerinde köşkte Mebrure’yi karşılayanların içinde Suzan Avcı ve hizmetçi de Vardır üstelik ikisi de bir kilot ve sütyenle gezinmektedirler. Belli ki köşk bir amaçla kullanılmaktadır. Bunu filmin ilerleyen dakikalarında daha belirgin görmek mümkün olacaktır. Mebrure köşk için yeni bir sermaye, düzenlenen seks partilerinde ise taze bir avdır müşteriler için.


Köşkün zampara kadın avcısı Behiç (Onder Somer)hemen kancayı Mebrure’ye takarsa da kesinlikle yüz bulamaz. Çünkü bu çirkef yaşantıyı görmüş, kızların uçurumun eşiğine gel-diklerini anlamıştır.
Köşkte verilen partilere gelen kızların hepsinin de hayali zengin bir koca bulup sefil yaşantılarından kurtulmaktır. Aslında filmde anlatılmak istenen ana tema dışına biraz çıkılarak, yarı çıplak onlarca kızın erotik görüntüleri sanırım biraz daha seyirci toplamıştır salonlaraVerilen bir partide Lord lakaplı dostları partiye arkadaşı Bahri’yi (Ediz Hun) de getirir ve bahri ile mebrure’nin ilk karşılaş-tıkları bu sefil ortamdır.
Köşkte Yapılan bu toplantılardan ahlak masası polisleri de farkındadır ve yapılan bir baskınla hepsi zührevi hastalıklara ve emniyete götürülür. İçine düştüğü bu durum karşısında kızlardan biri merdiven boşluğundan atlayarak intihar eder. Bu olay diğer kızlara da bir ders olmuştur. İçine düştükleri bataktan kurtulmak isterlerse de Behiç, her türlü ahlaksızlıklarla gene karşılarına dikilir. Yüksek bir fiyatla kızlar bu sefer bir arap şeyhinin vereceği seks partisine katılacaklardır. Kandırılan kızlar bir otobüse doldurularak yola çıkarılırsa da, polis işin aslını öğrenmiş ve çetenin peşine düşmüştür. Behiç ve arkadaşları tutuklanmış ve kızlar temiz aile yuvalarına dönerek kendi mahallelerinde bulunan kişilerlerle dengi dengine bir yaşam kurmuşlardır. Mebrure’nin de bu çirkefin içinde olduğunu zanneden Bahri, işin aslının böyle olmadığını anlamış ve af dileyerek, birbirlerine kavuşmuşlardır.


► ‘Shazam’ (1960) (Lee Hazlewood / Duane Eddy). The Shadows’dan dinle-diğimiz (1963) melodiyle eğlenen gençler. Fahri de ‘Gençlik Nereye Gidiyor’ isimli doktora tezi için aralarına katılmış, verip veriştiriyor; “..Yeter artık. Biraz da kendinizden utanın.. İsteseniz, şuurlu olsanız bir koca dünya yaratabi-lirsiniz. Şu anda binlerce genç üniversitelerde, fizik laboratuvarlarında, tıp araştırmalarında müthiş bir çalışma yarışı içindeler. Sizlerse uçurumun eşiğindesiniz..”

Bir ilk romanın (Peyami Safa) (gazetede yayınlanışı 1922 / kitap olarak 1925) ikinci çevrimi. 1960’lar. (Romanda 1910’ların sonu). İstanbul. ‘Portrait of my Mother’ (1965) (Hadjidakis) ve Samsun gemisi. Güzel bir genç kız, Mebrure, babası, Tuhafiyeci İhsan Efendi ölüp kimsesiz kalınca İskenderun’dan buralara gelmiş ve gelir gelmez de çantasını yankesicilere kaptırmış. (Yönetmen Nejat Saydam’ı polis çağıran kişiler arasında görmek çok güzel.) Akrabası, ‘eski fabrikatörlerden’ Raif Dinçer’i (romanda ‘sefaret müsteşarı’ Nafi Bey) arıyor. O da iki sene önce ölmüş, karısı Nazmiye, kızı Nevin ve oğlu Behiç, villalarında vur patlasın çal oynasın çılgın bir yaşam sürüyorlar. [Romandaki genç kız ise Manisa’dan geliyor.Babasını Yunanlılar tutuklanmış. Öldü mü kaldı mı belli değil. Önce, akrabalarını (romanda Eski Bağdat Caddesi’nde, filmde Şişli’de) bulacak. Sonra da ‘Muhacirin İdaresi’nden babası hakkında bilgi edinecek.]
‘Son Hatıra’ (1968) filminde Kemal Bey’in olan bu köşkte ‘Mütareke Yılları’ yozlaşmasını görüyoruz. ‘Ahlâk çöküntüsü’; ‘Medeniyetin neden olduğu bocalama’; ‘Nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışma’.


Genç kız (bundan sonra adı Mebo/Mebruş olacak), evdeki ilk sabah bahçeye bakarken Behiç de gece boyunca beraber olduğu Belma’yı pencereden ‘yolcu ediyordu’. [Filiz Akın’ı, bu sırada giydiği hırka ile ‘Sabah Yıldızı’ (1968) filmindeki Şefika Hanım’ın evinde göreceğiz.] Evde yok yok. Kumar, morfin, seks partileri. Dikkat çekici bir şey, özellikle filmin sonlarında, erkekler çoğunlukla yaşlı ve varsıl, kızlar ise gencecik ve yoksul. ‘Sözde Kızlar’ hep çift isimli. Kenar mahallede Hatice, Zehra, Nuriye, Ayşe, Saliha; Sosyete semtlerinde Belma, Güzin, Aynur, Ayla, Nur. Zamanımızda ise, artık, vücutlarından ‘özveride bulunarak’ bile buralara yaklaşamazlar. Mebrure.. Yıllarca önce ‘lastik çizmeleri sarı sarı çamurlu üç kişinin saldırısına uğramış’. Bu nedenle ‘erkeklerden korkuyor’. Durumu anlayan Siret (kitapta Siyret) ‘uyku ilacı veriyorum’ diye onu morfine alıştırır. Nede olsa Tıbbiyenin son sınıfından kovulmuş, bu işlerden az çok anlıyor. Elinde hep bir pipo. (Romanda ise ‘tecavüz ve morfine alıştırma’ yok ve Siyret, ‘Kommersiyale Bankası’nda çalışı-yor. Tütün seçimi puro) 


Behiç..Yakışıklı bir genç. [Romandaki bıyıksız, yüzünü pudralıyor ve frengili. Belma’dan olan çocuğunu (o da frengili) öldürüp Vaniköy’de bir yere gömmüş.] Her numarayı denemesine karşın Mebrure’yi elde edemez. ‘Mütareke’ dönemindeki İstanbul Hükü-metini (Mebrure ise Anadolu’yu) yansıtıyor (Cevdet Kudret).





SÖYLEYİN GENÇ KIZLARA (1967)

Yönetmen Hasan Kazankaya
Senaryo: Şeref Gedik
Kamera: Feridun Kete, Kaya Ererez,
Yapım: Kazankay Film / Hasan Kazankaya


Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Ekrem Bora, Salih Güney, Sevinç Pekin, Meral Sayın, Semiramis Pekkan, Tunç Oral, Gürel Ünlüsoy, Nuran Aksoy, Senih Orkan, Nuran Aksoy, Senih Orkan, Giovanni Scognamillo, Ayla Algan, Ajda Pekkan, Esen Püsküllü, Fikret Hakan, Gülsüm Kamu, Hayati Hamzaoğlu, İzzet Günay, Sevda Ferdağ, Yusuf Sezgin


Konu: Ünlü yönetmen Turhan Bora (Ekrem Bora), çekeceği son filminde oynatmak için fotojenik güzel bir kız aramaktadır. Çok sert ve sinirli bir yapıya sahip olduğu için onunla çalışmayı kimse istememektedir. Turhan Bora, bir gün tesadüfen Hülya (Hülya Koçyiğit) adlı bir kızla tanışır. Turhan Hülya'yı başrole çıkarınca herkes tarafından çok beğenilir. Kısa zamanda ünlü bir yıldız olur. Turhan kısa zamanda Hülya'ya aşık olmuştur ama Hülya Salih (Salih Güney) adlı başka bir oyuncu gence aşıktır. Turhan aşırı kıskançlığından Salih'e hiçbir filmde rol verdirmez. Amacı Hülya'nın kendisine dönmesini sağlamaktır. Fakat bir süre sonra bunu başaramayacağını anlar. İkisinin başrolde oynayacağı bir filmi gizlice planlar ve destekle

SON SÖZ BENİM (1967)

Yönetmen: Yavuz Figenli
Senaryo: Ali Fuat Kalkan
Kamera: Yılmaz Ceylan
Yapım: Çan Film / Zeki Çan


Oyuncular: Sevda Ferdağ, Cihat Aşkın, Tansu Sayın, Senih Orkan, Feridun Çölgeçen, Necip Tekçe, Ersun Kazançel, Ferda Ferdağ, Hakkı Haktan, Hüseyin Güler, Hakkı Kıvanç, Kemal Aydan


Konu: Kız kardeşini randevuevine düşü-renlerden intikam alan bir gencin öyküsü.

SON KURBAN (1967)

Yönetmen:Oksal Pekmezoğlu
Senaryo:Vecdi Uygun
Kamera:Manasi Filmeridis
Yapım:Okay Film


Oyuncular: Göksel Arsoy, Figen Say, Sevinç Pekin, Yıldırım Gencer, Hayati Hamzaoğlu, Kenan Pars, Güzin Özipek, Gülgün Erdem, Hüseyin Peyda

Konu: Bir iftira sonunda hapise düşüp,kaçarak intikam alan bir gencin aşk ve macera öyküsü

SON GECE (1967)

Yönetmen:Memduh Ün
Senaryo:Memduh Ün,Halit Refiğ
Eser:Esat Mahmut Karakurt
Kamera:Mustafa Yılmaz
Yapım:Uğur Film / Memduh Ün


Sanat Yönetmeni: Niyazi Er, Kurgu: Özdemir Arıtan,


Oyuncular: Kartal Tibet, Fatma Girik, Aliye Rona, Naci Erhun, Cahit Irgat, Sevda Nur, Ahmet Turgutlu, Asım Nipton, Nezihe Güler, Eva Abrahamson, Hüseyin Güler, Enver Dönmez, Erdoğan Seren, İhsan Gedik, Mehmet Büyükgüngör, Gani Dede, Kamer Sadık, 


Konu: Birinci Dünya Savaşı sırasında geçen filmde Romanya sınırları içerisindeki bir kasabaya giren Türk birliğinin komutanı Yüzbaşı Faruk (Kartal Tibet) ile Romen bir generalin kızı olan Mariora (Fatma Girik) arasındaki aşk anlatılır. Düşman kamplarda savaşa girmiş iki ülkenin çocukları olmaları yetmiyormuş gibi Mariora’nın babası da Yüzbaşı Faruk tarafından öldürülmüştür. Bu içinden çıkılmaz durum Yüzbaşı Faruk’un karargah olarak Mariora’nın halasının evini seçip oraya yerleşmesiyle daha da karmaşıklaşır.

Memduh Ün Anlatıyor:

 
O günlerde, her yıl olduğu gibi, işletmelerime film teslim edeceğim tarih yaklaşmıştı ve yine konu bulamamıştım. Bu nedenle ve Halit’e kendi seçtiği bir dizi film çektirdim. Carmen'den uyarladığı Erkek ve Dişi, Alexandre Dumas'nın ünlü Üç Silahşörler’inden uyarladığı Üç Korkusuz Arkadaş, Canım Sana Feda, İstanbul'un Kızları, Karakolda Ayna Var, Kız Kolunda Damga Var adlarını taşıyordu bu çalışmalar. Bunlardan Fatma Girik'in dişi Bond oynadığı Karakolda Ayna Var filmi iyi iş yapmış, gene Fatma'nın oynadığı Kız Kolunda Damga Var orta karar İstanbul'un Kızları da maliyeti düşük olduğundan küçük bir kar bırakmıştı.…


Bu nedenle toparlanmak amacıyla bir yöntem düşündüm Kırkların sonundan başlayarak iş yapmış filmleri listeledim, bunlardan bazılarını yeniden çekmeyi kararlaştırdım. Son Gece bu toparlanma tasarımın içinde yer alan ilk çalışmaydı.


Son Gece'yi ilk çeken Sami Ayanoğlu'ydu ve film çok büyük iş yapmıştı. Ama filmi iyi irdeleyememişim herhalde, neden çok iyi iş yaptığını anlayamamışım. Kendi filmimi bugün izlediğim zaman gördüm bunu. oysa Son Gece'yi büyük bir özenle çekmiştim.


Son Gece'nin ilk yapımının hasılat getirmesinin nedeni, ulusal duygularımızı harekete geçirmesiydi. Ben çekim öncesi, Ayanoğlu'nun filmlerinin negatifini de bulmuş, içinden bazı belgesel sahneleri alıp kullanmıştım. Ama ellilerin hamasi duygularıyla, altmışların duyarlığı tam örtüşmediği için olacak ticari başarı beklediğimiz kadar büyük olamadı. 7 numaralık iş yaptı Son Gece ve çok kötü filmlerim arasında seçkin yerini aldı.


Filmin en büyük tutarsızlığı, senaryosundaki aksaklıklardan geliyor. Kahramanımız jön kızın babasını öldürüyor istemeden de olsa ve doğallıkla bir nefret doğuyor aralarında. Ama nefretin aşka dönüştüğü süreci filmde görmüyoruz. Çok büyük bir eksiklik bu. Nefret dolu kızın kahramana pat diye aşık olduğunu izliyoruz sadece.


Filmin öyküsü Romanya'da geçiyordu. Oysa bütün köylüler Türkçeyi mükemmel konuşuyorlardı. Altyazı yapsak o zaman da bütün film altyazıyla dolar, seyirciler salona girmezdi. Yani doğru olanı yapmamızın olanağı bulunmuyordu. Bir yığın Amerikan filminde de söz ettiğim bu tutarsızlığı gördüm ben. Üstelik de çok iyi iş yapmış olan Son Gece'nin ilk yapımında da herkes Türkçe konuşuyordu.


Romen askerlerinin Fatma'ya tecavüz ettikleri sahneyi göstermeyerek Fatma'nın haykırışlarıyla vermeye çalışmışım, ama gene de ünlü sansür kurulu oraların filmden çıkarılması koşuluyla oynamasına izin vermişti. Sansürde parça kestikleri zaman negatifi istiyorlardı. Bu uygulamadan o kadar usanmıştık ki, buna bir önlem geliştirmiştik topluca. Negatifi istedikleri zaman şut, yani atılan sahnenin tekrar çekilmiş olanlarını veriyorduk, haliyle anlamıyorlardı. “Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor”, kabalcı yayınları Ağustos 2009)-İstanbul

SİNEKLİ BAKKAL (1967)

Yönetmen:Mehmet Dinler
Senaryo:Osman F. Seden (Halide Edip ASdıvar’ın aynı isimli romanından)
Foto Direktörü: Kenan Kurt
Yapım: Kemal Film / Osman F. Seden


Oyuncular: Türkan Şoray (Rabia), Ediz Hun (Pregrini), Çolpan İlhan (Emine), Kadir Savun Vehbi Dede), Toygar Belevi (Hilm, Süleyman Turan, Feridun Karakaya (Rakım), Funda Gürçen (Küçük Rabia), Erol Günaydın (Kız Tev-fik), Ali Şen (İmam), Nubar Terziyan (Paşa), Samiye Hün, Mürüvvet Sim (Sabiha Hanım), Ertuğrul Bilda, Feridun Çölgeçen (Rahip), M. Ali Akpınar, Muzaffer Yenen, Seyfi Havaeri, Sait Ergen, Hüseyin Güler


Sinekli Bakkal Hakkında:  Roman iki ana kısımdan oluşuyor. Birinci kısım kendi içinde yirmi yedi bölüm halindedir.


İkinci kısım ise kendi içinde yirmi üç bölümden oluşuyor. Romanın geneli göz önüne alınırsa siyasal, toplumsal ve duygusal sorunlarla örülmüş bir olay örgüsü dikkati çeker. II. Abdülhamit dönemi anlatılmaktadır. Ama sadece bir dönemin anlatıldığı bir roman değildir. Romanda Rabia’nın hayat hikayesi daha ön plandadır. Romanın ilk bölümünde daha çok ve karışık olaylar birbiri ardınca anlatılıyor; bu bölüm çözülecek olan bir düğüm şeklinde son buluyor. İkinci bölümde olay daha özele iniyor; daha yavaş bir şekilde Rabia’nın hayatı anlatılıyor. Romanın sonu hızlı bir şekilde ve çözüme ulaşarak bitiyor. Yazar, bu romanda kendi inandığı felsefeyi, değerleri olay örgüsüyle birlikte anlatıyor. Romanda zamana, reel hayata göre ya da bize göre ters gelen ve eleştirilecek noktalar olabilir; fakat bence önemli olan yazarın kendi görüşlerini ve kendi doğrularını güzel bir şekilde sunabilmiş olması ve bu sunumun en çok basılan - okunan romanlardan olabilmesidir.

Halide Edip’e göre medeni bir kadın iyi bir eğitimden geçmeli, dil öğrenmeli, spor yapmalı; toplum içinde çok rahat kendini ifade edebilmelidir. Romanın baş kahramanı olan Rabia da o dönemin şartlarına göre toplum içinde kendini çok rahatlıkla ifade edebilen her kesim tarafından sevilen ve saygı duyulan bir kadındır. Meselelerde bahsettiğim gibi bu roman, kendince, “olması gerekenleri” ve pek çok konudaki ideallerini, belki de bir nevi “simeranya”sının ipuçlarını yansıtıyor.


Bu roman II. Abdülhamit zamanında geçiyor. Roman, Sinekli Bakkal’ın tanı-tımı ve Emine ile Tevfik’in çocukluklarıyla başlar. Çocuklukları gibi evlilik dönemi de kısaca anlatılır.


Bu dönemi yaklaşık olarak 15-20 sene kadar düşünebiliriz. Rabia’nın doğumuyla (herhalde 1886 yılında) birlikte onun hayatı çevresinde diğer hayatlar da müşterek olarak anlatılıyor. Rabia’nın hayatını zamanı hesaplamak için düşünecek olursak; bir ara evlendiklerinden sonra Osman, Rabia’nın yirmi bir yaşlarında kendisinin ise kırklarında olduğunu dile getirir.( Rabia,on bir yaşlarında hıfzını tamamlamıştı; yaklaşık bu yaşlarında Peregrini ile onu tanıştırıyorlar; Peregrini bu tarihte otuz yaşında olmalıdır.) Buradan da Rabia ile geçen süreyi 22 sene kadar sayabiliriz. (1 Mayıs 1907 evlendikleri tarih; 21 Aralık 1907 doğum gecesi) .. 23 Temmuz 1908’de ihtilal oluyor; bu tarihten bir müddet sonra da sürgünlerin döndüğünü düşünebiliriz. Bizlerin okurken tanık olduğumuz yaklaşık 40-50 yıllık bir zaman...Halide Edip, romanda klasik tarzda yazmıştır; roman zamanında da klasik tarzı görebiliyoruz.

Halide Edip, romanı 1935 yılında yazmıştır. Kendisi de Abdülhamit döneminde yaşamış, hatta çevirisi sebebiyle ondan Şefkat Nişanı almıştır. Yani o dönemleri (kendince) iyi bilmektedir. Bunu romanın arka planındaki, dönemin gelişmelerinde hissedebiliyoruz. Romanlarında tam olmasa da kendi hayatından parçalara rastladığımız yazarın,bu romanında da pek çok bağlantı bulabiliyoruz.


MEKAN: Mekan bütün olarak İstanbul’dur. Ama romanın esas mekanı Sinekli Bakkal sokağı ve mahallesidir. Halide Edip’in hayatını incelerken 1913 yılında Evkaf Kız Mektepleri umumi müfettişliği ile vazifeliyken her hafta fakir mahalleleri, bilhassa Sinekli Bakkal’ı ziyaret ettiği dikkatimizi çekmişti. Büyük bir ihtimalle bu gezileri esnasındaki izlenimleri 1935 yılında yazdığı bu romanında kullanılmış olmalıdır.


Sinekli Bakkal Sokağı, Aksaray civarında dar bir sokaktır. 16 Aralık 1999 tarihli bir gazete haberinde belirtildiğine göre; Aksaray’dan Haseki Hastanesi’ne doğru dönünce ikiye ayrılan yolun solunda, sağdaki son sokak bugün görünüş olarak çok değişmekle birlikte; adı Sinekli Bahçe Sokağı imiş. Sinekli Bakkal; bakkalıyla, kahvesiyle, ahşap evleriyle, çeşmesiyle tam anlamıyla halka ait bir muhittir. İstanbul’un bu mekanı halkı ve halk kültürünü temsil etmektedir. Bununla birlikte Boğaziçi, Bebek, Beyoğlu, Çamlıca, Galata Köprüsü, Haliç ise gezinti yerleri, konakları, bonmarşeleri ile yeni ve zengin İstanbul’u temsil ediyor.


ROMANDA YER ALAN KARAKTERLER:

 
RABİA: Çocukluğu dedesi İmam ve annesi Emine’nin terbiyesinde geçmiştir. Akranları gibi yedi yaşında ev işlerini güzel bir şekilde yapabiliyordu. Çocukluğunu yaşayamamıştır. Dedesi tarafından sürekli olarak cehennem tasvirleriyle büyütülmüştür; kızından dolayı mektebe göndermemiş eğitimini kendisi vermiştir. On bir yaşında hıfzını dedesine dinletmiştir. İstanbul’un en küçük, fakat üslubuyla ve sesiyle en meşhur hafızı olmuştur. On bir on iki yaşlarında Vehbi Dede’den ders almaya başlar; kısa sürede tef, ud, kanun gibi alaturka sazları süratle ve kabiliyetle öğrenmiştir. Alaturka pek çok şarkıyı da güzel bir şekilde söyleyebilmektedir. Daha sonra Peregrini’den de batı müziği dersleri almaya başlamıştır ve bunda da başarılı olmuştur. Hatta doğu ve batı müziğini kendi üslubunda sentezlemiştir. Vehbi Dede ile tanıştıktan sonra dedesinin korkutucu din öğretilerinden bir nebze mevleviliğin yumuşaklığına doğru kaysa da hayatının pek çok anında dedesinin etkisi ön plana çıkmıştır. Babasıyla kalmaya başladıktan sonra ise neşeli ve sanatkar yönü daha baskın bir şekilde ortaya çıkmıştır; bu simasına da yansımıştır.


Peregrini’nin gözlemlerinden çıkardığımıza göre de; ”tabiatında riyazete temayül, manevi bir perhizkarlık, süratle düşünüp salim kararlar alma kabiliyeti” vardı. Ayrıca “fikirlerinden ziyade insanlara, yaşayan şeylere bağlı,sevdiği vakit ölüme kadar seven, en küçük bir şefkat tecellisiyle kalbi atan bir kadın olacağı” çocukluğundan anlaşılıyordu.

Sanat zevki “herhangi bir üstadı tatmin edecek kadar dürüst ve salim” idi.
Karar verdi mi peşine bırakmayan; kendisine ihtiyacı olanlara yardımsever ve vefakar; onurlu ve Sinekli Bakkal’a-köklerine her şeyiyle bağlıdır. Aynı zamanda “giydiği her kıyafete şahsiyetinden bir şeyler katan” bir özelliği vardır. Uyuşamadığı noktalarda, münakaşa esnasında, inatçı ve kesinlikle cevap vermeyen bir yapıya sahip; aynı zamanda kabullenmediği şeyleri asla yapmayacak kadar inatçı ve güçlü. Açıklayamadığı ve gücünün yetmediği konularda kadere, alınyazısına son derece bağlı. Analık sevki tabiisi çok güçlü. Ruhi olarak cinsi buhranları yok. Rabia için Rakım’ın kullandığı; ”kız değil, sanki tılsımlı kuyu. İçine mazallah ayağı kayıp düşeni dünyanın çengeli çekip çıkaramaz.” (s.317) tabiri de roman içinde onun yerini iyi ifade eden bir tamlamadır. Olumlu özelliklerin çoğunu kendinde toplamış bir kadın tiple-mesidir. Eserde diğer bütün hayatlar onun hayatı etrafında ortak bir şekilde anlatılmaktadır. Doğuyu, halk kültürünü; fakat batıyla senteze ulaşabilmiş ve batıya pek çok şeyini kabul ettirebilmiş bir doğuyu temsil ediyor.


PEREGRİNİ=OSMAN: Peregrini, Garp müziğinin üstadı olan, kulağı çok has-sas bir müzik hocası. Ateşli ve heyecan-lı bir yapıya sahip. Felsefeyi, fikri tartış-maları ve konuşmayı çok seviyor. Ba-bası soylu bir İspanyol, fakat o babasını ; ”tanımıyor; annesi tarafından büyütülmüş. Annesi ise Papa İtalyalı olduğu için oranın milliyetine geçecek kadar dindar bir Katolik; dinin haricinde hiçbir şeye boyun eğmeyen ve eğenleri de anlamayan birisi. Gençlik döneminde ise zevklerin hepsini tatmış olarak,yirmi dört yaşında manastıra çekilir. Buradan usanınca dinini bırakarak tekrar dünya hayatına döner. Daha sonra Osmanlı milliyetine geçer, ismini değiştirir ve müzik hocalığı yapmaya başlar. Kendisinin üç şahsiyeti olduğuna inanır; birincisi dimağı, ikincisi ruhu, üçüncüsü de kalbi.


Rabia’yı tanıştıklarından itibaren en çok tahlil eden kişi. Tahlil, gözlem onun için çok önemli; bu bir bölümde şu şekilde dile getiriliyor Osman,bir insan ruhunun sırlarını öğrenebilmek için diri bir göğsü yarıp açmaya razı olacak kadar fikri tecessüsün esiri.”(s.357) Bu özelliği de onun Garp çocuğu olmasıyla irtibatlandırılıyor. Sürekli soru soran ve öğrenmeye hevesli bir yapısı var. Rabia’yı gerçekten seviyor ve ona saygı duyuyor; çok zengin ve asil bir ailede olsa bile sırf bu sevgisinden dolayı her şeyi geride bırakıp Rabia’nın istediği hayatı kabul ediyor. Zaman zaman alıştığı yaşantının çok dışındaki bu hayattan dolayı sıkıntı çekse de Rabia’ya olan bağlılığıyla ve çevresindekilerin ona gösterdiği alaka ile bu yeni hayatına uyum sağlıyor. Yeni evlerine taşındıktan sonra ancak kendine özel bir çalışma odası ayırıp, orada yapmak istediği beste ile uğraşabiliyor. “Tılsımlı kuyu” operası da aynı zamanda Rabia ile Osman sentezinin canlı bir göstergesi oluyor. Peregrini olarak başladığı yolu Osman olarak noktalayan kahraman olumlu ve yuvarlak bir karakterdir. Batıyı, yeniyi; ama doğuyla senteze ulaşabilmiş,doğuyla birleşmesi neticesinde olumlu özelliklerini arttırmış bir batıyı temsil ediyor.


VEHBİ DEDE: Dini, ama bilhassa tasavvufu temsil ediyor. O,romanın hemen hemen her anında karşımıza çözüm olarak çıkıyor. Rabia onun sayesinde yumuşayıp, kendini her yönde geliştirir. Peregrini’nin Osman’a dönmesinde alt yapı olarak onun katkısı çok büyüktür. Hasılı Dede ve temsil ettiği felsefe romanda sorun problem-anlaşmazlık olan her yerde çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bunların yanında insani özelliklerden soyutlanmış bir karakter değildir. Tam aksi birebir hayatın her alanında olan bir karakterdir. Felsefenin dışında pek çok telli saza ve neye vakıf bir alaturka musiki hocasıdır. İnsanların kızını, bütün ailesini güvenerek teslim ettiği,emanet ettiği bir güven kapısıdır. Ayrıca insanların rahatlıkla sırlarını, dertlerini de paylaştığı bir kişidir. Her olaya daima yumuşak bir tavırla yaklaşır. Kainatta gerçekleşen her hadiseye esas kudretin gölgeleri nazarıyla bakabilir ve bunu yanındakilere de izah etmeye gayret gösterir. İnsana huzur veren bir yapısı vardır; hem iç alemiyle hem de dış görünüşüyle. Mütevazi, az söyleyen ve çok perhizkar bir şekilde yaşayan; sakin ve telaşsız bir yapıya sahip.



TEVFİK=KIZ TEVFİK: Karagöz ve Ortaoyu-nu sanatçısı. “Yürüyüp söylemeye başla-dığı andan itibaren herkesin taklidini yapmış bütün mahalleyi güldürmüş” ”bütün havailiklerine rağmen İstanbul-’un hudai nabit yetiştirdiği halk sanatkar-larının hususiyetlerini gösteren” birisi. Çocukluğundan itibaren hem fiziki özel-likleriyle hem de sanatçı yönüyle ön planda olmuş. Çocukluğu yeğeni oldu-ğu İstanbul Bakkaliyesi sahibi Mustafa Efendi’nin yanında geçiyor. Paraya önem vermiyor ve mahallenin daha ziyade fakirleriyle arkadaş. Tembel ve çocuk ruhlu, neşeli,oyunu seviyor. Elleri kağıt parçalarına can veren bir çevikli-ğe sahip. Sesini, mimiklerini kullanma daoldukça usta. Tevfik’in dinle ilgisi ve bağlantısı yok; içki içen, ilk sürgününde eğlence hayatını yaşamış birisi. Ona göre sanat; yazılı değil, her an değişen hayattadır. Paraya hiç kıymet vermi-yor. Sevdiği kişi, arkadaşı,dostu için cezaya ve canını bile vermeye razı olacak kadar sadık ve cesaretli bir yapıya sahip.


İMAM HACI İLHAMİ EFENDİ: Mahallenin imamı. Mahalle sakinleri tarafından pinti ve hasis olarak biliniyor. Paraya ve mevkiye düşkün; para için jurnalcilik yapabilen biri. Görünüşünde ve konuş-masında heybet var. Vaazlarında cehennemi daha parlak ve canlı olarak anlatıyor. Hazza ve sevince, umum hayat tecellisine karşı dinmeyen bir kin ve affetmeyen bir düşmanlığı herkese öğretmeye çalışıyor. Hiç tebessüm etmeyen, gülmeyen biri. Yeni olan şeylere karşı. Bütün katılığına rağmen Vehbi Dede’ye evliya olarak bakıyor; ona saygı duyuyor. Kindar ve inatçı. Yaşlılığında bile rahmet, şefaat vadeden surelere bile kinini,insanları hiç affetmeyen nefretini karıştırıyor. Bütün mahalle halkını “cehennemlik” olarak görüyor. Sert,değişmeyen eskiyi temsil ediyor. İmam karakteri olarak olumsuz ve korkutucu bir tip.


EMİNE: İmam’ın kızı, Tevfik’in karısı ve Rabia’nın annesi. Çocukluğundan itibaren hamarat, titiz, mahalle çocuklarıyla oynamaya tenezzül etmeyen biri. Suratsız ve gülmeyen; İmam’ın akidesinin biricik timsali. On yedi yaşın-da Tevfik’e kaçıyor; Tevfik’in balmumu gibi kalıptan kalıba girmesinde ideal bir koca sezdiği ve ona oyunculuğu bırakacağına dair söz verdirttiği için onunla evleniyor. Kalbi kuru, kafası dar ve dilinin zehir gibi olmasının yanında kindar ve gururlu. İdeal olarak babasını düşünüyor. O da babası gibi paraya önem veriyor.


Kendine göre olan namus anlayışı çok önemli. Tevfik’ten ayrıldıktan sonra ona sürekli beddua eden ve onu kötüleyen biri. Tevfik’ten ne kadar nefret etse de onu kendi malı gibi görüyor ve ona döneceğini düşünüyor. Asla affetmiyor. Kini ve üzüntüsüyle günden güne çöküp vefat ediyor.

SELİM PAŞA: Hükümdarın Zaptiye Nazırı. Boş zamanlarında sigara iskemlesi, köşe-lik,arka kaşağı yapar. İyi bir aile babası ve karısına bağlı. Paşa, tamamen eski zaman adamı. Samimi ve kendi ölçüleriyle namuskar.


SABİHA HANIM: Selim Paşa’nın karısı. Bir yönüyle hayır sahibi, merhametli, bağış seven; sağ elinin verdiğini sol elinin duymadığı biri; diğer yönüyle de saza söze düşkün,bir dalda durmayan bir kadın. Halk türkülerini, oyun havalarını sevdiği gibi en ağır dini musikiyi de seviyor. Hükmeden, meraklı; emri altındaki her ferdin ne yaptığınıne düşündüğünü öğrenmezse içi rahat etmez. Bunların ya-nında sır saklayan, ağzı sıkı biri. Ailesine düşkün; eşinin ikinci bir hanımı ve ondan çocuğu olduğunu bildiği halde bunu saklamış, hanım ölünce de kızlarına bakmış. Bunun yanında oğlunu çok seven bir anne.



HİLMİ: Selim Paşa ile Sabiha Hanım’ın oğlu. Jön Türk. Genç ve devrimci aydınları temsil ediyor. Giyimine dikkat eder ve zevkinde diğer “paşazade” çocuklarından onu ayıran bir başkalık, durgunluk vardır. Gözleri ve bakışının manası ile ağzı ve dudaklarının ifadesi onun ince düşünceli bir mizaca sahip olduğu havasını vermektedir. Annesine derin bir sevgi ve hürmeti vardır; bunu davranışlarıyla da gösterir.


RAKIM AMCA=CÜCE: Tevfik’in oyuncu arkadaşlarından.. Rabia’ya sözünü geçirebilen, çıkışabilen yegane kişilerden biri. Neşeli, taklit yeteneği olan bir oyuncu.Dindar değil, zaman zaman içki içiyor; Ramazan’da oruç tutmuyor ve namaz kılmıyor; Vehbi Dede’ye ve dindarlara saygılı.


BİLAL: Rumelili Bahçıvan Ramazan Ağa’nın yeğeni. Yaşı küçükken bile özellikleri belirgin; isyankar mağrur, ateşli. Tokattan, tekmeden kaçan; başını her halden kurtarabilen biri. Yaşlıları bile ürküten bakışlara sahip. İş yapmayı sevmiyor. Selim Paşa tarafından görünüşü ve gözlerindeki kudreti farkedilerek okutuluyor. Rabia’yı tutkulu bir şekilde seviyor. Rabia ise ilk kendi yaşlarında bir karşı cins olarak ondan hoşlanıyor; fakat Selim Paşa’nın dile getirdiği evlenme teklifini kesin olarak reddediyor. Bundan sonra Bilal,Paşa’nın damadı olma yo-lunda ilerliyor. Bilal,Vehbi Dede ve Peregrini’yi çalgıcı olarak; Hilmi ve arka-daşlarını ise birer züppe olarak görüyor. Paşa’yı beğeniyor ve her haliyle onun gibi olmak istiyor. Kudret hissi ve hakimiyet duygusu çok baskın. Rabia’nın evleneceğini öğrendiğinde bile onu sevdiğini farkediyor; Mihri ile evlenince Anadolu’da görevli olacağını düşünerek ken-dini rahatlatmaya çalışıyor. 1907 yılında Hıdrellez de Mihri ile evlenince gözden kayboluyor.


TULUMBACI BAŞI SABİT BEYAĞABEY: Mahallenin Tulumbacı başlarından en hatırı sayılırı. Kendine mahsus bir baba-yiğitliği, namus ölçüsü vardı; ama bunun yanında külhanbeyliğin verdiği bir kabadayılığı,sert ve yakışıksız davranışla-rı vardı. Rabia’ya göz dağı vermek için  bunu başaramayınca, bu olaydan sonra Rabia’dan korkar,ona saygı gösterir. Kendisiyle birlikte bütün tulumbacılar Rabia ile bağlantısı olan herkese saygı gösterirler. Rabia Osman ile evlendikten sonra da Osman ile iyi diyalog kuran biri olur.


ÇİNGENE PENBE: Batıl inançları bol olan bir çingene. Tevfik ile ilgilenirken Rabi-a’nın ikazıyla bundan vazgeçmiştir. Onlarla kalmaya başladıktan sonra Rabia’ya ev işlerinde yardım eden, onun “teyze” diye hitap ettiği biri olur.
KANARYA: Sabiha Hanım’ın alıp yetiştirdiği bir güzel Çerkes kızı. Daha sonra saraya Kadın Hanım’a verilen böylece saraya giren birisi. Sarayda sultanın yeğeniyle evlendirilir; bundan sonra Nejat Bey’in eşi olarak karşımıza çıkar. Abdülhamit’ten korkar ve onu sevmez.


Nejat Bey’in eşi olduktan sonra da aslını unutmaz ve Sabiha Hanımlara saygıda kusur etmez. Rabia’nın düğün hazırlıklarında yardım ediyor ve sık sık görüşüyorlar. En son Rabia’nın hamileliği esnasında karşımıza çıkıyor. Yardımsever birisi.


NEJAT BEY: Padişahın yeğeni. Saray içinde yetişmiş, bundan dolayı halkın yaşantısı ona ilginç ve gizemli geliyor. Rabia’ya sanatkarlığının dışında bu yönünden dolayı bir yakınlık duyuyor. Batı müziğini ve piyano çalmayı biliyor. Vehbi Dede ve Peregrini ile her hafta toplanıyorlar. Babası da kendisi de çocuk tabiatlı olduğu için hiçbir entrikaya karışmazlar. Onun için saray çevresinin en rahat ailesidirler.


SAFVET BEY: İkinci Mabeyinci. Hiç evlenmemiş. Yeğenlerini büyütüp, eğitimini sağlamış. İnsanlara iyilik ve kardeşlik yapmak için gökten yere inmiş bir hali var. “Aşk ahlakı! Kim bilir belki istikbalde insan müesseselerinin nazımı olur... İnşaallah olsun.” diye düşünen birisi.


DÜRNEV: Selim Paşa’ların gelini; Hilmi’nin eşi. Sabiha Hanım tarafından küçükken alınıp yetiştirilmiş, terbiye edilmiş,iyi bir tahsil verilmiş ve oğluyla evlendirilmiş bir Çerkes kızı. Fakat Sabiha Hanım romatizmaya yakalanıp yatağa bağlandıktan sonra cesaretlenip kendi başına hareket etmeye başlar.Aşırı süslü, karışık ve şaşaalı makyaja ve giyinişe sahip. Hareketleri ve mimikleri “resimli kitaplardan taklit” gibi. Taklitçi yeniyi temsil ediyor. Ama sürgünde yaşadığı zorluklardan sonra biraz daha olumlu hale gelmiş birisi.


GALİP: Hilmi’nin Jön Türk arkadaşlarından. Annesi ölmüş, zengin bir babanın oğlu. İleri ki dönemlerde Rabia’yı istiyor; fakat Rabia kabul etmiyor. Cüce tarafından “istediğin kalıba sokabileceğin bir koca adayı” olarak nitelendiriliyor. Bu vakadan sonra Rabia, Galip ve Şevki varken Hilmi’nin odasına çıkmaz.


ŞEVKİ: Hilmi’nin Jön Türk arkadaşlarından. Vehbi Dede’nin İmam’dan daha tehlikeli olduğunu düşünüyor. Devrimci gençliği temsil ediyor. Konuşkan, taklitçi ve düşüncesine ateşli bir şekilde bağlı. . Sinekli Bakkal’ın iç işlerini ezbere biliyor


ZATİ BEY: Dahiliye Nazırı. Dilediği ferdi asmak, boğdurmak kudretine sahip olmak için ömrünün on senesini fedaya hazırdı. Evi o zamanın alafrangalığına özenilerek dekor edilmiş; hizmetlileriyle, eşyasıyla ve kendi giyimiyle özentili birisi. Menfaatine düşkün. Dinle hiçbir alışverişi olmayan bir adam.


BAYRAM AĞA: Selim Paşa’nın bahçıvanı. Rumelili. Kendine ve yetiştiği ortama has kural ve prensipleri var. Otoriter.


BEHİRE HANIM: Safvet Bey’in kız kardeşinin kızı. Mürebbiyelerle büyütülen kibar kızlara kendi kültürleri, kendi klasiklerinin de öğretildiği devirde yetişmiş. Kocası sadece Avrupa’da yapmış olduğu için kendi kızlarını Fransız mürebbiyeler elinde yetiştirmiş; Avrupa’dan gelen her şeyi gökten inmiş bir emir kabul eden biriydi. Hayatları serbest ve mesut olsa da Behire Hanım ananelere bağlı; bundan dolayı da dayısının yanına sık geliyor.


ARİF: Safvet Bey’in yetim yeğeni. Safvet Bey tarafından büyütülmüş ve onunla birlikte kalıyor. Nejat Bey’den sonra eniyi Türk piyanist. Tembel olduğu için ve müzikten para kazanılması adet olmadığından çalışmıyor; canı istediği zaman Robert Koleji’ne kaydoluyor, bir müddet devam edip çıkıyor.


MUAVİN RANA BEY: Selim Paşa’nın yardımcısı.


GÖZPATLATAN MUZAFFER: Tehlikeli, siyasi sanıkları sorgulamayla memur. Görünüş olarak eski pehlivanlara benziyor. Yardımsever, Vazifesini yerine getiren bir adam imajı var. 1908 ihtilalinden sonra ise Meşrutiyet hatibi olur.


MİSİS HOPKİNS: Robert Koleji’nin İngilizce hocasının madamı. Kanarya’nın arkadaşı; ondan hayatı hakkında pek çok şeyi öğreniyor.


KAHYA ŞÜKRİYE HANIM: Sabiha Hanım’ın kahyası. Konaktaki her şeyi hanımına haber veren, kendisine verilen görevleri yapan biri.


UŞAK ŞEVKET AĞA: Selim Paşa’nın uşağı. On beş yıldır Paşa’ya hizmet ediyor


ESKİCİ FEHMİ EFENDİ: Sinekli Bakkal’ın umumi ve içtimai hayatına, her vesileyle karışan; ihtiyar heyetinin hatırı sayılır azalarından. Osman’a da yakınlık gösteren komşulardan. Mahallenin muhafazakar kısmını idare ediyor.


BEKÇİ RAMAZAN AĞA: Sinekli Bakkal bekçisi.


DOKTOR KASIM: Dahiliyeci. Türk tıbbına Alman fennini, biraz da katılığını getiren meşhur simalardan. Rabia’nın doktorlarından. Hastaların dimağlarına etki ederek tedavi etme fikrini İstanbul’da yayan ilk doktor olarak geçiyor. Çoluk çocuğu olmadığı için biraz daha sert yaklaştığı belirtiliyor.


DOKTOR SALİM: Jinekolog. Türk tıbbına Alman fennini ve katılığını sokan diğer meşhur sima. Rabia’nın doktoru. İlk sezeryan uygulayacağı hastası olduğu için Rabia ile çok ilgilenir. Daha yumuşak tabiatl


İKBAL HANIM: İkinci Mabeyinci Safvet Beyin süt ninesi ve yalının hanımı. İhtiyar, kendine göre bir sevimliliği olan,Çerkes asıllı. Elli beş senedir İstan-bul’da olmasına rağmen Türkçe’yi tam öğrenememiş. Şiddetli taassupla dindar; fakat bu dindarlığının içi dolu değil. Vehbi Dede’ye ve Rabia’ya hürmeti çok. Çileli bir gençliği var; bunu daha sonra Rabia ile paylaşıyor.


BAKKAL MUSTAFA EFENDİ: İstanbul Bakkaliyesi’nin sahibi, Tevfik’in dayısı. Tiryaki bir mahalle bakkalı.


MİHRİ: Selim Paşa’nın kızı.


İKBAL HANIM:
İkinci Mabeyinci Safvet Beyin süt ninesi ve yalının hanımı. İhtiyar, kendine göre bir sevimliliği olan, Çerkes asıllı. Elli beş senedir İstan-bul’da olmasına rağmen Türkçe’yi tam öğrenememiş. Şiddetli taassupla dindar; fakat bu dindarlığının içi dolu değil. Vehbi Dede’ye ve Rabia’ya hürmeti çok. Çileli bir gençliği var; bunu daha sonra Rabia ile paylaşıyor.


BAKKAL MUSTAFA EFENDİ: İstanbul Bakkaliyesi’nin sahibi, Tevfik’in dayısı. Tiryaki bir mahalle bakkalı.


MİHRİ: Selim Paşa’nın kızı.( www.frmtr.com/kitap-ozetleri/